23 Mayıs 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

23 Mayıs 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

23 Mayıs 1935 Cumlıurtyet Terbiye bahisleri MEKTEBLERDE PROGRAM NASIL HAZIRLANMALI? Selitn Sıırı Tarcan Terblye ve kültür işlerinde ilk mekteblerden üniversitelere kadar pedagoklan en çok düşündüren yal nız düşündüren değil, yoran zanne derim programlardır. Hem program olmayınca mekteb şöyle dursun küçük bir dükkân bile idare olunamaz. Programın hep biliriz evvelâ bir şeması bulunnr. O şema bize elimizde zamanı ve bu zamanı nasıl kullana cağımızı hesabla gösterir. Öğretfle cek dersler ayrüan vekitlere gore çocuklann ihtiyac kudreti gözönün de tutularak program tertib edilir. Avrupaya gidip geldikçe beni yakından alâkadar ettiği için, mutlaka önce mektebleri gezerim. Müdürlerle, muallimlerle konuşurum. Keşke bu araştırmalan yapmasaydım. Çünkü her milletin kendine göre bir yoğurt yiyişi var! Bir memlekete gidiyorum, bakıyorum ki orada çocuklar sabah karanlığı mektebe koşuyor, akşam geç vakit evlerine dönüyor lar. Bu kadarla kalsa iyi! Bu çocuklara evlerinde hazırlamak için bir çok ta yorucu, yıpratıcı vazife veri yorlar. Oradan kalkıp başka bir memlekete gidiyorum. Burada ayni sevi yedeki mekteblerde bütün derslerin öğleden bir saat sonra bittiğini görüyorum! Garibi çocuklara evde yapılacak (hiç denecek kadar) az iş veriyorlar. Bir şehre gidiyorum, bakıyorum derslerin mihverini muhtelif nazarl ilimler teşkil ediyor. Beden faaliyetlerine hemen hiç yer ayırmıyorlar. Sebebini soruyorum. Vakit yok! di yorlar. Bir başkasında programlara hergün jimnastik dersi koymakla kanmıyorlar, haftanın iki gününde öğleden sonra mektebi paydos edi yorlar. Muallimler çocuklan peşıne talayor, dağ taş, dere tepe çekip gidiyorlar, kilometrolarla yürüyüş yapıyorlar. BJr şehre gidiyorum müdür bana şöyle diyor: Biz önce çocukla rın ihtiyacmı düşünmeğe mecburuz. Onların fikrî ve bedenî gıdasına ayni ehemmlyeti veriyoruz. Bir yandan coğrafya, tarih, hesab, dil bilgilerile hafızalarını zenginleştirirkenr %trür yandan el işleri, resim, musiki ve jimnastikle onlan sağlam, biçimli, becerikli yüksek hisli birer insan yapmağa çalışıyoruz. Halbuki başka bir memlekette re sim, musiki, el işleri ve jimnastiğin tamamile bir üvey evlâd muamelesi gördüğüne şahid oluyorum. Hele bir şehirde hiç unutamıyaca ğım bir büj'ük liseyi ziyaret etmiş tim. öğle yemeğini müteakıb talebenin jimnastik yaptıklanm hayretle gördüm ve müdürden sordum: Mösyö bu çocuklarm yemekten sonra jimnastik yapması sıhhatleri ne zarar vermez mi? Aldığım cevab şu oldu: Öyle ama muallimin iki mek tebde daha dersi var. Başka vakit gelemiyorü Orada da program muallimin ke yif ve arzusuna uydurulmuş olduğunu anlıyorum. Bundan yirmi yıl evvel Maarifte müfettiş iken liselerimizden birinin programlannın ders cetvelini hazır lryan bir muallimler toplantısında bulundum. Her muallim mektebe gelebileceği gün ve saatleri getirmiş, konuşuyorlardı. İçlerinden biri üç gün öğleden sonra, bir başkası dört gün sabahlan, bir üçüncüsü iki gün sabahtan akşama kadar derslerini sıralamıştı. Menfaatler çarpışıyordu. Nihayet müdür kendilerine siz iste diğiniz saatleri yazıp bırakınız, biz sonra elimizden geldiği kadar sizleri memnun etmeğe çalışmz. dedi. Ben bu şekilde ders tevziini doğru bul madığım halde muallimleri tenkid etmedim. Kimbilir nasıl bir zaruret onlan böyle iki ayağını bir pabuca sokar vaziyete koymuştur. Fakat acaba günün 24 saatinden uykuya, ye. meğe, fikrî ve bedenî mesaiye, istirahat ve oyuna lâzım olan zamanlan ayırmak suretile programın bir şeması yapılamaz mı? Bundan hayli yıl önce (Brüksel}' de Yüksek Muallim mektebi müdürü (Profesör Sluz) un ilkmekteblerde fikir yorgunluğu! mevzulu bir konferansını dinlemiştim. Bu konferanstan bizim için henüz alınacak ders ler olduğu için en canlı yerlerini meslek arkadaşlarıma sunuyorum. «Belçikada on üç yaşına kadar ilkmekteb çocuklarının fikre aid me saisi üç nevidir: Sınıfta aldıklan ders, evde hazırladıkları vazife, bo§ vakitlerde mütalea. Bedene aid mesaileri de üç türlü dür: Jimnastik, el işleri, teneffüsler ve oyunlar. Brüksel ilkmekteblerinin vakit cetvelinin haftalık taksimatı şöyledir: 12 saat ilmî terbiyeye, 11,15 edeb! terbiyeye, 10 saat bediî terbiyeye, 7,45 el işleri ve jimnastiğe, 60 saat uykuya, 5 saat evde vazife hazırla mağa. Bunlann hepsi 94 saat * tutuyor. Haftanın altı günü 144 saat olduğuna göre geriye 38 saat boş zaman kalı yor. Bu boş vakitlerde çocuklar ne yapıyor? Pek az kısmı okuyor, bir b s mı anasına babasına yardım ediyor, evde iş görüyor, diğerleri sokaklarda oynuyor. Buna bir de senede 90 gün süren büyük tatilleri de ilkve ede lim. Belçika ilkmekteblerinde ço cuklar için fikir yorgunluğu vardır denemez. Çünkü «deb», bediî v* b« Kadıköy iskelesi Bugünlerde dubalarm hazırlanmasma başlanacak Köprüdeki Kadıköy iskelesinin, daha büyük bir mikyasta ve iki katlı olarak Belediye ile Akay idaresi tarafmdan müştereken yapılmasma karar verilmiş ve bu yeni iskelenin fennî plânı da yapılmıştır. Bu plâna nazaran dubalar üzerinde yapılacak olan iskele şimdikinden daha geniş ve iki katlı olacaktır. Gerek alt katta, gerekse üst katta yolculara mahsus müteaddid salonlar bulunacakür. Her iki daire fen mühendislerinin müştereken yaptıkları hesaba göre bu muazzam ve modern iskele 250 bin lira sarfile meydana gelecektir. Bu para her iki daire tarafından müsavi bir şekilde temin edilecektir. Belediye, bu işe vereceği 125 bin liraya mahsuben dün Akay idaresi emrine 25 bin lira vermiştir. iskelenin inşasına yakında başlana caktır. İnşaat sırasında Kadıköy, Haydarpaşa vapurları Adalar iskelesine yanaşacaklardır. Aklım ermedi ıkra meşhurdur: Yahudi köylere gezgin satıcılığa çıkıyor muş. Söylenenleri dinlemiş ve yanına bir tabanca almış. Almış ama elâlem gibi beline takacağına heybe sinin dibine sokmuş. Korkulu dağlarda bir geçidi aşarken önüne bir haydud çıkmış: Kıpirdama! Yahudi ahnın başını çekmiş: Bir takke müsaade et paşam, heybeden tabancamı çıkarayım! Bir de Nasreddin Hoca hikâyesi vardır: Hazret evinin bahçesinde bir çukur kazıyormuş. Komşusu sormuş: Hoca ne yapıyorsun? Görüyorsun ya, çukur kazıyo rum. Şurada molozlar yığılıp duruyor, onlan gömeceğim. Kalabalık ortadan kalksın. Peki ama a mubarek, çukurdan çıkan toprağı ne yapacaksın? Hoca kızmış: Eeeh, demiş, bu kadar ince hesaba aklım ermez benim! Bunlan şu vesile ile sıraladım: Bürön dünya, yannın hava hücumlanna karşı çare aramakla meşgul. Bizim belediyemiz bile nerdeyse harekete ge çiyor. Ancak yeraltı sığnaklan filân yapmağa bütçe müsaade etmediğinden şimdilik zehirli gazlere karşı tedbir olarak Maçka havalisi Iâğımlannı kappatmağa, sonra tahsisat bulursa şehrin hava hududlanna tayyareleri geçir memek için turnikeler koymağa karar vermiş! Bundan iyi çare can sağlığı tabîL 935 Fransız güzeli Italyanm Rivyera denilen cenub sahillerinde yapılan benzersiz jenliklere bakarak çiçek bayramlan hakkında kâfi bir fikir edindikleri için bu işin bizde bu derece karikatürize edilmesine bir hayli gülmüşlerdir. Çünkü çiçekle süslenmiş denilen nesnede hepsini bir tarafa toplasanız on yedi buçuk solgun konca yoktu! Şenlikler bu sene de tekrarlanacakmış. Güzel. Fakat bununla atbaşı giden başka bir müjde bizce daha güzel. Belediye teşebbüslerini ilerletmiş. Yakında Adalara su verilmeğe başlanıyormuş. O halde çiçek yerine su bayramı yapılsa Adalara edilen en büyük iyiliğin bayramı kutlulanmış olmaz mı? Düşünün bir kere: Yıllarca bahçıvanını bulamamış nadide bir saksı gibi su içinde solan ilâhî Ada o gün binbir elden boşalan sularla bir ilâhe banyosu yapıyor. Etrafı ince bir yağmura boğan arazözler; halkın kollanndaki sayısız kovalardan senelerce nekes sızınülara tükürür gibi sulanmış çiçeklere, fidanlara, tarhlara hayat dökülüyor. Yer su; gök su; bir «âlemi âb» ki Ada Marmaraya batırılıp çıkanl mışa dönmüştür. Bu teklife bağn yanık Adalann ateşin üyesi Bay Avninin şimdiden bayrak açacağını umarım. Kadmların yol vergisi... Kadınlar herşeyde müsavi olmak istemedıler mi?... O halde yol vergisî vermekte de müsavi olsunlar... Bu ilk bakışta doğru bir mütalea. Fakat kazın ayağı öyle değil. •** Bugün yol vergisi denilen vergiyî bilâistisna her erkek veriyor. Bunlann işte veya işsiz olduğunu kanun düşünmüyor. Kanunun kat'î bir hükmü vardır, her vatandaş bilâistisna vergi vermekle mükelleftir. Fakat kadınlar için, «işte olan kadınlar» kaydini koyuyor* 1 lar. *** Memlekette mevcud kadmlann yiizde kaçı iştedir. Bunu tahminî bir hesabla ancak yüzde yirmisidir, diyebiliriz. Bu yüzde yirminin ne zaman işte olduğunu, ne zaman işsiz olduğunu hükumet nasıl takib edecek? Böyle zaman zaman vergiye tâbi bir kütle nasıl olabilir... *•• Hatırlıyor musunuz ? 1 Kral Lothaıre ile papaz Lut herin Papahğa karşı vaziyetleri? 2 Tarihe masal diyen adam kimdir? 3 Eski izerler sergisi demek olan Musee adı nereden gelir? 4 Ruslara niçin Moskof denilir? 5 Beşiktaşta bir sokağa adı verilen şair Nahifi hangi çağın adamı dır? 6 Veliefendi çayırı bu adı kimden aldı? 7 Frenklerin oceam indien dedıkleri büyük denizin mesahası? (Karşılıkları yarınki nüshamızda) Dünkü »OTgalar ve karfihklart: 1 Dreyfüs kimdir? C Haksız yere küreğe konulan bir Fransız zabiti. Emil Zola onun suçsuzluğunu müdafaa ederek Fran sayı velveleye vermişti. 2 Paust masalını Götederi başka yazan var mıdır? C Ingiliz şairlerinden (Marlov) da yazmıştır. 3 Telemak hikâyesini türkçeye kimler çevirdi? C Yusuf Kâmil ve Ahmed Vefik Paşalar. 4 Anadoluda kaç kara su vardır? C İki. Bunlardan biri Gökdağından çıkar, Fırata dökülür. Öbürü Domuzdağından çıkar, Kızılırmağa do külür. 5 Keş köyü neden tarihe geçti? C Aksak Timurun orada doğ muş olmasmdan. 6 On dokuzuncu asrın Aristosu diye anılan adam kimdir? C Cuvierdir. Bu büyük bilgen Anatomie Compareenin ve Pale Ontolojinin haliki sayılmaktadu*. 7 Nevton o büyük keşiflerinin sırrını nasıl bir vecize ile anlatmıştı. C «Daima düşünmekle!» şeklindeki vecizesile!.. Bunun tatbikı çarelerini bulsalar bîle gene müsavatsızlık vardır. Biri çıkıp dese ki çalışmıyan kadınlar evle • » rinde rahat rahat oturduklan halde, neden çalışan zavallı kadınlar bu vergiye tâbi olsunlar?.. îşsiz erkeklere ehemmiyet vermiyen kanun, bu işsiz kadınlan niçin istisna ediyor?.. İşe gitmeğe mecbur olmıyan kadınlar da, senede bir elbise eksik yaptınversinler, işte bu da bir mütalea, hem yabana ablmıyacak bir mütaleadır. ••• Pariste 935 güzellik kraliçesi in tihabı yapılmış ve Sarlı Fransızlardan Matmazel Elisabet Spitz Mis Frans seçilmiştir. Fakat Sarlı kızm çekilmesi üzerine güzellik kraliçeliğini resmini gördüğünüz Matmazel Gizel Previl kazanmışür. MÜTEFERRtK Filo limanımızda Harb filomuzun bir kısmı evvelki akşam Gölcükten gelmiş, Haydarpaşa açıklanna dcmirlcmiştir. Filo limanımızda birkaç gün kalacaktır. denî mesaiye aynlan zamanlar pek muvafıktır. Bizi düşündüren boş vakitlerin hüsnüistimalidir. Ilkmektebler talimatnamesinin 38 inci maddesi şöyle diyor: Perşembe günleri öğleden sonra muallimler talebeleri gezinttye götürürler. Bu madde ekseriya iyi tatbik edilmiyor. Bu seyranlar birer tetkik mahiyetinde olmalı. Çocuklarda dolaşmak, görmek, tanımak, anlamak zevki beslenmelL Büyük tatillere gelince aylarca talebenin mektebden uzak kalması ve kayidsiz başıboş bırakılması hiç muvafık değildir. Tatil kamplannı, tatil seyahatlerini tamim etmeli. Uzun vakit çocuklar mektebden uzak kalmamalıdır.» Yirmi sene evvel profesör (Sluz)dan dinlediğim bu konferanstan sonra fikrî mesaiye aynlan zaman ka dar bedenî faaliyetlere kıymet verildiğini gazetelerde okudum. 1924 te tekrar Brüksele gittim. İlkmekteb lerde hayli değişikliklere şahid ol dum. Doktor (Decroly) nin konfe ranslannı dinledim. Onun şu kıy metli sozleri hâlâ kulağımda: cGayemiz çocukları yormadan, bezdirmeden hayata hazırlamaktır. Ha yata hazırlıyacağımız çocukları ha yal ile değil, hayat ile karşılaştırmağa mecburuz. Canlı olmasını istedi ğimiz çocuklara canlı örnekler gös termeliyiz!> SELİM SIRRI TARCAN bir apartımandı. Cümle kapısmdan içeri girdi. Yol halısı döşeli, taş bir merdivenle karşılaşmca, yanlış geldi ğine zahib oldu. Onun bildiği Ferdi böyle yerde oturamazdı. Ininden dışanya başını uzatan bıyıklı, kartaloz bir Rum kansı sordu: Kimi istiyorsunuz? Bay Mehmed Ferdi burada mı oturuyor? Evet Aln numara.. Üçüncü kat. Merdivenden ytıkan brmandıkça, Bay Kadrinin hayreti arbyordu. Bu ferah, aydınlık, oldukça modern a parhmana Feıdiyi bir türlü yakışb ramıyordu. Şimdi içine garib bir de hicab anz olmuştu. Çirkin ve acı hakikatlerle karşılaşmaktan çekiniyordu. Gerisin geriye dönmek istedi. Artık, madem ki adresi iyice öğrenmış bulunuyordu, mektub yazmak daha iyi olacaktı. Maamafih merdivenden çıkmakta devam ediyordu. Üçüncü kata gelince, aln numaranın çıngırağına uzanan eli, gayriihti yarî son bir tereddüdle geriye çekildi. Fakat içindeki merak galebe çaldı. Göçmenleri getirme programı Bu yıl Romanyadan gelecek göç menlerin nakil işini mahallen tanzim edecek olan Talât dün Köstenceye hareket etmiştir. Talât Bükreşe gidecek ve sefaretimizde temaslarda bulunduktan sonra bu sene taşınacak 50,000 muhacirin nakil işleri için hazırlanan programın tatbikına başlıyacaktır. Göçmenleri Köstenceden getirecek olan Türk armotörler dün Deniz Ti caret müdürlüğünde mukavelelerini yapmışlardır. Göçmenlere aynlan vapurlarda tahlisiyeye ve sağlığa müteallik her türlü tedbirler alınmışhr. Fransız mimarlarından For Düjarik müthiş bir teklifte bulunmuş: Bir buçuk milyon kişi alacak kocaman bir kule yapmak ve düşman tayyareleri şehre saldırınca bütün halkı buraya top Iayıp bombardımandan da, zehirli gazlerden de korumak. Kulede birçok müdafaa ve cankurtaran vasıtalan ve teşkilâtı bulunacak; sulh zamanında sanatoryom, eğlence yerleri olarak istifade edilecek ve saire... Babil kulesinin ağababası olacak olan bu yapının fennî kifayetine, dayanıklığına aklım ermez. Yalnız Kadıköy vapurundan veya bir sinemadan bin kadar yolcunun en az bir çeyrek saatte boşaldığını düsündüm de kule sayesinde 1,500,000 baş halkın birkaç dakikada olup biten hava hücumundan nasıl korunabileceğini aklım almadı. Acaba geceyansı şehre baskın veren düşman tayyarele rine: Müsaade buyurun bayım da halk kuleye girsin, bombalannızı birkaç saat sonra atarsınız mı denilecek? Fransız miman böyle bir teminat ta aldıysa mesele yok ama, birkaç milyon kişiyi konserve kutusuna istif eder gibi yutaa bu kulenin beynine beş on bin ton birden bomba inerse, ne ola cak? Tabanca ve moloz hikâyesi vesselâm! Bu vergide eğer müsavat aranıyor» sa, işsiz erkekljeri de işsiz kadınlar gi» bi bu vergiden affetmek lâzım. Bundan başka kanun yol ver • gisi vermiyen erkekleri yol yap « tırmakta kullanarak bu borcu öde * tiyor. Bu vergiyi vermiyen kadınlara karşı tecziye kuvveti ne olacaktır?« Hapis mi?. Taş kırmak mı?.. Herhalde bu kanun müsavat ararken, müsa vatsızlıklann en büyüğüne düşecektir.' Kadınrlann çalışan kısmı değil, sine malarda, poker masalarında, tuvalet salonlannda su gibi para döken bayanlan bu vergiye tâbi tutmak, adalete ve müsavata daha uysun bir iştir. SABİHA ZEKERÎYYA ECTSIEBİ MEHAFİLDE Karahan Yoldaş Avrupa seyahatine çıktı Sovyetlerin Ankara büyük elçisi Karahan Yoldaş evvelki sabah Berlin yolile Istanbula gelen kansile beraber dün akşam otomobille bir Avrupa yoU culuğuna çıkmışnr. Karahan Yoldaş üç hafta sonra gene memleketimize donecektir. Kepıerinden servet çıkan dilenci Kandillili Ali Molla isminde ihti yar bir dilenci gecenlerde Dariilâcezeye kaldmlmıştı. lhtiyar burada öl müştür. Olüyü yıkamak için soyduk lan zaman etıne sanlı bir kemer görmüşlerdir. Kemer açılnug ve içinden 180 altın lira ile 200 kâğıd lira çık mışür. îtalya elçisi Üniversitemizi pek beğendi Îtalya elçisi M. Gallinin îstanbul Üniversitesini ziyaret ettiğini yazmıştık. Elçi kimya ve kimyayı hayatî lâboratuarlannı hayranhkla takdir et tiğini, en son sistem alât ve edevab ve çok değerli profesörleri olan bu yüksek ilim müessesesini tekrar ziya ret edeceğini türkçe bilmediği için burada dersleri takib etmek imkânından mahrum bulunduğuna acıdığmı ve Istanbulun iklimi, coğrafî vaziyeti ile Üniversitede çalışan yüksek profesör ler sayesinde îstanbul Üniversitesinin pek yakında şarkta ileri bir müessese haline geleceğini söylemiştir. karşısmda yüreği ezilir gibi olmuştu. Bazan bir tamburu uzun uzun in Ietmek için bir teline dokunmak kâ fidir. Eski konsol saatini burada görmekle Bay Kadrinin gönlünde bütün çocukluğile ilk genclik çağı canlanı vermişti. Gözlerinden fışkırmak isti dadını gösteren yaşlan zaptederek, ür çüncü defa, ayni ibare ile söze baş « ladı: Geldiğime sebeb.. Anladık yahu! Alt tarafını ge* tir! Direktörii gördüm. Şimdilik yerinde kalıyorsun.. Lâkin beni iyi dinle.. Lüzumu yok. Ne diyeceğini biIiyorum. Hiç, nafile nefes tüketme. Bay Kadri kızdı; ayağa kalktı. Bu iş kolay oldu sanıyorsan, aldanıyonun, dedi. Sosyeteye bizzat gîtmek mecburiyetinde kaldım. Bizzat! İşitiyor musun? Öyle olmamış olsaydı, bugün sokakta kalmıştm. Şunu da ilâve edeyim ki, oraya bizzat gitmekle, senin hesabına, ilerisi için manen bir nevi taahhüd altına girdim. Ve şayed, aklını başına toplamıyacak olursan.. (Arkan var) Çiçek değil su bayramı enizin sonsuz mavi bir maden döşeme gibi durgunlaştığı sı cak yaz günlerinde güzel AdaIarı granit bir saksı ile suya oturtulmuş çiçek kümelerine benzetirim. Marmaranın kucağında Kerbelâdan sıçramış birer avuc toprak gibi duran bu yerlerde susuzluk derdi cennette mide hastalığı çekmek kadar feci bir talihsizliktir. Geçen sene, Büyükadada bir çiçek bayramı seyretmistik. Bu şenliklerle hazırlıyanlar şüphe yok öğmeye değerler. Lâkin yerinde görenler şöyle dursun, Avrupaya gitmiyenler bile sinemalarda, mecmualarda Fransa ve Bu evde, ifrata varmıyan bir refah olduğu belli idi. Bay Kadri: Geldiğime sebeb.. diye sözc başladı. Mehmed Ferdi bir kahkaha salı verdi. Allah aşkına, burada olsun resmiyetini terket. Ve bir oda kapısı açarak, ilâve etti: Geç buraya! Şirin bir yemek odasından geçip, salona girdiler. Mehmed Ferdi misa firine bir koltuk gösterdi: Otur! Ve şimdi anlat baka lım, evimi şereflendirmek nereden esti? Fakat bu sefer, Bay Kadrinin söz söylemeğe isteği kalmamıştı; sustu. Etrafına bakmıyordu. Vakıâ bu gördüğü eşyada bir fevkalâdelik yoktu. Kendi oturduğu koltuktan başka, kadife kaplı bir kanape ile üç iskemle, sıyah boyalı alçak bir masa, kreton perdeler, temiz bir parke, bir konsol, üzerinde zarafetie tertib edılmış çiçekli vazolar.. Hepsi bundan ibaretti. Yerlerde halı, seccade CEMİYETLERDE Kızılay haftası başladı Bugün Kızılay haftasımn ilk gü nüdür. Her vatandaşın bugünü tak dir etmesi lâzım değil elzem olduğu için herkes bu hayırlı müesseseye üye yazılmayı borç bilmelidir. Hafta zarfmda mahalleler dolaşı larak yeni aza yazılacaktır. bile yoktu. Bu mefruşat basitti, belki de çirkmdi. Fakat insana bir temiz lik, bir titizlik ve bir intizam hissi ve riyordu. Herşey yerli yerinde idi. Hiç bir köşede bir toz zerresi görülmüyordu. Bay Kadri kendini, iç ahcı bir muhitte hissediyor, ferahhk duyuyordu. Onun böyle susmasına hayret eden Mehmed Ferdi: Ey, bakalım! dedi. Niye gel din?. Bay Kadri birden kendini topar ladı. Senin bu derece güzel yerleş miş olacağını tahmin edemezdim.. diye mmldandı. Mehmed Ferdi omuz silkti. Adam sen de! Nesi güzel? Hep eski püskü.. Görmüyor musun? Konsolun bir köşesinde duran saati işaret etti. Tanımadm mı? Rahmetli babamm selâmlık odasmda dururdu. Filvaki.. evet.. şimdi hatırlıyo rum.. Yeniden dalmışn. Tuhaf şey! Bir gün evvel Ferdi ile buluşmaktan hiç birşey duymamıştı da, şimdi şu saatın Asım Süreyyanm konferansı Bugün Ticaret Odası konferans salonunda, Beledive Ekonomi müdürü Asım Süreyya tarafından (Ekonomi bakımmdan pahahlık ve ucuzluk) mevzıru üzerinde bir konferans verilecek tir. Çıngırağa dokundu. Ne olursa olsun!. Ay! Sen ha? Kapryı açan bizzat Mehmed Ferdi idi. Bay Kadriyi baştan aşağı, hayretle süzdü. Sen ha? Nasıl oldu?. Hangi dağda kurd öldü? Gel bakalım; içeriye buyur. Dikkat et ha, antre ka ranhktır.. Birşey devirirsin. Birdenbire, ev sahibi ile kendi arasındaki sosyal mesafeyi hatırhyan Bay Kadri, ciddî ve azametli bir tavır ta kınarak, ağır ağır içeriye girdi, ve bir adım atar atmaz, eşikte durdu. Inşallah kötü haberle gelmiyorsun ya? Mehmed Ferdinin bu sualine karşıhk, Bay Kadri başını kaldırmakla iktifa etti. O halde, safa geldin. Lâkin niçin orada duruyorsun? Girsene! Elektriğin çevrilen düğmesi, antreyi ışığa boğmuştu. Bay Kadrinin nazarları, duvarlara asılı çerçeveli levhalara ilişti. Bir köşede ufak bir masa, üzerinde çiçek dolu bir vazo görülüyordu. Hasılı, daha cümle kapısm dan başlıyan iyi tesir devam ediyordu. 'Cumhuriyet,, in tefrikası: 6 Yazan: Ercümend Ekrem Böylece düşüne düşüne, Tarlaba şma sapan Misk sokağmın köşesine, farkında olmadan varmış bulunuyor • du. Sokağa sapan bir otomobilin kor nesi dalgınlığını dağıttı. Kendisi de sokaktan içeriye daldı. Karşıdaki bakkal, dükkânmın önünde tekir bir kedi ile oynuyordu. Bay Kadri: Hadika sokağı, burada nerede dir? diye sordu. Sağda üçüncü sokak. Teşekkür ederim. Birkaç adım gitti. Levhayı görJü. Hadika sokağı yokuştu. Biraz indı. Sağına toluna bakınarak 18 numarayı buldu. yüksecik, yeni yapı, temiz yüzlü

Bu sayıdan diğer sayfalar: