3 Temmuz 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

3 Temmuz 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Üç arkadaş ki saattenberi otur. dukları pastaneden çıktılar. Konuşa konuşa yürümeğe başladılar. içlerin- den Cemal heyecanla yanındakilere fısıldadı: kadındaki yüz güzelliği akla durgun- luk verecek bir derecede... — Yalnız yüz güzelliği mi birader? Yalnız yüz güzelliği mi? Şu vücuda baksana bir kere... Venüs bunun ya- — Evet, vücudü fevkalâde güzel... Mavi ipekli pijamalarını giyip de balkona çıktığı zamanlar insan bir türlü gözlerini ondan ayıramıyor, Nuri kurnaz kurnaz gülümsedi: — Benimle de arası pek iyi. Ge- çen gün karşı karşıya geldik. Bana tatlı tatlı baktı. Gülümsedi. Cemal: — Ya benimle? dedi... Benimle ara- sı gayet iyi... Geçen gün pencerem- den ıslıkla bir hava çalıyordum. Bİ- raz sonra baktım o da ayni havayı mırıldanmağa başlamaz mı?.. Be- nimle ne derece alâkadar olduğunu görüyor musunuz?.. i Ferid: — İşin aslına bakarsanız, dedi, Şa- ziye ile arası en iyi olan biri varsa © da benim. Onlar böyle yavaşça (münakaşa ederlerken genç kadın da adam akıl hı yaklaşmıştı. Şaziye üç arkadaşın önünden geçerken hafifce gülümse- di ve başile selâm verdi. Delikanlılar hemen şapkalarını çı. kardılar. Mümkün olduğu kadar eği- lerek selâm verdiler. Şaziye güzel vücudile uzaklaşırken onlar genç kadının arkasından hayran hayran baktılar, Cemal memnun ve mağ- rur bir tavırla arkadaşlarına: — Nasıl? dedi, gördünüz mü? Ba- na nasıl selâm verdi. Diyorum size benimle arası çok iyi... Ferid hemen atıldı: — Aman bü söze pek gülerim iş- te. Ay sen Şaziyenin selâmını ken- dine mi alındın... Demek sana selâm verdi ha?... İşte bu pek hoş. Cemal arkadaşının bu sözüne ba- yağı sinirlenmişti: — Tabii bana selâm verdi... Baş- ka kime selâm verecek?.. Ferid nihayet emin bir tavırla: — Kime selâm verecek? Bana ta- bit... Biz her karşılaştığımız zaman selâmlaşırız. Cemalla Feridin münakaşaları da- ha uzayıp gidecekti. Lâkin Nuri araya girdi: — Nafile çenenizi yoruyorsunuz, dedi, Şaziye ne sana selâm verdi, ne de sana... O selâm bana verildi bana... Siz kendinizi nereden çıkarıyorsu- nuz? — Ya sen kendini nereden çıkar- dın. Şaziye niçin sana selâm veriyot- muş?.. Nuri dalma kendisinin çok yakı- şıklı bir erkek olduğunu iddia eder- di, Cevap verdi; — Öyle ya göz var, izan var... Şa- ziye ben dururken size mi selâm ve- recek? Görenler Allah için söylesin. Bu güzel ve genç kadın tarafından şa büsbütün alevlendi. Hepsi Şaziye. nin kendisine selâm verdiğini. ileri sürüyordu. Cemalle Ferid, Nurinin böyle yakışıkhlığı ile övünmesine, kendisini fevkalâde güzel bir adam bulmasına içerlemişlerdi. Münakaşa yavaş yavaş hafif bir kavga şekline dökülmeğe başlamıştı. Cemal, Nuriye; — Yanımızda sen dururken Şazi- ye bize selâm vermezmiş... Lâf kıtlı- ğında asmalar budayayım... Eğer bu dünyada sann da «yakışıklı erkek» denilirse yer yüzünde hiç çirkin adam kalmamış demektir. Oğlum, nafile üzülme... Şaziye bana selim verdi... , Ben de dehşetli sexappel var, İmei nan ir. alrllee ii Ferid de: — Bir erkekte her şeyden evvel boy, bos, bulunmalıdır. Yüz güzelli- ği erkekte ikinci derecede kalır.. Hamdolsun böy, pos meselesinden yana m ziyade göze çarpan m boş yere münakaşa ediyoruz ya... Şaziyenin bana selâm verdiği muhakkak... Münakaşa böylece devam ederken Nuri, Cemala: «Dazlak kafalı; dedi, Cemalda ona «bodur; ceyabmı verdi, Ferid de bu sırada «kepçe kulak» sözünü işit- fi, Yarım saat evvel canciğer olan üç arkadaş genç ve güzel bir kadının bir selâmı yüzünden bir- birlerine girmişlerdi. On gün hepsi birbirlerile dargın durdular. Fakat (o çocukluklarından- beri ayni semtte oturmuşlar, ayni mektepte okumuşlardı. Uzun müddet dargın duramadılar, Tekrar toplan- dılar. Nuri: — Boş yere sinirlendik, dedi, selâ- mın bana verildiği muhakkak ya.. Şaziye bu akşam Maksimdeki balo- ya gidecekmiş. Oraya gidelim. Bir fırsatını bulup kime selâm verdiğini soralım, Üç arkadaş bu fikri pek güzel bul- dular, O gece üçü de baloya gittiler, Biraz sonra da Şaziye Üzerine gözle- ri çeken şık, dekolte tuvaletile gel mişti. Üç arkadaş bir fırsatını bulup onun etrafını sardırlar. Gece yarısı. na doğru aralarındaki samimiyet artmıştı. Nuri bundan cesaret ala- rak; — Size bir şey soracağız amma sa- mimiyetimizi alflediniz. Aramızda iddiaya tutuştuk da bunun için 80 rTuyoruz, Siz bir hafta evvel bir çar- şamba günü, sant üçe doğru Ayas- paşadan geçtiniz, Sırlınızda açık ma- vi bir elbise vardı. 'Tam Taksime doğ- ru kıvrılacağınız zaman birisine se- lâm verdiniz. Hatırladınız mı? Şaziye gülümsedi: — Evet... dedi, hafızam çok kuv- vetlidir... Hatırladım. Üç arkadaş hep birden heyecanla atıldılar; — Öyle ise hangimize selâm ver- diniz? Üçümüzden hangimize?.. Genç kadın sigarasının dumanını çapkın çapkın üfliyerek: — Ay, dedi, siz de orada mı -idi- niz? Vallâhi sizin orada bulunduğu- nuzun hiç farkında bile değilim, Ben karşıda bir apartımandan çıkan diş- çime selâm vermiştim!?... Hikmet Feridun Es Taşra gazete nazari dikkatine Bazı taşra bayilerinden aldığı- miz mektuplardan «AKŞAMşı mutlaka şu veya bu mutavassıt- lardan tedarik etmek hususunda kendilerini mecbur addettikleri caatla doğrudan doğruya mua- meleye girişebilirler. Bu hususta «AKŞAM» idaresine mektup ya- zarak bayi şartlarmı öğrenebi- lirler. (Baştarafı 6 ncı sahifede) kederlerinizi dibe çöktürüp, bulanık varlığınızın büyük kısmını berraklaş- tıran bir eczalı tesirini görürsünüz, durulur, dinlenirsiniz. Misafir ortaya konan beş, altı mühürlü, damgalı, yazılı halis Mos- kof semaverine bakarak diyor ki: — Ben de çayın böyle içilmesini se. verim; semaverde demlenmiş çayın zevki başkadır. Toparlak, kabarmış, iri, yaldızlı gatolara gözü ilişiyor, hay- rete düşüyor: — Bunlar «punçis denilen Rus gâ- tosu... Mütareke devrinde İstanbula akın eden general ve kolonel kaput- Ju ve ak sakallı mülteciler sokaklari- mızda gezdirip satarlardı; melâl ve- rici sesleri hâlâ kulağımdadır. Ve kadının yüzüne bu pasta ve bu hatıra ile bir münasebet arar gibi gözatıyor ve onun hafifçe kızardığı- nı sezince başını denize çeviriyor, Bir- den ufacık vapurla siyah bacası ke- narında, paraşüte benziyen, duman- dan bir şemsiye açılıyor; fakat aşağı doğru ineceğine yükseliyor, parça parça kopuyor, dağılıyor, eriyor, gö- rünmez oluyor. Neden sonra bir ka- Mn vapur düdüğünün havada, dağla- ra çarparak tekerlendiği duyuluyor: — Vaktim geldi... Diyor, yerinden kalkıyor. Onu be yaz menekşe güllerinin sabun köpü. ğü bereketile kabardığı, kubbelendi. ği, taşıp kaydığı ve yerlere sarktığı çardağın altından geçiriyorlar; veda- laşıyorlar. Bahçe kapısı da genç sesli çıngırağını sallayarak üzerine kapa- iyor, Yokuş aşağı ıskeleye inerken mu- harrire, bir uzaktan anlayış hissile öyle geliyor ki bu mesud çift, odaları. na kadar gitmeğe sabredemiyerek çardağın kuytuluğunu bulur bulmaz, kuvveti hangi çağa girseler eksilmi. yen bir muhabbetle birbirlerinin ku- cağına düşmüşlerdir; görür gibi bili. yor ki ikisinin de gözlerinde sevinç yaşları vardır, Gözyaşları arasındaki sevinç, şüp- hesiz, saadetin en derinini ve en çok hak kazanılmışını gösterir. Boldan sağa; 1 — Barış sever. 3 — Cefa - Garip şey. 3 — Moskof - Yeniçerilerin musika ta- kımı, 4 — Düzgünlükler. 5 — Eritme, 6 — Tersi olduğun yerde dur demek- tir - Boşama. 7 — Arkadaş - Mesrür - Tersi biz er- kek ismidir. 8 — Tersi etin yağıdır - Mamut etme. $ — Genişlik - Soğuk mevsim »- Ka- mara. 10 — Pala - Suç yükletme, Yukardan aşağı: 1 — Serinlik duymak 2 — Kısa değil - Bildik, 3 — Kaş 4 — Yürüyenin arkada bıraktığı eser - Lâtife — Sonsuzluk - Tersi adaleye men- 8 — anat, Sit, 9 — Ecel, Işıma, 10 — Araz, Yukardan aşağı: 1 — Bilinenşey, 2 — İkitavlacı, 3 — Tımarhane, 4 — Ayol, Amal, $ — Rün, Um, 6 — Azcik, Ir, 7 — Filitokz, Şa, 8 — Liyakatsız, 9 — Irak, Lelm, 10 — Kan, Pertav, İhtiyar adam Anayı gördü, sanki gözlerine inanamıyormuş gibi afal afal baktı, sonra birden içeri atıldı, hemen arkasından birkaç kişi uğra- di kapıdan; korkunç yüzlü sıska, es- mer bir erkek, iki kadın, birde sar- sak oğlan; amma kör kız yoktu or- talarda, Ana eşeğinden indi ve yaklaştı. Hiçbiri de ağızlarını açıp bir şey de- meden kadına baktılar; o da onları tepeden tırnağa kadar süzdü ve bir- den korktu. Ömründe hiç böyle in- sanlar görmemişti; kadınların saç- ları, cadı gibi taraz tarazdı, üzerleri- ne bir alay da, boğum boğum bez parçaları takmış bağlamışlardı, su- ratları buruş buruş, güneşten de sim siyahtı, üstleri başları hiç su yüzü görmemiş, yıkanmamıştı. Hepsi de ayni hal ve kılıkta idiler, Bir araya toplandılar, ikinci kulübenin kapı. sından da, sıtmadan sararmış, du- dakları çatlak, vücutları görülmedik bir müurdarlık içinde biriki çocuk çıktı. Ne büyüğü ne de küçüğü ağız açıp tek bir lâf söylemiyor, «hoş gel- diniz!> bile demiyor sade: Tıpkı bir hayvan gözü gibi vahşi, manasız gözlerini Anaya dikmişler bakıyor, bakıyorlardı. Kadıncağızın yüreği helecan ve korkudan çatlayacakmış gibi atıyor- du. Birdenbire, boğulur gibi bir ses- Je: — Kızım nerede? Kızımı ne yap- tanız? diye bağırdı, aralarına atıldı, birinden ötekine, oradan oraya Koş- mağa başladı. Oğlu ürkmüştü, ne yapacağını şaşırmış, eşeğin yanında duruyordu. Kadınlardan biri, çatlak kötü bir sesle bir şeyler söylemeğe başladı; bu kaba şimalli dilini, hecelerin yarısı ezile kırıla, dişlerin arasında takılıp kalıyormuş gibi peltek peltek çıkan lâkırdıları anlaması güçtü, Şöyle bir şey diyordu: «— Tam vektinde sırasında gel din. Kızın bugün öldü!> «Öldü!» «Öldü mü?» Ana sade bu bir tek kelimeyi usul usul tekrarladı: Sesi soluğu kesii- miş; yüreği durmuştu sanki, nefes alamıyor, tıkanıyordu. Kendini ileri doğru attı, canını sürüdü, kulübeden içeri girdi. Hemen oracıkta, yere alti- Mı bir yığın sazın üstünde, kızı, kör yavrusu arka üstü yatıyordu. Sessiz sedasız, dinleniyordu sanki, Yalnız nefesi soluğu tükenmişti artık. Sırtın- da, köyünden aynlıp giderken giydi- ği elbiseleri vardı amma me kadar pislenmiş, yırtılmışlardı. Ortada ye- ni olarak bir şey görünmüyordu; şu saz yığını ile, kaba saba iki tahta is- kemleden başka, zaten odada hiçbir şey yoktu. Tamtakırdı. Ana yürüdü, kızının yanında, diz çöktü. Bu hareketsiz durgun çehre- ye, çukura batık bereli gözlere; kü- çücük sabır dolu ağıza, ne vakittir burnunda miş gibi tütmüş olan, her bir tarafını o kadar iyi bildiği bütün bu zavallı yüze baktı... Baktı, Birdenbire hıçkıra hıçkıra ağla- mağa başladı, yavrusuna atıldı sa- rıldı, ellerini tuttu, entarinin didim didim kol ağızlarını kaldırdı, incecik kolları yokladı, şalvarı yukarı çekti bacaklarına baktı, bir dayak İzi, çü. rük bere aradı. Bir şey bulmadı. Yavrucuğun ipek gibi idi; ah ne tatlı idi teni! Hiçbir leke, incecik kemiklerinde bir çıkık, kırık yoktu, Şüplenecek bir iz görün. müyordu. Sade, o kadar solgun, o ka- dar sıskaydı ki; içler acısı idi hali, Hoş zaten her vakit de inceydi, çe- Hmsizdi. Ölüm bu... Elbette sapsarı da olacaktı, Ana acaba bir zehir ko- kusumu duyacağım korkusile, evlâ- dının üstüne eğildi, dudaklarını kok- ladı; burnuna sade hafif bir şey, in- sanın yüreğini parçalayan bir «ölüm kokusu; geldi, Amma ne olursa olsun, Ana bir türlü yavrusunun eceli gelerek ra- hatcana öldüğüne İnanamıyordu. Başını çevirdi kapıda durmuş, hiçbir şey demeden ona bakan' bu yabani insanların kaba ve korkunç suratla- ika No, 52 rını gördü; ve ağlayıp haykırarak, çırpına dövüne: — Siz öldürdünüz onu, biliyorum, siz öldürdünüz. Kızımı sapasağlam gönderdim size... Daha azıcık bir za- man geçti aradan... Durup durduğu yerde insan ölür mü bu genç yaşta. Söyleyin bakayım, ne yaptınız yav- ruma? diye bağırdı. 4 Daha ilk gördüğü günden nefret | ettiği kötü suratlı ihtiyar, yine pis | pis sınttı: — Hey koca karı, ağzından çıkanı kulağın işitmiyor galiba; böyle İ lâflar söyleme bize, yoksa bak.. K Cadı saçlı kadınlardan biri de, i nı yardı, o da çiktı bitti iştel «Hark | tü dedi, yere tükürdü, tekrar baş | Jadı ur gibi m haykır. — Bu yol mu? Bu yoldan mı inip çıkıyordu? diye sordu, Kimse cevap vermedi, kadıncağızın içi gittikçe | yanıyor, her geçen dakika ile acısı | bir kat daha büyüyordu: — Kim bilir nasıl dövdünüz onu... | Her gün dayak... Yavruma her gün dayak attınız!., i Kadın yine bağırmağa başladı: ! — Gözünü aç da bak, beresi çürü- gü var mı hiç? Sade oğlum bir kere dayak attı idi... İsteyince yanına çabucak Ko- | şup gelmiyor diye... O da, topu topu | iki üç tokat, hepsi bu kadarişte, Ana başını kaldırdı, ölgün bir s€s- Je sordu: — Oğlunuz nerede? Adamı ittiler öne geçirdiler. O da bir noktaya dikili hareketsiz, aptal gözlerle, omuzlarını düşüre düşüre iki yana sallandı ve talihsiz Ana, | karşısındakinin yarı salak, sarsağın | biri olduğunu anladı. © a Birden evlâdının ölüsüne kapan. J dı, deli gibi ona sarıldı, bu biçim in- sanların elinde kim bilir onun neler çektiğini düşündükçe, büsbütün &r- tan sonsuz, dayanılmaz bir acı ve ş çaresizlik içinde ağladı çırpındı. Ana, utırabına böylece yol vermiş yolu: nur, dövünürken gözlerini ona dik- miş hain hain bakan bu bir sürü. hayvandan beter insan da ölkelen- meğe, homurdanmağa başlıyorlardı. Bir aralık omuzuna birinin dokün-. duğunıj duydu, gözlerini kaldırdı, oğlu eğilmiş yavaşca: — Ana, kalk gidelim; korkuyo- rum, başımıza bir belâ getireceksin. Kalk Anam kalk, ölmüş işte, elimiz. den ne gelir artık... Pek hain hain bakıyorlar, bize de bir kötülük ede- cekler, yürü gidelim... Biran evvel kapağı şu deminki köye atalım, ora. dan azıcık yiyecek alır, yollanımız, bu akşam da evde oluruz, gel Anam, dinle beni, 7, Ana isetemiye istemiye kalktı, yanyana sıralanmış duran insanla rm kötü kötü bir şeyler uzattı, sıvazladı, ondan sonra da Y rüdü, kulübeden dışarı çıktı. Nen deyse gün kavuşuyordu. Görünüşüne bakılırsa güya 84 kikaya kadar ağzını açıp bir şey de memiş olan bir ihtiyar, salâk oğlu nın babası yaklaştı: tik 4 İL Ret

Bu sayıdan diğer sayfalar: