11 Şubat 1944 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

11 Şubat 1944 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

2anAN Jaa Zaman ve mekân dışında hiçbir şeyi düşünemeyiz. Nerede ve ne zaman olduğu bilinmiyen bir vâkıa bizim için bir mu- amma halinde kalır. Çünkü bütün var- ladığı ve nerede bittiği malüm olmıyan zaman ve içinde vücut bu- lur, yine ayl içinde yok olur. Bun- en umumi fark, zaman * birbirlerini kovalamasına zaman bir (rövü) gibi çeşitli anlar halinde temadi eder. Mekânın uzunluk, genişlik ve derinliğine karşı, zamanın, geçmiş, bu an ve gelecek gibi esrarlı ve muammalı halleri vardır. Geçmiş; zamanın ölmüş olan, artık yaşanmıyan, fakat sadece ha- tırlanan kısmını teşkil eder ; gelecek ise henüz doğmamış olan, yani mevcut olmı- n, sadece ümit, istek ve hayallerle dol- durulabilecek olan kısımdır. Zamanın diri, canlı, faaliyet ve iradelerle doldurulabi- lecek olan kısmı, geçmiş ile gelecek ara- sındaki andadır. Hazırda mevc amanda budur. Hakikaten yaşad ğımızı da (şimdi) dediğimiz bu anlarda hissederiz. Faaliyet ve heyecanlarımız dahi en yük- sek derecelerini bu anlarda bulur. Haya- tın ciddiyet ve şiddeti olanca ehemmi- yetile bilhassa bu anlarda duyulur. Fakat buna rağmen asıl saadeti, zihnen tasavvur olunan ebedi bir zamanda yani ebediyet dünyasında tasarlarız, çünkü gelip geçici olan anların gerçekliğinden şüphe eder, hakikiliği ancak gelip geçmiyen, değiş- miyen ebedi bir zamanda ararız. F.lhakika gelip geçici anlarda beslediğimiz ümit ve istekler tamamile tahakkuk etmedikleri gibi, edenlerin dahi fâni şeyler olduğunu görerek asıl hakikatin mahdut zamanlar- da anlaşılamıyacak kadar zengin ve ka- rışık olduğunu sezmiş olduğumuz için zaman dışı kalmak, ebediyet (ideal) ine İrem m Zam muammasının mn doğan ye beşeri (idesi) aynı zamanda mücerret ve en yüksek (ideal)imizdir. Çün- kü diğer bütün (ideal) ler mutlak hakikate erişmek (ideal) ine bağlıdırlar. En büyük tesellimiz de bu en büyük ümitte, yani geleceğin henüz doğmamış olan ihtimal ve imkânlarında toplanmaktadır : Gün doğmadan meşimei şebden neler doğar. Diyen şair değişmez ve mutlak bir Ka- der Tanrısı yerine ümid şevkini terennüm ediyor. Filhakika yazılı eserlerde Efla- tundan başladığını gördüğümüz ebedilik âlemi tasavvuru, Kader Tanrısına bağ- lanmakla kalmanın kifayetsiz, yahut eksik bir hakikat olduğunu ve ümit ile tamam- 4 VE ZAMANIMIZ lanmak lâzım geldiğini gösteriyor. Buna karşı : İç bâde, güzel sev var ise aklı şuurun, Dünya var imiş, yâ ki yok olmuş ne umurun. Diyen rind “me ir ise zamanın geçmiş ve ğe. bir tarafa birakarak yaşanan anları hoş geçirmemizi tavsiye ediyor. Halbuki bizden en çok dikkat, irade, tahammül ve iş istiyen anlar zama- nın bu en gerçek olan demleridir. Vâkıâ geçmişin ölmüş olduğuna ve geleceğin henüz doğmadığına bakarak bunların her ikisinden de bir yokluk intiba: almamak kabil değildir. Bununla beraber yaşanılan her an sonsuz zamanın bir parçası olduğu gibi, bütün oluşlarında bir yapıcısıdır. O halde ki, bir sürekten ibaret gibi görü- nen zaman hep bu anların tevalisile vücut buluyor. Hat, nasıl noktaların birleşme- sile tasavvur olunuyorsa zaman da anların tevalisile tasavvur olunabilir. Hayatımız dahi içinden çıkmak elimizde olmıyan anlar içinde geçiyor ve bunlarla örülüyor. Yalnız onların birbiri arkasın- dan kaybolmaları, bizi ölmüş zamanların muhasebesi içinde bırakmaları dolayısile ağır ve korkunç gelir. Filhakika geride bıraktığımız zamanlar tatlı ve acı birçok hatıralarla dolu olduğu için hem iftihar, hem de ıstırap kaynağıdır. Pişmanlıkları- mız oradan geldiği gibi vicdanımızı te- mizlemek ihtarlarıda oradan gelir. Gü- nahlarımızı henüz yaşarken heyec e ihtirasların tesirile, vahametlerinin far- kında olmayız. Ancak hiçbir şey unutmı- onları hakiki çehrelerile görmek ve dur- durarak seyredip düşünmek kabil olur. Yürek acısı dediğimiz mânevi ıstırap da buradan başlar ve hafızamızı kurcaladı- ğımız nisbette derinleşir. Çünkü ne yap- sak işlenmiş günahları bozamayız. Ancak halimizi islah etmek, daha doğrusu yeni- den doğmuş gibi değişmek icabeder. İşte ıstırabın bu kurtarıcı faziletine bakarak- tır ki, varlığımızın temeli yeni filozofların makta; ancak tasa, sıkıntı ve ıstırap çek- menin hakiki bir mevcudiyete delâlet ettiği, yaratıcı ve yüksek bütün hamle- lerin onlardan geldiği iddia olunmaktadır. Bakılırs#a, yeni zamanın hakikaten en ıstıraplı, en sıkıntılı zamanlarını yaşıyo- kabarmış bulunuyor. Henüz sıcak olan yaranın acısı nasıl duyulmazsa bunların dehşeti de duyulmuyor. Fakat hafıza hep- sini kaydediyor, çok geçmeden bütün bu yaralar soğuyacak, ıstıraplar haykırmağa başlıyacak ve bu sesler vicdanları en çok burgulayacaktır. Kolay kolay yıkılacak gibi olmıyan insanlık artık silinmek im- kânı kalmıyan bu işlenmiş büyük günah- 23, MMASI: Prof. Mustafa Şekip TUNÇ ların karşısında belkide ölüm terleri yi döktükten sonra aşa ıstıraplarile L ayılmak imkânını bulacaktı mağ Bu filozoflara göre ki salâhı duv için ıstırap tecrübesi gerektir. Mazideki hatâ ve günahlarımızı sadece bilmek ve B düşünmek kâfi değildir; onların ıstıra- u | bını da çekmek lâzımdır. Tâki bu Şata ıstırap kendisini doğuran kötülüklere | kak bir şifa olabilsin. Buna göre ıstırabın te- Usta davi edici bir fazileti vardır. Çünkü bü- | tün ıstıraplar hayatın tehlikede olduğu- i nun en sadık habercileri olmak dolayısile £ Mesi şifa başlangıcının da bunları hakikaten birçç unutmak insanı kayıtsızlığa, kaygusuz- luğa götürür. Bu ise ruhun değil, mad- va denin kanunudur. Ruhun kanunuu ise terisi raplar üzerinde duruyor ve onları duymak ve duyurmaktan zevk alıyor. âkort telleri İnsanlar ve Hüâdiseler : maktı SİREN inek ei oi selme SANAT VE SANATKÂRA DAİR | hi şte *, vi Sam'at, tabiatle insan arasındaki müna' kesed sebetin ta kendisidir. Nasıl ki, riyazi bir ve ifadede iki unsur vardır : Malümlar, meç- | in) le hâller... Tabiat bu münasebetin malümla- | Min m rını teşkil eder. Başka bir tâbirle, san'at İ N eserinin malzemesi tabiattır. Asıl yapıcı d az insan olduğu için, inşâ tarzına, yani san'- uyan ate; meçhüllerin, muhtelif ruh halleri mu- | Tetini| vacihesinde cevaplanması diyebiliriz. Bu bakımdan, bir san'at eserinde rastlanan $iyan her şey tabiatte aynen mevcuttur. Ancak, sab san'atın kendisi, tabiat dışı kalır. Büyük. N ına san'at, hayat ve tablati bir “galati rüyet,, | “€vesk olarak değil, belki tam hakikat gibi ted- | kik edendir. Hayatın da tabiat kadar san'- J! eseri için lâzumlu bulunduğunu belirtmek istemiştir. Bu hususu kökünden kavrayan büyük san'atkâr, eserine dehânın zengin | ve ulvi ışıklarını serperken, malzemesini vasıf verir. Bu itibarla san'at, ferdi, kendi | Kör Pp maddi hayatının varabildiği irtifadan çok | Mak ga yükseklere çıkarır. Kısaca adının üzerin? | De emi ebediyet damgasını vurur. İnşadaki vukuf lu ve sia noktalarından, tenakusa düşülmek” gu sizin (Güyo) ile birlikte söylenebilirkir iL u la, ilim bize, mes'elelerin cevaplarını veri" | “ula san'at eseri İse suallerin kendisini... -1,“dekin Jakender Fikret AKDORÂ | met

Bu sayıdan diğer sayfalar: