17 Ekim 1947 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 10

17 Ekim 1947 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SADİ: Birisinin güzel bir zev. cesi vardı. Vefat etti, Kay- nanası bunak bir kocakarı... Vefat eden zevcenin mihri sebebiyle adamcağız evde kalmağa mecbur oldu, Kay- nanasının — konuşmasından pek inciniyordu, Fakat mi- hir sebebiyle, beraber otur- maktan başka çare yoktu. Dostlarından birisi o ada- ma sordu: «O sevgili ar- egri EN Şimdi ne Adimi şöyle cevap verdi: «Bana zevcemi görmemek, kaynanamı görmekten da- ha güç gelmiyor.» Gül yağmaya gitti, diken kaldı ; dem götürüldü, yılan kal #&* (Diyarbekir)de bir ihti- yara misafir oldum. Bu zen- gin ihtiyarın güzel bir oğlu vardı, Bir gece hikâye et- ti, dediki; «Tekmil öm. rümde bu çocuğumdan baş- ka çocuğum olmadı, Şu de- rede bir ziyaretgâh var; insanlar hâcet dilemek için oraya giderler, Ben de git- tim; gecelerce O ağacın dibinde Hakka yalvardım, bana bu çocuğu ihsan bu- yurdu. İşittim ki, çocuk, arkadaşlarına yavaşça şöyle diyormuş; «Ne olurdu, ben de o ağacın nerede oldu- gunu bileydim de gidip ba- bamın ölmesi için dua edey- ım,» #ix Bir gece gençlik guru. riyle fazla yol yürümüştüm. Gece vakti yorgun argın bir dağ eteğine vardım. Zayıf bir ihtiyar, kervanın gerisinde geliyordu; beni gördü, dediki: «Ne olu. yorsun, kalk, burası uyu. nacak yer değildir)» Dedim : yürümeğe kudretim yok» İhtiyar dedi ki: «Dinlene dinlene gitmek, koşup ke- silmekten daha iyidir.» Ey menzile müştak olan kimse! Acele etme, benim nasihatimi dinle! Sabretme- yi öğren! i Arap atı çabuk gider; fakat iki koşu gider, sonra yorulur, kalır; deve ise ağır gider, fakat gece, gün- düz gider Hususi meclisimizde çevik, sevimli, güler yüzlü, tatlı sözlü bir genç vardı ki, keder. nedir bilmez, gül. mekten iki dudağı bir ara- ya gelmezdi. Bir zaman geçti ; onunla görüşemedik, Sonra onu gördüm, evlenmiş, çoluk çoçuk sahibi olmuş, neş'esi kökünden kesilmiş, heve. sinin. gülü solm «Bu ne haldir?» diye sordum. Dedi ki: o«Çocuklarım olunca bir daha çocukluğa heves etmedim.» Nedir bu çocukluk, ne- dir bu hava Halbuki ihtiyarlık saçlarımı ağarttı, Zamanın insan üzerinde yaptığı değişiklik, insanı korkutmak için kâfidir. İhtiyar olunca, çocukluk- tan el çek; oyunu, lâtifeyi gençlere bırak ! T civanlara mahsus olan şakraklığı, gülüp oyna- mayı ibtiyarlarda arama | Akıp gitmiş olan su, tektar ırmağa gelmez Ekinin biçilecek zamanı erişince taze ve yeşil ekin gibi salınamaz, h, yazık; o gönül par- latan gençlik. zamanı elim- den gitti Arslan pençesi gibi olan pençemin kuvveti gitti. Şimdi köpek gibi ihtiyarlı. ğa razıyım Bir ihtiyar kadın, saçını siyaha boyamıştı, Ona de. dim ki: «Ey koca nine, tu- talım ki saçını hiyle ile ka- rarttın; fakat kambur sırt düzelemez.» GÜLİSTAN Kilisli Rifat LD. 0.3,5.06) EL. EFLÂTUN: — Bir rübabın ahengi ve kendisi içinde aynı şey söylenebilir. Bir rübaptaki düzenle ahengin de, görün. miyen, tene bağlı olmıyan güzelliğin ta kendisi olduğu ve ilâhi kaynaktan geldiği; rübabın ve rübap tellerinin ise bazı cisimlerden, mad- delerden, topraklı ve tabi. ata yakın şeylerden olduğu ifade edilebilir. Şimdi rü- banın parçalandığını, yahut tellerinin koptuğunu, ke- sildiğini, sonra da senin gi- bi düşünerek, bu ahengin mecburi olarak yine var olduğunu ve hiç yok edil- mediğini düşünelim!.. Tel- ler koparılınca, rübabın, fâ- ni tabiatı olan tellerine sız olduğu gibi, ilâhi ve edebi olanla aynı tabiatta olan ahengin de yok edil. mesi, yâni fâni olandan da- ba evvel yok olması im- kânsızdır. Hayır, ahengin bir yerde daima var olma- sı için, rübaptaki ağaçla tellerin çürüyüp gitmiş ol. maması gerektir. Tenimizin sıcaklık ve soğukluk, kuru- luk ve yaşlık ve böyle şey- lerle birleşik olarak korun- ması gibi. ruhda uygun - ölçülerde birleştirilmiş şe- kilde aynı unsurların bir halitası ve bir ahengi ol- maz mı ?.. O halde ruh gerçekten bir ahenk olursa, beden, ölçüyü bozan has- talıklar ve kötülüklerle gev- şeyince, ruhun, ilâhi ve ebedi tabiatı tersine, rüba- bın sesi gibi birdenbire yok olması gerekmez mi ?.. — Ahengin bir netice olduğunu düşün ve ruhun ise bedende teller gibi ge- rilmiş unsurlardan doğma bir ahenk olduğunu düşün- mekten vazgeçl.. Yoksa delil hakkındaki düşüncele- rini değiştirmen gerektir, Bir yandan, ruhun insan 2S5e stili kalıbına girmeden var ol. ğ ların bir neticesi olduğuna hükmettiğin ozaman aynı noktaya çıktığını anlamıyor musun ?.. Ahenk, kendi- siyle nisbet ettiğin ruha benzemez. Ahengin, kendi. onların peşi sıra gitmesi uygun olur. Ruha ahenk diyenler, fazilet ve kötülük gibi ruh hallerine ne diye- cekler?.. Halbuki binbir halde ruhun, bedene karşı geldiğini görüyoruz. (Ome- ros)un (Odiseus) tan bah- sederken «Bağrına vurarak ruhunu şu sözlerle azarladı: Katlan ruhum, vaktiyle bundan daha kötülerine katlandın !» demesi gibi... Dostum, ruhun bir ahenk olduğunu söylemek bize hiç de yakışmıyor. Zira böylece ne ilâhi şair (Ome- ros)la anlaşabiliriz, ne de endi kendimizle. — Senin bilmek istedi- ğin başlıca nokta şu: Ruh yok olmaz, ölmez; bunun ispatını istiyorsun. Fakat ruhun namütenahi daya- nıklı ve ilâhi birşey oldu- ğunu ve biz insan kabına girmeden evvel mevcut bu- lunduğunu tam mânasiyle delillere bağlamak imkân: sızdır. Çünkü akılsız kal. madıkça, ruhun ebediliği bilinmiyeceği ve ispat edi- lemiyeceği için bu mevzu- da korkanlar çok olacak- tır. Büyük söylemiyelim ! Anlatmak istediğimizin tam doğruluğu anlaşılacağı za- man bizi zguna uğrata- cak dün kötü sözden kor- kalım! Bu işte de kemal, Tanrınındır. Bize slm (Omeros) un dediği gibi, ileriye atılanların değerini anlamak için, birbirimize yakından saldıralım, birbi. rimizi yakından kavrıyalım | Salih Zeki AKTAY

Bu sayıdan diğer sayfalar: