2 Şubat 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

2 Şubat 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Beş arkadaş “oturmuşlar, erkeklerin bir e ka garip hallerinden pahsediyorlardı. — © atta birçok garip Mmsanlar gör- düm. Meselâ borlayan kadınlara âşık olan bir arkadaşım vardı. Onun için en şiirli, mü- siki bir kadının hafiften hafife horlayışı idi. Ruh doktorları bu neviden garabetleri birer hastalık sayıyorlar. Lâkin şu bizim Ahmedin haline bilmem ki ne demeli?... Yedi, sekiz senedenberi memleketten uzak yaşadığı için arkadaşlarına aid pek çok de- âikoduları bilmiyen Fuad sordu; — Ne oldu Ahmede? Basri cevap verdi; -— Evlendi... — Bu iş bu derece şaşılacak, garip bulu- nacak bir mesele mi? —İyi amma aldığı kızın bir tek meziyeti vâr... O da nedir biliyor musun?... kokması! Eve ber zaman koyu koyu sarmısak kokması... Ahmed de sirf bunun için Ayşe ile evlendi işte... Şimdi buna ne buyrulur? Bu da ruh doktorlarını alâkadar edecpk bir hastalık değil mi3... Pund merak etmişti: — Şu hikâyeyi etrafile anlatın da dinli- yeyim... dedi. Basri başladı: — Efendim, bizim Ahmed üç sene evvel işi için Anadoluda şehir şehir dolaşıp dürü- yordu. Bir aralık onun evlendiğini işittik. Nihayet Istanbula geldi. Lâkin ximsay! evi- ne davet etmiyordu. Tuplantılara filân gel- diği yoktu. İstanbula döneli aylar olduğu halde henüz hiç kimse Ahmedin karısını görmemişti. Bir gün Kadıköy vapurunda oturuyoruz. Bir de baktık, içeriye Ahmed girdi. Yanın- da iri yarı, güçlü kuvvetli bir kadın vardı. Ahmedin çelimsizliği ile kadının pehlivan gibi hali garip bir tezad teşkil ediyordu. Yürüdüler. Ahmed evvelâ bizi görmemezlis ge gelmek istedi. Yanımızdan geçip gitme- ge niyetleniyordu. Ona seslendik, Tam kar- aımızdaki kanape boşlu. Orüya oturmağa mecbur oldüler. Yanındaki kadınla bizi ta- Hele şükür Karısını görmek kabil Fukat Ahmedle karsı karşımıza oturur ourmaz tahamındi edilemiyecek derecede ağır bir sarmısak kokusu burmumuzu kap- Iadı. Deli olmak birşey değil. Bu müthiş kokudan rahatsız olan yalnız biz değildir. Vapırda bizim yakınımızda oturanlar da gaşkın şaşkın etraflarına bakarak bu ağız kokunun kimden geldiğini keşfetmeğe ça- Mişıyorlardı. Kokudan o derece bunalmıştık Ki, vapup yanaşır yanaşmaz kendimizi dışarıya attık. Ahmedle karısından ayrıldıktan sonra arâ- muzda konuşmağa başladık. Arkadaşım Nuri: — Yahu, diyordt. O müthiş koku ne idi ANAN aşkına?... Bilemedin — öneml hile JA SAİM TA Kin genç bir kadının bü derece ağır, bü de- rece koyu #armisak kokusile gezip dolaş- ması hakikaten garip. Aradan birkaç gün geçti. Bir gün gene va purda Ahmedle karısına rasladık. Artık ar- kadaşımızın karısı Ayşenin bu sefer de ko- kokanağını hiç tahi yaklaşmaz dandığımızı anladık. Daha beş altı adım öteden genç kadının ağır sarmısak kokusu burnumuza çarpmıştı. Hayretler içinde kal. mmıştık. Bu kadın hör gün baş baş sarmısak m yiyordu? Ne idi? O günden sonra Ahmedle karısına ne 2a- man ras geler hep ayni kokudan burnu- muzun direği kırılıyordu. Bu garlp işe şa şıp kalmıştık. «Patavatsız ğaml, denilen bir arkadaşi- miz vardı. Çok dobra dobra konuşur, kar» #isındakine aklına gelen şeyleri söylerdi. Patavatsız Sami: — Ah, diyordu. Ahmedi bir kere yaln Görsem karısının bu derece sarmısak kok- Hasırın sebebini mutlaka soracağım... Bu- hun için patavatsız Sami Ile birlikte Ah- mede ras gelmekten hepimiz korkuyorduk. Çünkü Saminin sağı solu yoktu, Ağzına ge- Jeni Ahmede söyleyiverirdi. Nihayet bir gün korktuğumuz başımıza geldi. Patavatsız Sami ile birlikte Ahmede gtne vapurdâ râsladık. Bu sefer Ahmedin karım değildi. Sİ e hemen ona yaklaşarak: — Ne o Ahmed? dedi, bugün yalnıssın!.. Ahmed gülümsedi; — Evet... dedi, bizim refikanın misafir. leri var da... Sami birdenbire damdan düşercesine: — Senin hanım uslu akıllı bir insana ben ziyor. Yalnız sen kendisine söylesen de © derece sarmısak yemese... Ahmed hafifçe kızardı. Fakat patavatsas Baminin huyunu bilirdi. Sonra Sami ile $0- cukluktan beri tanışıyorlardı. Beraber bü- yümüşlerdi. Aralarında çok büyük bir samf- myiet vardı. Bunun İçin onun sözlerine kız- madı, Lâkin epey tereddütten sonra: — Ona o derece sarmısak yemesini, a muşak kokmasını ben rica ediyorum... di. Buna hepimiz şaşmıştık. — Nasıl? dedin. Sarmısak kokması için rica mı ediyorsun? — Evet. rica ediyorum. Yalvarıyorum. Ne yapayım ben sarmısak kokusunu çok #e- verim. Bayılırım sarmak kokusuna... Bu edilmez bir mahlük haline girer.. Lâkin köyü koyu sarmısak koktuğu zamanlar o benim için dünyanın en güzel kadını olur... kokusundan bu dere- — Canim, dedi, böyle de hastalık olur mu? Ahmed elindeki çantayı açarken buna cevap verdi: — Bunun bir hastalık olduğunu size gim- di isbat edeceğim. Çantasından kalın bir kitap çıkararak bi- ze — satırları aynen okudu: 'ena, kokulardan hoşlanmak bazı kimse- ver icini bir hastalık halindedir. Meselâ rmeş- hur edip Bodler bunlardan biri imiş.. “Te fessüh, mundar kokulardan hoşlanır, güzel kokuları hiç sevmezmiş! Ahmed bundan öoürm bize dönerek: — Gördünüz mi? dedi, bende de bu has- talık var... Ne yapayım? En güzel levanta kokularından yorum da sarmısak kuyor. Düşünün karımın (edakârlığım,. de- di. İşte bizim Ahmedin garip hikâyesi.» Fund dinlediği hikâyeye pek şaşmıştı. Lâ- kin bir köşede oturan Naci kıs kıs gülüyor- du. Nihayet dayanamadı. O da söze karıştar — Ben Ahmedi hepinizden iyi tanırım. Kendisirin nün için sise o hikâyeyi uydurdu. Ahmed sarmısak — Karıcığım... Hiç olmazsa, bugün sarmi- sak yemel... diye yalvardığını la işittim. Fakat sözünü dinletemiyor, ag Kadaşlarına da: — Onun sööelink yizlililii tan ki rum... Ne yapayım, bu bende hastalik... Ba- yılırım sarmısak kokusuna.e diyor. Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1648 m. 182 Ke./8. 120 Kw. Ra T.A, P, 31.7 m, 9488 Ke,/5 20 K. W. TÜRKİYE BAATİLE CUMA 2/2/94 1230 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12,50 Türk müziği (PL), 1330-14 Karışık hafif müzik (PL) 18 Program ve memleket saat ayarı, 18, Türk müziği, Çalanlar: Cevdet Çağla, zettin Ökte, Hasan Gür, 1— Okuyan: Badi İ Haşses, 1- Dilkeşaveran peşrevi, 2- Zeki Arif- Dilkeşaveran şarkı: (Gez dolaş), 3- Zeki Arif - Dilkeşavcran şarkı: (Karanlık ufuk- ta), 4- Hasan Gür: Kanun taksimi; 5- Zeki Arif - Dilkeşaveran şarkı: (Kim görse 88- nl), 6- Zeki Arif - Dilkeşaveran şarkı: (Açıl- dı bahçede güller), 2— Okuyan: Radife Er- ten, 1- Şevki bey - Uşşak şarkı: sahmı), 4- Uşşak türkü; (Bahçeye indim ki güller de- rem), 18,50 Türk müziği: Zeybek ve oyun havaları, Sadi Yaver Ataman, 19 Serbes sa- at, 19,10 Memleket saat ayarı, Ajans ve me- teoroloji haberleri 19,25 Türk müziği: Fasıl rem Raşid ve Ruşen Kam, Müzik: Türk musikizinden parçalar, İdare eden: Ruşen gi aze Necmi Riza Ahıskan - e a : Bema ha PAZ Azize 'Ti win Ökte - Cevdet Çağa Basri Dna 21,10 Konuşma (Sıhhat saati), 21,25 Müzik: Radyo orkestrası (Şef: Dr. R. Praetorius), 1- C. M. von Weber; Buryanthe operasının wvertürü, 2- L van Beethoven: 3 üneü piyano konsertosu, (Do minör, Op. 17), Bolist: Mithat Fenmen, 3- Balnt - Baens: Ve Röuel d'Omphale (Senfonik parça), 22,15 Memleket mat ayarı, Ajans haberleri, zi- ran, esham - tahv0ât, kambiyo - nukut borsası (fiat), 2235 Müzik: Opera arya- ları (PL), 23 Müzik: Cazband (PL), 2325- 23,30 Yarınki progrnm ve ka; Mektep maçları yl Mektepleri Putbol ve Valet e ayd; Taksim Stadı: Şişli Terakki - İstanbul L. saat 1330 hakem . Tez- can, Boğaziçi L, « Sanat M. saat 14,40 ha- KAİ GANİ. Şeref Btadı: Taksim 1. - Vefa L, saat 13,30 hakem R. Top. Işık L. - Pertevniyal 1. saat 144) hakem R. Top. 3/11/940 cumartesi günü yapılacak voleybol maçları ui Halkevi Balonu: Erkek M, Mek- , Moran, 14,30 hakem N. Moran, Tuna kupası Peştede toplanan enternasyonal futbol al mesaisine nihayet Bu toplantıda on! m ez gözününde tutularak kati ma- hiyetie ka; alınamamıştır. Merkesi Avrupa nz bu sene yapılıp yapıl- hakkında bu maçlara iştirak ed'n mıyacağı Hikmet Feridun Bs | millet murahhaslarının 18 şubata kadar sangassssesasasasanasasaas21s4s sas4BAASASSSAS | kati kararlarını bildirmeleri ileri sürül X Beden terbiyesi İstanbul bölgesi voleybol - basketbol ajunlığından: Yar kında başlanacak olan bölge birincilik üzere bu müsabı ra iştirak edecek klüplerin selâhiyetli r murahhaslarını 5/2/940 tecili müsadif pazartesi gü- nü akşamı saat 18 de bölge merkezine göndermeleri rica olunur, müştür. Verilecek ceraplardan sonra Ou müsabakaların irrası veya âdemi icrası tekarrür edecektir. "Toplantıda o yeğine müsbet netlee bir Tuna kupasının tesisine karar olmasıdır. Tuna kupası maçlarına Maca» ristan, Yugoslavya ve Romanya İştirak edeceklerdir. 19 mayısta Macaristan - Ro- manya, 9 haziranda Macaristan - Yugoş- lavya mulB takımları karşılaşacaklardır. Tuzak içinde Tuzak Tefrika: No. 53 «— Ne diyecek? Niçin çağırdı? Söylediği sözlere de bakılırsa haya tum birdönüm noktasında bulu- nuyori> Hem korkacak nesi vardı? Neyi, hangi kıymetli maneviyatını kaybet- mek endişesi olabilirdi? Zaten dün gece herşeyi göze almış bulunuyordu. Böyle düşünürken yorgunluk ansi- zın bastırdı. Genç kız, uyuyakaldı. Uyuyacağı esnada: « — Yarım... » diye kararımı verdi. - Mademki öyle istiyor; ben de gide- rim...» Femina barınım kapısından, Şer- min, Molla beyden ayrıldığı gün, Bürhan kaptan, başını avuçları içine almış, alnı âcı düşüncelerle kırışmış, düşünüyordu. Mükellef salonunda ız- tarap içindeydi, Halide Vildan hanımefendi. biraz evvel yanından çıkmıştı. Bürhanis zevcesi onunla birlikte yemek yemiş- lerdi. Yemek elddehi üzücü, sıkıcı bir şekilde yenmişti. Hevada bir asabiyet, sanki bir elektrik cereyanı olduğu hissediliyor. du. Yaklaşan bir fırtınanın tehdidi Nakleden : (V& « Nü) altında idiler sanki... Bürhan Korsanoğlu, İstanbulda bu- Tunduğu iki gündenberi evinde müm- kün mertebe az kalmak çaresini arar mıştı. Biran belirip kayboluyordu. Kansile ayni çatı altında bulun- | mak onu ürkütüyordu. İşkence yap- tığı bu kadına karşı türlü hisler du- yuyordu. Onun huzüru kendisine iş- kençe oluyordu. Yemekten sonra Hidayet, biraz başının ağrıdığını bahane ederek oda» sına çekilmişti. Bürhan ise Halide Vildan hanımefendi ile başbaşa kal mıştı. Uzun uzadıya konuşmuşlardı. Kaptan şimdi yalnızdı. İhtiyar ka- dının tavsiye ve nasihatları kulağın- da Çinçin çınlıyordu. Bilhassa şu son sözler: — Gayret, dostum, gayret... İhtiyar kadın, Hidayetin avukatı imiş gibi konuşmuş, onun taraflım olmuş, Kaptan da, kabahatına nazaran, karısının pek büyük, pek adaletsiz bir ceza gördüğüne kail olmuştu ar- tık... Şimdi, düşünüyordu ki bu ka. dın, kendisile ayni bina içinde, biraz öteki odadaydı. Ulvi bir attı hakket- miş vaziyetteydi. Çok iztırap çekiyor- dul | Fakat af için, ıztırabı dindirmek için bu işin telâfisi lâzımdı... Kızı Ne yapmalıydı? Her halde bir karar vermek icab ediyordu: Ya karısından yine fellik fellik kaçmak, yahut onu kendine i bendetmek! Ama nasıl?... Her iki şık i da nasıl olabilirdi? Kararını verememiş bir halde, Bür- han, oturduğu koltuktan kalktı. Se londa aşağı yukarı dolaştı. Etraf sessiz. Binada çıt işitilmiyor... Uşaklar, hizmetçiler hep yatmışlar. di... Öteki kısımdaydılar, Bir o, bir karısı vardı... Sevdiği kar dın! Kaptan, mihaniki adımlarla yürü dü. Bir kapı, bir kapı daha açtı. Tablo- larla, kıymettar bronz eşya ile dolu odalardan, salonlardan geçiyordu. Derken kendi yatak odasına vardı, | Burada, pek mütevazi bir bfonz kar- | yola duruyordu. Bir kişilik karyola. Birkaç iskemle, Bir masa. Âdeta tale- be odası gibi. Evin öleki kısımlarile te- zağ teşkli ediyor. Bu oda, zevcesinin yattığı asıl ya. tak odasından, büyük bir banyo daire- siyle, bir de minimini budvarla ayrı- İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Yazan: İskender Fahreddin Maryana Şeyh Saidi öldürmeyi tasarlarken Şeyh ona: «Gittikçe senden koşlanıyorum, seni bırakamam diyordu» — Ben, gözü kör âşıklardan değilim. Maryana elimdedir. Onu bir yere kaçırmı- yacağım.. kafeste yaşıyan bülbül gibi ça» dırımda hapsedeceğim. Diyordu. Şeyh Said yavaşça kalktı, Mar- yYananın çadırına geçti. Şeyhin kafasında doğan şüpheler gittikçe derinleşiyordu. Sa- 1d, İspanyol dilberinin çadırına girerken, onu aşkile yakalıyacağı ve yahud cadırdn tevehhtüm ettiği bu gizli sevişmeye ald ema- roler bulacağını umuyordu, Oysa ki, Maryana yatağında uyuyordu. Hava çok sıcaktı. İspanyol dilberi soyu- nup dökülmüş, uzun kıvırcık saçlarını 0- muzlarına atarak derin bir uykuya dalmış- b Şeyh Sald, elini kalbinin üstüne koya- — Ah bu kıskançlık... Diye mırıldandı ve yavaş yavaş Marya- nanın yanına doğru yürüdü. Çadırın için- deki eşyayı birer birer gözden geçizdi. Her küşeyi araştırdı. Burada, yabancıya gid ufak bir emare bile yoktu, Zaten çadırın kapısı önünde nöbetçiler dolaşıyordu. Bu çadıra, nöbetçiler görmeden kim girebilirdi? Şeyhin kalbi koparcasına çarpıyordu. Sald soğukkanlı bir erkekti; böyle olduğu halde Maryananın yatağının yanına soku- Tunca yüreğinde müthiş bir çarpıntı duy- muş ve o dakikada -ilk defa olarak- vio- danile başbaşa kalmıştı. Kabile reisi: — Bu kadın masumdur.. onu benim gö- me düşürmek için lekelemek istiyor- ir, Diyor ve derin bir hayranlık işinde Mar- yanayı seyrediyordu. İspanyol dilberi o gece ne kadar da güzel ve sevimliydi. Genç kadının birşeyden ha- beri yoktu. Yatağında uyurken, şeyhin kan- disini takip ve tecessüs edeceğini aklından bile geçirmemişti, Şeyh Sald burada daha fazla sessiz ve hareketsiz kalamazdı. O gece onunla mutla- ka konuşmak istiyordu. Yavaşça kulağına eğildi: — Maryansa... Maryana... Halifenin gözdesi uykusunun içinde €#- Diyerek konuşuyordu: «— Beni çağıran kimdir? bırakınız. uyu- yorum. Ben! uyandırmayımı?!» Kabile reisi, elini genç kadının uzun ve dökük saçları üzerinde gezdirerek, tekrer seslendi: > Maryana,.. Baş ucunda duran adam yabancı değildir. Haydi, gözlerin! açi Maryana birdenbire uyandı... Gözlerini uğu — Kimdir başımda duran? — Sesimden tanımadın mı beni, Mar- yana? ay şeyhi görünce, birdenbire tit- Mi Siz misiniz, hazret? — Birdenbire korkmuştum, hazreti Na de olsa burası çöldür. İnsanı şatosunda bile rahat, birakmadılar. Görüyorsunuz Ya, nerde idim, nerelere geldim? Ve geyhin şüphelerini izale etmek için birdenbire şen bir sesle lâve etti: — Gerçi sizin hâkim bulunduğunüz bu yerlere şeytanlar bile kolay kulay gelemez- ler amma.. Birdenbire sizi karşımda görün- ce. — Korkmakta haklısın, Marşana! Bürasi ne de olsa halifenin sarayına benzemez, Beni, kargılı nöbetçllerimizden başka mu- hafaza edecek kalır ve yüksek duvarlı sa- raylarımız, demir kapılı odalarımız yok- tor, Kabile reisi, Ispanyol dilberinin yatağı- nın kenarına oturdu: — Senl uyandırmak istemezdim, Marya- ıyordu. Kaptan, bu Kapıları açmak istedi. Arkadan sürgülü olduklarını farketti. Vurdu. Cevap gelmedi. Bunun üzerine, titrek bir sesle: — Hidayet hanım... - dedi, «Hida- yeti...» - diyecekti; cesaret edemeyip: - Hidayet hanımi - diye tekrarladı. Ayni sessizlik. Şüphesiz, aradaki mesafe yüzünden işitilemezdi. Fakat diğer bir yol var: Karısının yattığı odanın kapısına, doğrudan doğruya koridordan da gi- dilir, O tarafa doğru yürüdü. Şimdi artık odanın kapısı önündey- di. Aralıktan bir ziya sızıyor; karşı du- varda yaldızlı bir çizgi hasıl ediyor. Demek Hidayet uyumamış. Bir mırıltı vardı, kesildi , Öyleyse geldiği işitilmiş. Kaptan kararını verip kapıyı vurdu. | İçerden bir ses: — Kim o? — Benim. — Ne İstiyorsunuz? — Konuşmağa geldim... — Vakit pek fazla geç değil mi? — Açınız kapıyı. NA! Bu gece uykum kaçtı. Seni görmeden gözlerimi kapıyamadım. Maryana yatağında doğrulmuştu. Bir aralık kendi kendine düşündü: — Tahirin bana verdiği zehiri bu gece geybe içirebilsem ne iyi olacak. Kafasının içinde yeni plknlar çizmeğe çalışıyordu. Şeyh Bnid birdenbire İspanyol dilberini kucakladı: — Seni bir yere birakmıyacağım, Marya- — Sirin yanınızda kalmak ve kendimi #i- 2e sevdirmek benim için erişilmez bir saa» Gettir, hazret! Fakat, küçük zevceniz emi- nim ki, bana rahat vermiyecektir. — Onun seni ne kadar kıskandığını tah- min etmiyor değilim, Hattâ biraz önce bu mesele etrafında münakaşa yapmıştık, Sa- ni bu gece bir başkasile görüşürken gördü- Bünü söyledi. İnanmadım., koştum, Ve seni yatakta bulunca sevindim. . Maryana mânah bir gülüşle cevap verdi: — Ben sizin misafirinizim, hazret! &i- zin malümatınız ve müsaadeniz olmadan, bir yabancı ile görüşmeme imkân var mi- dir? — Ben de eminim ki, sen bana fenalık yapacak kadar küçülmezsin! Şeyh Sald, İspanyol düberini daha çok neşelendirmek için, ona kendi elile şarap ik» ram etti: — Haydi iç, Maryana! Ve hiç kimseden korkma! Çölde benden başka hâkim yok- tar. Ayşe benim sadece karımdır. Akıl ho- cam değil, Benim İşlerime ve zevkime kim- © karışamaz. Eğer ben herkese boyun eğe. cek kabiliyette bir adam olsaydım, ük ön- 68 halifeye boyun eğer ve çöllerde sıkınta çekmezdim. Maryana üst üste iki kadeh sarap içli: — Siz neden içmiyorsunuz, hasret? — Haramdır. ben İçemem. — Başınış dinlenir. Yorgunluğunuz gi- derdi. — Bugüne kadar ağzıma koymadım, Mag yana! İsrar etme. Sen iç.. noşelen.. bon 86- nİ neşeli gördükçe nöşeleniyorum. Şeyh Sakdin dudakları şarabın tadını al- mamış değildi, fakat, Maryanaya karşı şa- rap içtiğini göstermek istemiyordu. İspan- yol dilberi: — Üzüm suyunun haram olmasına neden Tüzum görmüşler. neden bü nefis şerbeti menetmişler, hazret? Bu, insana hayat ve neşe veren bir mayidir. Onu da biz insan- İnsanın Bu bu güzel ve faydalı meyvanın suyundan Allah niçin müslümanları mahrum ediyor? İspanyanın nefis şaraplarının tadını En- dülüş fatihierinin hepsi tattılar, Tarık, El- kâris, Belim... Ve daha birçok tanınmış ku- mandanlar şarapsız yemek yemiyorlar. One lar müslüman değiller mi? — Tarık, Türktür, Türkler şarabı çok se- verler, Fakat, diğerlerinin içmesine ben de taraftar değilim. Fazla içince sarhoş olur. lar, Ve bütün fennlıklar sarbaşluktan çıkar, Maryana! Eğer ben çölde yaşıyan kabileleri şarap İçmeğe alıştırsaydım, insanlar bu en- gin kum deryasında biribirlerini yerlerdi. İnsan bazen kendi elile yapıp tamamladığı baz şeylerden kendini menetmeğe mechur- dur, Meselâ müslüman bir marangoz -sipa- rig üzerine- bir salip yapabilir, Fakat ona hiç bir zaman tapmaz. Maryana düşünceliydi. Şeyh Sald şarap içmiyordu. O, koynunda sakladığı zehiri şeybe nasıl ve ne ile içire- cekti? Maryana 6 gece şeyhi sarhoş etmeğe az- metmigti, Bir aralık gözlerini yere indirdi. İnce, hazin bir sesle kısa bir şarkı söyledi. (Arkası var) Kaptan, kendini içeri girmekten menetmek için alınan bu tedbirlere İçerlemeğe başlıyordu. Allah A'lahi Bu evin efendisi değil miydi? Onun için, yukarıki sözü, kısa, âmirsne söy- Jemişti, Kapı arkasına kadar açıldı İkl kadın, karşısında duruyordu: Hidayet ve Leman. Maceralı günlerin bu sadık hizmet. çisini, genç kadın, o zamandanberi yanından &yırmamıştı. Bilâkis her türlü iltifetlara, nimetlere garketmişti Bürhan odaya girdi. Karı koca, şimdi, karsı karşıya idiler: Kaşları çatık. Düşünceli. Konuşup hesaplaş- mak zaruretinde bulundukları için azap içinde, Kadın; — Leman! » dedi, - Haydi sen git, kızım. Tuvalet dairesine mâküs olan ka» pıyı parmağiyle göstererek: — Odana çekil..; Fakat buralardan uzaklaşma; çünkü bana yine lâzım olacaksın, Bu emir, kocasına bir nevi. ihtar | mahiyetindeydi. Fakat Bürhan buna ehemmiyet vermemiş gibi göründü. Hidayet: — Bu saatte gelebileceğinizi hiç düşünmemiştim! - dedi, - Çünkü ba. na karşı alâka ve ihtimamınıza alışık e Cirki

Bu sayıdan diğer sayfalar: