27 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

27 Eylül 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HER AKŞAM BİR HİKÂYE Her zaman gittiğim bu yaz bahçesinde | tek başıma ot «Belki okurum» ba göz gezdiriy derece iç sıkıcı bir eserdi. Beri mi yerlerde insan tek başına olunca yapa- cağı en eğlenceli-iş etrafındakileri tedxik etmektir. Ben de böyle yaplım. Biraz ile- rideki bir masada uzun boylu, zarif, fakat çaşaron olduğu yüzünden anlaşılan genç bir kadin yanındak! şişman, çifte enseli bir erkeğe hararetli hararetli birşeyler söylü. yor.. Aramra erkek «Ne yapayım? Elimden De gelir?» gibi hareketler yapıyor. İçimden «muhakak genç kadin yanındaki erkekten birşeyler istiyor. O da parasızlıktan bahse- diyor.» diyordum. Biraz daha ötede iki genç Aşık biribirlerine sokulmuşlar, delikanlı Karşısındaki esmer kıza birşeyler fısıldıyor. Elmbilir ne şairane projeler yapıyor... Arka- da bir masada fiş erkek oturmuş, i bir gazeteyi açmışlar, ellerile, kollarile işa- tetler yaparak münakaşa ediyorlar. Mut- laka şark cephesinden, garp cephesinden bahsediyorlar. Ben böyle otrafı tedkik ederken arkam- da bir takım kadın sesleri işittim. Dünüp baktım. Üç genç kadın, Konuşa konuşa gel- diler, Tan: yanımdaki masaya olurdular. Biri kumraldı, ötekilerine nazaran Yaşca biraz daha büyük görünüyordu, Nefes al- madan kantuşuyordu. Yanındaki arkadaş- doğrusu. ün bir kere... Şim- di doğrusunu isterseniz Muallâ su içinde otuz sekiz, hatti kırk yaşında vardır di mi? Bu yaşta bir kadın Ahmedle evlensin! Hayret etmemek kabil mi? Ahmed olsun ol- sun da yirmi dokuz, otuz yaşında deği mi?, gibi öyle de sevişiyorlarmış ed Aiunllâ için çıl- dei s5 wilecek nesi var bilmem ki... Bir kere sor derece pasaklıdır Amma. nederccede? Tasavvur edemezsiniz... hattâ bir gün biztir Salim onun evine misa- fir gitmiş. Mpallânın köpeği ağzile kana- pelerin altından kirli çorapları çıkarır gı- karır, odanın tâ ortasına kadar getirirmiş.. Pasaklılığın derecesini düşün... Kirli çorap- Jar kanapelerin aitinde!.. Sonra kadında borç gırtlağa kadar.. Kaç mağaza sahibi onlardan parasını alamıyormuş.. Mahel- Jedeki bakkala bile 60 lira borcu Varmış... Kumral kadın bir nefeste bunları söyle- dikten sonra çantasından çık sigara taba- Kasıni çıkardı. Bir sigara yaktı. Yanında oturan sarışın arkadaşi onun sözlerine itiraz ekti: — Muallânın pasaklı olduğunu bilmem... Fakat senin söylediğin gibi otuz sekiz, kırk yaşında dünyada yoktur. Olsun olsun da otuz yaşında... Fazla değil. Kumral kadın, sarışın arkadaşının bu sözlerine fena halde sinirlenmişii: — Aman Maçide, ne diyorsun? Annem Muallânın çocukluğunu biliyor... Muallâ beş altı yaşında iken daha annem kızmış, o va- manhlar evlenmek üzere imiş.. Düşün bir kere. annem evlenmiş, ben doğmuşum.. Aşağı yukarı ben yirmi dokuzuna giriyo. Yum... Muallâ niçin otuz sekiz, kirk yaşın- da olmıyacakmış?.. Kocaman kadın... Göz- lerinin etrafındaki çizgileri görmüyor mu- sun? İsmi Macide olduğu anlaşılan sarışın ka- dın buna da itiraz etti: — Aman Ayşeciğim.. Muallânın yüzü kâ- bd gibidir. Tek bir çizgi yoktur. Doğrusu güzel kadındır... Adının Ayşe olduğunu öğ- rendiğim kumral kadın bu söz üzerine büs- bütün ateşlendi. — Nasıl? Muallâ mu güzel kadın?... Da- rilma amma Macideciğim sen güzelden hiç anlamıyormuşsun!.. Muallânın neresi gü- sel canım?.. Boya güzeli... Sen onun bo- yasız hâlini bir görsen. Bir görsen... Sarışın kadın! — Canım ben Muallâyı evinde boyasız da gördüm, Pekâlâ eli yüzü düzgün, ağzı bur- nu ufacık, güzel bir kadın.. Vani biras beyanıyor amma, boyasız oldüğu zaman da pek güzel. Kumral kadın ille Muallâyı gözden düşür- mek istiyordu: — Hele Muallânın vücudü, hele vücudü... Çok çirkin doğrusul, n kadın gene Muallâyı ediyordu: — Muallânın vöcudü mü çirkindir?.. suna. Ayşe. Bilikiş Müs'lün; iâde güzeldir, Âdeta model gi- bi vücudü vardır. Kumral kadın düdak büktü: — Muallânın vüöcudü hiç gürel değildir. Fakat bütün marifet © terzisinde... O terzi o derece gürel elbisler dikiyor ki Musllânın vücudünün çirkinliği hiç belli olmuyor. — Rica ederim Ayşe öyle söyleme. Ben Muallâyı plâjda elbisesiz de gördüm. Vü- cudü göze çarpacak derecede güzel. Kumral hadin bir müddet yutkundu: — Fakat şurası muhakkaktır ki, Muallâ konuşmasını bilmez. bari çirkin olduğuna üzerine müdafaa göre iyi konuşsa ne İse. Bu * Macide şaşırdı: - Sörlerine şaşmamak kabil değil Ayşe. dedi, Muallâ bilâkis iyi konuşması ile meş- « kadar güzel konu- Sen hurdur. O kadar tatlı, gur ki, onu dinlemek le bir zevktir. esend bir kadır Üç kadın arasında bu tarrdaki konuşmü bir müddet daha devam etti. Nihayet Afi allâyı müdafaa eden sarışın kadınla Yi nındak! arkadaşları kalktılar. Masada yal- nız kumral olanı, yani Muallâyı çekiştireni kaldı. Ben elimdeki kitaba dalmıştim. Bir aralık yanımdaki masada oturan kumral kadını — Muallâ Munllü... diye seslendiğini & dum. Dönüp baktım. Uzun boylu güzel vö- cudlü bir kadın yanımdaki masaya doğru Merliyordu.. Biraz evveli kendisinden uzun urun bahsedilen genç kadın bu olacaktı Muallâ saatlerdenberi Kendisini çekiştire: kumral kadınım elini sıktı. Masasına ol du Kumral kadın hemen söze başladı: Biraz evvel yanımda Macide vardı Aman yarabbi, ne dedikoducu kadın!... Şaş» tım kaldırı doğrusu... Onun seninle ne atıp reremiyeceği var bilmem ki... Güya sen 40 yaşında İmişsin.. bunu bana söyleyince he- men seni müdafaa ettim. Annemin seni ço- cukluğundan tanıdığını söyledim: «Musllâ ! Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu 1648 m. İROKc./s120Kw. Türkiye Radyosu TAÇ. 19.74m. 151985 K0/5. Kw. Ankara Radyost T.A. P.3170 m. 9465 Ke/». WKG TÜRKİYE BAATİLE ÇARŞAMBA 27/9/919 230 Program, ve memleket saat ayarı, 1235 Türk müziği (PD, 13 Memleket mast ayarı, Ajans ve meteoroloji haberleri, 13,15- 14 Müzik (Riyaseticümhür bandosu) Şef: İhsan Küncer, i- Franz von Blon: Mar Behützen, 2- E, Becucci: Vals - Mon Tr&: 3- Gouncd: Ouverture Mireille, 4- Suite Ro- samunde: (No, 1, Introduction et Andante; »z Behubert No ?, Eniracte, No. 3 Air de Ballet. 19 Program ve memleket saat ayarı, 1905 Müzik (Bir konserto - Pl), 1930 Türk mü- ziği (Fasıl heyeti), 20,15 Konuşma (Dış po- litika hâdiseleri), 2030 Memleket saat aya- n, ajans ve meteoroloji kaberleri, 2050 Türk müziği, Okuyanlar: Necmi Riza Ahıs- kan, Safiye Tokay, Çalanlar: Veeihe Daryal, Ruşen Kam, Cevdet Kozan, 1- Ali ağa » Şeh- naz peğrevi, 2- Dede - Şehnaz şarkı: (Sana ey canımın cani efendir 3. Rifat B. - Hicaz şarkı: (Niçin bülbülfigan eyler), #- Arif bey - Bicaz şarkı: (Benim halim fira- kıla yamandır), 5- Ruşen Kam: (Kemen- 6- Bimen Sen - Hicaz şark, UYıllar ne çabuk), & âhattin Pınar - Nihavent şarkı: (Hâlâ iyor), $- Sadettin £ - Nihavent şarkı: (Gönül nedir ?, 10- Sadettin Kaynak - Nihavent (Kirplkleriniu Gölgesi), 2130 Haf- posta kutusu, 2145 Müzik (Melodiler « PI), 23 Müzik (Küçük orkestra) Şef: Ne- cip Aşkın 1- Wiga - Gabriel: Hafta niha- yeti pâzar gelir - Marş, 2- Sidney Jones: Geyşa operetinden Potpuri, $- Pepi Müller: Küçük serenad, Fried Wâlter: Rüya (Ke- man 800 ve », 5- Leopold: NU Nehri kenarlarında, 6- Bucalossi: Pass talozza'nın bir şarkısı; Giribiribin, 7- Göng- İberger: Efsaneler ormanında, 8- Robert Sloit: Viyana geteleyin güzeldir, 23 Son ajans haberleri, ziraat, esbam, tahvi kambiyo - nukut borsa (flat), 2320 Mü- zik (Cazband - Pİ), 2355 - X Yamakl aaranannensiasana tim, dedim ki; — Ben Muallâyı evde boyasız gördüm. Onun vücudü de güzeldir. PMijda gördüm. olsun olsun da 28, 29 yaşında olsun. ondan fazla değildir.» dedim. Bundan sonra “e- nin boya ve tuvale$ güzeli olduğunu iddia» ya başlamaz mı? Ben hemen müdafaa et- Fevkalâde bir vücudü var.. dedim, Seni hiç çekemiyor. Dünyada ne dedikoducu insanlar var, Halbuki ben dedikodudan nef- ret ederim... Hikmet Feridun Es RADYOLIN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM Her yemekten sonra günde 3 defa Baş, Diş, Nezle, muntazaman dişlerinizi fırçalayınız. Grip, Romatizma Nevralji, Kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser İcabında günde 3 Her yerde pullu kutuları kaşe alımabilir. ısrarla isteyiniz. Tefrika N. 73 LEYLÂ ie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Asu mahkümlar kuyusunda Karabulutla dost olmuştu. Cellad ikisini bir safta zincire vurmuştu — Bu mel'ün herifi yakalayıp değirmene Sapanlar: Ölünceye kadağ orada taş çek- “Doksanlık sihirbaz (Mah- kümlar kuyusu) nda.. Reisin muhafızları sihirbazın evini sâfe dıkları zaman, Asu uyuyoldu. Gözlerini açncn karşimnda Kargılı muhafızları gör- dü. başını kaldırdı: — Ne istiyorsunuz? diye sordu. — Reisin emrile seni (Mahkümlar ku- yusulna atacağız. Asu soğukkanlılığını muhafaza ederek: — Suçum nedir? Dedi. Muhafızlar hep bir ağızdan cevap verdiler; — Bilmiyurux. Oraya gidince öğrenirsin! Sihirbazı fazla söyletmediler.. yakalayıp çıkardılar ve bir atın üzerine bağlıyarak (Mahkümlar kuyusu)na götürdüler. * Adam öldürenler, birden fazla hırsızlık yapanlar (Mahkümlar kuyusulna atıl Urman Türkleri iki snçtan çok korka: &: Adam öldürmek ve hırsızlık. Bunlari yapanları katiyen affetmezler ve kim olur- sa olsun derhal relsin emrile (Mahkümler kuyusu)na atılarak ölünceye kadar işkence görürlerdi. Kuyunun iç! genişti. Ortasında büyük bir değirmen taşı vardı. Bu taşı mahkümlar çeker ve bu suretle hem kendilerinin, hem de şehrin ununu öğüdürlerdi. Öğüdülen unlar reisin muhafızları tara- fından kuyunun arka kapısından alınıp fi- rınlara gösürülürdü. Buradaki değirmen taşı o kadar büyük ve 0 kadar ağırdı ki, kuyudaki mahkün- lardan ancak yüz kişi çekebilirdi. Mahkümların sayısı azaldığı zaman de- ğirmen taşinı çevirmek güçleşirdi. O gra“ da (Mahkümlar kuyusulunda yüz on Xişi vardı, Fakat bunların yirmi beşi çok ihti- yar olduğundan, taşın bütün ağırlığı sek- sen beş mahkümun omuzlarına yüklenmiş- d. Kuyudaki mahkümlar hergün: «— 'Tanrım, sen yeryüzündeki insanların yollarını şaşırt.. adam öldürsünler.. hırsız- ık yapsınlar ve yakalanıp buraya gelsin- ler.» Diye yalvarırlardı. Mahkümlar bu sözleri sabah akşam âdeta bir oua gibi hep bir ağızdan tekrarlayıp dururlardı. Aksi gibi son aylar içinde şehirde hemen hemen hiç kimse bu suçlardan. birini işlememişti. Mah- kümlarm sayısı gittikçe azalıyor ve kuya- daki wlraplar, feryadlar artıyordu. O sabah kuyunun ağzındaki mancınıktan aşağıya sarkıtılan (Asu)yu gören mahküm- Jar, İşte, işe yaramıyan bir ihtiyar daha geldi Diye bağrışmağa başlamışlardı. Mahkümlardan birçoğu (Asujyu tanır- lardı. Sihirbaz mancmıktan yere düşer düş- mez, dev cüsseli ve eli kamçılı bir adamla karglaştı. Bu adam kuyunun muhafizıydı. Mahküm- lar öna: «Mahkümlar eellâdı!» adım ver- mişlerdi. Cellâd elindeki telörgülü kamçısını ihti- yar sihirbazın omuzlarında şaklatarak, o- Zuk bir sesle haykırdı: — Bu yaşta adam mı öldürdün, a bunak? Asu birdenbire şaşaladı: — Hayır. Ben adam öldürecek yaşta mı- yım, oğul? - O hülde hırsızlık yapmışsındır. Kimin nesini çaldın.. söyle m? Asu etrafına bakındı: — Hiç kimsenin birşeyini çalmadım. Mahkümlardan biri vaktile Asudan iyilik görmüştü. Başını uzattı; — O, kimsenin malında ve caninda gö- zü olan bir adam değildir. Diye bağırdı. Cellid dişlerini gıcırdatarak kanıçısını salladı. — Ben sana sormadım... Ondan cevap istiyorum. Kamçıyı yiyen adamcağızın sırtından kanlar fışkırdı ve sersemliyerek yere yü- varlandı, Asu yalvarmağa başladı: — Benim yüzümden başkalarının canini yakma, oğul! Ben yeryüzünde insanlardan kaçmış bir adamım. Bu yaşa kadar herkese iyilikten başka birşey yapmadım. Celâd soğuk bir gülüşle başını salladı: — Ben reisin yerinde olsaydim, yalan söy- Myenler için de bir ceza ayırırdım. Bu Yaş- ta yalan söyliyenleri taşın ön direğine bağ- Jardım. Sihirbasın erikesine bir kamçı vurdu: — Haydi, doğrusunu söyle.. neden geldin buraya? Sihirbaz ellerini yukarı kaldırdı: — Tanrı şahidimidir.. birsey bilmiyorum, oğul! Celkd hiddetlendi: — Tanrının burada işi yok. Ellerin! bana uzat! Buranın Tanrısı benim., anlıyor mus sun? Asu ellerini cellâda uzattı: — O balde size yalvarıyorum.. bana “üs çumu söyleyin Hem ben bileyim.. hem de buradaki adamlar, benim buraya niçin Alıl- dığımı anlasınlar, Cellâd cevap vermedi. Azunun kolundan çekerek, değirmen İaşmın yanına sürükla- Taşın on tane kolu vardı, Her kola on mahküm bağlanırdı, Celâd (Aswyu ön koldaki mahkümların arasına vermişti, Değirmen taşi &ğnerken mahkümlar ta- gn demir kollarıma zincirlerle bağlanırdı. Taşı çekcmeyip bayılanlar, değirmen durun- caya kadar baygın bir halde taşın etrafın- da sürüklenirdi; Bu işkenceye ihtiyarlar !3- hammül edemezlerdi. Akşam üstü değirne'n taşı cellâdın işaretile durdurulur, mahküm- ların kolları çözülerek kuyunun içinde owar onar serbes bırakılırdı. Her on kişi daima bacaklarından biribirine bağlı bulunurdu Bunu mahkümler Kaçmasın diye yaparlar- dı, Zaten mahkümların bacakları serbes olsa bile kuyunun. uğzt o kadar yüksekti &İ, kaçmalarına imkân yoktu. Kuyuğaki mahkümların yiyecek ve İşi- çekleri her akşam yukardan mancınıkla sarkıtılırdı. Bu meşhur sihirbazın (Mahkümlar Xu- Yusu)nda urun müddet kalacağını hiç kim- 4e tahmin etmiyordu. Aradan iki gün tiği halde ihtiyar (Asu) bu İşkenceye me- den ve nasıl tahanimül ediyordu? O İster. se, hiç kimseye görünmeden buradan masını ve bir ejderha gibi görünüp eellidı tepelemesini de bilirdi. (Asu) bunları yöden yapmıyordu? Ne- den bu işkencelere, bu sonsüz hakaretle tahammül gösteriyordu? Bu bir sırdı. Bu sırrı kimse anlıyamuyor- du. (Asu) burada - şehirde çoğtanberi vö den kaybolmuş olan - birçok kimselere 115 Jamıştı Bunlar arasında Taşbileğin kardeşi (Ka Tabulut)da bulunuyordu. Halbuki, Taşbilek kardeşinin çoktan öldüğünü #aniyordu. (Karabulut) reisin adamlarından birini öl. dürmüş ve Taşbilek vaktile bir başka «a- vaşla iken buraya atılmıştı. Taşbilek va- vaştan döndüğü zaman kardeşini sormuş ve reis ona: — Kardeşin öldü. demişti Ur'da (Karabulut) un (Mahkümlar ku- yarulna atıldığını relsten başka bilen yok- tu. (Arkası var) Tefrika No. 82 SEVİLEN KADIN Nakleden : Hürriyetimize katiyen sahip bulun- muyorduk. Kafeslerdeki maymunlar nasıl marifet âlât ve edevatı ise biz de onlardandık. Kamçılar altında çalıştırla çalıştırıla Renza'cık yaman bir cambaz haline geldi. Benim de mesleğim buydu, lâkin sonradan terk etmek mecburiyetinde kaldım, Vehbiye döndü: — Kuzum biraz şampanya koyu- z... İçeyim de hikâyeme devam et- mek çeşaretini kendimde bulayım, — Buyurun, Necile'nin kocası, metresine şam. panya doldurdu. Genç kadın bir yu- dumda kupayı boşalttı. — Pek çok işkencelerden, zulum- lerden bahsetmiştim. Ne dayaklar, ne kamçılar yedim. Şimdi kollarım, dans ettiğim sirada artistik hareket- lerile, uzaktan seyircilere tesir edi- yor. Bunlar üzerinde ne kamçı İz- Teri kalmıştır. Sol kolunda iri ve kalın bir bilezik vardı. Çekip çıkardı. Davetliler bura- da gen's bir yaranın izini gördüler. — işte kaybolmıyan nişan hâlâ du- Vâ - Nü ruyor. Bu da uğradığım bir gaddar- Yığın yadigârıdır. — Rıfkı bey! - dedi. - Emin olun anlatacağım hikâye aynile vakidir. Patronum vahşi adamın biri idi. Bizi para ile satın aldığını iddia ederdi. Arânuzda Sudanlı zenciler de vardı. O zenci cariyelerile biz beyaz esirele- rinin kiymetlerimiz hazarında eşli. Herif hayli zamandır peşimi bırakmı- yor; hakkımda kötü niyetler besledi- | Kırk beş yaşla” | ğini belli ediyordu. rında kadar vardı. Ayı gibi kuvvetli, yaban domuzu gibi vahşiydi. Bir ge ce, Krakovi civarında temsil ver- miştik. OÇağıranmızda (yalnızdık. Bütün kuduzluğunu takınarak üze rime atıldı. Ancak on dört yaşlarında bir çocuktum. Hiddetle, huşünetle kenâimi müdafaa ettim. Bu mukave- metş fena halde kızdı. Kolumdan ya» kalıyarak bileğimi parçaladı. Ertesi gün, Beni kendine metres yaptığını söyliyerek sağda solda oöğünecekti, Fakat buna imkân vermedim. Zira deşimle birlikte yollara düştüm, Ka- derin bizi sevk ettiği meçhul istika- mellere doğru gittik. Artık cambaz olmazdım. Zira kırık bilekle bu mes leğe mânidir. Hiç bir işe yaramazâım. Zavalı Renza'cık iş bularak beni ge- zın yerini tutmuştu. Köyden köye se- yahat ederek Varsovaya kadar var- dık. Ben geceleri kumpanyanın sey- yar ambarının bir köşesinde yatıyor- dum. Eski sirkten kaçarken yanımı- za hakkımız olan paranın bir santi. mini bile almanuşlık. Bileğimi gelişi- güzel bağlamıştım. Sızlayıp duruyor» du. Ah, ö çektiğim azapları ömrümün sonuna kadar unutamam. sVarşovada bir doktor beni zevki- ne uygun buldu, Yaralarımı iyileş- tirdi. Biraz dans bildiğim, üstelik te güzel sayıldığım için küçük bir ka- barede rol aldım. Sonra bale artist- lerinin grupuna yardımcı figüran olarak alındım. «Tesadüf bu ya: Dansörlerden biri, doktorun hakkımda beslediği emelle- İ terdim. O da bana mükâfat olarak ders verdi. Sayesinde böyle büyük merkezlerde numaralar yapıp alkiş- Janabilecek seviyeye geldim. «Haydi Vehbi bey... Kadehime kaçtım. «O gece, Kolum sanlı olarak kar şerefine içelim... İçiniz!... «Bakınız nasıl samimi anlatıyo- Tum... Saf kız, iffetli kız rolünü oy- namağa kalkışmıyorumu. « Şunu da itiraf edeyim; Erkekle. | rin tecavüzüne uğrayıp anlattığım çindiriyordu. Bir trupta ölen bir k- | şekilde berbad edildiğim zamandan itibaren ruhsuz bir vücudüm, Ken- dimi paçavra gibi görüyor, iğreniyo- Epeyce fazla içmişti belli” — Ekselânslar! Beyefendiler! - di- ye haykırdı. - Off!... Bu kölü düşün- celeri kafalarımızdan uzaklaştıralım. Sıhhetinize, şerefinize içiyorum... Sk zin de şerefinize aziz meslek arka daşlarım... Daha da içecekti. Yüzü kızarmıştı, Gözleri parli- yordu. Renza yerinden kalktı. Kardeşine yaklaştı. İskemleşinin arkasına ge çerek onu kollarile sardı. Yalyarır gibi bir sesle kulağına fısıldadı; — İçme artık. — Bırak beni! — Çok rica ederim, fena olacak, — Bırak, istediğimi yapacağım. Ranza, Süzi'nin kadehini kaptı. Odanın bir köşesine fırlatarak kırdı. şampanya koyunuz!... Herkese şam- Dansöz, omuz silkti. panya dağıtınız!... Parlak mazimin i a — Nafile yere bana mâni oluyor. sun... Kendimi öldürecekmişim... Ne çıkar Öldüreyim!... Ölüm, rahatlık- ar, ferahlıktır... Başını geriye doğru sârkıttı. Renza onu alnından öptü, — Haydi artık kalk... Yarın gene işin var. Oyun oynıyâcaksın... Bu gece dinlenmen lâzım. — Gece uzundur... Zamandan isti. İade edelim... Belki de saatlerim sa- yılıdır. Salonun saati ikiyi çaldı. Renza, küçük hemşiresini pek zahmet çek- meden sürükledi. Kimse Süzi'yi alı- koymak teşebbüsünde bulunmadı. Zira fazla içtiği, daha asabileşeceği belliydi. Sirk artisti, hemşiresinin sakin sakin ödasına çekilmesine mennun oldu. Doktor Kadri Ahme- din ise keyfi kaçmıştı. Kaşlarmı çat- mış; dudaklarımı birbirinin üzerine bindirmiş, kötü ü düşünüyordu. Rıfkı, bir sigara yakıp Vehbinin yanına yaklaştı, — Şu Süzi harikulâde... Çok ya- man karakteri... Makedonya bomba- sı gibi ateşli!... Böyle canlı bir bozi kendine bağladığın için seni tebrik ederim... Anlattığı hikâye de pek en- teresan! Renza, hemşiresinin arkasından yatak odasına girdi. Vehbinin yeni metresile yaşamak üzere döşettiği bu oda, cidden pek güzel bir yerdi, (Arkası var) xi

Bu sayıdan diğer sayfalar: