30 Ağustos 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11

30 Ağustos 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ANRIKULU- NA sordum: — Ne dersiniz efendim; bizi, ba- zı fikir ve ruh hususiyetlerimiz yüzünden geri olmakla, gerilikle suçlandıranlar var? Güldü; kâinat kadar geniş, güldü: — Bu, sizin çok ileri olmanızdan... Ve sustu; gök kadar derin, sus- tu. Derken mırıldandı : aman bir daireye benzer. Tıpkı | koşu atlarının, etrafında dön- düğü kâmil kavis gibi bir daireye... Meselâ üç devir sonunda bitirilecek olan koşuyu bir devir fazlasiyle koşan at, bu daire üzerinde, öbür atların ge- risinde koşuyor gibi görünmez c lik daire hesa- bina göre tam 900 metre ileridedir. Ve yüzüme baktı; güneş kadar keskin, baktı: — Modası geçmiş kalıplardan Mk geri diyoruz. Fikir ve hayat kalıplarının eski- mekte en büyük zaafı, esaslarının çürüklüğünden ziyade, zamanın eskit- mekteki yaman gücüne bağlıdır. Za- man, eşya ve hâdiseler üzerinde da- ima aynı korkunç yasanın yorulmaz tatbikçisidir. Yusufun eşsiz güzelliğiy- le (Perikles)in bahtiyar cemiyetini aşındıran, aynı zamandır. * Dünyanın en güzel insanını iki büklüm kurutan zamanı, uzvi tezahür- ler çerçevesinde vasıtasız müşahede, kolaydır. Fakat içtimai bünyemizin ihtiyarlayışında onu doğrudan doğ- ruya göremeyiz. Bunun içindir ki, devrini bitiren her iman ve kalıbın yıpranışında ayrı bir sebep arar ve uluruz. Firavunun karşısında (Beni İsrail), Atinanın karşısında Roma, Ro- manın karşısında İsâ ve daha birçok Yes Ferdi hayatımız sınırlıdır. Bunu bilir ve maddi görüşümüzü, çaresiz- likten doğma bir nevi rıza ve tevek- külün taraçasından seyrederiz ? Ya içtimai hayatımız ? Heyhat ki, elden ele teslim sure- tiyle ebediliğine inandığımız birçok itikat ve şeklin hayatı da, her şeyin hayatı gibi, hadler ve adetlerle çev- rilidir. Zaten içtimai hayatımızın ebedi- liği, ferdi hayatımızla, keyfiyet halin- İleri Adam, Geri'Adam... ov Necip Fazıl KISAKÜREK de ulaşamadığımız bir devam iktida- rına, nöbet değiştirerek, kemiyetle varmak için tutunduğumuz bir muva- zaadan başka nedir? Elimizdeki dürbünü bir başkası çekip ufka baktığı zaman, biz onun gördüğünü görür; ve bir başkası si- garamızdan alıp içtiği vakit, biz onun keyfini duyar mıyız? İşte bütün me- lekelerimiz ve bütün benlik duygu- muzla içinden eksildiğimiz bir âlemi; sanki yaşıyan, duyan ve gören ken- dimizmişiz gibi, biribirimizde fena ve beka bularak saf ve kahramanca yü- rüttükten sonra kurduğumuz mimari- lerin sonsuzluğuna nasıl inanmıyalım ? makta haklı olabiliriz. Fakat göreceğiz ki, kurduğumuz mimariler- le oyduğumuz kalıpların devamı için o müesseseler etrafındaki sonsuz te- kevvünümüz ve kemiyet halkalarımız kâfi gelmiyecektir. Göreceğiz ki, ha- yat, yalnız bir cepheli değildir. O müesseselerin de bizden ayrı, müsta- kil ve ferdi birer hayatı vardır. Bu hakikata, tarihte birçok cemiyetin, kendilerini yeni şekillere zorlayan müdahaleci tesirlerle göçüşü şahit ol- duğu kadar, kendi kendisine, için için ve müdahalesiz göçüşleri de şa- hittir, Öyleyse çaremiz nedir ? İsmine zaman dediğimiz ve her cismi, her fikri, görünmez havanına doldurmuş, ö- ÇN ğüten kuvvet ad a son venebileceğimiz, Sbediliğin li leceğimiz eser kalır m Kalır!!! Çünkü düşmanın kudretini tasdik, çökeceğimiz ve bütün silâhlarımızla teslim olacağımız bir heyüla değil; sırlarını zorlayacağımız, verdiği hiç- bir sırla kanaat etmeyip alıkoyduğu- nu istiyecegimiz ve verdikçe alıkoy- duğunu asla unutmıyacağımız bir büyücüdür. Öyle bir büyücü ki, öpüş- EE * . tüğü her dâvanın / aksine, seviştiği her o(doktrin)in tersine ve sarmaş- (tez) in zıddına gebe kal- mak âdetidir. O, eşya ve hâdisele- rin en gizli tabıları, meçhuller ve ih- timaller âleminin en ıssız bucaklariy- le yüklüdür. Böyle bir manzara kar- şısında güvenebileceğimiz mimari ise odur ki, zamanı, kendisine en hâs çehre ve Me ayi ve em- rine almış o şte, ni. yahut henüz sağlam görünen kalıpları bu tedbir göziy- le muayene eden ve dökeceği ye- ni bir kalıp var- sa, onu bu kay- gı ve bilgi için- de hazırlayan, İLERİ ADAM'dır. YA GERİ ADAM: Ya taze bir idrak ve tefsire var- madan eski şekillere (körükörüne bağlıdır; yahut tamamiyle aksine, za- manı âdi bir tarih sırası ve evvellik, sonralık meselesi sanır ve geriye git- mek korküsiyle kendi önünü keser, Bu her iki geri adam da, düşün- mekten korkan, fakat biribirine zıt hareket eden iki ham softa tipidir. Zamanın hakiki fâtihleri, istikba- le o kadar susamışlardır ki, gözlerin- deki sonsuzluk adesesi önünde, bazan bin sene evvelki hâdiseyi bügüne yapışık, bazan da bugüne âit bir meseleyi bin sene geride görürler. Şu sözüme mim koy: İleriye doğru göründüğü halde geriye ve geriye doğru göründüğü halde ileriye giden yollar vardır. İmdi, zamanın bu sanatkâr kıv- rımlarındaki sırra ermeyenler, ya bir kalıba körükörüne bağlanmak, yahut kendisinden evvelki her kalıbı körü- körüne tepelemek suretiyle zamanın dışında kalırlar, Ebedilik önünde hiçbir mesafe hükmü olmadığını, bazan 'zamanın, mazide bıraktığı bir sırrı istikbalde özmek üzere, zahiren geriye döndü- günü, fakat hakikatta ileriye yönel- diğini bilmezler, Buson derece girift, ince ve zarif helezonun, maziyi istik- bale, geriyi ileriye inkilâp ettiren as- ma köprü mimarisini anlamazlar. Böylece, gözlerinin seçemiyeceği ka- dar ileri olanlara, üstelik geri derler. Tahammül et dostum, tahammül etl.. Allah bu cüceleri, senin karşına, tahammül ve sabır terbiyesini ikmal etmen için çıkarıyor. 7

Bu sayıdan diğer sayfalar: