20 Mart 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

20 Mart 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ahmed Nemi şömüineye iki çdun tan sönra pencereye yaklaştı. Daşat pa lâpa yağan kara bakla: — Ne yağıyori.. Ne yağıyor!.. dedi. Geniş koltuğuna gömüldü, piposunu ateşlerken evinde rahat ve hayatta son derece mem- Dun bir adam tavrı vardı. Bir aralık gülüm- sadi. — Bu şiddetli kar bana bir kadının ağ- zından dinlediğim meraklı bir aşk hikâye- le... Biliyorsun ya el uzun bir seyahat yapmıştım, Yolum Birleşik Amerika devletlerinin ©e- nubuna kadar uzandı. Burada Teksas eya- letine uğradım. Kovboyları ve uçsuz bucak» $ız çiflikleri ile meşhur olan bu yerde epey- & kaldım. Seyahate çıkarken Amerikalı dostlarımdan buradaki bazı kimselere gö- türülmek üzere bir takım mektuplar almış- tam. İşte bu mektuplar vesilesile yeni gel“ diğim yerde birçok ahbaplar, yeni dostlar peydahladım. Çabuk kuynaştık, Amerikalı ların bize berziyen birçok tarafları vardı. Meselâ onlar da bizim gibi gece yatıs mi- aafirliğine gitmek âdetleri. Bunun için ye- ni ahbaplarımla günden güne pek samimi yerdik. Bir gece bir yerde toplanmış, şuyorduk. Bir aralık genç kadınlardan ühim, meraklı birşey hatırla” miş gibi âdeta heyecanla atıldı bana sor- du — 8iz Mixiş Davise ile tanıştanız m?. Gülümsedim Hayır. madım. Ba sörüm üzerine odadakilerin hepsi - Yam... dediler, o halde büyük bir fır- sat kaçırdınız... Misis Davis'in meşhur bir aşk hikâyesi vardır. Bu hikâyeyi herkes onun ağzından Ginlemiştir. mkü önüne gelene anlatır... Hem de bu aşk nerede geç- miştir bilir misiniz?.. İstanbulda. Aman sizi onunla tanıştıralım... Dostlarım faaliyete geçtiler günü Misis Davis'in Bu çok büyük ve zengin bir çiflikti. Misis Davis bembeyaz saçlı, gözlüklü bir kadındı. Bana onur elli beş yaşında olduğunu söy- lemişierdi, fakat yaşından çok daha ihti- yar görünüyordu Beyaz saçlı kadın içinde büna sordu — İstanbuldan mı geliyorsunuz a oradan mı? dim. İstanbuldan... 'ecanımı Zaptedemiyormuş gi- yıkılırcasına. oturdu. aber gelen misafirlerder ve Beni ertesi hayret ve heyecan Haki” bi- — İşte, dedi, karşınızda İstanbuldan gel- miş bir misafir... Raki hatıralarımızı, İstan- bulda geçeti güzel günlerinizi tazelemek için size güzel bir fırsat. Aksaçlı kadın bir aralık kanapesinde doğ- rularak bana İstanbulda gayet İyi en ismini söyledi, sonra da: diye sordu. Evet... dedim, gayet iyl tanırım... Çok | Ayi dostumdur... Artık onun heyecanına hiç diyecek yok- tu. »u fanıyorsunuz... Aliyi tanı- Nasıl eskisi gibi çok güzel, $0X yakışıklı bir erkek değil mi?.. Bski balini bilmem.. Fakat şimdi dos- Sum AN altmış beş alimışaltı yaşında. Biraz ihtiyariad:... Gene eskisi gibi kömür kadar kara saç- darı var değil mi?... Gülümsedim — Ne münssebet?... Başında tek tel saç kalmadı... Kafası bilârdo topiarına döndü... Pırıl parıl Misis Davis bu sözlerimi işitince yıkılmış bir saray harabesi karşısında imiş gibi esef- lendi: — Vah vah. dedi, ne güzel erkekti. çok yazık olmuş. Yüzü çok değişti demek.. Vü- cudü eski Yunan heykellerine benzerdi. Gene öyle mi?.. — Maalesef şimdi çok şişman. Zanne- | derim 98-99 kiloya çikti... Bilmem esk! Yu- nan hâyeklleri arasında böyle şişman olan- Jarı var mudır?... Misis Davis eski ve tatlı biz hayale dal. muş gibi: Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No. 100 Genç kız, sokağa baktı ve uşakların bir bavulu bir otomobile yüklediğini gördü. 7 Sonra, geniş bir palto giymiş kelle kulak yerinde bir ecnebi ayni kapıdan çıktı; ayni otomobile bindi. Araba hareket etli, Genç kız, bütün bu macerayı, pen- tereden seyretti, Artık Bikâye nihayete ermişti, Bütün bu hâdise bir çeyrek kadar sürdü. 'Tam o esnada, deminki asabi ve pe- rişan Nikola, hareketleri tamamile ta- billeşmiş olarak oda kapısında belirdi. — Hanımefendi! Sühi bey sizi bek- liyor. Lütfen benimle beraber | geli- » dedi Ve ilâve etti: — Bizi beklettik efendim... Küçük beyefendi meşgul olduğu için boş ye- Te vaktinizi kaybettirdik. Az daha bir kaza çıksenktı, Biri düştü. Baca- $I acımış, ba . Beyefendinin ah- baplarından biri... Atinaya gideceği &ırada az kalsın kaza çıkacaktı. Kaz, lâkaydlikle; — Ya... - dedi. © — İşittiğiniz feryad oydu. dedim, manlesef henüz tanişa- giliğine götürdüler. | a ava Mi... Ne güzel, ne ya» erkekti... diye mırıldandı Biraftan etmeleri üzerine öv sahibi kimbilir olarak -bu sefer de benim için- — Bundan senelerce evvel... O saman he- sayılırdım. Tevazü olsun di- aralık bastalandım. Asabım bozuldu. Dok» torlar seyahat tavsiye etiler. Hemen yola İstanbula kadar uzanacaktım. Ora- Arkadaşinrım beni rıhtımda karşıladılar, Hep beraber otele gittik. Mevsim sonbahar- dı. Gezip tozmağa başladık, İstanbul o de- rece hoşuma gitmişti ki, bir türlü oradan ayrılamıyordum. Seyahate çıkmadan evvel İstanbulda iki hafta kalmağı düşünüyor- dum. Halbuki dört ay geçtiği halde bu gü- zel şehirden ayrılamıyordum. Zaten kış da gelmişti. Arkadaşlarım çok garip ruhlu ka- dınlardı. Bir kış günü buram buram kar yağarken bana — Biz, dedller, şehirden uzakla yayel güzeli manzaralı bir sayfiye biliyoruz. Vakıf herkes oraya yazın gider amma biz oranın kışın karlı, manzarasın) tercih ederis. He- le çamlar kar aitinda ne kadar güzel olu- yor... Orada bir otel var. Gidip bir iki gün kalalım, Kalktık. Gittik. Şehirden hakikaten çok uzakta bir yerdi. Dedikleri gibi manzarası fevkalâde İdi. Lükin otelin önüne gelince saşırdık. Çünkü otel kapalı J4i, Sorduk: — Otel yazın açıktır. Kişın kapanır... de- diler. Ne yapacağımızı şaşırmıştık. İşte bu esnada büyük bir konağın üzerinde bir lev- | ha gözüme işti. Bunda «Pansiyon. kelime- &nl okuyunca dünyalar bizim oldu. Arka- daşlarım Tuhaf ş0y.. dediler, buralarda böyle bir pansiyon yoktu amma... Girelim baka- hm... Içeri girdi. Burası hakikaten garip bir yerdi, Bir pansiyondan Ziyade hususi bir evi andırıyordu. Bizi üç genç adam karşıladı. Hemen yukarı çıkardılar, Sobaları yaktılar, Tubal şey.. Pansiyonda bizden başka da müşteri yoktu. Maamafih bu garip macera hoşumuza gidiyordu. Orada kalmuğu karar verdik. Pansivondak! genç adamlar bize nasıl hizmet edeceklerini bilmiyorlardı, He- 1e bunlardan biri bana dehşetli iltifat edi. yordu, İsmi Ali idi. Pansiyonda bir gün Kaldık. Ertesi günü garip birşey nazarı dik- | katlmizi celbetti. Kapının yanındaki «pari- siyons levhası kaldırılmıştı. Daha ertesi gü- nü büsbütün tuhaf birşey öğrendik. Bize hizmet eden üç genç adamin da ayrıca hiz- metşileri vardı. Bunlarda yemek yerken fİ- lân onlara hizmet ediyorlardı. Üç erkek için- de en fazla beni alâkadar »den Ali idi, Ona daha viyade dikkat ediyordum, Çok kibar bir erkeğe benziyordu. Hele bana karşı mu- amelesi Adeta bir Aşıkı andırıyordu. Nihayet bir gün bana karşı duyduklarını anlattı ve en sonunda da — Size garip birşey de söyliyeceğim, de- di, Biz pansiyoncu fin değiliz... O günü 2i- zin otelin önünde konuştuklarınızı işittik. «Otel kapanmış, şimdi ne yapacağız.e dedi- Einizi duyduk. Sizi burada misafir etmek Için hemen ve çabucak bir mukavvanın Üs- tüne «pansiyon» kelimesini yazıp kapının yanına astik. Bize sanki hakikaten panasi- yoncu gibi hizmet ettik. Arkadaşlarıma bu fikri veren ben oldum. Alinin bu şeytanca zekâsi, bu garip ma- cera pek hoşuma gitmişti. Onun siyah saç- Tarini okşadım, Bütün bir kış bu yalancı pansiyonda kaldım. Arkadaşlarım şehre döndüler. Karın tipa İâpa yağdığı günlerde © koca köşkte ne şairane günler geçirdik, | Zavallı Ali.. Demek o siyah saçları lama- mile döküldü ha?.» Bikmet Feridun Es m ——— Şişli Halkevinden: 1 — 22 Mart Cuma akşamı saat 21 de Halkevimizde profesör operatör Kâzım İs- mall Gürkan tarafından (Güneşin #hhi kıymeti) hakkında mühim bir konferans, 3 — Gençler tarafından da bir temsil ve- rilecektir. Herkes gelebilir. Nâkleden : (Vd « Nü) — Ben feryad faları duymadım. Zihninde bir plân hazırlamıştı. Kalbini birçok şüpheler burkultu- yordu. Düşündükçe gârip bir maceranın | içine duldığını anlıyordu. Belki de bu, bir faciaydı. Amma nasıl macera? İki sevgili karşılaştılar. Genç kız, Sühaya dikkatli baktı. Delikanlı gülümsemeğe çabalıyor- sa da, henüz heyecanı geçmemişti. dikkatli bir göz, titrediğini farkedes | bilirdi. Metresini görünce: — Sen ha?... - dedi, - Peki amma, | bu saatte, burada ne âryorsun? | Sesi munis olmakla beraber, derin- den derine endişe, hattâ hiddet ettiği anlaşılıyordu. Kiz: - Seni râhatsız mı ettim? - diye sordu. — Hayır, hayır. Öyleyse?... Gelâiğime memnun- musun? — Ebet... Gir içeri... Genç kiz, «gir içeri» sözüne dikkat SN RZe) Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1648 m. 182 Kc./8 Ankara Radyosu T.A. P, 317 m. 9465 Ko/s Bü K. W. ÇARŞAMBA 20/3/940 Türkiye saatile 12,30 Proğram ve memleket saat ayan, 1245 Alans ve meteoroloji haberleri, 1280 Müzik: Muhtelif garkılar (PL), 13,30-14 Mü- gik: KÜÇÜK orkestra (Şef: Necip Aşkın), 1- Jaa Grit: Çiçeklerin güzeldi (Vals), 3- Mendelseohn: Sözsüz Romans (No. 20), $- Leopold; Hungarya (Macar Fantezisi), 190 Kw 18 Program ve memleket saat ayarı, 18,08 Müzik: Çalanlar: Vecihe, Refik Fersan, Fahire Fersan, Cevdet Çağla, 1— Okuyan: Radife Erten, 1- İshak Varın - Süzinak şar- kı: (Bir gün geleceksin diye), 2- Refik Fer- san - Suzinak şarkı! (Canım kimi isterse), $- Rakım - Uşşak şarkı: (Silmesi bir gün), 4- Arif bey - Uşşak şarkı: (Saki yetişir), 2— Okuyan: Mahmud Karındaş, 1- Türkü (Sa- rardım ben sarardım), 2. Türkü: (Akşam olur kervan iner), 4- Türkü: (Dağlar da- gımdır benim), $— Okuyan: Semahat Öz- denses, 1- Sel, Pınar - Hicaz şarki: (Amla- dım #evmiyeceksin), 2- Refik Persan - Hi- caz şarkı: (Geçti rüya gibi), 3- Türkü: (Sn- rı gülüm var benim), 1855 Gerbes saat, 19,10 Memleket saat syan, ve mete- oroloji haberleri, 19,30 Konuşma (Diş poli- tika hâdiseleri), 1945 Müzik; Fasal heyeti, 2030 Temsil: Muhtarın kızı, yazan: Orhan Bürçe, 21 Serbes saat, 21,10 Konuşma Olaf- talık posa kutusu), 2130 Müzik: Riyaseti- omur bandosu (Şef: İhsan Künçer), i- Rapu! Laparra: Pasco (İspunyol dansı), 2- J. Mayan: Serenade Romantigue, 3- Mas- #enet: Birinci örkestra sulti, 1- Pastorale et Fugue, 2. Variatlons, 3. Nocturne, 4. Marehe et Stzetta, 22,15 Memleket saat aya» rı, Ajans haberleri, ziraat, osham - tabvilAt, kambiyo - nukut borsası (fat), 2235 Mü- xik: Carband (PL), 2325-2330 Yarınki pro- ram ve kapmış. AKŞAM Abone ücretleri Türkiye Ecnebi 1400 Kuruş o 7700 kuruş Mw. » MS0 » 400 , 209 » 50 » — > SENELİK 8 AYLIK $ AYLIK 1 AYLIK “Posta itihadına dahli olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1800, üç aylığı 1090 kuruştur. Telefonlarımız: Başmubarrir: 20565 — Yazı işleri: 20765 Tünre: 20681 — Müdür: 20497 Safer 19 — Kasım 134 B. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı 3 1143 600 986 1200 işi 604 1547 1821 1951 civarı Acımusluk sokak No 13 k Sişli Halkevinin teşekkürü: Şişli Hal- kevi Sosyai yârdım büyük komitesi tara- fından 15 Mart Cuma akşamı Maksim sa'0- unda verilen gece eğlencesi fimidin fer- kinde üç bin liraya yakın halat temin müştir. Büna mukabil bütün masraf yüzde ondan ibarettir. Bu meblâğia her gün s- cak yemek verttmek suretile iaşe edilmekte olan Şişli civarındaki İlkokulları de öden yardıma muhtaç 400 taleberlin elbise ve ayakkabılarının yapılmasına başlanımıp- tir. Bu gece eğlencesine bir menfaat muka- bili olmıyarak iştirak eden bayan Safiye ve arkudaşlarilea Maksim, Parkotel, Tokat- layan, Londra, Turan, Florya, Stüdyo, Ay- ten, Sadi ve Ambaâsadör #alonları artist ve müzisyenlerine bilhassa teşekkür ederi. Büyük salona gözlerini gezdiriyor. du. Burada değişmiş hiç bir şey « mamasından dolayı hayrete düşmüş gibiydi. Buradan bir seyyahın gittiğine, hut deminki yahudinin girdiğine dâir iz voktu. Süha! — Aradığın ne? - diye sordu. — Ben mi? Hiç... —E? — Bakıyorum... Demin burada kim vardı? — Dostlarım... tılar, Pes — Halinde niçin değişiklik var? Sana dostlarımla konuşacağımı lemiştim ya... — Doğru... Az kalsm unutacak- tım... Bir yere çıkacak mısın? — Hocamla bir yerde yemek yi ceğiz. — Rahatsız olmanı istemem... Na- sıl isterseniz öyle yapımız.. — Niçin geldin? Anlat bakalım. Ergeğin sesi, mahsüs derecede düzel- mişti, Genç kızm itimadı yerine ge Mf gibi olduysa da birdenbire zihni gene çelindi, — Niçin geldiğimi anlatacağım... Fakat sonra... — Şimdi söyle... — Şimdi istemiyorum... Sana veri- Şimdi hemen çık- Tefrika No. 12 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN sır, Azrâdan ümidini kesmümişti, bir takım büyülerle Türkân hatunu kandırıp Azrâya kavuşturmağa çalışıyordu n vurma siyasetine yakından vakıf olan Türkân hatun, Fars ve | Azerbaycan beylerinden de şüpheleniyordu. | Fakat, bunlar hakkında oğluna birşey söy- lemek ve onu yolundan alıkoymak isteme- di: — Tanrı yardımcın olsun oğul! Semer- kandı ben idare ederim. Gerisini merak et- me. Ve, sana her zaman dediğim gibi, bü- tün müslümanları birib düşman et- mekten zevk duyan halife Nasıreddinin ba- w koparılncak bir müfstd olduğunu unut- ma! Diyerek oğlunu ve ordusunu uğurladı Soltan Mehmed, Oğulmuş Bahadirin ölüm haberini aldıktan sonra, Sererkandda da- ba fazla kalamazdı. Halife Nasıreddin, Bağ- dad önlerinde konaklıyan orduyu &htüâle | verip dağıtabilirdi. O, Bağdadı, her ne ba- hasına olursa olsun fethetmek azmile yola | çıkmıştı Türkân hatunun bir oyunu | Gıyaseddin, babusuun errile Buharaya gideceği gün Türkân hatunu ziyaret ede- rek — Benim en büyük hamim sizsiniz, dedi, | babamı beni Semerkanddan uzaklaştırıyor... Bunu biliyorum. Fakat, bu tekmenin ner- den geldiğini bir türlü anlıyamadım. İ Türkün hatun, torununu teselli ediyordu: — Baban, Oğulmuş Bahadırın ölümün- den çok mütetssirdir. Şimdi ona bir Şey söylenmez, Senin için yapılarak şey, ken- disine Haatta kusur etmemektir. Bu suret- le her zaman babanın teveccühünü kaza- nabilirsin, yavrum * Giyaseddin büyük annesini çok sayar, Türkün butun da torununu çok severdi, | Genç ve zeki şehzadenin bir derdi daha | vardı. — Semerkanddan ayrılıyorum, büyük neceğim! Fakat, aklım, kalb am burada kalıyor. Diyerek. Türkân hatunun dizlerine ka- pandı — Ben, Azrâyı çok seviyorum. Buharaya onu da beraber gölürmek niyetindeyim. Ne ölür, onu bana bağışlasanız Türkân hatun herşeyi biliyordu: — Azrüyı sevdiğinden haberim var, yav- rum! Fakat, ben onu senden önce vezir Nâ- sira vedelmiştim. Sana hediye edersem, o | gücenir.. ve bu yüzden aranız açılır. Seni onunir bozuşmaktarı kurtarmak için bir ça- re buldum: Madem ki, İ Kimseye sezdirmeden el, gö haraya Gıyaseddin bunu düyunca Türkân hatım, çok sevdiği torununa âci- yordu. Azrâyı vezir Nâsıra vermektense, böyle yakışıklı bir şehzadeye hediye etmek elbette daha iyi olurdu. Valide sultan: — Gıyasi dedi - Onu büradan sen ka- Çırmış ol, Fakat, vezir Nâsır bana müracaat | #dersp, Azrâ kaçmış amma, kiminle ve ne- | reye gittiğini bilmiyorum derim. Mesele bu suretle kapanıp gider, Sen de sevgiline ka- vuşürsun? Bu işi böylece bitirmeğe karar verdikten sonra, Gıyaseddin muhafırlarile şehir dişi | ha çıktı. emin ve sadık adamlarından biri- ni saraya gönderdi. Azrâ, Türkân hatun- dan aldığı talimat üzerine hazırlamıp bah- çeye çıkmıştı. Akşam üstü ortalık kararın- f ca, Gıyaseddinin adamı. Az Be- | hir dişina çıkardı. Gıyaseddin, niçin bekle- | diğini soranlara: — Atlem geliyor, diyordu. Azrâ gelince kervan kalktı bu suretle sevgilisine kabuşi lunu tutmuştu. Türkân hatunun oyunu şeytanın bile ak- bna gelmezdi. O, bem torununu sevindirmiş, hem de eski kölesi olan vesirini gücendiz- memiş oluyordu i Giyaseddin yolda giderken Azrâya sordu: | — Benimle beraber Buharaya gideceğini kimseye söyledin mi? lecek izahalım var... Bunun için de zaman lâzım... Acelem yok — Ne yapacaksın şimdi? Annemin yanına döneceğim... Anneme dair konuşacaktım... Ahva- linde bir sukut olduğunu hissediyo- Tum, — Kederli görünüyorsun. — Evet... Annemden dolayı... İçis me öyle doğuyor ki ölecek... Belki de birkaç hafta, birkaç gün içinde.. — Kurtülursun... Kendi de kurtu- Jur... Soğukkanlılıkla düşündüğün takdirde bana hak vereceksin... İs- tersen bir doktorla görüş. — Bizim oralı dokfor gelip baktı amma neye yarar... Hakkın var; | Ölüm, onun için bir kurtuluş olacak- tır... Hepimiz için de... Erkek, birdenbire: — Nen var?..; - diye sordu... tuhâflığın var. — Bir şeyim yok... Fakat seni ra- hatasız ettiğimi anlıyorum... Çok işin olsa gerek... Gidiyorum... Erkek, genç kadının ellerini heye- canla yakaladı” Kendine doğru çekti, Gözlerinin içine bekti. Dedi ki: — Yalan söylüyorsun... Sakladığın bir şey var... Ben seni anlamaz mi Bir yım?... Haydi... Söyle... Nedir? Kız, titriyordu. li ME ilem Hayır. Türkün hatundan başka kim- se bilmiyor... — Büyük annemin bu iyiliğini ölünceye kadar unulmıyacağım. Azrâ! O olmasaydı, birleşmemiz kabil olmıyacaktı. Siz isteseydiniz, gene mümkündi — Nasıl olurdu? Büyük annem seni ba- ma vermeden. Ordan habersiz de kaçabilirdim aize. — O halde neden yapmadın şimdiye ka- dar bunu? Bizden çekindim... Ya kabul etmekte tereddüd ederseniz. Ben tersi yüzüne na- dönebilirdim?. Seni deliçe severken, kapımdan geri çevirmek. Hayır, bu Eiümkün değildi, Azrâl Neyse, bırakatım bu JAflan şimdi Sana birşey soracağım: Ağabeyim Rükneddinle bir yerde konuştun, tanıştın mı? Bana doğ- rusunu söyle.. Benden birşey saklama! Valide sullanın zeki cariyesi birdenbire sendeledi. Hakikati söylese, belki de iki kar» deşin kanlı bıçakiz olmasına sebep ola- caktı Süküt etse, mânasız bir şüphe altında ka- üze gelmedim, dedi, fakat onun »k hoşlandığını zannediyorum. rden biliyorsun menizin eski bir emektarın- dan duymuştum. — Benim duyduğuma göre, Rükneddin seni soriyormuş. Fakat vezir Nâsir seni onun elinden kurtarmış. — Kendisine slıkoymak Için olacak. Evet amma.. Büyük annem onlardan daha kurnaz çıktı, Seni gizller hedi- ye etdi. Arayan olursa, senin izini kimse bulamıyacak Ve Kulağına eğilerek Hüve etti: Sakın, Buharaya gittiğimiz zamanı hiç kimseye hakiki adını söylemeğe kalkma! Vesir, senin, yanımda olduğunu duyarsa... - Zorla alır diye mi korkuyorsunuz — Hayır. Artık seni benim elimden Zör- la hiç kimse alamaz, Fukat, Nüsır çok gad- dar bir adamdır. Bizi biribirimizden ayır mak için, ikimizden birinin canına kıymak- fan bile çekinmez — Sarürâyı da e öldürtmüş deyorlar. Doğ- ru mu — Böyle birşey duymadım. Fakat, yalın. dır diyemem. Şehzade Gıyaseddin sevgilisine başka bir İ ad vermişti Buhara yolunda sevişerek, konuşarak ile“ riliyoriardı Vezir, Nâsır, Azrâ'nın kaçtığını duyunca... Vezir Nâsır, Aztidan ümidini kesme, O, bir takım büyülerle Türkân hatunun Uni tutacak, rizasını alacak ve Azrüya mu- vaffak olacaktı. Bu ümidle günlerini geçi- rirken, bir gün cariyelerinden biri. vezirin yanına sokuldü - Türkün sultanın dairesinden biri kap» mış, hazret! Dedi, Nâsır bu söze ehömmiyet vermedi, Fakat, ertesi gün biz harcmağası hakikati söyledi: — Azrâyı küçırmışlar.. sevgili sariyesini aratıyor. Harem ağası da hakikati bilmiyordu. Sa- dece, tik haberi veren cariyeden fazla ola- rak, kaçan yahüd Kaçırılan ca di söylemişti. Zaten, veziri çıldırtmağa bu ber kâfi gemi; sır bu haberi saralar içindi rek, valda dairesine koştu — Sultanım! Azrânan kaybolduğunu days dum, doğru mudur? Diye sordu. Vallde sultan cali bir tee$- sür göstererek Evet, dedi, geçen gün birdi dan kayboldu. Fakat, ben onun bir kazaya uğradığını sanıyor (Arkası var) Türkân hatun, — Vallahi hayır... Şayet günün bi- rinde söyliyecek vazih bir fikrim olur. sa açıktan açığa söylemekte aslâ te reddüt göstermem. — Söz veriyor musun? — Evet... Behemehal... it Genç Kiz, çıkıp gitmek üzere bir iki adım attı, Bu sırada, Baha, gayet rahatlamış, ferahlamış bir halde içeri giriyorü Yüzünde bariz bir memnuniyet ifa- desi okunuyardu. Sanki sırtından vir- mi okkalık bir yük atılmıştı Fakat genç kızın böyle bir anda içerde olduğunu farkedince şaşkınlı- Eını gizliyemedi. Hissiyatına hükmet- mesini bilen bir adam olduğu için, renk belii etmeği. Kızı selâmladı, sonra, talebesine: — Çabuk! - dedi, - Geç kâlacağız. — Peki, peki... Haydi ben hazırl niyorum, Delikanlı, genç kızın elini muhab- betle bir kere daha sıktıktan sonra uzaklaştı Hoca, bir an Şerminle yalnız kal- mışti, Onun güzelliğini bir bakışla şöyle bir sarıverdikten sonra gülüm- giyerek; (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: