25 Nisan 1947 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11

25 Nisan 1947 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ARZEDİN ki, ben deli divane bir milyonerim. Kafamı okşayacak, bana hoş görünecek en saçma bir fikir uğruna varımı yo- ğu dökmekten çekin - m, Anadolunun sessizlikte, ıssızlıkta, kimsesizlikte, can- sızlıkta eşi olmıyan bir yerini bulup orada bir dükkân açmak istiyorum, Issızlıkların arasından bir ormandan geçer gibi geçerek, en koyu hiçliğin "ve en dipsiz yokluğun yuva kurduğu noktayı arıyorum . Nihayet herhangi bir tarafta, meselâ Kopdağının tepe- sinde, üzerinden insan değil, çakal değil, kuş değil, bulut bile geçmiyen; üzerinde ağaç değil, çalı değil, ot değil, yosun bile bitmiyen, siyah, keskin, cılk, kabir azabı şeklinde donmuş korkunç bir kayalık buluyo- rum , Dükkânımı hemen oracıkta, masinavi gökle kapkara yer arasında kuruveriyorum. dükkânda ne satacağım bili- yor musun? : On milyonluk şehirlerde bile sayısı on kişiye varmıyan en şık, en mükemmel kadınlara mahsus ipekli çoraplar... Bundan sonra yapacağım iş pek kolay. Pilânını dünyanın en büyük mimarına yaptırdığım ve içini en usta mobilyacısına döşettiğim dükkânımda yan gelerek Kıyamete kadar, müşteri beklemek... Ah dostum, benim dostum ! Sanat, önü kalabalık bir çeşmedir. Kimi bu çeşmenin bilek kalınlığında dökülen kevseriyle avuçlarım doldu- rup içer, kimi dolu avuçlardan fışkiran damlacıklarla dilini ıslatır, kimi çeş- menin yalağındaki artık sulara başını gömer, kimi de bu artık suların top- ezilen bulanık ve çamurlu yollarına yüzükoyun kapanır. Aradaki eskilik ve yenilik, soy- iuluk ve piçlik, ciddilik ve gülünçlük farkiyle (Homer) den (Filorinalı Nazım)a a kadar bu tılsımlı suya imrenmiş kaç i gelmişse bunların içinde > suyu — menbaın- dan içebilmiş tek bir sanatkâr yok- tur ki, Kopda- i nda ipekli ka- dın çorabı satan zavallının azabından bir şeyler duymuş olmasın... Ve acaba böyle kaç tane sanat- kâr gelmiştir? Herhalde dünyanın kıt'a bölümünden fazla değil,.. Şöyle seslensek : : — Ey sanatkâr! Arının balı da- mağımıza, ağacın yemişi midemize ve RDELANLIZD Mecip Fayl pe Sanatkâr ve Cemiyet ipek böceğinin sihirli ipekleri deri- mize göre yapılmış değildir, Onlar bu eserleri iki üç çiçekle üç dört dut yaprağı buldukları, bir damla suyla bir zerre güneşi yakaladıkları a yerde, kendi kendilerine ve bizi dü- şünmeden verirler. Eğer damağımızda bala ve derimizde ipeğe karşı bir hassasiyet makanizması olmasaydı, arı, ipek böceği ve elma ağacı. Kopda- ğında birer dükkân açmaya gidecek- lerdi, Kimbilir damağımızda bala ve derimizde ipeğe bir hassasiyet uya- nınciya kadar kaç bin sene bekledik? Dudağa göre lezzet değil, lezzete göre dudak. . Sanatkâra muhatap olan herkes ve bu herkesin kurduğu her cemiyet, sanatkârı kendi kanunlarına ve seviyesine göre doğurduğu kadar sanatkârın da ka- nunlarına baş kesmeye ve seviyesine tırmanmağa mahkümdur. Çünkü o, fert halinde kendi remzinden başka bir sey değildir. K.ö'şen'iz HAYIRDIR İNŞALLAH Bu gece rüyade gördüm annemi, Çorum'daki evimizde, Oturmuş üstünde asmaltındaki sedirin, Hazin şarkısı dudaklarında yine, Dul kaldığı senelerin... Ve elinde iplik. iğn Yırtık gömleğini dikiyordu ağabeyimin. Yaprak yaprak gölgelenmiş yüzü annemin, Süt beyaz tülbendi düşmüş omuzlarına Simsiyah saçlarını hâlâ: Otuz yıl geçtiği, halde aradan Ağartamamış ölüm. Salin DİL VAR OLAN GAİP Dün gece Bulutların tüllerinde gizlice, Dolaştım hayal enginliklerini, Maveranın ötesinden sesler duymuş ihtiyar Anlattı uzun uzu, ORA gördüklerini. Sonu yok başlamıyan yolumuzun, dünya... İnaneların kanadında sallanmak, hak Aklının bittiği yerde başlayıp Kendin olmadığın yerde var olan Sağ Yavuz GENÇ UANIRI RU UNEDURIN RİN. Kumaşını ilkğrasgeldi- ğin müşterinin şartlarına göre ördüğün ve onu otur- duğun dağın karmakarışık eylen nâlbanttan, danacıdan, şa- sen iie alayımcı»dan farkın almıyacaktır n daima Kopdağının tepesinde otur ve dükkânında o cinsten şeyler sat ki, o eşyanın kıymeti, Paristen yola çıkıp Kopdağının > tepesindeki cevheri - aramanın zorluğuy- la ölçülsün, Ah dostum, be- nim dostum | i Sana, sanatkârı anlattım; : sanatkârdaki üye ve kendi iç e gelen ulvi ben- lik dâva Ama sakın zanne- deyim e ki, küçük ve za- yıf nefsaniyetin üstündeki bu ulvi benlik, insanı Kcpdağına çeker ve orada dostsuz, cemiyetsiz, ihtilâtsız ve beşeriyetsiz, tek başına yaşamaya memur eder. Hayır, hayır! Sen, ebedi hakikat adına, gerekirse Kopdağına çıkacak ve ondan sonrada oraya bütün insanlığı dâvet etmenin çare- sini arayacaksın. Tek kelimeyle kala- balıkların ayağına düşmiyeceksin; ka- labalıkları ebedi hakikatin ayağına çekeceksin... ho > 7 7- BEŞ, SENENİN HİKÂYESİ Çatı katındaki odamı Ne kadar çok severdim. Çünkü orada şehrimizin Yıldızlara en yakın insanı bendim. Oradan seyrede rdim Sabah gidip Akşam Gi sürüleri. Oradan içerdim Karanlıklardaki sükünü. Ve orada dinlerdim Sevda beldelerinin şarkılarını. Yıllar sonra, Ayni odayı sevmez oldum Artık şehrimizin töprağa e en yakın nsanı benim. Dindi varlığımı saran sesin ndi son perdesi de «Beş sene» nin. Ayhan HÜNALP ESERİMİZ Şu karanlık geceler besteler şarkımızı, Ey acıyan gönüller, öğrenin bahtımızı! lesek de gecenin gergefine, Anlamazlar bu nakşın rengi ne, hedefi Yorgun ve sönük yüzler bakar sırlı göklere, Beyhüdedir bu bakış, sır vermez gökler yere. Kalbimizde sızlarken şifa bulmaz yerimiz, Bir derman bile olmaz bu derde eseriniz. Nezahat ONGAN u

Bu sayıdan diğer sayfalar: