7 Temmuz 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

7 Temmuz 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

7 Temmuı 1935 CUMuuKİYtT Geçmiş zamanlar Osmanlı idaresindeyken yerli bir Habeş Valisi Hırsız ve macîrabaz Vali Mustafa Paşanın adamları açıkça soygunculuğa kalkınca Souakin halkı ayaklanıp hepsini hapsettiler Yazan: Ahmed Reffk Habeşistan, Süleyman Paşanın Yemen seferi sırasında (1538) Özdemir Bey tarafından zaptedildikten sonra, yüz yıllarca Türk idaresinde kaldı. O zamanlar Habeş eyaletinin merkezi Souakindi. Ikinci derecede önemli sayılan yeri de Musavva. Habeş valileri Souakinde, kaymakamları da Musavvada otururlardı. Souakin, Habeş valileri için bir kazanc yeriydi. Vurgunculuk etmek isti yenler, fazla rüşvetler vererek kendilerini Habeşe tayin ettirmeye çahşırlardı. Evliya Çelebinin dediği gibi, buraları «vurmak, kırmak, atmak ve tutmak» yeri idi. Habeş valileri tacirlerle iyi geçinecek olurlarsa, kendilerine her taraftan hediyeler gelirdi. Nüfuzu, istediği yere kadar cari idi. Evliya Çelebi diyor ki: «Şarktan garba bir yıllık yol anın hükmündedir. Hemen kuvveti kahiresine göre murad edenler cihangir olur. Kara yüzlü kavme beyaz yüz gösterse, yüz, iki yüz adamla zaptü rapta kadir olur.» On yedinci asırda, Osmanlı idaresi zorba ağaların ve Turhan valdelerin elinde kaldığı sıralarda, Defterdar Mustafa Paşa da Habeş eyaletine göz dikti. Mustafa Paşa, ahlâksız, dolandırıcı, kurnaz bir adamdı. Bu hali yüzünden Bosna defterdarlığmdan azledilmişti. Amma o, ortalığı gözden geçirdi. Hazine nin paraya ihtiyacı olduğunu gördü. Öteden, beriden para, eşya, yüz kese kadar bir şey topladı. Bu paraları nüfuzlu adamlara dağıtarak kendisinin «iş bilür adem idügüne» tanıklık ettirdi. Def terdar Ali Efendiye altmış kese para yedirerek Habeş valiliğini ele geçirdi. Mustafa Paşa Habeşe kendi gitmedi. Âlacaklılarından birini, mürabahacı Mustafayı mütesellim yapıp gönderdi. Sonra, bir mütesellimlik senedi daha yazdı. Onu da kendisine çok inan beslediği genc bir oğlana verdi. Nazır namile genc oğlanı da mütesellimlp hprahpr Habese volladı. Souakin, gayet işlek bir limandı. Orada, Hind, Yemen, Portekiz gemileri hiç eksik olmazdı. Bunlar Souakin is kelesine geldikleri zaman, limana emtia ile dolu üç kalyon gelmişti. Oranın âdeti, gümrük olarak mal almaktı. Amma Mustafa Ağa, Defterdar Mustafa Paşadan alacağını bir an evvel kurtarmak için mal yerine para almak sevdasına düştü. Mal almamakta ısrar etti. Ortalığı bir telâştır aldı. Şehrin âyan, kibar ve tüccar derhal toplandılar. « Bu ne haldir? Olagelmiş işe aykırı iş etmek namakuldür. Bu makule seyyie ihdası tüccar sefinelerinin bu benderden kesilmesine sebeb olur», dediler. Mustafa Ağaya geldiler. Yalvarıp, yakarıp işi anlattılar. Mustafa Ağa para canlı, inadcı bir adamdı. Sözünden dönmedi. Kendisine tatlı tatlı işi anlatanları susturmak için şiddet, gazab gös termiye başladı. Münakaşa, ve nihayet mücadele gittikçe arttı. Bu usulden kimse memnun olmadı. Mustafa Ağa, mal yerine para alacak olursa, limana hiçbir gemi uğramıyacak, şehrin ka zancma ket vurmuş olacaktı. Habeş kulları da âyan ve tüccarla birlik oldular. Mustafa Ağaya karşı ayaklanmıya ha zırlandılar. Mustafa Ağanm arkadaşı, genc oğlan akıllıydı. îşin neye varacağını derhal sezdi. Paşasmın büsbütün zarar edeceğini aklı kesti. Mustafa Ağaya haber vermeden kadının yanına gitti. Ayanı, tüccan etrafma topladı ve şu sözleri söyledi: Bu mütesellimin meşrebi garibdir. Zaten Paşa bunu bildiği için bana da ayrıca bir mütesellimlik senedi verdi. Eğer o sözünüzü dinlemez de aksi ha reket ederse, mütesellimliği sen yap, dedi. Mademki iş böyle oldu. Şimdi mü tesellim benim. Ben para istemem. Gene eskisi gibi mal veriniz, kabul ede rim. Cebinden mütesellimlik senedini çı karttı. Hepsme gösterdi. Kendilerinden ve ahaliden uygunsuzluk yapmamalarını taleb etti. Fakat içlerinden çoğu: Sizin paşanız ne saygısız ve hilekâr adammış! Kendisine inanmadığı bir adamı niçin mütesellim yapmış? Pekâlâ. Onu mütesellim yaptı; sana da gizli olarak bu kâğıdı neye verdi? Herifin sözünde sebatı yok. Böyle müzevir, hilekâr, kara yüzlü adamın idaresi Habeş için musibettir, dediler. Ne Mustafa Ağayı, ne genc oğlanı, ikisini de dinle mediler. Yaka paça toparlayıp kaleye hapsettiler. Valiyi de tanımadılar: Onun yerine Habeş kullarmdan Deli Dervişi kendilerine vali yaptılar. Mustafa Paşanın bir şeyden haberi yoktu. Habeşte yapacağı vurgunculuğu düşünerek sevinçle yola çıkmıştı. Cidde iskelesinde bu haberi alır almaz, aklı başın dan gitti. Etrafındakilere danıştı. Onların tavsiyesi üzerine, Mekke şerifinden ve Cidde beyinden bir iki akıllı, uslu adam alıp Ciddeden kalktı. Souakine gelir gelmez ahalinin gönlünü hoş etmek için kâğıdlar yazdı, küçük kardeşini Mekke şerifinin ve Cidde beyinin adamlarile beraber yolladı. Bunlar karaya çıkar çıkmaz yakayı ele verdiler. Deli Derviş söz bile söyletmedi. Onları da, genc oğlanı da kılıcdan geçirdi. Yalnız mürabahacı Mustafayı bıraktı. Onu da: Git. Paşana haber ver! Diye Paşanın gemisine yolladı. Mürabahacı Mustafa neye uğradığını bilemedi. Verdiği paralara mı yansın, uğra dığı mihnetlere mi katlansın. Me\oıs, mustarıb yola çıktı. Habeş valisi Mustafa Paşaya olanı, biteni anlattı. Mustafa Paşanın yanında iki yüz kişi, gemide iki top vardı. Mustafa Paşa baş kaleyi kuşatmıya kalkıştı. Para etmedi. Habeş kulları Paşayı kaleye ya naştırmadılar. Şiddetli bir ateş açarak geri döndürdüler. Mustafa Paşanın içi yandı. Habeşi elde etmek için bu kadar para vermişti! Ne yapacağını şaşırdı. Ciddeye dönmeden başka çare kalmadığını anladı. Ciddeye gelir gelmez, Mısır valisi Haseki Mehmed Paşaya Habeşteki hâdiseyi mufassalan yazdı. Kendisinden yardım istedi. Paşa derhal maiyetini topladı. Uzun uzadıya konuşuldu. Nihayet Mısır ümerasından Boşnak Ahmed Beyi iki yüz Mısır kulu ve birkaç topla Habeşe gcndermeğe karar verildi. Fakat bu karar birdenbire yapılamadı. Mısır kulları gitmek istemediler: Bizler daima Arab eşkiyasını def'a, hazine götürmeğe, Emirülhac hizmet lerine memuruz. Hiçbir zaman boş durduğumuz yok. Burada bir sürü tavaşi ağalar var. Bu sefer de onlarm adamları gitsinler. Bu kadar mal, mülk sahibi oldular. Bir işde de onlar bulunsunlar, dediler, ve ayak dirediler. Filhakika, Mısırda, otuza yakın kızlarağası vardı. Turhan valdenin saltanatını sağlıyan uzun Süleyman Ağa, Taşyatır Ali Ağa, saraydan çıkarılan Hal işi nihayet mahkemeye düştü Belediye, dört esnaf hakkmda dava açtı Keresteciler halinin açılması ve eski halin de Belediye tarafından yıktınlmak istenmesi üzerine Belediye ile eski halde dükkân kiralamış bulunan bazı esnaf arasında bir davaya sebeb olmuştur. Meselenin esası şudur: Belediye, es nafı, yeni halde dükkân tutmamağa teşvik eden dört kişiyi, yeni haldeki dük kânların açık arttırmasma girmelerine müsaade etmemişti. Bu dört kişi de eski haldeki dükkânlarını, ellerinde bir konturat olmamasına rağmen boşaltmak istememişlerdi. Bu durum karşısmda Bele diye, icraya müracaat etmiş, fakat icra dairesi, mahkeme kararı olmadan duk kânlan boşaltamıyacağmı bildirmiştir. Belediye bir taraftan boşaltma kararı almak üzere Sultanahmed sulh mahke mesine müracaat etmiş, diğer taraftan da esnafı, Belediye kanunları aleyhine karşı teşvık eden bu dört kişi hakkında ceza mahkemesine müracaat etmiştir. Hakla rında mahkemeye müracaat edilen bu dört esnaf ta Belediye aleyhinde bir dava açmışlardır. Yakında bu davaların görülmesine başlanacaktır. ÇOCUk BAKIMI: Geceleri yataklarına işeyen çocuklar Yazan : Dr. Kadri Raşid Kundağına, bezine büyiik aptes ve çiş etmek meme çocuğunun hakkıdır. Lâkin bir yaşını geçmiş olan bir çocuğun uyanıkken büyük aptesini donuna etmesi meselesini ehemmiyetle telâkki etmek lâzımdır. Tabiî haldeki çocuk büyük aptesini bezine etmekle husule gelen nahoş vaziyeti sevmez. Büyük aptes günde bir iki defa vaki olduğu cihetle büyük aptesle mülevves olmağa alışıklık ta husule gelemez. Ufak ifadelere başlamış bulunan çocuklar bunu haber verirler. Binaena leyh büyükçe bir çocuğun büyük aptesini haber vermemesi. ya bir hastalık tesirile, faraza ishale müptelâ olmak dolayısile birbiri arkasından dışan çıkmak mecbu riyetinde kalmasmdan, yahud nıakadın tesekkülündeki bir eksiklik dolayısile büyük aptestini tutamamasmdan ve yahud da cümlei asabiye ve akliyesinin henüz teşekküliinü itmam etmemiş, zekâsı eksik kalmış olmasından ileri gelir. Küçük apteste gelince, sık tekerrür eden bir faaliyet olduğundan altının sık sık ıslak kalmasına alışmış bulunan küçük çocukların bir yaşını geçtiği halde altına idrar etmesi marazî bir hal telâkki olunamaz. Ancak ahştırmamaktan ileri gelir. Nitekim bazı anneler çocuklarını iki üç aylıktan itibaren günde birçok defalar apteste tutarak altlarınm temiz bulun masına alıştırdıklarından bunlar büyü dükçe altına ve yatağma işemiyen çocuklar olur ve beş altı aylıktan itibaren ihtiyac hissettikleri zaman kâh ağlamakla, kâh kendilerine mahsus ifadelerle gerek gündüz ve gerekse gece haber verirler. Ve böylece temiz çocuk olarak büyürler. Gece idrannı yatağma eden büyük çocukların adedi pek çoktur. Bazan bunların on on beş yaşına geldikleri halde gene yataklarmı kirlettikleri vakidir. B?zan da küçük yaşlarda işemezken büyüdüğü zaman işemeğe başlıyan çocuklar görünür. Bunların zekâları tabiî halde bulu nanları bu vaziyetten büyük bir bedbahtlık dahi duyarlar. Esas itibarile büyüdüğü halde gece yatağma işiyen çocuklarda evvelâ sar'a aramak bir vazifedir. Bundan başka çocukta şeker hastalığınm da bu hale sebeb olabileceğini düşünmek lâzımdır. Böyle mühim bir hastalık bulunmadığı tahakkuk ettikten sonra çocuğun işemesinin hafif bir asabî noksandan ileri geldiği düşünülebilir ve izalesi için çocuğun hislerine ve asabî merkezlerinin (mconcient) dediğimiz kısmına tesire müracaat etmelidır; ızah edelım: Berillon ismindeki asabî hastalıklar ulemasından bir hekım her sabah hastaneye getirilen işeyici büyük çocuklan muayene ederek ciddî bir hastalıkları olmadığı tahakkuk ettikten sonra sıra ile dızer ve ayakta hafif bir ipnotizma ile uyutur ve her birine ayn ayrı isimlerile hitab ederek yataklarına çiş etmemeleri için telkin yapardı. Her çocuğa beş altı gün sıra ile yaptığı bu telkinler sayesinde bu çocukların yüzde doksan beşi gece işemelerini keserlerdi. Ben bu telkini başka suretle latbika başlamıştım: Evvelâ çocuğun muhitini değiştirmek suretile hareket ederek hastaneye alırdım; bu suretle yabancı bir muhite giren çocuk çok defa gece idrannı keser. Şayed orada da yatağını kirletirse çocuğun yatağı önünde hastabakıcıdan yüksek sesle büyük iğneli bir Ş'nnga ister ve çocuğun gözü önünde çırıngayı gezdirerek: (Eğer bu gece de işer^e, bu şınncayı yarın sabah bana getirin de kendisine güzel bir şırınga yapayım, iyileşsin. Zavallı hasta olmasa yatağma işe mez!) tarzında uyanık bir telkin ş^kline soktum. Bu sayede hiçbir çocuğun iyileşmeden paviyonu terkettiği vaki olmamıjtır, diyebilirim. Bınaenaleyh gündüz işemedıği halde gece yatağına işemesi çocuğun dımağı nın da uykuya daldığına delâlet eiiyor ve bu tenbih onu ıkaz ediyor. Yanı fız. yoloji uleması derler ki: Hali tabiıie olan insanlarda uyku esnasında dimağ uyanıktır ve vücude nezaret eder. İşte çocuğun uyuduğu zaman dimağı da uyursa gece işemesi de vaki oluyor demektir ve yukarıda arzettiğim telkinler dimağı vazifesine davet etmekten ibaret oluyor. Dimağm bu dalgınlığı birçok çocuk larda alışıklık bazı kere de asabî anadan babadan gelmiş olmak ilâh. gibi sebeblere atfolunur ve bunların asabiyetinın ispatı da ekseriyetle yoruldukları ve yahud asabî bir heyecan geçırdikleri gunün gecesinde işemenin azamiyi bulmasile teeyyüd eder. Bazan da çocukta asabın bu durgunluğunu icab ettiren herhangi bir hastalığın toksininin mevcudiyetidir. îşte küçükken idrannı gece bırakmıyan çocuk ların büyükçe yaşlarda işemeye başUmaları kendilerinde yeni başlamış olan sinsi bir hastalığın toksininden ileri gelmekte olmasını düşünmek ve o cihetten araştırma yapmak yersiz olmaz. Hulâsa gece işemeleri bazan pek ehemmiyetsiz bazan da pek ehemmıyetli sebeblerden ileri gelebilir ki bunun tahkik, teftiş ve tedavisi ancak doktorun başarabileceği bir iştir. Dr. KADRl RAŞİD raz daha bahtiyarlık katıyordu. Onun sükut ettiğini gören Ferdi: Anladm ya? dedi. Şimdi, çık git artık! Bay Kadri, koğulmakta olduğunu anlamamazlıktan geliyordu. O, yalnız sonsuz bir memnuniyet duymakta idi. Ay şenin yadı ile Ferdinin hiddeti arasında öyle geniş bir uçurum vardı ki, hiçbir ses onu aşmağa muktedir değildi. Ferdi, Bay Kadriyi kolundan tuttu: Sana söylüyorum: Git! Çekil buradan! Kendisini sürüklemek üzere kavnyan elin haşin temasile Bay Kadri, aisızın uykusundan uyandınlmış bir adam gibi yerinden sıçradı; ve silkinip kurtularak: Dur! dedi. Demindenberi Ferdinin yüzünü tet kike koyulmus olan bakıslan hayretle büyüdü. Birdenbire, içine bir merhamet &» *1 mişti. Ayağa kalktı ve mütereddid adımlarla masaya doğru gidip, ellerini dayadı. Buradan çıkıp gitmezden e\vel, istifade ettiği kalb yarasına merhem sürmek isteğini duyuyordu. (Arkast var) GUN DE BUj, Klakson suçlu değilmiş! eçen günkü bir fıkramda, Şarbayımız Muhittin Üstündağıa İstanbul halkına sokakta yürümesini öğretmeğe karar verdığinden, kendisine teşekkür etmiştim. Ve hâlâ da kanaatteyim ki, İstanbulda vukua gel« sokak kazalannın yüzde doksanı, bizi yolda yürümek bilmediğimizden ve soka mefhumunu iyice kavramadığımızd: ileri gelmektedir. Fakat sayın Şarbayımızın diyevini mam okduktan sonra, gördüm ki ikiı ayni kanaatte değiliz. Muhittin Üstündağ diyor ki: «Lon drada bir hafta oturdum. Bir defa olsuır klakson sesi duymadım. Orada otomo biller klakson öttürmedikleri için hiç za olmaz. Nitekim o bir hafta zarfınc da hiçbir kaza olmadı. Onun için buradı da klaksonu yasak ettireceğim!» Ben bu klakson denilen kerih sesli nes neye meftun değilim. Bununla beraber^ bütün kaza ve belâdan oncağızı utmağa da hak adına kail olamam. dı kı, klakson ötmüyor diye Londrada kaza olmadığı da vaki değildir. Ve belki İstanbul Şarbayı orada ike u bu hususta yanlış malumat edinmiştir ye, İngilterenin yarıresmî telgraf ajac olan Röyter, 4 temmuz tarihli şu telgraf Muhittin Üstündağın arkasından yetiştil miştir: « Londra 4 Münakalât Bakaı ığı geçen bir hafta zarfında, yalnız Lot dra şehrinde tramvay ve otomobil kazalî n yüzünden 113 kişinin öldüğünü 5391 kişinin de yaralandığını resme bildirmektedir. Ondan önceki hafta iç< risinde ölenlerin sayısı 139, yaralanan arınki de 4965 tü.» Demek oluyor ki kabahat klaksonda, Falan değilmiş! Ayni zamanda, sayın Şarbayımızın, Avrupa yolculuğundaki her görüp öğrendiklerinin böyle cılk çıkmamasını da ayrıca ve candan dilerim! Ercümend Ekrem TALU Annelere öğiid Çocuk Esirgeme Kurumu genel merkezi; yeni doğan çocukların bir yaşına gelinciye kadar nasıl bakılacağını öğreten «Annelere Öğüd» ün 1 inci sayısını bastırmıştır. Ayrıca çocukların nasıl besleneceğini ve mamalannm nasıl hazırlanacağını öğreten «Annelere Öğüd» ün 2 nci sayısını da bastırmıştır. I ve 2 sayılı öğütleri istiyenlere kurum parasız olarak gönderir. Ankarada bulunan Çocuk Esirgeme Kurumu genel merkezi başkanhğına yazı ile adres bilBunun aksi olarak bezini kirletmeğe dirmek yeter. alışmış olan çocuklar ise altlannın ıslak olmasına karsı yabancılık duymadıklabirçok kızlarağası hep Mısırda idi. Yer rından büyüdükçe gündüzleri altlanna lerinden çıkarıhnca, usulen buraya işemekte devam ederler. Maamafih bungönderilirlerdi. Ağaların Mısırdaki ha lar da yaşlandıkça gündüz etmemeğe yatı gayet debdebeli idi. îstanbuld^n ve daha büyüdükçe geceleri de uyan getirdikleri paralardan başka, burada mağa başlar ve temiz çocuk olurlar. Bir da birçok arazi elde ederler, hadem ve buçuk iki yaşını bitirdiği halde gündüzhaşem sahibi olarak yaşarlardı. Mısır leri idrannı donuna yapan çocukların kulları bunları çekemedıkleri için nü hasta olup olmadıklan düşünülnıelıdir. fuzlarım kırmaya bahane ararlardı. Is Filhakika* bu yaşa gelmiş ve geçmiş çorar ettiler: cukların bazıları daldıklan oyunu bırak Habeş hizmetine ağaların adam mamak için idrar ihtiyacı başladığı halları gönderilsin! dediler. de kendilerini zorla tutarak oyuna de Mısır valisi ağaların aleyhinde idi. O vam ettikleri ve o esnada artık tutamıyada bunu vesile etti. İşi ağalara anlattı. cak raddeye geldikleri zaman koşarak Sarayın rahat yaşayışına alışan ağalar haber verirlerken idrarlarını bıraktıkları birdenbire şaşaladılar: vakıdir. Lâkin bunun bir hastalıkla alâ Ne ihtimaldir? Mısır kullarınm işi kası olmadığından birkaç tenbihle ve yanedir? Mısır alındığmdanberi sarayı hud muntazam surette her iki saatte bir hümayundan çirağ olan havas ve mukarıdrara tutmakla az zamanda bunları günribine bu makule teklifi anif olduğu düz temizliğine alıştırmak kabildir. Lâkin var mıdır? dediler. böyle bir sebeb olmadığı halde gündüz Ağaların bu cevabı Mısır kullarını büsbütün azdırdı. İki taraf bırbirine donuna işiyen büyükçe bir çocukta bir öyle bir girişti ki, ağaların adamların hastalık aramak lâzımdır. dan birçok kişi telef oldu. Mısır valisi Haseki Mehmed Paşa fırsattan istifade etti. Ağalardan birkaçını Mısırın en iç taraflarına, İbrime sürdürdü. Çoçunu da köşe bucak saklanıp sokak yüzü görmemeğe mecbur etti. Maamafıh, Boşnak Ahmed Beyle beraber Habeşe gene asker yolladı. Bunlar, Süveyş kaptanının gemısile Ciddeye geldiler. Habeş valisini aldılar. Souakine getkdiler. Deli Derviş, zoru görünce, kaçmadan başka çare bulamadı. Ahmed Bey isyanı tamamen yatıştırdı. Valiyi makamma yerleştirdi. Vurguncu Mustafa Paşa memnundu; fakat Habeşi soyması için de ne kadar adam telef olmuştu! Hatta iş bu kadarla da kaimadı: Kızlarağası Taşyatır Ali Ağa ile Müsahib Mes'ud Ağa İstanbula kaçtılar, saraya derdlerini yanarak Haseki Mehmed Paşanın da kanına girdiler.. AHMED REFİK Bunların bir kısmı donunu daimî su rette ıslatan ve damla damla gelen idrarı donuna bırakan çocuklardır ki bunların mesanelerınde idrarlarını tutmak ve biriktirmek hassası kalmamıştır. Bu gibilerde ekseriyetle bir mesane taşı düşünülür. Yahud herhangi bir sebebden dolayı mesanede bir felc yahud masanenin te şekkülünde bir noksan mevcuddur. Bir kısmı ise zekâ cihetile teşekkül edcnemiş çocuklardır. Bunların hepsi doktorun tedavisine muhtacdırlar. Kâh ameliyat suretile (yani taşı çıkarmak ve yahud mesane tesekkülündeki noksanı tamir) kâh ta tıbbî usullerle (yani felce veya vekâ eksi^ine karşı) tedavi ihtiyacları vardır. Nadir olan bu şekilleri arzettikten sonra annelerin mebzulen şikâyetlerini teşkil eden gece işemelerinin mütalîasına geçelim: Buğday meselesi ve ekmek fiati (Başmakaleden devam) manında olmuş bir iştir. Buğday mesele sinin ash oradadır. Bu mesele, memle kette buğday ürününe unu yetiştiren renç perin hayatını düzeltecek yöntemde ts vet vermek meselesidir. Beri tarafta e* mek yiyen halkın takatini dahi unut mak şartile. Kendi ülkemizde buğday yetiştirimi bakımından iklimin değişikliklerinden bazan fayda buluyor, bazan ziyan göriiyoruz. Şimdıki tutuma göre ne yapsak iüime uymak zorunda bulunduğumuzu anlanz. Hele şimdiye kadar kurakhğın doğurabıldiğı azlığı ve yoksulluğu karşılıyacak çaremız olmadı. Fakat bu çare yok değildir, Ziraat Bakanhğımızdan ve hele Enstıtümüzden bu alanda hayırlı tedbırer bekliyoruz. Türkiye buğday ekimindeki bire beş altı ortalaması (vasatisi) iş değildir. İleri tutumlu ülkelerde bu ölçü çoktan ve çok geçilmiştir. Biz de imkân elverdiği kadar az bir zaniai^a buğday yetiştirmekte hiç olmazsa bire on beşi bulan bir ortalama elde etmek zorendayız. Standardize edilmiş bol bir buğday ürünü Türkiye.ekonomık hayatmın belkemiği sayılmağa değer önemde bir iştir. Bunlar oluncıya kadar üreteni (müstahsili) ve yoğaltmanı (müstehliki) koruyacak tedbirler üzerinde çok dikkatli . malıyız. Meselâ İstanbul gibi nüfusı. kalabalık bir şehirde Belediye buğdayın un ve ekmek oluşunu, en yüksek şekline kendisinin sahib olduğu, bir ihtısas işi olarak elinde tutmalı ve onun önünde hiç kim«e perende atamamalıdır. îstanbulda iki yüz elli fırın bulundukça bu işin zorluğunu çok kolay anlanz. Sozü kısa kesmek için buğday işi İstanbul Şarbaylığının büyük özenle düzen vereceği pek ileri önemde bir iştir diyeceğiz. • \ Bu Gönül • Böyle Sevdi Yazan: "Cumhuriy.t,,in böUmiı 51 Ercümend Ekrem Talu Sen de teslim et ki, her geçtiği yerde ısnrab doğuran sade ben değilim. Bunda senin de ihtısasın var. Bu sefer Bay Kadri dayanamadı. Güç işitilecek kadar yavaş bir sesle: Sus! dedi. İşlemiş olduğun cinayetin şenaatini, ona bir de iftira katarak şiddetlendirme. Ferdi elindeki yanmış sigarayı hiddetle yere fırlattı. Büyük sözlerle hakikat ortbas ecffiemez. Bana ettiğiniz hiyaneti ne sana affederim.. Ne de ona! Karın mücessem rjamustu. Haydi sene!. Bu evde göriin dan? Gönlünü ve ruhunu sana vermış düğün günden itibaren aranızda ne baş olduktan sonra... Yalan 1 Son nefesine kadar senin layıp ne bittiğini bilmiyormuşura gibi sanki! için yaşadı! Birdenbire ayağa kalkan Bay Kadri Sen aldanıyorsun! Sağken hep seni Alçak! diye bağırdı. düşünüyordu... Ölürken de seni istedi! Ferdi de yerinden kalkmış, Bay KadOh! Artık çok oluyordu! Ustüsle üç rinin üzerine doğru yürüyordu. Ne za defa, Ferdinin ağzından çıkan bu tekid mandır, birbirlerinden gizlemeğe çalış Bay Kadriyi harab etmişti. Durduğu yertıkları kin duygularını serbestçe çarpış de sarsıldı, sendeledi. O zaman, onun tırmak fırsahnı bulmuşlardı. Dögüşme korktuğunu zanneden Ferdi, sinirli sınırlı lerine lüzum yoktu. Dayak, ruhlanndaki güldü: karşıhklı nefreti ifade için yetmezdi. Doğru söylediğimin en büyük delili Lâfla öç alacaklardı. sana evvelce ehemmiyet vermeyişjmdı... dedi. Halbuki, şimdi... Bay Kadri, tekrar bağırdı Yumruğunu kaldırdı. Alçak! Onun hatırasından af di Şimdi.. Eğer cesaretim olsa, seni le. Gördüm! Gözümle gördüm! Ne ezerdim! Hırsız!. Hem de ne türlü hırsız!. En riyakâr, en sinsi ve en becerıkli affi diliyeceğim? bir hırsızsın, sen!. Anhyor musun? Ka Yalan söylüyorsun! • rımı çalan bir başkası olsaydı, belki de Hayırl Seni seviyordu.. Biliyo affederdim. Fakat sen.. Onunla meşgul rum! bile görünmüyordun. Sana birsey dene Hera öldürdün, hem de lekelemek mezdi... Hiçbir şey yapmıyor, birşey sezistiyorsun. Oh! Biliyorum. O senin hiçb!r va dirmiyor ve benim evimde, bana karşı kit metresin olmadı... Fakat ne çıkaı bun 1 cephe almış, birleşmiş gibi idin. Sen ge linciye kadar, ne olsa, ondan emindim. Sen b/.aya adımını attın, ben artık çekılmez oldum. Sen, burada bulunmadığın zamanlar bile, aramızda hazırdın. Sen bana karşı kahbeliklerin şeniini i^ledin! Keşki o senin metresin olaydı! Sana, vücudünden daha iyi, ruhunu verdi. Seni ruhile sevdi... Son nefesine kadar!. Şimdi anhyor musun, seni niçin affetmem?.. Edemem? Seni ondan ayıramıyorum da ondan. Susuyorsun, değil mi? Yavaş yavaş, hangimizin daha ziyade saygı değer olduğumuzu takdir ediyor musun?. Alâ! Bundan sonra aynlabiliriz. Ben söyliyeceğimi söyledim. Artık, temenni ederim ki, bir daha seninle hayatta karşı karşıya gelmiyelim! Sustu. Bay Kadri kımıldamadan, ağız açmadan dinlemişti. İçinde, gizli bir ses, kendisine hitab ediyor gibi idi: İşttin ya? Artık şüphe etme! Kader, Bay Kadriyi buralara bu teminatı almak, sevildiğini, ölenin kocasının ağzından işitmek için getirmişti. Ve o ağızdan çıkan her hakaret kelimesı, Bay Kadrinin gönlüne biraz daha sevinc, bi YUNUŞ NADİ Afyon Direktörü Avrupaya gitti Uyuşturucu Maddeler înhisan Direktörü Ali Sami dün izinli olarak Avrupaya gitmiştir. Bununla beraber Avrupada uyuşturucu maddeler işlerile ilgili (alâkadar) olanlarla da görüşecektir. 1 Nüfus sayımına esas olmak üzere Belediyelerce bütün binalara numara konulmaktadır. 2 Numarasız binalarda oturanlar hükumete haber vermeğe mecburdurlar. Oturduğu bina numarasız olduğu halde haber vermiyenlerle bu numaraları bozan ve silen ve kaldıranlar için para cezası vardır, 20 ilkteşrin 1935 pazar günü memleketin her tarafında genel nüfus sayımı yapılacaktır. Istatistik Umum MüdUrlüğU Başvekâlet İ

Bu sayıdan diğer sayfalar: