18 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

18 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bir zabıta vakası! Cümhuriyet refikimiz geçen gün, büyük bir zabıta romanını iki sütun içinde hulâsa edivermek (gafletinde bulundu: Bir adam, üç Meksikalı kadınla be Taber üç ay Perapalas otelinde beda- Va - hattâ üste para da alarak! - ya- $amış. Ve bu itimadı kurabilmek için de kendisinin mihrace olduğunu Söylemiş, arasıra Hind işi cüzdanını göstermiş, Türkiyeden külliyetli tü- tün alacağını, Yemenden gelecek kah- velerine mukabil de sabun toplya- cağımı ifşa etmiş!... Bunun aslı olmadığı ertesi gün Ayni sütunlarda yazıldı. - Çünkü mât- buat kanunumuz öyle emreder- Me- &ele belki kapandı amma gerek böy- le parlak bir zabıta vakası, gerek böy- İe bir matbuat vakası karşısında bayretten açılan ağızlar galiba he- nüz kapanmadı!... Fakat neden bu kadar şaşmalı!... Bilhassa son seneler içinde hangi âşık, hangi damad namzedi bir mih- race değildir?. Her aşk vakası, her izdivaç aşağı yukarı böyle başlar: «Delikanlı — Sevgilim, söyle seni apartımanıma mı götüreyim, köşkü- me mi? Otomobile mi bindireyim, tayyareye mi?.3 «Kız — Otomobille köşke gitmeği tercih ederim!..> Gelgelelim hakikat gecikmez, gö zatenin havağisi gibi, yirmi dört saat sonra kendini gösterir: Sevgililer Ka- raköyden Kurtuluşa kadar, dil bir ka- rış, biribirine abanmış bir halde yü- rüdükten sonra harap bir evin kuru tahtaları üstüne serilirler!.. Aramızda her gün böyle mihrace — Perapalas vakası dururken bu hâdiseye pek mah!,, birkaç geçer şaşma» Amerikan kültü; Amerikadan gelen bir zat intibalarını anlatırken bilhassa Nevyorkluların sivri- #nek, tahtakurusu nedir, bilmediklerini söylüyor. Bu haber her şeyden evvel insanı Ame- rikan kültüründen şüpheye düşürüyor. Bir kültür ki evlerini yedinei kat göklere Gayadığı, el kadar sinema perdesinde çe- git çeşit dünyalar yarattığı hakle sivrisi- nekle tahtakurusundan haberi yok! ve «sivrisinekle mücâdele» diye devlet maki. nesi içinde işliyen bir cihaza malik değil). Otelleri tahtakurulu, tabtakurusuz diye otomatik bir tasnife uğramıyor!.. Anlaşılıyor ki her hangi bir İstanbullu- nun «haşerat mütehassıs» diye övünebi- leceği yerler de var! Moskovada ziraat sergisini ziyaret etmek üzere Zirant Vekilimiz bay Muhlis Erkme- hin riyasetinde bay Reşad Nuri, Sadri &r- tem ve Ahmed Şükrü Esmerden mürekkep bir heyetin Odesaya hareket ettiğini gaza teler yazdı. Bu haber Üzerine karilerimiz- den aldığımız mektuplarda hep gu sual £0- rulüyor: «Ziraat Vekilimizin böyle bir ser- giye gilmesi pek tabildir. Pakat diğer &9- Yatın siraatle ne ilişiği var?» Karilerimizin bu haklı saallerini cevapsız birakamazdık. Aradık, taradık, nihayet yu- karıdak! fotoğrafileri elde etmeğe muvaf- fak olduk. Resimlerde Reşad Nurinin evinin ba sine karanfıl diktiği, Sadri Ertem rihinde asmalar budadığı, Ahmed Şükrü Esmerin de bir yaz günü düvene bindi ziraatle alâkaları hakkında hası! olan şüp- heleri gidermeğe kâfidir sanırız!, Rizeden Hopaya kadar yalnız birkaç yol- | cuya Kalan koca vapur Hopadan dönüşte Kadıköy vapurlarına benzedi. Kendimizi bir pazar akşamı Fenerbahçe stadından dönü- yor sandık!.. Fazla olarak güverte yoleuları arasına yüzlerce koyun da katıldı ve gemi- nin koyun. keçi, tavuk, horoz harmulesile Nuhun gemisinden farkı kalmadı! . Bir tu- fan eksik!.. Bay Amcadan başka herkes bundan şikâ- yetgi. O, fırsat buldukça üst güverteye çis kıp koyunlara ve koyunlarla haşır neşir olanlara bakıp vakit göçiriyor. Bu alâka- sının sebebini sordum: İ ! — Merak edilecek birşey değil, dedi, ra hat etmenin bir sırr!.. Bunlara baktıkça kamaramdaki konfor gözümde bir kat da- ha büyüyor! * İskelenin birinde vapura yanaşan kayık- Jar içinde sakat bir delikanlı gözümüze 1İiş- t1. Bir gözü yok, bir eli bileğinden kopuk ve bir ayağı işlemiyor. Fakat çalışkan mı ça- hişkan, zeki mi zeki. Tek elle taşıdığı yiye cek sepetinden yolculara öteberi satarık harıl harıl para kazanıyor. Bay Amca ibretle buna baktı Şu çocuk İstanbulda olsü ez zaman- da imilyoner olur! dedi Nası)? diye yüzüne baktık. Bir kelime CA İLE SE Yapi | | | i i m ŞE ile cevap verdi: — Dilenerek! * Günün bir saatinde gene ön ve arka gü- vertelerdeki koyun sürülerini temaşa ediyo- aten başka bir temaşa da yok a!) ıkların hiç bir rahatlık- tan nasipleri yok, dedim, rüzgâr, yağmur, güneş her an tepelerinde! Tik gündenberi Yapurun yemek saatleri arasındaki fasilalardan memnun olmıyan bay Amca mütaliama iştirak etmedi: — Fakat büyük bir mazhariyetiri var, de- di, acıktıkları zamn mneleyebiliyorlar!.. Vapur güvertelerinde' boş Yer bulup otur- mak için yolcular arasında bir usul keşfe- dildi: Yemekten sonra güvertede bir kol- $uk işgal etmek isteyen kafileler araların- dan birini yemeğin tam ortasında güverte- ye gönderip istedikleri yerleri işgal ettiri- yorlar. Diğerleri de yemekten #onra gidip Xoltuklara kuruluyorlar. Böyle sürprizlere Karşılaşıp sık sk ayakta kalan bay Amca bir defasında fena halde kızdı Madem ki yolculâr arasında Ni temi başladı, Yapurda rahata elveda i sis- * Bir akşam üstü salon koridorunda gezi- nirken kulağımıza bir piyano sesi geldi. Bir acemi el iskala yapıyordu. #Kim bu m ebetsi1 7. diye salona girdik, bir de elim?... Baş Amca piyano iskemlesine o- turmuş, maklarını tuşlar üzerinde Dir racak bir yer yok, F birşeyle Meşgul. Buy Ameanın yanına 50- kuldu — Neler iyorsün bay Amca? k birşey çaldığım yok baylar, dedi, fakat buradan başka oturacak yer bulamazsam İstanbula kadar birşeyler ça” lacağa benziyorum! * Hopa ile Ardıhan taraflarındaki maden ve ormanlarda çalışan birkaç Alman da bizim vapurla İstanbula geliyorlar. Hepsi nin boynunda iyi cinsten birer fotoğraf ma- kinesi: Abdest 8 yolcu koyunlarla yen- yana oturan çoban, elile yemek yiyen bir mu karıştıran bir çocuk gibi nteresan buldukları mevzuls- işlerimize ald resimlerle, diğerinin yalm — ayak Köy çocukları, perişan kılıklı kadın- lar, izbe dağ evleri gibi resimlerle dolu G duğunu bir ara göz ucu İle farkeliik. Albün- lerin sahibi etrafındaki meraklılara bep bi- rincl alhümü ikram ediyor, ikincisini çan- tadân çıkarmıyor. Resimlere bükmak sırası Hay Amcaya da geldi. Dikkatle aibümü baştanaşağı tedkik ettikten sonra sahibine iade etti ve: Biz Türklere gösterilmek üzere tertip ettiğiniz albümü gördük, dankeşön, dedi, #imdi gelelim Almanlara göstermek Üzer? hazırladığınız aibime!... Pemhe yüzlü Alman sarardı!... de, Zonguldak - purun Zangulda- memize mâni ol- umiyete göyle bir ga gece uğraması şehri du. Bay Amca bu ma dik. Karadenizde kara şehri nasl görünür? * iş bir er- bası gibi boşalıyor. Sürü sürü koyun- dizi dizi keçiler, hevenk bhevemk ta- » horozlar, küfe küfe elmalar, ai fıçı yağlar, çuval çuval fındıklar r gürültü ve telâş içinde rıhtzma dö- - Rıhtımda muhtelif yerlerden #sl- miş bir kaç vapur daha var, Ol işle mirşgult.. Köpeşteden bu kaynaşmayı seyrediyoruz. Bay Amca manzarayı kendi adesesinde şöy- iece bülüsa etti: Âşiyan Tevfik Fikret cenneti Âlânın şair. lere tahsis edilen mütena bir köşesi de tck başına oturmuş, kendi k ne bir şeyler yazıp çiziyordu. Bir ara kulağına kanat sesleri geldi. Baktı, Abdülhak Hâmid, Süleyman Nazif, Cenab Şehabeddin, Namık Kemaj, Recaizade Ekrem, Mehmed Akif ve peşlerinde de Florinalı Nâzım!... Bir kafile halinde kendine doğru geli- yorlar. Kafile neşeli sesler çıkararak üsla- dın etrafını aldi ve hep bir ağızdan: — Müjde Fikret müjde!.. diye bağırıştılar, İstanbul Belediyesi senin «<Âşiyan» 1 Amerikalılara kaptırma- miş!... Fikret cevaba vâkit bulamadan Florinalı devam etti: — Daha büyük müjdemiz vâr ü#- tad, dedi, Belediye <Âşiyan> ı bir edebiyat müzesi yapacak ve hepimi- zin eserlerini orada toplayıp teşhir edecekmiş. Görüyorsunuz ya nihayet sizi anlayabildiler!... Büyük şair gözlerini uzaklara dik- ti, acı bir gülüşle: — Fakat bu beni anlamadıklarına delâlet eder, dedi ve ilâve etti: Anlasalardı Sahaflar çarşısını benim insivagâhıma nakletmeği dü- şünmezlerdil... Bir telgraf Pariste tevkif edilen komünist er- kânının hapishaneye girdiklerinin ilk gecesi idi, İçlerinde yedi dil bilen bir zat da vardı. Herkes bir şeyle oya- lanmağa çalışırken o da ceplerinden tomür tomar gazeteler çıkarıp karış tırmağa başladı. Tomarlâr ârasında Türkçe gazeteler de vardı, Yedi dil bilen, gazete sütunlarına göz gezdi- rirken bir âra bir Türkçe gazetenin üçüncü sahifesinin orta sütununa ta- kıldı kaldı. Tekrar tekrar okudu ve yüksek sesle; — Koşun arkadaşlar, bakın, dedi, meğer bu zat bizim bü hale geleceği- mizi aylareg evvelden biliyormuş!... Mevkuflar yedi dil bilenin başına üşüştüler, okuduğu fıkrayı dinlediler, Neticede şöyle bir telgraf müsveddesi hazırlandı: «Bay Peyami Safa — İstanbul «Mademki bizim bu hale düşece gimizi bildiniz, nasıl çıkacağımızı da | rkeleri yağmurdan çallıyormuş!.. tan çatlıyor). Şaka değil dedi, İstanbul şehri şehiri rumı Göyuracak!,, —sirri— Ortaokulu Liseli - Bu yarım ders usulü çok fena! Şükret, ö da olmasa öğleye kadar nerede vakit geçireceğiz! —— — tiği resimlerden iki aibüm yapmış, Birinin köprü, demiryolu, tünel, fabrika gibi imat TAHLİLLERİ!.. FOTOGRAF Bezir £, : iğ i Bilhassa. etie ruhlu bn İğ $ Volkanik bir ka biliyeti çöker araların... | Takter, Fakal daima ie kendinden. zayıfı ime, Üs patlar. nur! para da yerderi değif yükse ralda pa ll VE dört dil bildiğini lari eter eği büyakle len a söyllyerek © herkesi mez. Yüksel Süütyeş, Te ran tün ömrü ensede ge hayrete düşürmek - dalonlar gibidi: çeri ten zerk duyar) külart Gurafındam'Şi- ger ve söner)

Bu sayıdan diğer sayfalar: