18 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

18 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tünekle Hamdiye rasgeldim. Kendisinde Çn derece uykumu bir adam hali vardı. Yüzü sapsarı, gözleri kan çanağı halinde Mi. Halbuki arkadaşım rahatını, munta- zn yatıp kalkmasını, muntazam uyuma- Gm pek severdi. Senelerdenberi saat on “own yatağına girip miş mışıl ve sokağa çıkar, baloya filân hiç git- Bunun için Hamdinin bu uykusuz am dokunmuştu. Sordum: geceyi pek uykusuz geçirdin gü- aşkına birader. Bırak, başıma gelerileri bir bilsen... Dün ge- © hiç yoktan bir kuruntu yüzünden uyka- 5 bayım da dinle... sirada tünel arabası durmuştu. Ham- koluma girdi. Yanyana dışarı çıktık. başladı: Geçenlerde bir akşam üstü tuttuk, ka- ahbabımızın evine misa- , köpekten son misafir gitti- — Ne olacak? Köpek elimi yaladı. — Bundan ne çıkar canım? — Ne mi çikar? Ne mi çıkar? Elimde kos- kocaman bir çınk vardı Köpek de tam elimin orasını yaladı. Şimdi ben ne yapa- eağım? Karımı teskin etmek için hepimiş birşeyler söylüyorduk. Fakat kim dinler?. «Eyvah ben kuduz olacağım!e diye tut- urmuştu. Eve geldik. Karım hem kendi- Bi hem beni yiyip duruyordu. Ona: — Haticeciğim, dedim, nafile yere haya- ti kendine zehir ediyorsun. O köpekte ku: duz olmadığına ben sened veririm... Gör- medin mi ne sevimli hayvan?. Onda ru- duz olur mu? Ben de şaşkınlıktan münasız şeyler söy- yeni ya. Hatice bu sözüme büsbütün — Sevimli olması, kuduz olmasına mâni ya... Ben de amma saçma şeyler söy- ha, — Canım, köpek bildiğimiz yerde... Eğer > kuduz alâmeti başlarım hemen kuduz esine müracaat ederiz. Zaten bunun usulü böyledir. Isıran hayvan bir hafta ka- dar müşahedeye gilınır. Eğer onda kuduz alâmetleri belirirse o zaman Isırılan insan wi altına alınır... Elini yalıyan hayran orada... Allah göslermesin, eğer hayvan- da bir alâmet başlarsa o zaman birşey dü- gönürüz. Karımı sözlerime az çok ikna edebilmek Için akla karayı seçtim. Fakat ertesi günden sonra hayatına berbad olmuştu. Karımın evhamı zaman #aman tahammül edilemiyecek bir hale çe- Uyordu. Kendi kendine bir takim tıbbi nu- Bağiyeler ortaya atıyordu: — Bazen bir köpek birisini ısırdığı *s- an hayvana birşey olmazmış da, ısırılan adam kudururmuş!... — Canım senin bir şeyin yok ki.. Köpek peni ısırmadı. Hayvancağız sana yaltaklan- mak için elini şöyle bir yaladı. İşte hepsi bu kadar... Eğer durup dururken birdenbire Mâni isırsaydı, o zaman belki biraz telâş etmekte haklı olabilirdin. Fakat kuduz bir bayvan insana yaltak'anır, dalkavukluk eder, elini yalar mi?.. Karımı, birşey olmadığına dair zorla ik- va edebiliyordum. Lâkin gene zaman zaman Onun 6 müthiş evham damarları kabarı- Yordu. Meselâ arasıra aynaya bakiyor: — Eyvah... Yüzüm sarardı. Gözlerime ara. 1p bir parlaklık geldi, Galiba Xkudurmağa başlıyorum... diyordu. O saman ben atılıyordu! Tefrika No. 103 — Burak bu evhamları Hatice... Kudurdu- ğun filân yok... Hepsi erkam — Bayır, hayır... Muhekkak kuduruyo- rum, Hem demin sofrada külbaşlıyı yer- ken kocaman bir lokmayı çiğnemeden yut- tam... Kudurma alâmetleri başladı. İçim- den öteyi beriyi ısırmak ihtiyacı kabarıyoğ, — Yavrum fazla sinirlisin!... Bu düşün- ösleri bırak... Kandi kendini böyle durup Hayatımız karımla aramızda küçük bir münakaşa gep se Hatice hemen: — A... Üstüme düşme... Beni sinirlendir- mo. Zaten kudurmak üzereyim. Şimdi ku- duruveririm, diyordu. Hatice: «Ha kudurdum, ha kuduracağım.» düşüncesile yaşıyordu. Meselâ durup dururken kolumu tutuyor: -— Hamdi, diyordu, içimden havlamak, hurlamak arzuları beliriyor. Kuduruyorum Gülüyordum: : — Karcığım, diyordum, insan böyle ku- durmaz... Havihmak, hırlamak ihtiyacı gel- mez... Bunların hepel kuruntu canım. Dün akşam yemekte de bir aksilik oldu. Karım son derece sinirli olduğu için bir Aralık yemek yerken dilini ısırdı. Seg mi- sin varan? — Eyvah.. Kudurdum! diye sofradan Ben onun dilini filân ısırdığını farketm3- miştim. Sordum: ne ne oldu? — Bitti... Artık herşey bitsi... Kudurdum. Evvelâ, kendi dilimi ısırdım! — Yavrucuğum, insan bazen yemekte di- Mini ısırır, bundan küdürme slâmeti çıkanı- hr mı?. — Daha ne olsun?... Kudurmak ısırma ile başlamaz mı?. İşte ben de kendi kendi- min dilini ısırd. Gözleri yuvalarından fırlamıştı. Güç hal- le kendisini teskin ettim. Yattı, Baatleri? uyuyamadı. Biraz kendimden geçmiş, dal- muştım. Beni dürtükliye dürtüküye | — Kalk, kalk... diye sesleniyordu. 'Telâşla yerimden fırladım: — Ne var? Ne olüyor?. dedim. Evden yangın çıktı, yahud hırsızlar girdi, zelzele fln oluyor sanmıştım.. O korkunç ir sesle: — KajJk, dedi, kuduruyorum... Artik iyi- den iyiye alâmetler başladı. Yataktan fırladım, Karımı şiddetli bir tit reme almıştı. O kadar ki, tltremesinden karyola sarsılıyordu. Bir türlü titremesi 44 bitmiyor... Bana bile bir şüphe geldi. Acaba hakika- ten kuduruyor miydı?. Karım: — Bek karışmam... diyordu, şimdiye ta- dar «Birşeyin yok.» diye ben! oyalayıp dur- dun. Eğer bir kudururmam yanımda sen varsın... İlk wrneağım insan sen olaca«- sn.. ben kudurup öldükten sonra sen ns diye yaşıyacaksın?. Birdenbire aklıma birşey gelmişti, Ka- rma: — Karıcığım, dedim. gene evhama kapı- m sudan korktukları meş- ir tecrübe edelim, Böyle söyliyerek bir bardak su doldurdum. Karıma verdim, Yudum yudum içti... Bar- dağı yarıladı. Ben: — Gördün mü? dedim, kuduz olsan su içebilir misin Bundan sonra bardakta kalan suya elini soktu. Başına biraz su döktü. Bir bardak daha doldurdum Biraz da yüzüne 84 çarptı. Ferahismıştı. Kuduz olmadığına inanmıştı. Titremesi gi Zaten onun sinirden baş- ka birşey olmadığı muhakkaktı. Titremesi de bundan ileri geliyordu. Tek- rar yorganını çekti, Biraz sonra maşıl misil uyumağa başladı. Fakat benim artık asa- bim bozulmuştu. Sabaha kadar gözümü kırpmadım. Işte uykusuzluğumun sebebi... Hikmet Feridun Ws SEVİLEN KADIN Ayni zamanda güzel miydi? Buna dikkat etmemişti. Ragıp, Süzanın gönlünü maddi cihetinden değil, ma- Mevi hasletlerinden dolayı teshir et- mişti, Sabahları yedide taze havalle Odasını doldurmak üzere penceresini Açtığı vakit, gözü ayni zamanda Komşusunun görünüp görünmiyece- deydi. O saatlerde Ragıp da uya- marak pencerede belirirdi. Birbirleri- MİN gönlünü alacak dostea cümleler #öylerlerdi. i O Sbah Süzan azıcık vakti olduğu gn Beyoğlu caddesinde dolaştı. Bir- di bir köşebaşında, zarif tuva- bulk) yüzü ve vücudile Seza N Maiyetindeki kızı görünce Bülümsiyerek; m Nereye böyle erkenden? - dedi. e) KIZ, şaşırıp ne diyeceğini bile > A... Siz misiniz efendim? dr Öyle Ya, benim... Karşınızdayım Bia #orüyorsunuz. Evlâdım! Ter- iğün cihette değil... Nakleden Vâ - Nü Nerelere böyle, bakayım? — Biraz hava alıyorum. — Dün gece hava alamadın gali ba, çapkın kız!... Ah seni gidi yere bekar yürek yakar seni!... ! Şimdiye kadar kendine dalma hürmetkâr duran Seza'nın bu âni lâübaliliği Suzanı şaşırttı. Seza devamla: — Senin bütün sırların bilenler var! Kızcağız, zardı. — Fakat efendim... Ben hiç fena bir şey yapmadım vallahi... Sırrım falan yok. — Fenalık işlediğinizden bahset- medim... Hem sizin şahsi işlerinize de karışacak değilim. Müdahale hak- kını kendimde görmüyorum. Fakat gözüme ilişen bir şey kalbimi üzdü, — Kalbinizi mi üzdü? — Evet... Hem de çok... Zira sizin- le alfkadar oluyorum. Sizin de diğer bazı kızlar gibi münasebetsiz yollara kulaklarına kadar ki Mtletlerimizin muvaffaki- yeti ve 3 karşılayıcı! 10 uncu Balkan oyunlarına iştirak eden âileilerimizin evvelki gün Atinadan avdet ettikleri malümdur. Esefle kaydetmek mec- buriyetindeyiz ki bu avdet yabancı bir mü- hitte kazanılan derecelere mütenasip ol- muıyacak Gerecede sessiz oldu. Atletlerimiz senelerdenber! eşine tesadüf edilmiyen bir varlık gösterdiler. Balkanlara bilhassi bu oyunların idamesine büyük gayret sarfe- den Yunan halkına geniş bir sempati tel- kin ettiler. Bütün bunlara rağmen 40 kişilik sporcu kafilesini maalese? ancak, o da teşkilâlla alikam olmıyan $ gazeteci karşıladı. Ya- bancı bir muhitte elli bini aşan muazaam bir seyirci kafilesinin alkışları arasnda bayrağımızı üç defa şeref direğine çektire- rek Türk milli marşını çaldırmağa muvaf- fak olan atletlerimize karşı gösterilen bu alâkasızlık çok acıdır. Kiliye yakın klübü ve binlerce sporcusu olan şehrimiz spor teşki- Jta bu likuydisini acaba he ile tevli edö- cektir? Giden atlet kafilesi içinde kendi klübünün azaları da bulunan klüp idareci- lerimiz rıhtama kadar gelmek zahmetini meden ihtiyar edemediler? Yukarıdaki su- allerin cevabını bugün İçin verecek vazi- yette olmamakla beraber bu işi doğrudan doğruya spor telâkkimizin yanlışlığına hamletmekteyiz. Gelen kafile bir futbol ekipi olsa ve ay- ni muvaffakıyetle avdet etseydi (Maalesst senelerdenberi futbolcülerimizin böyle bir muvaffakiyetine şahid olmaktan çok uzak kaldık) eminiz ki o rıhtım yüzlerce sporcu ve bir o kadar çelenkten geçilmez bir hale gelirdi. Maamafih bu kabakatı yalnız toş- kilâta ve idarecilerimize yüklemek de doğ- ru değildir. Bu, spordaki yanlış telâkkimi- zin doğurduğu içtimai bir yaradır. Elbet bir gün gelecek bütün dünyada ol- duğu gibi bizler de atletizmin spordaki ro- Tünü öğrenecek ve Balkanlarda derece alın atletlerimizi karşılamaktarı büyük haz du- yacağız. ii, — İstanbul mıntakası takdir edildi Su sporları mevsimi zarfında yüzme, Kü- rek ve yelken müsabakalarını büyük bir in- Hizam içinde icra eden İstanbul mıntakası, beden terbiyesi umum müdürlüğü tarafın- dan takdir ve tebrik edilmiştir. Hilâl klübünün bir itirazı Hİâl spor klübü genel sekreterliğinden: Klübümüzün 15/10/889 pazar günü Fener- bahçe stadında Topkapı klübü ile yapaca- Zı maça vaktinde gelmediği yazılmakta İsa ör gerek gazetelerle yapılan tebligatta ve gerek tanzim edilen fikstürde tesbit ölu- nan maç saati 13-1 olduğu halde -hasbel- icap saatin değiştirilmesi varid olsa bile tebliği lâzımgelirdi- İstanbul bölgesi futbol ajanlığından buna dair her hangi bri tebii almayan kulübümüz tayin edilen sastie kesif bir kalabalığın da şahid olduğu üze- re sahada hazı: bulunmuştur. Keyfiyetin muhterem gozetenizle Hânı- nı rica ederiz. Alman lik mi Sofyaya gidecek Sofya 16 — Bulgar olimpiyad konütesi reisi St, Çapraşlkov Alman milli futbol ta- kımını Sofyaya çağırmıştır. Alman spor önderi ie vaki olan telefon muhaverssi neticesinde husule gelen uyuşma mucibin- ce Alman futbol mill! takımı Sofyada Bul- gar milli sakımile ayın 72 sinde karşılaşa- caktır. Apartıman sahipleri Boş dairelerinize hemen iyi kiracı bulmak için «Akşamı ın KÜÇÜK İLÂNLARI'ndan isti. fade ediniz, sapmanız ve manen mahvolmanız ho- şuma gitmiyor. — Emin olunuz Ki manen mahvo- lacak bir şey yapmadım, yapmıyo- rum efendim. — Haydi, haydi, hayidi!... On sekiz yaşında bir kız çapkın oğlanlarla gezmelere giderse bunun ne demek olduğunu ben bilirim. — Komşum! — İnsan daima komşu çocuklerile başlar. Ah Suzân âh... Sen erkekle- rin iç.yüzünü bilmezsin... Onlar ya- lancıdırlar, fenadırlar, alçak ve ego isttirler... Kadınlarla ne fikre binaen münasebet tesis ettiklerini ben bili- rim, Yanyana yürüyorlardı. Elini genç kızın koluna geçirdi. Parmaklarile sıktı: — Ya... Böyle işte... kulağına küpe olsun... — Fakat henüz vakit var... — Ne vakti? — Hiç... Hem henüz vakti değil... Daha bunun için zaman var, Seza, samimi bir tebessümle gül- meğe başladı. — Neymiş o vakti gelmiyen, be- nim ağzı süt kokan evlidım?... — Evlenmemis, efendim, Bu sözlerim Tefrika No. 62 Yazan: İskender Fahreddin Ömer o akşam şehir kapısına çıktı ve gece yarısına kadar, Can'ı öldürmeğe giden adamın yolunu bekledi Diyenlere başını sallıyarak gülüyor ve: — Oan bey yaşıyor. Diye osvap veriyordu. Şeyh Mehdi kızının bu halini görünce meraka düşmüştü: — Leylâ deli değil. Onun da duyduğu ve kadar inanmıştı ki. inanmadığını gördükçe çileden çıkıyordu. ir: — Ben onun kafasından ve kalbinden bu düşünceyi ve bu sevgiyi söküp atacağım. Diyerek, tekrar Leylâ ile meşgul olmağa başlamıştı. Aradan çok geçmeden, Mehdi, Ur geh- #inden şu haberi aldı: «Reisin oğlu mezara gömüldükten sonra, hortliyarak tı çıkmış ve dağa kaç- muştır. Urman bu hâdiseden çok meyustur. Zira, Türkler, hortlıyan insanı uğursuz sa- yarlar ve yurdun hangi köşesinde olursa olsun, böyle bir insana selâm bile vermez- ler. Reis: — Artık 6 benim oğlum değildir, diyor Leylânın babası kızının da bu haberi xi- dığından emindi. Böyle olmasaydı, Leylâ nasl neşelenebilirdi? Şeyh Mehdi bu haberi alır almaz dama- dını çağırdı: — Ömer! - dedi Urmanım oğlu yaşıyor- muş. mezara gömdükleri halde dirilip çık- mış ve şimdi dağda yaşıyormuş. Kızımın yeniden ümide düşmesinin ve neşelenmesi. nin sebebi bu olsn gerek. Örrer bu haberi alınca beyninden yural- muşu döndü: — Bu ne meşum erkek! Türkler hortlak- ları şehirden uzaklaştırırlar ve ona selâm bile vermezler. O halde (Canlin meskeni bundan sonra dağlardan başka bir yer ol- mıyacak. — Onun meskeni neresi olursa olsun, Can mademki yaşıyor. kızım Leylânın kal- bini saran bu meş'unı aşk ateşi de sönme- miş demektir. Ömer yumruklarını #karak bağırmağa başladı. — , melânun vücudünü ortadan kal- dirmak için, evvelce iki kere Ur dağına git- miştim. Fakat, onunla karşılaşınca -her n3- dense- çabucak yumuşayıverdim. Ona acı- dim ve bir kılına bile dokunmadan geri döndüm. Bu sefer onu gidip ortadan kal- dırmalıyım. Başka türlü rahat etmeme im- kün yoktur. Bu suretle Leylâ da ümidini kesmiş olur. Mehdi, kızını bu derdden kurtarmak için, Ömerin fikrini kabul ederek: — Bundan başka kurtuluş yolu yoktur, dedi, fakat ben senin Ur dağına gitmene ran değilim. Madem ki, iki kere onu öl- dürmeğe gilliğin halde boş döndün, birşey yapamadın! Bu sefer de gidersen, gene kol- Jarını sallıyarak döneceğinden eminim. Ba- na kalırsa, (Canlı öldürmek için Ur dağı- na başka birini gönderelim, Bu işi başka birinin yapması daha İyi olur sanırım. Ömerin, birçok akınlarda yanında bulu- ve cesur adamlarmdan biri var- Bu adam ayni zamanda çok merhamet- sizdi. Çölde Kıysi görenler: — Kasırga geliyor!... Diye kaçışırlardı. Çocuklar ve kadınlar ona: — Taş yürekli adam. Derlerdi. Kıys acımak bilmezdi. Ömerin harpte (vur!) dediğini düşünmeden vu- surdu. Şeyh Mehdi: Bu işl ondan başka kimse yapamaz. Demiş ve Kıys'ın Ur dağına çitmesini muvafık bulmuştu. O gün bu İşe Karar verdiler, Taş yürekli Kıys bir ata binerek hemen yola çıktı — Demek yalan söylüyor? — Kalıbımı basarım... Bütün çap- kın oğlanlar, senin gibi zavallı ve fa- kir kızları kandırmak için bu bahs- neyi ileri sürerler. —1 Yavrucağızın gözlerinden süzülmeğe başladı. Seza pek üzüldü. Tatlı bir sesle: — Suzan, yavrum! Daha metin ol- malısın... Artık yaşın da on sekiz!... Çocukluğu bırak... Demek ki alâka dar olduğunuz çocuk, komşunuz? — Evet. — Ne iş yapıyor? — Avukat yanında çalışıyor. Hu- — Demek şimdilik cebi delik? , Suzan içini çekti. — Hayır! Aşağı yukarı benim ka- dar fakir, Seza biran, bu parâmz kıza gönül veren müstakbel avukatı takdir eder gibi olduysa da herşeyden şüphelenen tablati onu gene ilimadsızlığa sevk. etti. — Öyleyse daha xiyade ihtiyatlı davranmalı, inanmamalısınız, kızım, — Niçin? — Bedavaya macera arıyor demek tir. — O öyle olamaz, Seza hanım, öyle Mezardan gelen mektup nasıl meydana çıktı? Ömer, Kıys'ın Yolunu bekliye dursun. Şeyhin çok sevdiği bir maymunu verdı, Bu maymunuzı yalnız dili yoktu; her söü anlar ve insan gibi iş görürdü. Sar. bu, maymunun adıydı. Bar, Leylânun odasına da girip çıkardı. Bar'ın bir Buyu vardı, yabancı birini gör- düğü zaman şeyhe koşar ve elrafında dön- meğe başlardı. Bir sabah Bar, gene her zamanki gibi Leylânın odasına gitmişti; şeyhin yanıma ği zaman, etrafında dönmeğe ve ete- Bini çekmeğe başladı. Sar geyhi sürüktiyes rek götürmek istiyordu. Şeyh Mehdi şüpheye düştü: — Beni nereye gölüreceksin? Diye sordu Bar kapıdan çıktı. bahçeye indi maymunu takip ediyordu. Bahçeye iidikleri zaman meydanda kim- seler yoktu. Fakat Sar havuz başma doğra koşuyor ve arasıra şeyhin bacaklarına sarılam rak, (Çabuk gel!) demek isteyen bir eda ii» efendisinin yüzüne bakıyordu. Havuzun arkasında yere döşenmiş kırmı- 21 mermerlerin üstünde durmuşlardı. May- mun kırmızı mermerlerden birinin üstüne basarak, elile taşı kaldırmak istedi. Taş ağırdı. Bunu Sar kaldıramazdı. May» mun taşın kaldırılmasını istiyordu. Şeyh Mehâi: — Bu hayvanın elbette bildiği birşey var, dedi, beni buraya boşuna getirmedi ya, Ve yere eğilerek, mermerin ucundan tui- tu.. kaldırdı. Mermerin altı kum döşenmiş ti. Şeyh Mehdi kumun üstünde birşey göre - medi. Fukat. Sar herşeyi çabuk meyda çıkardı; kumu ellerile eşeledi. Kumun tandan bir deri parçası çıktı. Şeyh Mehdi deri parçasını tereddüdle aldı... İçini açın- ca (Can) beyden gelen mektup meydana Şeyh çıktı. Şeyh Mehdi, Maymunun sırtını okşıya- rak; — Bugün seni kızarmış av etiza besliye- ceğim. Sar! dedi - Sen insanlardan daha sadık bir mahlüksun. Şeyh Mehdi derhal taşı kapadı ve mektu- bu alarak odasına döndü. Bu mektubu kir- muz mermerin altına hiç şüphe yok ki, Leys JA koymuştu. Leylânın babasi (Canlin mektubunu okü yunca, hiddetinden ateş püskürmeğe baj- Tadı, — Kızımın neşesinin ve tekrar ümide düş- mesinin sebebini şimdi anladım, Demek &i, (Can) babasının tazyikinden kurtulmak için yalandan ölmüş, ve mezara kadar b oynamış, Ve kesi bu suretle alda! sonra, gene eskisi gibi dağa kaçarak Kızın kışkırtmağa yeltenmiş. Mehdi mektubu avucunun içinde büke- rek sedirin üstüne firlattı. — Kıysı Ur dağına göndermemizde m8 büyük isabet varmış. Ben hülâ (Canjın di- rildiğine inanmıyorum. Kıys bugün değilse yarın, onun derisini yüzüp dönecektir. Ley- Yâ onun ölümünü duysa bile bir iki gün ağ- Jadıktan sonrg ümidini keser, Ömer de ka- nsına kavuşmuş olur. Şeyh Mehdi bu hâdiseyi kimseye madı. Hattâ Leylânın snasına bile # O gün Sar'a muhteşem bir sofra kuru) ve ününe nefis kızarmış av etleri kon Bunu görenler: — Beyh mutlaka maymunun mühim yararlığını görmüştür. diyorlardı. Şeyh Mehdi o günü sabirsızlıkin geçirdi. Kıys belki o akşam belki de ertesi gün dönecekti, Ömer hâlâ karısından yüz bulmuyordu. O gün gene her zamanki gisi, Leylânan kapısına bir kucak dolusu hediye getirdi. Leylü kapıyı açarak: — Defol büradan... biz (Arkası var) Seza« Ah saf, ah gafil!» mânasına başını salladı. - Eb, bu bahsi keselim artık... Anlaşıliyor ki aklınıza birşey koymuş” sunuz, Sizi caydırmak kabil değildir. Koluna girdiği Suzana doğru iyice eğildi; kulağına; — Sana bir nasihat vereyim mi? — Buyrunuz! — Sakın kendini kapıp koyverme, kızım. Âşık olma... Ağzın süt koku- yor. Kolaylıkla yakalanabilirsin. Sen istidadlı bir kığsın. Beş altı ay sonra kazancın artar... Buna emineol.. Doğrusunu İstersen kat kat dâha fazla para edersin... Daha sonra mü- vafık bulduğun paralı birile alâkadar olursun... O da, şayed istersen... İs- kbali düşün ve gençliğine güvene- rek dünya Üc alay et... Hakikatte güzelsin ve kendini olduğundan on defa daha güzel gösterebilirsin. Hoşü- MA gidiyorsun Suzancığım, sana elim. den gelen yardımı yapacağım. Konuşa konuşa, epey ilerlemişlerdi. Tersihsneye girdiler, Suzan işine baş- adı. Fena halde düşüncedeydi, Sezanın sözlerinin doğruluğuna #nanmamışsa da, bu, düşünmesine meni değildi. Bütün gününü dalgın geçirdi. Makasdar, uzaktan kendisini göz ucile süzerek: —ıDaldırdı!» diyordu. (Arkası vâr)

Bu sayıdan diğer sayfalar: