18 Mart 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

18 Mart 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

vi yi i larda genç anneler güneşli yol ge cuk arabalarını aheste aheste sürüyor- lardı, Şehre daha şimdiden ilkbahar har vası sinmişti. Galatasarayın karşısındaki kaldırımda çiçekçiler gelene geçene mev- sim çiçekleri uzatıyorlardı. O günü Mü- fidle birer hava almak için Taksime ka dar uzanmışık, Biraz da Taksim bahçe- sinde oturup güneşlemek (istedik. İçeri girdik, Önümüzde genç bir çift ilerliyor. du. Delikanlının şapkası yoktu. Ensesin- de top top birikmiş saçları, hafifçe kıv- nlmıştı, Genç kız başına — Havanın gü- peşli olmasına rağmen — kulaklarını bi: le içeri alan bir külah giymişti, Delikanlı hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Yanlarından geçerken onun iki cümlesi kulağımıza ilişti: —Sensiz ben nasıl yaşarım... İmkânı mı var,? Benim gibi bu sözleri Müfid de duy- | muştu. Onlardan biraz uzaklaştığımız zaanan arkadaşım gülümsedi: — Toy ve saf çocuk... Eğer biraz aklı başında olsa hiç bu sözleri söyler miy- di?... Sevgilisi olmadan yaşıyamazmış... | dedi. Müfide — Öyle söyleme, dedim, belki zavallı Lâkin o zamana göre temiz bir türkçem gocuk hakikaten son derecede âşık.. Sev- © gilisini elinden kaçırırsa hayatı berbad olacak... Arkadaşım coştu: — Benim Zehra için yanıp tutuş- tuğumu bilirsin değil mi? Başımdan ge- çen bu aşk macerası arakadaşlar arasın da epeyce meşhur olmuştur. İki sene çılgınlar gibi seviştikten sonra bir gün Zehra beni bırakıp kaçtı. Artık dünya gözüme zindan olmuştu. Zehrasız hayatın hiçbir mânası yoktu. Artık yaşı” yamıyacağımı sanıyordum. O zamanlar amcamla oturuyordum. Zavallı adamca- ğz benim perişan halimi gördükçe pek üzülüyordu. Çok zeki, gün görmüş bir ihtiyardı. O vakitler yetmiş. yaşındaydı amma hâlâ dinçti. Çok güzel konuşur, tatk tatlı hikâyeler anlatırdı. Yetmiş ya- gına gelinciye kadar bir türlü evleneme- nişti, Bu uzun bekârlık hayatını hadsiz hesapsız çapkınlık maceraları içinde ge” şti. Bunun için benim halimden çok İyi anlıyor, benim üzülmemin, saranp solmamın sebebini gayet iyi tahmin edi- yordu. İste o üzüntülü zamanlarım esnasında bir gece geç vakit eve döndüm. Hay- ret!,, Amcamın odasında ışık vardı, Halbuki o çok erken yatardı, Bu zama- na kadar uyumamasının her balde'mü- him bir sebebi olacaktı, Maamafih bu işi i wirerek okumasına devam ettiz pek fazla merak etmedim. Çünkü kendi | derdimden başka bir şey düşünemiyor- dum, O gece belki de mühim kararlar verecek, bir takım çılgınca hareketlere kalkışacaktım. ,Gürülhü etmeden kendi odama girer- ken arocamın buna seslendiğini işittim. Odasına girdiğim zaman, onu bir sürü seki püskü zarflar, mektuplar, yaprakları artık sararmış, kim bilir hangi yıllardan kalına küçük küçük bir takım defterler arasında buldum. Amcam bana yanında yer gösterdi: — Gel, otur... Bu gece başıma gelen- leri dinle de, h. dedi. Amcamın yanına oturdum. O, eline küçük, eski bir defter alarak sordu: — Bu defteri görüyor musun? Bu, benim belki 50 sene evvel tuttuğum bir hatıra defteri... Bunun için vaktile ba- mmdan geçen bir aşkı günü gününe not #tmişim, Okuyayım da dinle... Birdenbire merakım arimıştı. Amcam benimle bir arkadaş gibi konuşur, genç“ Miğine mit birçok (hikâyeleri anlatırdı. Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No. 98 Samuel Rosen, valıt kaybetmesini #even insanlardan değildi. İşi halle- dilmişti. Mücevherleri iç ve dış ceble- rine doldurmağa başladı. Süha, ona takdirle bakıyordu. Bu iş nihayete erince, yahudi etra- #na mutad mütereddid bakışlarile baktı. Birşey unutmadığına emin ol. Muştu. Çantasını eline aldı. Çıkmağa hazırlandı. v — Yarın tekrar rahatsız edece Kim, değil mi?... Öyle emir buyurdu- Buz... Mücevheri teslim ederim, pe- Yazını da alırım. Delikanlı, dosten: — Hay hay... Yarın... - dedi, Baha, ağını bir düğmeye gö- Müt; bastı Kapı açıldı. Eşikte, iri uşak gö“ dü. Yüzü se |, hürmetkörane gülümsü- Yordu. Bu herifin bir katil olabilece. tire İhtimal verilemezdi. — Tom!... — dedi. — Beyefendiyi et Hatıra defterini evvel amcam şu ki mukı yi yaptı: — Bu gece canım sıkıldı. Çok eski > >. Ee ri 'avan arasın- , ar, ği vi “— İşin tavan arasına gm. Bu sandığı ken senelerdenberi görmediğim elime geçti. Şimdi, hâlâ böyle bir eri ne zaman tuttuğumu hatırla” mıyorum. Herhalde çok eski olacak... Belki yirmi yaşında iken, yani 50 sene evvel... Defterin ilk sahifesini okudum. | Şunlar yanıyordu: «Dün gece geç vakitlere kadar «O» nun penceresinin önünde dolaştım dur- dum. Lâpa lâpa kar yağıyordu, Fakat ben soğuğu hissetmiyordum bile... Per- deleri kapalı pencerenin önünde «O> nun gölgesini bile görmek bana dünya” | nın en büyük saadetini verebilirdi. Şim- di şu satırları yazarken daha iyi anlı yorum. Onsuz dünyada yaşayamam... | Onsuz hayat benim için tam manasile bir cehennemdir.» Amcam hatıra defterinin gelince durdu. Bana döndü; — Görüyor musun neler yazmışım... burasına varmış değil mi? Ne ise... Bu satırları okuduktan sonra kendi kendime düşün- meğe başladım. Acaba vaktile kendisin- den bu derece ateşli bir tarzda bahsetti- ğim kimdi? Hangi kadındı. Gece kar yağarken geç vakitlere kadar kimin pen- ceresi altında dolaşmıştım. Düşündüm, düşündüm bir türlü bulamadım. Haya- umda © kadar çok macera vardır ki hepsini birbirine | karıştırıyorum. o Aksi gibi defterde de bu sevgilimden hep | <O3 diye bahsetmişim. Başımı çatlatır- cana düşünüyor, in bu dakika ya nıp tutuştuğum kadının veya genç kızın | kim olduğunu bulup amıyordum. Belki defterde onun ismine raslarım di- ye okumağa devam ettim. İşte okudu- ğum satırlar: «Bugün bana karşı biraz soğuk dav randı. Bunun sebebini bir türlü anlaya- madım. Acaba niçin? Aklıma çok fena ihtimaller geliyor. “Eğer bir gün onu elimden kaçıracak olursam yaşamamın imkânı yoktur, Onsuz her türlü çılgınlığı göze alabilirim...» Amcam defterden birkaç sahife çe- «Dün onunla bir araba gezintisi yap- tik. Hayatımın sonuna kadar bunu hiç unutamıyacağım, Zaten ona ait hatırala- | rın en küçük teferruatından birini bile unutmak kabil mi?..> Nihayet amcam defterin şu son sshi- fesini okudu: «Beni bıraktı, gitti, Artık yaşamama imkân kalmadı.» Bunü oku- duktan sonra amcam bana döndü: - — Görüyor musun, dedi, defterin hiç bir yerinde bu bahs kadının ismi yok... Hep «O3 demiştim. Vak- | tile kendisi için en büyük çılgınlıkları yap- mağı düşündüğüm, batta belki de bu- dalacasına uğrunda hayatımı bile feda. | Şa vaz olduğum e kadan başi edi | hatırlamıyorum. Çok uzun bekârlık se- nelerinde tanıdığım birçok kadınla dü- şündüm. Acaba hangisi idi? Kendisin- den bu kadar ateşli bahsettiğim kim- di? Eminol hâlâ bunu bulamadım, Def- terin son sahifesinde artık yaşamıyaca- ği yazmışım... Bak bugün yetmiş ya- şındayım. Hâlâ hayattayım. Görüyor sun ya... Hayatta en büyük, en fırtınalı maceraları unutuluyor. Heri öyle Tini, saçlarının rengini bile batırlayamı- yormun. Bir de gençler hiç yoktan bir takım aşk maceraları yüzünden kendile- Nakleden : (Vâ - Nü) Adım teşyi etti, Ve: — İnşallah birçok işler daha ya pan... Sizden pek memnunum! - dedi. Uşakla kuyumcu dışarı çıkınca kâ- pıyı kapadı. Rosen'in kulak tozuna birdenbire bir darbe indi. Adamın yüzü müthiş bir korku ifâ- de etti. Sofada müthiş &ir çığlık koptu. Fakat bir sefere mahsus, kesik, kısa bir çığlık. Ama, burası öyle kuytu bir nok- tâydı ki başka bir yerden ses işitilme- si şüpheliydi. : Baha, sapsarı kesilmişti. Yazıhanesinin ârkasında kalktı, Eski mualtimin kalbi, büyük bir 17- rapla burkuluyordu. Cinayetin kur- banı acaba niçin böyle haykırdı? Hani gık bile demeden ölecekti? Sakın Burlett, Templetön and Cie tarafın- dan <«artiste diye gönderilen ketil, ayığı | alelâde bir çırak olmasın? En ustaca tanzim edlimiş plânların 1648 m. 182 Ke./s. 120 Xw Radyosu T.A. P. 317 m, p485 Ko/8 20 K. W. Pazar 18/3/1940 1240: Program ve memleket saat ayarı, 1135: Ajans ve meteoroloji haberleri, 1450: Müsik: Muhtelif şarkılar (Pi), 1830 - 14: Müzik: Karışık müzik (PI), 18: Program ve memleket saat ayari, 18,05 Müzik: Radyo Caz Orkestrası, 1840: (Umum! 'Terbiye ve Beden Ter- biyesi), 18,53: Serbes saat, 19,10: Memle- ket sant ayarı, ajans ve meteoroloji haber- leri, 1940: Müzik: Geçid konseri 5 kadın ve 5 erkek okuyucu sıra İle, Çalanlar: Ve- «ihe, Ruşen Kam, Cevdet Çağia, Kemal N, Seyhun, Fabri Kopuz, İzseddin Ökte, 20,15: Konuşma (Fen ve tablat bilgileri), 2030: Müzik: Saz eserleri. Çalanlar;: Re- Fahri Kopuz, 20,45: Müzik; Çalanlar - Ve- eihe, Ruşen Kam, Cevdet Kozan, 1 — Oku- yan: Müzeyyen Senar. | — Lem'i - Hüsey- nİ şarkı: (Zaman olur ki), — Dede - Uşşak şarkı: (Bİ vefa bi çeşmi bidatı, 3 — De- de - Uşşak şarkı: (Nazlı nazlı sekip gis der), 4 — Muzaffer İlkar - Hüseyni türkü: (Aşkımızda düğüm var), 2 — Okuyan: Sa- di 8. 1 — Yesari Asım - Hüzzam şa kı: (Ömrüm seni sevmekle nihayet bula caktır), 2 — Zeki Arif - Hüzsam şarki: (Ağladım ümltlerim), 3 — Halk türküsü: (Seherde ağisyan bülbül, 4 — Halk tür- küsü; (Sarı gülüm var benim), 21,15: Mü- zik: Konser takdimi - Halli Bedi Yönet- ken. Radyo orkestrası (Şef: H. Ferid Al- nar). 1 —Grötry - Motti: Balet Sulti, 2 — 1. Cherubini: LES DEUX JOURTTES ope rasından uvertâr, $ — Vivi Comal Erkin: Konçertine (Piyano ve orkestra için), So” list: Bestekâr, 4 — 1, Sizarinsky: Zenci Küçük Süit, 22,15: Memleket saat ayarı, ajans haberleri, ziraat, esham - tahvât, kambiyo - nukud bormam (flat), 22,30: Mü- zik: Bir (PL), 23: Müzik: Caz- band (Pl), 2325 - 2330: Yarınki program ve kapanış. ö Abone ücretleri Türkiye Ecnebi 1400 Kuruş kuruş 1750 SENELİK 6 AYLIK 3 AYLIK 400 » İAYLIK 150 Posta Jtlihadına dahil olmıyan ecnehi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Ti 460 200 Telefonlarımız. Basmuharrir: 20565 — Yazı işleri: 20765 İdare: 20681 — Müdür: 20497 Safer $ — Kasım 152 8. İmsak Günes Öğle İkinci Akşam Yatsı E. 1009 sw 977 120 131 Va. 428 6071222 1546 ,19 1949 Yântehare: Babıdli civarı Acımusluk sokak No 13 rini üzer dururlar.» Amcamın bu garip maceram o benim #çin iyi bir ders olmuştu. Hakikaten ha- yatta unutulmayacak, iyi olmayacak bir aşk yarası olmadığını anladım. Zehrayı unutmağa karar verdim. Çabucak da unuttum. Şimdi ne zaman aşk yüzün. den bir ümidsizliğe düşsem amcamın macerasını ve 'onun sözlerini düşünür, kendimi avuturum.. Hikmet Feridun Es allak bullah edebilir; bütün kombine- sonlar hapı yutabilir, acaba öyle mi oluyordu? Neydi bu Tom'un yaptığı? Aman Allah! Bu haykırış... İki cani — Baha İle Süha — korku içinde biribirlerinin yüzüne baktılar. Ortalıkta bir mezar sükütu hüküm sürüyordu. Bereket versin, haykırış tekerrür etmedi. Bakınız, ne olmuştu? Yahudi, kendini, solânın yanı ka- ranlığı ortasında bulunca, mutad iti- maâdsızlığı ile etrafına ve kendini teşyi eden usağa bakmıştı, Bu âni hareketi sayesinde müthiş birşey gözüne İlişti: Uşak, kolunu keldiriyor. Boynuna bir kemend geçirmek üze. re bir harekette bulunuyor! Kendisini - boğücağı, (gözlerinin korkunçluğundan belli, İşte, bu bedbaht adam, bu manze- ra karşısında o korkunç feryadı ko- parmış Ve can havlile, cebinden tabünca- sını çıkârmak teşebbüsünde bulun muşlu. Ceketini yırtarcasına aran- muşt. Âdeti olduğu üzere kemendin der- Genç erkek kalklı, Eezirgâm bir iki | tatbikinde en ufak bir mai, herşeyi | hal boğanıyacağını Sanlıyan““Tom ni .feye düşman olmuştu. Tefrika No. 10 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Ülema meclisinin müzakeresi hayli hararetli olmuştu, Sul. tan Mehmed o gün bu işin kati surette hallini istiyordu Halife Nasreddine gelince, (1179 M.) yı- Uundanberi Bağdad tahtında oturan halife Nasreddinin bütün emeli Harzemlileri yık- mak ve hududlarının büyümemesi, nüfu- temeldi. Fakat, civardaki sultanları kışkırt- maktan da biran geri durmazdı. Hicretin üçüncü asrındanberi İranda Ta- hiri, Samani, Diyaleme, Selçuki hükümet- deri sara ile sönmüştü. Hakikatte, bu sülâ- lerinin hükümdarları, Bağdad hallfesini natlarını haklı göstermek içindi. Abbas ha- | Wfelerinm buralardaki nüfuzu, yalnız hat | belerde isimleri okunmak ve sikkeler üze- rinde isimleri bulunmaktan ibaretti, Abbasi halifeleri, bilhassa Selçükiler zamanında, | payıtahtlarına bile hlikim değillerdi. Bağdad kaç kere hücuma uğramış, hilâfet kaç ke- | re yıkılmak tehlikesi geçirmişti. İran Selçukileri, Irak'ı Acem) de ka- hınca, son beyleri (Tuğrul zamanında anarşiye düşmüşlerdi. O zaman halife Nâ- sr bu vaziyetten istifade ederek, bu kom- $u devletin İnhilâlini tacil edecek vasıta- lara başvurmaktan ve dahili ihtilâller çi- kartmaktan geri durmamıştı. Halife Nâsreddinin ümidi şu idi: İran Belçukileri izmihlâle uğrarsa, halife, bu Gi- kenin kısmen kendisine kalacağından emin bulunuyordu. Halbuki, Nüsreddin, inhilâl | ettirdiği bu devletin harabeleri üstünde, bu defa kendisi için daha tehlikeli yeni bir hükümet görmüştü. Bultan Alâaddin Meh med, Harzem tahtında, babasina halef olunca, az zamanda büyüyen Harzem dey- leti şimdi yalnız Bağdadı değil, Hindistanı bile tehdide başlamıştı. Halife Nâsıreddin artık her yere başvu- ruyor, sultan Mehmedi içinden vurmağa çalışıyordu. Bultan Mehmed (Kazvin) de bulduğu milletleri ve beyleri birbirine düşren hali- Artık, yeni Harzem sultanı kendisini es- ki Selçuk sultanlarından ve Bağdad hali- felerinden daha kuvveti görüyordu. Bağ- dada bir vali göndermek, ve gamını hut- belerde okutmak istiyordu. Onun İçin, Bağ- dadı zaptetmek güç bir iş değildi. Fakat o, bu emelinin sulhan da tahakkuk edece- Binden emindi. Bağdada gidecek orduyu hazırlamakla beraber, ordu yola çıkmadan, bü taleplerini halifeye bildirmek üzere, emin adamlarından Kad Ömeri Bapdada göndermişti. Kadı Ömer, Buğdada varınca, halifeye: «— Bultan Mehmedin taleplerini kabul etmezsen, yakında dört yüz bin kişilik bir orduyu Bağdad önünde bulacaksın!» diye- SOrduraml ibşünd ek geçeceğim...» Bağdada giden Kadı Ömer, natuk ve akın bir adamdı, Fakat, halifeyi kandıra- mamıştı. Bağriaddan çabuk döndü ve Nâsi- reddinin verdiği cevab: aynen sultan Meh- mede söyledi. Halife, sultan Mehmedin hiç bir leklifi- ni kabul etmemiş ve Kadı Ömere şu cevabı vermişti: «— Vaktile Selçukilere sultan ünvanı, ha- fel islima yaptıkları hizmet üzerine ve- rilmişti. Halbuki, sultan Mehmed bu namı kendi kendine aldı. Şimdi de halifenin iş- Terine karışıyor. yaşadığı büyük Ülkelere doymayarak, halifenin memleke- ' tine güz dikmesine tasecüp ediyorum. Biz da, koca bir mandayı bir hamle de kahretmek kudretindeki yaman yumruğunu onun kafasına indirmişti. Neticenin alınması için iki saniyeden fazla bir zaman icab etmedi. Zavallı yahudi, bağırmak kudreti. ni bile kaybetti, Kollarile havada bir daire çizdikten sonra, baygın bir hal de yuvarlandı. Fakat katil, onun yere düşerek gürültü çıkarmasına mâni olmak için gövdesini yakaladı. Şimdi artık Burlett, Templeton #nd Cie'nin adamına, vazifesini sakin sa- kin görmek imkânı kalıyordu. Alışkın | bir hareketle, ilmiği kuyumcunun gırtlağına geçirdi. Dizini göğsüne bastırdı. Bir dakika müddetle sıktı, sıktı, bütün kuvvetile sıktı... İçerde, ikl cürüm ortağı, heyecanla bekliyorlardı. Korkularından nefes bile alamı- yorlardı. Feryadın tekrarlanmadığına kani olunca, titreyerek ilerlediler. Kapıyı araladilar, Sofaya baktılar, z İşte o zaman her işin neticeye var- dığına kal! oldular, Tom, ayağa kalktı, Aynaya, sükün içinde baktı. Ablak çehresinde, memnuniyetini oİfade eden bir tebessüm belirdi. İş, bir dakikanın içinde cidden ni- hayetlenmişti. herkesle dost olmak niyetindeyiz. Sultan Mehmed, her şey yapabilir. Fakat, onun nüfuzu Bağdad surlarından içeri giremez!» Sultan Mehmed bu cevap karşısında ha» reketaiz N — Dört duvar içime sığınmış olar halife Nâsıreddin artık islâm dünyasına hükme- demez. Dedi. Halifeye Türkân hatun da muğ- berdi. Oğluna gelen bu cevap Üzerine, Ki- dı Ömere: -— Başını vurmadan gönderdiğine şükret, dedi, Nâmreddin bizim soyumuza düşman- dır. Eibetie günün birinde ona da haddi- ni bildirmek sırası gelecektir. Valide sultan, oğlunu balife üzerine yü- İ rimeğe teşvik ediyordu. Sultan Mehmed, Bağdad: fethedersa, memleket içindeki mezheb ihtilâfları da nihayet bulmuş ola- caktı. Halife Nâsireddin boş durmuyor, en uzak islâm ülkelerindeki ülemayı bile sul- tan Mehmed aleyhine kışkırlıyordu. Tür- kân hatun bunları bildiği için, oğlunun halife hakkında gösterdiği şiddet ve hid- deti yerinde buluyordu. Kadı Ömer bu haberi getirdikten sonra, sultan Mehmed ülemayı topladı. Semar- kand sarayında büyük bir meelis kuruldu. O gün Türkân hatun da bu mecilste yer ai- mulşi, Sultan Mehmed ülemaya sordu «— Hazreti Muhammedin dinini neşir ve onun düşmanlarını mahveden bir sultan, ki halileyi indirerek, yerine da» ha ehil bir halife getirebilir mi? Bu suale kolay kolay (evet veya hayır) denemiezdi.. Ülema arasında müzakereler, münakaşalar başladı. Sultanı Mehmed işi kısa yoldan hallet- mek istiyordu: «— Bilhassa halife olmak hakkı Âli Hü- seyine widdir. Abbasiler o hakkı gasbet- mişlerdir. (Halife müslimin) isim hu- dudlarını muhafaza etmiyor, Uâyi ketime- tullah için harbe girmiyor. Emevi halife. lerinin gösterdikleri kahramanlığın yüzde bir derecesini bile Nâsireddinde görmüyo- ruz. Böyle bir halifenin vücüdile ademi vü- cudü müsavi değil midir?. dedi. Ülema meclisi, sultan Mehmedin bu söz- leri üzerine heyecana gelerek: — Hakkın var, dediler, bu ahval tahak- kuk edince, onun halilelikten indirilmesi caizdir. Halife, kendinden ziyade ümmeti Muhammedi düşünmeğe mecburdur. Ülema meclisinin müzakeresi hayli ha- raretli olmuştu. Sultan Mehmed o gür bu işin kati surette hallini istiyordu. Kadı T de Bağdadda gördüklerini ve işittir- lerini anlatınca, Ülemaya kanaat geldi: - Böyle bir halifenin önünde boyun eğüemez. Onu halifelikten indirmek ve ye- rine ehli birini getirmek lâzımdır. Diye fetva verdiler. Sultan Mehmed bu fetvayı aldıktan sonra ülema meclisini tat- lıkla dağıttı. O gün, müzakere esmasın- da ülemadan birinin: — Acaba, sultan Mehmed halife olmak mı istiyor? Sözüne; — Benim halifelikte gözüm yok, Ben sa- dece ehli islâmın haline acıyorum ve bali feliğe, muktedir birinin getirilmesini arzu ediyorum. “ Diye cevap vermişti. Sultan Mehmed bu sözünde durmuş olmak ve böyle dedikodu- Yara meydan vermemek için, derhal annesi Türkün hatunla konuştu. Sultan Mehmedin, gerçekten, halifelik- te gözü yoktu. O zaten halifenin ancak ya Âh Müseyinden ve yahut Al sülülesinden birinin olabileceğini biliyordu. Türkün ha- tun, oğluna güzel bir fikir verdi: — Alevilerin en İleri gelenlerinden Seyid Alâilmelik halife olmağa lâyıktır. Onu ha- Tfe ilan edersen, bütün islâm âlem! ken- disini halle. olarak tanir ve huzurunda eğilirler. (Arkası var) Şirket, bü adama, tevekkeli değil; «artist demiyordu. Hem de iş pek temiz bir şekilde hailolunmuştu. Bir damlacık olsun kan akmamışlı. Gerçi cinayet kurbanı müthiş bir feryad koparmıştı. Fakat bu feryad da her tarafı Kapalı olan sofada bo- gulup kalmıştı. Bina şeddadi kâgir bir yapı idi. Beton erler gibi ses, bir taraftan öte tarafa aksetmezdi. Esa- sen şirketin mes'ul ve salâhiyettar şahsiyeti, bu hususiyeti dolayısile, otelin bu üst katını seçmişti. Hem, kalabalıkta kimin girip çıktığı beli olmiyacak, hem de ses işitilmiyecekti. Sadik uşak Nikola, kapıda bekli- yordu, Merdiveniçrde birinin bulunup bulunmadığına kanaat getirecekti. Hiç, hiç kimse, işin farkına varama. Bir müddet daha kulak kabarttı. Çığlığı duyarak «Nedir?» diye ge Jen yoktu. Binâenaleyh, rahat bir nefes aldı. Şimdi, kala kala, cesedi ortadan kaybetmek kalıyordu. Bu da, çocuk oyuncağı kadar basit bir mesele, Artist ve arkadaşları, bir zabıta romanı muharririnden fazla eniri- kalar bilirlerdi. Hem de Vâfla değil, Hepsini tatbik etmişlerdi. (Arkas war)

Bu sayıdan diğer sayfalar: