6 Mayıs 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

6 Mayıs 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Burhanla Cevdet senelerdenberi arkadaştılar. Lâkin tabiatleri hiç te irine benzemezdi. Burhan bekâr- di. Son derecede çapkın bir gençti. Marersları dillerde e dolaşıyordu. Halbuki Cevdet gayet ciddi bir adam- di. Evli idi, Gayet muntazam bir hayat sürüyordu. Zaten Cevdetin ka- Maceraları peşinde koşmağa, Sapkınlık etmeğe tabiati de uygun değildi. Hattâ o ikide bir Burhana masihatlar verirdi; — Canım... Artık bu senin yap- tikların da pek fazla. Artık mumta- Zam bir hayat geçirecek çağa geldin. battâ geçiyorsun, Evlen de şu hay- lazlıklara bir nihayet ver... Fakat Burhan hiç o tarafı olmu- Yor, gene kendi bildiğini okuyordu. Geçenlerde bir gün Burhan, arka- Cevdetin yanına sokuldu: — Kuzum Cevdetçiğim... dedi, sa DA büyük bir ricam var. Bunca sene- k arkadaşımsın, hatırını kırmıya- “ağına eminim. Mutlaka bu ricamı Yapacaksın... Cevdet gülümsedi: — Söyle bakalım... Ne istiyorsun? Yapabileceğim bir iş ise pek âlâ... adan arkadaşını biraz pöhpölh- >— Cânım Cevdetçiğim... “Senin Sinden ne gelmez ki?.. Tabii benim Fİâmı yapabilirsin. Hem öyle basit $€y ki... Bak anlatayım da din- * Benim Şükranla olan arkadaş- ğını bilirsin. Bir buçuk senedenberi ideta, beraber yaşıyor gibiyiz. Fakat Tan çok kıskanç bir kadın bana BÖZ açtırmıyor. Halbuki ben şöyle bir kaçamak yapmasam rahat . Geçen hafta Neriman adın- a Benç bir kadınla tanıştım. Cev. bir görsen ne güzel, ne ha- bir kadın... Bugün onunla Tandevumuz var. Buluşup kırlara Bdeceğiz. Fakat Şükran beni her halde Kontrol edecektir. Zaten dün sıkı sıkı sordu: *— «Yarın neredesin?e dedi. Ben de tan akşama kadar senin yanın- da bulunacağımı söyledim, Telefon Mümaranı verdim. Bugün buraya Mühakkak telefon edecektir. Benim *enin İna halde kızar, artık bana etmedi- bırakmaz. Cevdet sordu: >— Peki bu işte benim rolüm ne? sana ne yapabilirim ki?... cev&p verdi; > Cevdelçiğim sen bana en bü- Yük iyiliği yapabilirsin. Benim yeri- Me Şi sen konuşursun... Cevdet, buna şiddetle itiraz etti: — Sen çıldırdın m: Burhan?... Ben Şükranla senin yerine nasıl konuşe- Mülrin. Hem benim sesimden de sen İhadığımı anlar. Burhan teminat verdi: *— Katiyen anlamaz. Ona bir kere a bu oyunu oynadım. Şükrandân TB bir yere gitmem lâzımgeliyordu. İİ benim yerime oŞükranla ko- 11. Şükran katiyen Lülfinin se den anlamadı. Senin de sesinden yanında olmadığımı anlayınca — Canım nasıl olur? Aranızda bir tok sırlar vardır. Ya telefonda bun- / dan birinden bahsedecek olursa ne cevab veririm... Giz Yok âdeti değildir. Telefonda € UZun üzün konuşmaz... Vallahi ben bu işi yapamam Burhancığım... >> Vallahı son derece kırılırım Cev- *» Bunca senelik arkadaşımsın — Seni bana «kendini denize atlş , bir dakika tereddüd etmez, İ maa Aatarımı, Benim bu küçücük ri- | yerine getirmelisin. Burhan Cevdetin zayıf tarafını | bulmuytar Cevdet arkadaşları için her dakdrtığı yapardı. Bunun için Bur- Rin Son sözleri üzerine: e Hay Allahım dedi, başıma arın da geleceği aklımdan bile Beçmezdi. Benim gibi ağırbaşlı bir e telefonda tanımadığı kadın- Ja konuşması ne komik bir şey... İ ne yapalım? Başa gelen çeki- * Eğer telefon ederse Şükranla *Min yerine konuşurum. urhan memnun bir tavırla arka- nın umuzunu okşadı: > Hay yaşayasın Cevdetçiğim... İÇ, yalnız Şükranın telefonda ga- bir konuşma tarzı vardır. Telefo. | — Telefon cilvesi nu âçar açmaz bir kere beni ister. Ben o zaman: «Buyurünuz... Ben Burhunl..> dersin; i Ondan sonra Şükran sana mu- hakkak: — Nasılsın kuçukuçum? der, Çün- Kü 0 beni «kuçukuçus, «pisipisis filân diye çağırır. Bunun için Şükran sa- na telefonda «kuçukuçu» deyince sen de tatlı tatlı havlıyacaksın... Cevdet hayretle gözlerini açtı: — Ne? Havlıyacak mıyım?.. dedi, işte bu işi yapamam... Cevdet rica etti: — Canım, hatır için çiy tavuk bile yenilir... Şükranın telefonda bana «kuçukuçuz demesi âdeta aramızda parulz gibidir. Eğer buna karşı sen de havlamazsan telefonda konuşan adamın ben olmadığımı hemen an- Jar, Ne olacak yahu... Sana «kuçu- kuçu» deyince sen de bir iki kere te Jefonda: «Hav hav hav» diye bağırır. Cevdet: — Peki... Peki... Sonra? dedi. — Yalnız Cevdetçiğim... Mümkün olduğu kadar tatlı tatlı havlamağa gayret el... Çünkü ben telefonda Şükrana gayet tatlı haylarım. Eğer tatlı tatlı havlamazsan Şükran te- Iefonda benim yerime başkasının konuştuğundan şüphelenir... Canını havlamanın da olur mu yahu? — Olur Cevdetçiğim, olur. Ben tıp- kı nazlı bir finonun ince sesile hav- arım. Eğer sen kalın kalın bir çoban köbeği gibi havlarsan iş anlaşılır... Cevdet: — Hay Allahım!.. Nedir bu başıma gelenler... Peki tatlı tatlı nazlı bir finonun ince #esile havladık. Sonra ne yapacağız? Burhan ilâve ettir — Sonra O sana «pisipisi» diyecek. Sen de hemen «Miyav!.. Miyav!z di- ye cevap vereceksin... Bu bizim.te- lefon parulamızdır. Cevdet: — Yahu bu yaştan sonra ben nasıl böyle hafiflikler yapabilirim? dedi, — Yaparsın Cevdetçiğim.. yapar- sın... Amma gene mümkün olduğu kadar tatlı tatlı miyavlaran... Sen böyle havlayıp miyavladıktan sonra Şükran telefonda kendisile konuşa” nin muhakkak ben olduğuma in&- nir, biç şüphelenmez. Öyle uzun uzun da konuşmaz. Göreyim seni Cevdet- siğim. Burhan böyle söyliyerek arkadaşı- nn elini sıktı, çıktı, gitti. İKİ sart sonra ciddi bir iş adamı Cevdeti ziyarete gelmişti. Birdenbire telefon çaldı. İnce bir kadın sesi evvelâ Burhanı sordu, Cevdet; — Benim... diye cevap verdi, Telefondaki ses: — Kuçukuçum!.. deyince Cevdet ne yapacağını şaşırmıştı. Maamafih Burhan vaziyetini kurtarmak için telefonda havlamağa (başladı. Tele- fondaki ses: © — Nasıl pisipisim? deyince bu se- fer de miyavladı. Yanındaki ciddi iş adamı Cevdete hayretler içinde -ba- tatlısı Karabiber Beyazbiber Kırmızıbiber Tarçın Yenibahar Kimyon Karanfil Zencefil Sahlep BAHARATI Yemeklerinizi Lezzet; Nefaset, verir, Ve Sıhhatinizi korur, Her yerde 15 gramlık paketleri > kuruştur Tejfrika Soldan sağa: 1 — Löstik - Tatlı deği, 2 — Refiklik. 3 — Teklifsir. 4 — Daha eski - Razı, 5 — Yedi tane sekiz. 6 — Tecrübeli yapı amelesi, 7 — Sonuna «Ze» gelirse dans çalgısı olur - Man, 8 — Başına «B. korsanız şimdi uğraş- tağınız şeydir - Bir renk. 9 — Para kâğıdını bulan. 10 — Demir Jâvha - Eşkiya komitesi. Yukarıdan aşağı: 1 — Şimdi sağ elikizde tuttuğunuz şe- yin ucu. 3 — Türkiyeden çıkıp Hazer denizine | dökülen bir nehir - Domates ezmesi. 3 — Mürazat « Bir nevi kılıç. 4 — Uğraşmak. 5 — Başına «B> gelirse küçük dallı de- mektir - Yunanlı bir pehlivan. 6 — Olduğun yerde dur - Bindirme, 7 — Amerikada büyük bir şelür - Ha- vada dolaş. 8 — Ki zi - İngeiiz usulü. 9 tdati - Muntazası cereyan 10 — Başına «Ts gelirse kapah odemek olur » Tersi köpek yavrusudur. Geçen bulmacamığın balli Soldan sağa: 1 — Atmaca, Açı, 2 — Dalma, Adaş, 3 — Atlamak, Bı, 4 — Kalkanotu, 5 — RI, Durak, 6 — İcabat, 7 — 'Tınan, Mall, 8 — Akar, Kunya, 9 — Nureddin, 10 — Evet, Maal, Yukarıdan aşağı: 1 — Adak, İtale, 2 — Tatarcık, 3 — Mülunane, 4 — Amak, Barut, 5 — Cas madan, $ — Anut, Kem, 7 — Akor, Moda, ÇAPA MARKA 8 — Ad, Tavanda, 9 — Çabuk, İyi, 10 — | Isı, Alan, İ m — Türk Dipli, Kimyagerler Birliğinden: | Birliğimizin senelik şube kongresi 6/5/939 cumartesi günü saat 14,30 da Eminönü Halkevinde toplanacaktır. Âzanın hazır bulunmaları rica olunur. EEKAEEEMEFEŞ EE FENA TEE ŞEK AEEEAŞEURA KERE EEAEp kıyordu. Onun bir kadınla konuştu- ğunu anlamıştı. — Bâna müsaade eder misiniz? di- yerek ayağa kalktı, vedalaştı, gitti. Bundan sonra her iki saatte bir Şükran telefonu açıyor, Burhan diye Cevdetle konuşuyordu. Cevdetin de. ! dikoducu kâtibesi bütün bu telefon | cilvelerini kapıdan dinlemiş. şirketle İ ne kadar memur varsa herkese işi | anlatmıştı. Bir gün içinde dedikodu alıp yürü- müştü. Herkes Cevdetten: — Ne sinsidir 0... Ne sarı saman altından su yürüten adamdır o... di- ye bahsediyordu. Bir ay sonra herkes Cevdetin müt- hiş bir çapkın olduğuna inanmıştı. Hattâ Burhan bile bir gün Cevdete geldi: — Seni dan ne işler çev bana nasihat edersin ha urkadaşile alay etti. Hikmet Feridun Es varamaz Seni... El altın- rmuşsun... Birde diyerek Saz damlı, küçük bir köy evinin mutfağında, toprak ocağın. başında, | kamıştan yapılma alçacık bir İskemle. de oturan <ana>, tencerenin altında yanan ateşe, vakıt vakıt, ot atıyordu. Alevler yükseliyor, ana da, kâh ince bir dalı kımıldatıyor, kâh bir avuç yap- rağı eşeliyor, sonra da, geçen güzde, dağlardan bayırlardan toplamış oldu- ğu kuru otlarla, tekrar tutam tutam, ocağı besliyordu. Çok yaşlı, bumburuşuk bir kadın, sürünmeği andıran bir güçlükle yak- laşmış, ateşe en yakın bir köşeye ge- Wp büzülmüştü, Sırtında, yamalı, mavi bir yeleğin altında, kenarları gözüken, rengi: Çiy kırmızı, pamuklu, kalın bir iç hırka. sı vardı. Gözleri, neredeyse hiç gür- miyecek bir haldeydi. Ağrılıklı, kötü bir göz hastalığı, güz kapaklarını hemen hemen yapıştır- miş, kapamış gibi idi. Amma o, açık kalan küçücük aralıklardan, gene de epey şeyler görebiliyor, «ana» nın kuv- vetli, becerikli elleri altında yanan, s1Ç- rayan alevlerin parıltısını seyrediyor» du. Koca kanı, içeri çökmüş dişsiz ağ- zından hoş bir fısırtı yaparak çikan bir sesle: — Aman, ateşi idareli yak ha! Ka- Iâ kala bir araba yükü kaldı, öyle de- gU mi? Yoksa iki mi var? Kesilecek hale gelinceye kadar otlar, daha çok beklenecek... Üstelik, bu gidişle arık bir işe de.yarıyacağım yok benim... Bir avuç ot koparacak bile hal kalma- dı... Bizim gibilere ölüm paklık, ölüm paklık... diyordu. Bu son sözleri, koca günde, o bir çok defalar tekrarlar durur, ve her sefe- rinde de, gelininin verdiği şu cevabı beklerdi: «— Böyle söyleme a koca nine! Biz tarlada iken, kapıda oturup, sen Çço- cuklara göz kulak olmasan, dereye | düşmesinler diye onlara bakmasan ne| yapardık? | İhtiyar kadın, dolu dolu öksürdü ve bu öksürük nöbetinin srasından, boğuk bir sesle şöyle dedi: — Sahi, şimdilik daha bu işe yarı. yorum, Hele bu aralık ortalıkta türlü türlü kötülük, soygunculuk, haydud- luk varken kapısının eşiğinde olur- mak, pek de öyle yabana atılır bir iş sayılmaz. Doğru kızım! Hele bir yakla- şan olsun da bâk, nasıl bağırmasını bilirim... Şöyle, avazım çıktığı kadar... Hey gidi günler hey... Bizim zamanı- mızda böyle miydi?.. İnsan çapasını, küreğini Tanrının gecesi dışarıda bi- rakır, gene de sabah olunca, koydu- gunu yerliyerinde bulurdu. Yaz vak» ti hayvanımızı kapmın arkasında, bir kancaya bağlardık, gün doğunca.ge- ne de oracıkta, durup dururdu... Gelin; bafif hafif gülmesine ve ter- biyeli terbiyeli: — «Ya?! Sahi mi koca nine?» diye cevap vermesine rağmen, bu bitmek tükenmek bilmiyen gevezeliği pek din- lemiyordu. O, çatlak sesile, vaaz verir gibi, soluk almadan, söyler dururken, kadın da «yakacağ» 1 düşünüyordu. İlkbahar ekiminin sonuna kadar, şöyle eline bıçağını alıp, ağaçlardan bir iki dal kesmeğe, öteden beriden çalı çırpı toplamağa vakıt buluncaya kadar, yetecek miydi acaba? Kapının ardında, avlu işini gören «aydınlığı m yanında, balçıktan yapı ma bir damın altında, yağmurdan, kardan korudukları iki yusyuvarlak koca saman tınazı vardı... Vardı am- ma, pirinç samanı, kesmiği kıymetli- dir. Onu, uluorta herkes yakamaz... Ancak şehirlilerin harcıdır 0... Ya sna, ya da erkeği, bunları koca koca demetler halinde, bir sırığın ucuna tâkıp şehre götürür... Karşılı- ğına da, şıkır şıkır, çil çil paralar akp gelebilirler... Öyle değil mi ya? Böyle kıymetli bir samanı, ancak, oralardaki evlerde, ateş diye kullanabilirler... Gözleri aleve (aklı işine dalmış, gene vakıt vakıt, ocağa ol atıp duru- yordu. Ateş, güneşle rüzgârdan tunç- laşmış keskin çizgili ablak yüzüne, dol- gun, etli dudâklarına vuruyordu, Kara gözleri, ışıkta parlıyordu; kaş- Yarının hemen altında, çukurca, çekik duru gözlerdi bunlar... Pek bir güzelliği yoktu bu yüzün am. ma, karşısındakine, hem iyiliği, hem de ateşli, canlı, «ihtiras» gibi şeyleri hatırlatan bir hali vardı. İnsan bu yüze bakarken: sİşte, öfkesi burnunda bir kadın ki, hem yanında oturan zavallı ihtiyarcı- ğa şefkat ve iyilik göstermesini bile- cek, hem de ateşli bir dişi ve ana ola- cak yaradılışta...» diye düşünürdü. Koca kadının, hâlâ çenesi durmu- yordu. Oğlu ile gelini tarlada çalıştık- ları için, sabahtan akşama kadar, ço- Cuklarla yalniz kala kala, aklınca, ge- İİnine anlatacak bir sürü şeyleri var sanırdı, Bu şlabildiğine sürüp giden, lâkırdı sağanağına, sade ocağın du- manları yüzünden, vakıt vakıt tulan öksürük nöbetleri kesiyordu: <Her vakıt de derim ya, bir erkek acıktı mi, hele oğlum gibi de, gücü kuvveti yerinde biri oldu mu, bir ça- nak eriştenin üzerine yumurlayı kı- rarsın... Oldu bitti. İşle yemeğin ülâsı...» Ateşe doğru eğilen ana'nın etekle- rine, boynuna, sümüklerini çeke çeke ağlıyarak, sarılan, çocukların gürüt- tüsünü bastırmak kaygusile, burada, sesi bir perde daha yükselerek çatlak- Jaşıyor... Genç kdına gelince, o, hiç Oralı deği!; sakin biryüzle, bep işine bakı- yor. Küçük oğlanla kız kardeşinin vi- zıldânmalarını, koca karının ezeli çe- ne yarıstırımasını sanki hiç duymuyor gibi. İşlerinin geç kaldığını düşünüyor. Bahar geldi mi, tarlalarda o kadar yapılacak şey var ki... Nitekimoda, fasulye ekimini, «Son sapan çizgisine kadar bitereceğim» diye az m: uğraş- tı... Iuk günleri, toprağı çiyle besliyen nemli geceleri kaçırmamak lâzınr, Bel ki bu, belki yarın gece, kuru tohu: rın içinden hayat fışkırmağa bâş cak değil mi? Karanlıklarda, nemli, sıcak topra- gın bağrından, tarlaların hep birde için için, gizli gizli, sırlı hir ürpe canlanacağını, kımıldanacağını şündükçe, baz duyuyordu. Su dakikada erkeği çalışıyordu da- ha; çıplak ayakları, sapan izleri Üze- rinde toprağı eziyor, mınciklıyordu. Kadın, çocukların, tâ ötelerden, kr. lar, tarlalar ardindan geen sesleri, çağırmalarile acele acele eve dönmüş, onu, işinin başında bırakmıştı. Küçükler, analarını mutfağın kapi sında bekleyip duruyorlardı, Karınları acıkmıştı, ağlıyorlardı. Oğlan, hiç dur. madan, hep ayni makâm üzerinden, gözlerinden yaş gelmeden bağırıyor. du; küçük kıza gelince, o hem ağlı yor, hem de bir teviye, ufacık yun- rüğunu ağzina götürüyordu. İhliyar kadın, bir zaman, boş yer onları suslurmağa, avulmağa Çi mış, sonra, bâşa Çikamıyacağını a layınca, kendi hallerine bırakmış rine oturmuş, ve yüzünde sükün, dü. e- ta bir saadet gülümseyişi ile, bu bağ- rışma ve ağlamaları dinlemeğe koyul- anuştu Ana gelir gelmez, hiç birşey deme- den, doğru, ocağın başına koştu. Onun ot ve çalı çırpı yığınına uzandığını görmeleri, çocuklara hemen yetti. Kü- çük oğlan sustu ve beş yaşının verdi. ği çeviklik ve kuvvetle, annesinin pe- şisıra koştu. Arkasından da, küçük X:2, gücü yettiği kadar ona yetişmeğe ça- liştı amma, daha üçünü pek bitirme- mişti bile, Kocaman tencerenin içindeki ye mek, artık iyice kaynıyor, güzel koku- lu boğu bulutları, tahta kapağı kal. dırıyordu. Koca karı, derin derin kokladı ve boş ağzile, geviş getirir gibi hareket yap- tı, birşeyler geveledi. Ocakta alevler tencereye çarpıyor, girecek bir yer bulamayınca, dört bir yanından dışarı yayılıyor, ağır bir du- man tabakası halinde, daracık mutfa- Eın içini kaplıyardu. Ana geri çekildi ve kızı ocağın ba- şından uzaklaştırmak istedi amma, yakıcı duman, çocuğu sarmıştı bile Gözlerini kırpışlırıyor, pis yumrucu! Tari bu zavallı hasta şeylere sürte sürte, bağırıyordu . (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: