16 Ağustos 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11

16 Ağustos 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i a iman.. ÖĞSÜME dayalı çe- neme, ve birbi- rine kenedli iki elime abanmış, ayaklarımın di- binde bir porta- kal kadar küçü- len erip 4) ekin Tanrıkulu- nun sesi yetişti — İnanmak. demiştik, değil mi? . Ve inanmanın esası, yüzü, hakikati, Allaha inanmak... Gerisi, hakiki inanmanın gölgeleri ve gölgelerin gölgele.i... İnanmak, ona inanmak için yaratıldı. Allah, inans mayı, insanla kendi arasında bir açık kapı diye bırakmasaydı, münkir, sa- bahleyin ay- kırava- tını bağlarken, gördüğü şek- lin kendisi ol- duğuna bile inanamazdı. a maki. özü, cevheri, Allahağ Tanrıkulu'nun gözlerinde, aydın- lığın bile başını döndüren başka bir” lık : — «Allah, zuhurunun şiddetinden gaiptir». Maddenin sür'ati bilmem ne kadara çıktığı zaman sıfıra iniyor; ziyanın şiddeti bilmem ne olunca, etraf kapkaranlık kesiliyor. «Allah, zuhurunun kemalinden gaiptir». Ve bunu anlamak için insana, akıl değil, aklın üstünde bir şey lâzım... Sana, bu noktada, aklın unsurları ve usul- leriyle gösterilmeğe değer hiçbir şe yok. «Hamurun lezzetini, çatal, ile ve bıçakla arayabilir misin?» Halbuki hamurun, kitlesinden başlıyarak .gö- ze görünür ve ölçüye sığar her un- suru, onun lezzetini meydana getir- mek ve bu lezzeti sımsıkı peçelemek, gizlemek içindir. Sana, bu noktada, aklın unsurları ve usulleriyle göster- meğe değer hiç birşey yok, dedim. İsteseydim, yine aklın unsurları ve * usulleriyle aklı yıkarak, o harabenin altından ne çıkacağını gösterebilir- dim. Ne diye iğneyle kuyu kazalım; dinamitle dağları tersine çevirme! mümkün olurken?.. Dikkat et! İman tam olduğu zaman, muhtaç olmadığı yegâne şey, ispattır. İman tam olduğu zaman ispat yoktur. Ortada, tek ba- şina, her şeyden mücerret, bütun alâ- kalarından kesilmiş tek bir şey vardır: amana kadar dizinden hiç kı- pırdatmadığı elini hafifçe kaldırarak, başımın üstünde, küflü bir mangır kadar uzak ve kuçük görünen semayı işaret etti: — Kâinat hamurunun bütününe bakabilen göz, onun, çatala takılmaz, kaşığa. konmaz, bıçağa gelmez bir Neye İnanmak? ei Necip Fazıl KISAKÜREK lezzet taşıdığını ve bu lezzetin Allahı haber verdiğini bir. hamlede kestirir. Dudakları, bana duyurulmaya mahsus olmayan esrarlı hecelerle uzun uzun kıpırdadı, sonra sesi birdenbire meydana çıktı — Biz de ötelerin değil, bu dünyanın hayatına bağlı düzen üze- rinde dolaşacağız. Hedefimiz eseri ku- caklamak; müessiri değil... Çünkü sana ve herkese senin ve herkesin veh- mince bu dünya lâ- zım... Bu iş için de, eser adına mües- siri tespit ali ötürü vazifemiz yok... Eğer insanın yaradılışındaki asli ve hâkiki memuriyete istekli olsay- dın, ozaman eseri topyekün bir yana bırakıp müessirin kapısına yol arama- VEDÂ Sana, Düşüncemi sarhoş söleh bir beyaz gemi Tatlı rüyalar dolusu mevsimlerle be- raber, İklim iklim hayat, neşe, ve sıhhat getirecektir. Saçlarında kokladığım, Ve ömrüm boyunca kavuşamadığım sisli sabahlarıma, Rüyalar armaganı renkli düşünceler inceciktir. O beyaz gemi, Yaldızsız bir meçhuller beldesine ter- kedip gecelerimi, Geriye dönecektir. Bordasında koklanmamış kokular, Burandalarında uyunmamış uykular, Direklerinde dalga dalga em Ve şen, gürbüz tayfaların eğ Mavi deniz şarkılarını dinlerken Kendimi uzak ve şehzadelerle dolu bir masal gibi Gözbebeklerine sereceğim. Sana armağan etmek. için Sarhoş karanlıkların koynundan Dudaklarına eee işlenmiş bir mevsim Ve ıslak sahil NA titrediği uzak memleketlerin Acayip lezzetli Olgun, şehvetli Meyvelerinden dereceğim. Kenan HARUN Dİ : ya çıkardın. > de sana gösterirdik. in «boynundan yu- karısını, yâni ka- s ve ar- kamızdan geli derdik Tırnaklarımla kavradığım yanak- larımda sıcak bir ıslaklık duydum. Tanrıkulu'nu dinlerken yüzümü kanat- al ge miydim? Tanrıkulu oralı eğil: — Bizim, dedi, boynumuzdan ötesi, yani e yok! Biz onu çok- tan kestik ve tenekesine attık! Şimdi senin gibi te dünya ehline, bu dünyanın, beyni ıstırap ve ihtilâl için- de son örneklerinden birisine, yine bu dünya çerçevesinde yol göster- mek için, kesik kafamızı çöp teneke” sinden çikarıp boynumuza oturtuyor ve çe konuşuyoruz. Kesik kafa diyor ki: « Bu dünyanın ve bütün kâina- tın merkezi Allahir. Ve benim bu işin hakikatinde, her işin tam ve mutlak hakikatinde olduğu gibi, ban gır bangır iflâsa mahküm Olmaktan başka hiçbir çarem yok... Benim is- mim akıldır; ve beni e eden me- il) Allahın Sevgilisini (Sidretülmün- a) dan öteye geçirmeyip kanatla- ın yanmıya başladığını görmesi ar «artık yolum bitti; buradan öte“ sine seni aşk götürürr demesi gibi, nihat varışım, Kendi usullerimle kendi kendimi yakmaktan başka bir şey olamaz. Benim bittiğim yer- UN de, insanoğ” yam Bar. KE lunda başka bir akıl başlar; (fHiLM HA ve oakıl,beş ——— re dı. MAK ında görür, Ülime, tadar ve dokunur. Ka- ranlıkta gör- mek, sessizlikte duymak, vücutsuz- lukta koklamak, lezzetsizlikte tat- mak; böylece maddenin ötesini mad- deleştirmek, yalnız vom kârı... Onun, kalb diye, ruh diye, — diye bir takım isimleri var. Oysa, insan- oğlunda, sadece Allahın tecelli mer- kezi... Dâva, bütün dâva, topyekün “ dâva; ben kendi kendime inanmazken, bana inanan insanların, yeryüzünde kurdukları şekili ve şekilsiz bütün mi- marilerde, benim sınırlarımla ötelerin yn e âhengi bir türlü m olarak zaptedememelerinde... İn- RE im benim vasıtalarımla benim sınırımı çizmeden öteki akla yol Bölmedim ve kuracağı şekilli ve şekilsiz mimarilerin kapısına ie n, bir ana bab ba bu çıkmaz sokakta kendisine yol bu- lamıyacaktır. » n

Bu sayıdan diğer sayfalar: