29 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

29 Eylül 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

e Bir mahallebiei dükkânının önünden ge- çiyordum. Canım sütlâç yemek istedi. Dük- kâna girdim. Baktım bir köşede üç dürt ar- kadaşım oturuyor. Onlar da beni görünce hemen yanlarına çağırdılar. Masalarına © okurdum. AYkadaşlarımla beraber hiç tantı- 4 madığım uzun boylu, sarışın bir adam var- © di. Onu bana takdim ederlerken: z Yahu, dediler, şimdiye kadar Comal- ç Je tanışmadın m? Olur şey deği vallahi... Cemali tanımıyan hemen hemen yok gibi- * dir. “Bu sırada garson yanımıza yaklaşmışin. Arkadaşlarım yeni tanıştığım zata güle- » Gzek: t Kuzum Cemal bir aşure yesene... Sen âşureyi çök seversin... diye israr Setmeğe X başladılar. > ikin Cemal âdeta hiddetle: — Rica ederim bana bahsst- meyiniz... Bir daha mı aşure?'Bir daha vu İaşure:... dedi, ; İç Bundan sonra garsona döndü: İİ . — Oğlum bana aşüreden başka me geti- 1 virsen getir. İster sütlüç, ister keşkül, (5- © er san hallebi... Ne olursa olsun yalnız aşi- re olmasın! “Garson isteğiklerimizi getirmeğe #idince arkadaşlar tutturdular: — Kurum “Cemal... Su aşure hikâyesini " afılatsana.. Canım ayl hikâyeyi kaç kere arlat- tam. — Bir kere daha anlat... Bak içimizde DU * hikâyeyi bilmiyenler de var. dediler. Bunun üzerine Gemal anlatmağa başladı: Efendim ben hayatta iki şeyi pek seve peşinde hiç dayanamam, Hele tatlılara bayılırım. Bundan iki sene evveldi. Bizim yazhane- nin bulunduğu sokuğın ierisinde bir ma- hâllebici dükkür a la. Arm sira vra- yâ gidiyor, sütlâç, mahallebi, keşkül fin yiyordum. Bilhassa bu adam aşure “Pişir (mekte üstaddı, Öyle bir süzme aşure yapar- İ <ı ki, dezzeline dayamazdım. Ben akşam ( yemeklerini dalma evimde yerim. Bir gün “i mühsllebicide otururken aklıma esti. Ken- di'kendime: #Evde akşam yemeklerinde ba Belis aşureyi bulamıyorum. Bari bir kâse aşure hazırlatayım bunu güzelce bir kâğıda İ sardırayım, Akşam üstü de götürürüm. Er- tesi günü aşure közesini tekrar paket edip mahallebiciye getiririm. dedim. Bu niye- timi mahallebieiye söyledim: — Bay hay. dek. O zamanlar Ali-adında bir arkadaşım war- dı, Akşamları uğrar beni otomobili ile alır, eüme kadar bırakırdı, Ali osaKkşam da otomobili ile geldi. Beni add. Mahallebiciye uğradık. Bir beyaz kâ- dada güzelce sanlınış aşure kâsesini aldım. Dökülmesin diye otomobilde onu bir hazine gibi dizlerimin üstünde tutuyordum. Ev geldim, Yemeğin nihayetinde aşaremi bü- i yle bir zevkle yedim. * — Ertesi günü yazıhaneye gelince mahalle - © içimin boş aşure Küsesimi evde unuttuğu * mu-hatırladım. Pakat canım o akşam gene «ve-bir kâse aşure götürmek istiyordu. Ma- 4 Mailebiciye ittim. — Usta... dedim, senin kâseyi evde unut- © muşum... Pakat-sen budkşam da bana bir kâse sşnre ver... Yarm kâselerin ikisini bir- den getireyim. O akşam da gene bir kâse aşure aldım. » Alinin otomobilile eve götürdüm. Afiyetle yedim. Brtesi günü kene kâseyi unutmıyayını vu , Ben aşurenin âdeta tiryakisi olmuştum. ç Tekrar mahallebiciye uğradım: — Ustacığım ..dedim, ben'gene senin vâ- selerini ınulmamış muyım.. Halbuki bu İ oalşam da canım fevkalâde aşure istiyor. Bir kâse daha veremez misiniz... Adam Du sefer aşure kâsesini verirken G.- dukça marn kırın eti, Çünkü kâseler için depozito olarak “benden para istemiyordu. Üçüncü aşure kâsesini de aldım. Eve pt tim.. yedim. Fakat bitiabi kâşeleri götür- meği çene unuttum. Zâten akşamları Alinin tomobilinde aşure kâsesini eve götürmek mesele değdi. Fakat sabahları Ali bana “ağramadığı için üç kâse elimde olduğu ha)- Tefrika No. 84 Bi SEVİLEN KA Vehbi, vicdanında en ufak bir te- reddüd bile hissetmiyordu. Şöyle dü- “şünüyordu: («— Şu maymun herif şayet doğru ediyorsa “pek komik bir vazi- doğrusu! Annesi suratıma kapı- “ kapadı. Kızı kapıyı açıyor. Dün- yâda muhakkak adaleti ilâhiye diye bir şey var... İnsan alacağını behe- amehal alıyor... Amma, bir nesilden “olmadığı takdirde öbtekinden!..:> “Alaycı alaycı güldü. Omuz silkti, Yatak odasına doğru yürüdü. , Şimdi büsbütün hırs, büsbütün zevk S “Necilenin hareketinden, dahr doğ- | rusu kararından sonra; Cemi çök İ müşkül bir vaziyete düşmüştü. Muğ- Iğk hisler 'benliğini kaplamıştı. Bun- Yârin içinde en vazihi hiddetti! Bü- tüh hayatına hâkim ölan bu aşktan gyrilmak, kurtulmak için ne yâpaca- gizi bilemiyordu, Yirmi şenedenberi ıztırap çezkmek- 1 nz ş İK Vİ Aşure kâseleri de tâ yazihaneye kadar gitmek bana biraz tuhaf geliyordu. Günler geçiyor adamcağız aşure kâs?- lerini bir türlü getiymek nasıb olmuyordu. Artık mahallebicinin dükkânının önünden geçmemek için yolumu değiştirmeğe mec- bur okumuştum. Tranvaydan indikten Sön- za arka sokaklardan yazıhaneye gidip gö- yordum. Böyle bir buçuk iki ay geçti. Bir gün Belma adında genç, güzel bir ka - 'dınla ahbap olmuştum. Bana yazıhaneye uğradı. Ben de işimi “bitirmiştim. Yazıha- neden “beraber çıktık. Birbirimize © kadar üsimişiz “Ki, ben eski yoldan, mahallebici dükkünmın önünden geçeceğimizi tama- mile unutmuştum. Sonra unutmasam bile dosdoğru yol dururken arka sokaklardan gitmeği Selmaya nasi teklif edebilirdim? Böyle garip “bir arzu göstermem için Sel. ma ile aramızda o derece derin bir sami- miyet henüz yoktu. Biz dalgın dalgın mahâltebicinin önünden geçerken bir el omuzuma dakundu. Dönüp baktım. Mahallebici değil mi?... Gözlerini açmış: Bayım nerede bizim aşure kâseleri?.. Mahallebici yanımızı an evvel ben Selmaya nc şalrane şeylerden bahsct- miyordum ki1?.. Adamın böjle: «Nerede aşu- re küseleri?. diye karşımıza çikması pek girip olmuştur. Mahalebiciye — Sahi, dedim, sizin kâseler gelecekti. Unuttum.. Artık yarın inşallah... — Riea'ederim bayım... Bu kiseler bizim &ilmiz ayağımızdır... Malüm ya şimdi ba- valar soğudu. Tam aşure mevsimi.. Geli- rin şu kâseleri rica ederim. — Peki, peki, getiririm.. diye kesip at- mak istedim. Adam öyle kolay kolay yü” kamı bırakmıyor ki.. Yanımda yürüyen Belmayı karım zânnetmiş olmalı ki. bu s0- fer de ona döndü: — Bayan. dedi, kuzum kâseleri bazi siz gönderliniz. Yoksa bizim aşure kâselerinin geleceği yök... Beima saten sinirlenmişti. — Elendim ben sizin aşure kâseleriniz? ne karışırım. deği. Adam benden ayrılırken: Yolumuzu da değiştirdiniz. Ark ba- Tadan'da geçmiyorsunuz. Kuzum gelsin ar- taz şu kâseler.. dedi. Mahallebici yanımızdan ayrıldıktan son- ra artık Belma İle aramıza bir soğukluk gelmişti. Ona'bir gezinti teklif ettim. Kabul etmedi. Ayrıldık. O günden sonra kendisini uzun müddet görmedim. Aradan iki hafta geçmişti. Ben gene kâseleri gölürmemiştim. Bir gün tam'bizim yanı hanenin ününde Bet- maya rasladım. «Firsat bu fırsattır!» diye yanına yaklaştım. Aramızdaki soğukluğu giderecek bazı şeyler söylemek istiyordum. Beraberce yürümeğe başladı. Selmaya n3- lerden nelerden elma. ikin bir köşeyi döner dönmez: — “Bayım bizim kâseler?.. diye aşuredi karşıma çıkmaz mi? Deli olacağım geldi. Hidetdie döndüm. O 'kızgullıkla ne söyle- Oi! bemiyorum Have -şöyle snkinleşim- ce bir de etrafıma bakayım ki Belma kay- bolmuş!... gitmiş... O gün bugündür Selmayı görmedim. Bu aşure kâseleri yüzünden de bir daha ağzı- ma aşure koymamuğa bile yemin ettim.. Hikmet Feridun Es «Akşamsın KÜÇÜK İLANLARI En'süratli ve en ucuz vasıtadır. DIN Nakleden : ( Vâ - Mü) teydi. Artık elvermez miydi? “Yirmi sene sonra da azmini, irade- #ini takınmış; talihi yenmeğe uğraş- mış; yenmesine ramak kalmış, fakat İşte olamamıştı. Haftalardnriberi kararsız, perişan- dı. Mısra dönmeği düşünmüştü, Hiç olmazsa orada pâra kazanmış “değil miydi? Mine ayni faaliyet muhiti içinde yuvarlanır, gider; kendi ken- âlni teselli ederdi. Fakat gitmeğe hazırlanırken, için. den bir kuvvet kabarıp büyüyor, bu | kararına wüni oluyordu. İstanbulda | mihlanıp kalıyordu. Serseri serseri, i Boğazı, Adaları, Beyoğlunu dölaşıyor; hiç birşeyden zevk alamıyordu. Bir gün aklına, Acıbademdeki ha- röbeyi satın sldığı geldi. Burası ken- | dinindi artik. Fakat Necilenin kaçtığı gündenberi iu mala sahip olmanın zevkini duyamamıştı. Hattâ böyle bir alışveriş yaptığını bir kere bilesdüşün- emişli, “Temmuzün otuzuydu. Necile #le gö- rüşmesi üzerinden İki ay kadar geç- Bi LER Bu hafta yapılacak maçların proğramı Beden terbiyesi İstaribul bölgesi fatbol Ajanlığından: 20/9/9539 enmartesi Taksim stadı: Galata Gençler - Kara- gümrük saat 15 hakem Rıfkı Aksay, yan ba- kem Şevki Çanga ve Selimi Akkal, Beşiktaş stadi: Ortaköy - Beylerbeyi sâ- at 15 hakem Necdet Gezen, yan hakem Ha- Md Özbaykal ve Lira, 1410/999 pazar Tülesim sid: Şişli - Yeniyıldiz saat 11 hâkem Basri Büzün, yan hakem Naci ve İbrahim, Süleymaniye - Kasımpaşa saat 13 hakem Halid Galib Ezgü, yan hakem Rıt- kı Aksay ve Selâmi Akkal, Beykoz - Vefa saat 15 hakem İzzet M. Apak, yan hakem Neşet Şarman ve Rahmi. Beşiktaş stadı: Demispor - Eyüp saat 11 hakem Refik Osman Top, yan hakem İs- mall ve Şevket, Hilâl - İstanbulspor saat 13 bhâkem Feridun Kiliç, yan hâkem Ruşen ve Bami, Beşiktaş - Topkapı saat 15 hakem Tarık Özerengin, yan hakem Fikret Kay- ral ve Sabahattin. Fenerbahçe stadı: Alemdar - Kale saat 18 hakem Bahaeddin Uluöz, yan hâkem Pİk- Ti ve Ziya, Fenerbahçe - Galatasaray saat 15 hakem Şazi Tezcan, yan hakem Ahmed Adem ve Adnan Akın. Büleymaniye stadı: Anadalı - Davutpaşa saat li hakem Sami Açıköney, yan hakem Rifat ve Turgut, Altınordu - Pener Yılmaz saat 13 hakem Eşref Mutlu, yan hakem Re- şal ve Bekir, Anadoluhisar - Galataspor saat 15 hakem Necdet Gezen, yan hakem Necdet ve İbrahim. Soldan sağa: 1 — Habeşistanda bir şehir - Yağmur. 2 — Üstünde muçune bulunan duba. 3 -— Nevim — Tersi birserkek ismidir. 4 — Furuht eder - Bir nevi hububat. $ — Rumelideki Türk toprağı, © — Almanyada birmehir - Cansız beygir 7 — Nota - Hüra. 8 — En azdan - Pek mükemmel, 9 — Tahsilsiz - Meylet. i 10 — Insan - Merhamet. ği: Yukardan ayağı: 1 — Dünyanın baş kıtasının en küçüğü. 2 — İshal - Raci 3 —'Niayan edenlere. 4 — Küşad etmek kasır. 5 — Bir sinema yıldızının ismi - Beyaz. — İsmi işaret - Maldl. 7 — Ful - Merkez - Sonuna el» gelirse 9 — Talik eder - Mümarcse. 10 — Yarım - Sonuna «K3 gelirse iç azi- Yarımızdan biridir. Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Flat, Pınar, 2 — Usturasapı, 3 — 'Rasgejai, 4 — Ubur, Talha, 5 — Ne, Akor- det, 6 — Ati, Aç, BI, 7 — Genevazgeç, 8 — ida, Aloizi, 9 — Yez, Karlov, 10 — Nem, Na, Ni, Yukarıdan aşağı: 1 — Purunagit, 2 — İsabeteden, 3 —At- su, İnsze,-4 — Tuğra, 5 — Re, Kavak, 6 — Paltoçalan, 7 — İsdar, Zora, B — Nalideğil, 9 — Ap, Helezon, 10 — Rifst, Çivi, mişti, Suzanın odasına taşınması, Süzi'nin evinde ziyalet tertip edilme- #i de takriben üzerlerinden iki ây geç- miş vakalardı, Bir yıkıcı Kafilesi Acı- badem yolunu tuttu. Bu arsa ve bâh- çenin yeni sahibinden aldıkları tali- mat üzerine yangın harabesinin sakil duvarlarını yıkacaklar, bahçenin orta. sından bu kazületi kaldıracaklardı. Evvelâ harabeyi bürüyen sarmaşık- Tar oldukları yerden indirildi; bir iki gün faaliyetten Sonra, amele işi epey- ce ilerletti, Cemil arada sırada giderek nezaret ediyordu. B&hçede bulunan ve yanmıyan, vaktile randevu verdikleri köşkü oturabilecek bir hâle sokmuştu. Buraya geliyor, hem işçileri seyrediyor, “hem de maziye dair hayallere dâlıyor- du. O akşam amele dağümışlı. Saat or olmuştu. Gece pek Tâtifti, Cemil uyuyamıyor. du. Yatağında sağa sola dönüp duru- yordu. Birdenbire fırlddı. Müttüş'bir yikilma sesi işitmişti. İs- çiler tarafından epeyce tahrip edilip yikılması ertesi sabaha bırakılan du- xarlar kendiliğinden göçmüştü. 'Heyelân “önceden tahmin edildiği için, civardaki bazı evlerden başları- nı çıkarıp bakanlar oldıyse de: «— Ha... Bir şey değilmiş... diye geri çekildiler. Zira, zaten yikilan bir duvar olduğunu biliyorlardı, Tefrika No. 75 ” Yazan: İskender Fahreddin Taşbilek rüyasında kardeşinin sağ arar görmüştü. Atını mahkümlar kalesine doğru ü — Ya şimdi?.. — Aradığı kadını esirçilere sattılar. Taş- bilek de kurtuldu. Reis de... — Kadın güzel miydi? — Dünya güreli gibiydi, Reis onu Traktan “oğluna getirmişti. Daha fazla konuşamadılar. Cellâdın kam- çanı (Karabulutlun çıplâk sırtında şakta- d Asu tilrek bir sesle fırıldak — Susalım oğul! Bu cehennem zebanisi bizi gözetliyor. di Taşbilek, kardeşini rüyada görüyor (Fiıratim esircilere satıldığım OMahköüm- lar kuyusulna atılan ihtiyar sihirbaz keş- fetmişti, Fakat (Mahkümlear kuyumulnda bunu keşfetmek neye yarardı? Aşü'nun marifetlerintden biri de istediği zaman İstediği adamın rüyasına girmeki!. *Taşbilek bir akşam erkenden yattı ve TÜ- yasında, birkâç yil önce kaybettiği kardeği- Bi gördü. (Karabulut derin bir kuyunmu içinde inliyordu. Kollarında 've barsakların da zincirler vardı. Vücudü çırçıplaktı. Ren- gi soluklu. Belli ki, yülardanberi güneş görmüyordu. (Karabulut) kardeşine rüya- da: 4Ben ölmedim. yaşıyorum. Beni kur- tar!» diye z sabahleyin uykudan “uysndğı saman gözlerini uğuşturarak: - Hayırdır inşallah. diye düşünmeğe başladı. Taşbilek kardeşinin ölümüne o kadar inanmıştı ki, günün birinde dirilip mey- dana çıkacağını aklından bile geçirmiyor- du. (Karabututrun hayatı Taşbileğin önünde dikildi. Gözünün önünde onun gölgesini yö- rüyor, onun #esini işitiyor gibiydi, (fara bulut) kâlA bağınyordu: «— Beni ne.zaman kurtaracaksın, Taş- bilek?» Taşbilek (Pırat)ı aramaktan usanmmıştı. O sabah yataktan kalkar kalkmaz giyin- di. Palasını beline taktı; okunu, yayanı 5)- dı. atına bindi. — Asu'yu Odalıkümlar kuyusu)na attır- masay'dım, şimdi beriim derdime o çare bü- Yurdu. Diye söylendi. Nereye gidiyordu? Bunu kendi de bilmiyordu. Şehir dışına çıkı. Bir müddet Ur daği- na doğru yürüdü. Karşısına çıkan ihtiyar bir çobana sordu: —Sen rüyadan anlar masın, baba? İhtiyar çoban yolun üstünde durdu: — Rüya gördünse anlat, oğul! Hemen “Mabir edeyim. Taşbilek rüyası anlattı. Coban: " — Bu rüya tabife depmez, deor, mina üstündedir. Aynen çıkacak. Kardeşin yaşi yer. — (Karibulut öleli begi yıl oldu. Şimdiye kadar kemikleri bile kalmamıştır yeryü- xünde, - (Karabulutdun öldüğünü bende duy- muştum amma, İl oğul! Taşbilek birdenbire uykudan uyanır gi- bi esniyurek sgürlerini saçta: — Ben ne diyorsun, baba? Kardeşim yâ- şıyor mu sahideri? - Evet. Anlattığın rüyayı gerçeklen gör- 'dünse, Karabulut yaşıyor.. hemen git, onu — Nerden kurlarayım onu? Yerini bileii- yorum ki. İhtiyar çoban güldü: — Nerde olduğunu rüyada görmüşsün! Hâlâ yerini mi öğrenmek istiyorsun? Hay di, atım sür, Odahkümler kuyusujna gil Kardeşin oradadır, — Beni oraya kadar boş yere gönderme, baba! Ben (Mahkümlear kuyusunda kim- ler yattığını bilirim, Gece ortasında, bahçede, Cemil, berberi uşağile birlikte yalnız kaldı, Uşak Bekir: — Haydi, birşey yok beyim!,..'Sır- tınız pek hafif... Ayazda üşüyecek- #iniz!... Odanıza gidelim... Yatınız! - diye israr ettiyse de Cemil yıkıntının yanından ayrilmağı. Bilinmeyen, mahiyeti tayin edile. mez bir kuvvet, onu cezbediyordu. 'Dimağında bin türlü romantik hn- yaller, . dolaşıyordu. Ayaklarının al- İmda moloz yığınları vardı, Artık eski bina bir taş, tuğla ve kiriş to. marından ibaret kalmıştı. Fakat karanlıkta bir şeyin parla- makta oldugu dikkatini celbetti. Aynı zamanda ayakkabısının ucu, madeni bir şeye rasladı. Kulağına Aşina olduğu bir çıngırtı çalındı. #— Garib şey... Alın sesi!» diye düşündü. Fakat ne münasebet?... Bir türlü anlıyamadı. — Bekir! . diye seslendi. - Haydi bakayım... Fenere bir mum dik... Ge- tir buraya... Eğilmişti, Yerde hâkikalen altınlar vardı. Bunlardan bir avuc topladı. Daha da vardı, Bunlar nereden hasıl olmuştu? Muammayı halletmesi için Yazla zihin yormak lâzım gelmedi. Zira işte —Yamıtıyorsun, oğul Örnde senin bilme. diğin, görmediğin birçak kimseler yaşıyor. Hem de İşkence ve ıztırap çekerek. Çoban geriye çekildi; — Oraya gidersen, benim oğlumun da ya- #ayp yaşamadığını soruver. Sevaptır, oğul! — Senin oğlun da kim ? — Seyid Ahmede yaranamyan ve onun emrile kuyuya atilan bir delikanlı. © da benim gibi dağlarda çobanlık ederdi. (Can) beye hirxmet ettiği İçin - siz seferde iken- Beyid Ahmed onu da (Mahkümiler kuyusu)- na attırdı “Yavrucuğunmun “hiçbir suçu y7k- dar, oğul. Yirmi beş yaşlarında, iri boylu esmer güzeli, sert bakışlı. ve alnının sağ tarafında küçük bir bıçak çizgisi yardır. Adı Taşbilek: — Merak etme, dedi, madem Ki oğlunu kuyuya Seyld Ahmed attırdı, Artık onun düdüğü bu ilikede ülmüyor. (Yaman)ı kor- taracağımdan emin ol? 'Taşbilök saten Seyid Ahmede diş biliyor- du. Ordu #eferde iken onun #irede yaptığı #enalıkdar ssyılmıyacak kadar artmıştı. Fa- kat, Taşbileğin nasılsa (Mahkümlar ku- yusujna gitmek aklına gelmemişti, Çöban- dan bu !zahatı «lmea gtı sürdü. Rüzgür gibi uçarcasına koşmağa başladı. (Karabulut) kuyudan çıkabilecek mi? O gün. öğle Üzeri değirmen taşi yeni durmuş, mahkümlar yemek yemeğe başla- mmıştı. Hava çök sıcaktı. Kuyunun içinde taham mül edilmez bir koku vardı. Kuyunun bir kenarında açilan su kuyusunda su azalmış- ti. Kuyudan tulumla.su çekiyorlar, Sakat kuyunun içinden #u yerine çamur çıkıyor- du. Mabkümlar sulu çamuru ellerile süze- ek suyunu içmeğe çalışıyordu. (Karabulut) un tahammülü taşmıştı; biz aralık Asu'nun yanına geldi; — Şu bacağımdaki zincirleri xoparabil- sem, cellidın üzerine atilip geberteceğim. Artık bu işkenceye tahammülüm kalmadı. Asu! İhtiyar sihirbaz ümüdsiz değildi: —'Biraz daha sabret, oğul! Tanri bise yardım edecek, Çök yakında hayata, hür- riyete kavuşacığır. Diyorda. Biraz ileride yere uzanmış İri boylu birıgençin.sesi duyuldu: — Susuzluktan ölüyorum. bu çamurlu suyu bize neden içiriyorsunuz? Neden bi- 2€ vemiz sü vermiyorsunuz? Astı, uyuya gtaleiğ: gündenberi ilk defa isteyen ve itiraz eden ir ses duymuştu. — Aman oğul! dedi - şu delikanlıyı sis- tur, Gellid.duyarza canımı alır. Yazık w'ur zavallıya, “ (Karabulut) yerinden kımıldamadı:” — Birak bağırzın, Asul O bağırma. ben buğıracağım. Boğazım dündenberiii.. rudu, Susuzluktan hepimiz öleceğiz. O me- Tün küpek kuyuda suyun, bittiğinin. farjğı- da bile değil. Kale gibi sağlam e oturmuş şarsp içiyor ve bizim v muzla eğleniyor. g0 — Kurtalacaksın, Karabulut. merak et- me! Biraz daha sabırlı öl! Çok yakında dünyayı ve güneş! göreceksin! — Beş yıldır bu ümidie yaşiyorum, Asul Bundun sonra kurtulmamıza imkân yoktur. Ölmeyi burada sürünmeye tercih ediyorum, Bak! Bu yerde debrenen delikan'ı da s08U3- luktan ölecek. Zavallı Yaman! Sen de he- nim gibi, buraya suçsuz olarak atılanlar- dan birisin! — Neden atilmiş buzaya? — Can beye yardım eftiği için... — Reisin emrile mi mahküm oldu? — Hayır. Onu buraya Seyid Ahmed ât- tarmış, Reisin haberi bile yok. (Arkası var) Bekir gelmişti. Fenerinin aydınlığı İle manzara görünüyordu: İki erkek, koskocaman bir kasanın taş yığınları arasında, bağrı delin- 'miş bir halde durduğunu gördüler, Bir tarafı iyice patlamış olduğundan, altınların yanımda yere dökülmüş ve içerde kalmış kâğitlar da nazara çarpıyordu. Cemil, bunlardan bir tomarını eli- ne üldı, «İtibarı milli bankâsır nın hisse senedleri... «Düyünu umumiyce © hamı... «Anadolu -şimendiferleriz.., “Hülâsa, yirmi otuz sene evvel piyasa- da bulunan ve zenginlerin sâkladik- Jarı kıymetli kâğıdlar. Kiminin “kıymeti Kaybolmuş, kimi. ninki hâlâ devam ediyor. Fakat bunlar arasında birde el yazısı kâğıd vardı. Cemil şöyle düşündü: Şüphesiz ki bu keşif kimseyi zen- gin edecek değildi. Altınları bulmuş- tu. Fakat bunlar onun olamazdı. Bina Mihrinur hanım efendinindi. © ölmüş, definesi varisine, Necileye kalmıştı. Araziyi, harabeyi satın ak mışsa da içinden çıkan servel kendi- nin olamazdı. Bunları sevgilisine iade edecekti. Lâkin &l yazısı Kâğd, metakını mucib oldu. Gayri ihtiyari açtı. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: