27 Ekim 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

27 Ekim 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

27 Birlncitcşrin 1936 CUMHURtYET Erzurum Sıvas hattı günden güne ilerliyor Programa göre demiryolu 1939 senesi tesrinievvelinde Erzuruma varacak ((Harb çıkarsa Allah yardımcımız olsun!)) Lord Nuffield Ingiliz Hava Nezaretini israfla itham ediyor Dün gelen Ingiliz gazeteleri geçenlerde îngilterede hayır işlerine bir buçuk milyon sterlin teberru eden Lord Nuffield ile îngiltere Hava Nezareti arasmda çıkan ihtılâfı uzun uzun mevzuu bahsetmektedirler. Lord Nuffield Hava Ne zaretine karşı ağır ithamlarda bulunmaktadır. Bir günde milleti için bir buçuk milyon sterlin teberru eden Lord Nuffield gazetecileri kabul ederek şu izahatı vermiştir. « Milletin ihtiyacını gözeterek 500,000 Ingiliz lirası sarfile tayyare motörleri inşası için bir fabrika yaptım ve hükumetin bu gibi malzemeyi tedarik için çok para verdiğini söyledim. Anlaşıldığma göre bu sözlerim Hava Nezareti siyasî mehafilinde çok iyi te sirler husule getirmemiş olacaktır ki tavsiyelerım tamamile muzaheretsiz kaldı ve malzemeye lüzum olmadığı tebliğ edildi. Halbuki pek az zaman sonra istihsalâtın azlığından müthiş bir şikâyet başgöstermiş bulunuyordu. Bristol tipi tayyare motörlerinden 2000 tane inşası için yapmış olduğum teklif, fiatlarda hiçbir fark olmadığı halde reddedildi. Elimde bir fabrika olduğu halde, motörlerin behemehal Hava Nezareti fabrikalarında inşasını şart koşuyorlar. A caba benim fabrikamda inşaat kabiliyeti noksanı mı var? Şuna kaniim ki Hava Nezareti işraflarda bulunmaktadır. Vergi mükelleflerinin paralarını bu suretle israf doğru değildir!» Lord Nuffieldîn bu ithamlarına diğer mühim fabrikatorlar da iştirak etmektedirler. Itirazları esas itibarile iki nokta üzerinde birleştirmek kabildir. 1 Elyevm hükumetçe kabul edilen plân mucibince seri bir şekilde istihsalâtı çoğaltmak kabil olamıyacaktjr. 2 Muhtelif fabrikalarda yapılan muhtelif motör aksamını bir araya getirmek hususundaki güçlükleri iktiham imkânsızlığı vardır. Lord Nuffield ile Hava Nezareti arasında. çıkan ihtilâfı basmakale mevzuu yapan Daily Telgraph ta şu mütaleada bulunmaktadır: «Lord Nuffieldin tayyare motör sanayiinden çekilişi şahsına aid bir meseledir. Diğer taraftan Hava Nazırı da bu mesele hakkında par.lamento açıldısı zaman izahat vereceğini vadetmiş bulunu yor. Millî müdafaa hakkında umumî ka rarlar vermek vazıfesi kabineye aid bir mesele olmakla beraber Lord Nuffieldin de tayyare motör sanayiinde ihtısas sahibi bir insan olduğunu unutmamak lâzımdır. Şu halde, siyasetle, ihtısas arasmdaki ihtilâfın hal ve faslı milletin menafii ıktızasından olduğunu söylemek hakşinaslık olur. Şahsî işler hatm için değil, millî müdafaanın hayatî bir kısmını teşkil eden bir meselenin salim bir mecraya imalesi bakımından ihtilâf etraflı surette tetkik ve temik edilmek icab eder.» Lord Nuffield Hava Nazırîle konustuktan sonra, ayrılırken şu sözleri söyle mistir: « Harb zuhurunda Allah yardımcınız olsun!» mamen tediye edileceği anlaşılmakta dır. Mevcud inşaat programına nazaran ray ferşiyatı eylul 937 de Divriğe, mayıs 938 de Kemaha, ağustos 938 de Erzincana ve teşrinievvel 939 da da Er zuruma varmış bulunacaktır. Pasaport kontrol işi ıslah edilmelidir Kontrol dairesinde pasaportların yeniden bir deftere kopya edilmesi usulüniin zararları vardır Hallo, quick... Acelen ne? Yes... Hayır, acele yok.. No. Evet, bekle. Hell with... Ne bağırıyorsun? Bu birbirini anlamıyan, iki ayrı dilde hiddetli, hiddetli konuşan iki adamın münakaşası yolcu salonunda pasaport kontrol yazıhanesinin penceresi önünde oluyor. Brendiziye giden İtalyan vapurunun kalkmasma birkaç dakika var. Birinci düdüğünü çalıyor. Pasaport bürosu ö nündeki demir parmaklık içinde daha sekiz yolcu var. Ben sondan birinciyim. Benim öniimde de bir Ingiliz genci var. Yırmi dakıkadanben bu cenderede bek' liyoruz. Ingiliz genci başlangıçta pek şendi. Boyuna ıslık çalıyordu. Fakat sabrı gittikçe tükeniyordu. Vapur ilk düdüğünü çalınca Ingiliz de yazıhanenrn camlarına yumruklar vurarak «Hey! Ne oluyoruz? Vapur kalk;yor, biz burada mı kalacağız?.» tar * zında sesi çıktığı kadar bağırmağa baş " ladı. Böyle muameleye alışmamış olan polis memuru kızıyor. «Telâş etme, biz kontrol işini bitirmeden vapur kalkmaz..» demek istiyor. Fakat Ingiliz bu sözleri nasıl anlasın? Araya girmek ihtiyacını duydum. İngilize hiçbir şey hissettirmeden polis memuruna «kusura bakmayı • nız. Başka memleketlerde böyle tam hareket zamanında pasaportu bir deftere kopya etmek usulü olmadığı için bu yabancı niçin bekletildiğini anlıyamıyor. Vapur kalkacak diye telâs ediyor» de " dim. Bu sefer polis memuru hiddetini benden almak istedi: Düello çar gibi geldiler, düşer gibi oturdular. Kokuları kendilerine kılavuzluk ediyordu, ayak saleri kulağa çarpmadan ıtırlan vapur salonunu kaplarmştı. Birer koltuğa yayılır yayılmaz bütün gözler, üzerlerine dikildi ve biraz sonra, telezzüz hisselerim alan bu gözler geri çekrlerek burunlar harekete geçti. H«rkes yakından ve uzaktan bu canlı mısk kütlelerini sinsi smsi kokluyordu. *». Erzurum Sıvas hattında 47 nci kilometmetroda bir demir höprü ve bir tünelin insaatı Erzurum (Hususî) Türk parasile, Türk dimağile, Türk emeğile vücude getirilen ve Cumhuriyetin bariz bir feyzi olan Sıvas Erzurum hattında Çetinkayadan itibaren açılan tünelleri, yapılan muazzam köprü ve yarılan yarları gördüm. Divrik, Ilıç, Kemah, Er zurum. Erzincan arasmdaki hattı takib ederek Erzuruma kadar ilerledim. Gördüklerimi ve öğrendiklerimi yazıyo rum: Yurdun şark ve garb kısımlarmı birleştiren demiryol güzergâhının en mühim kısmını Sıvas Erzurum hattı teşkil etmektedir. 26 kısma ayrılan bu hattın uzunluğu 553 kilometro olup mühim olarak Divrik, Kemah ve Erzincandan geçmektedir. Sıvastan itibaren Çetinkayaya kadar olan 112 kilometro dahilindeki beş kısım bitmiş ve tren Çetinkaya durağına gelmiştir. Buraya kadar olan hat bu Cumhuriyet bayramında işlemeğe açılacaktır. Çetinkaya ile Divrik arasmdaki 6, 7, 8, 9 uncu kısımlar Işlerinin mühim bir kısmı bitmiş, büyük köprü ve tü nellerin ikmali kalmıştır. Altıncı kı sımda birkaç güne kadar geçid vermek suretile ray ferşiyatma başlanacaktır. Bu anzalı boğazdaki demir köprülerde rayın köprü başına gelmesini müteakib kışın montajma devam edilecektir. Trenin bu sene Avşar istasyonuna kadar "gitmesi program dahilindedir. Altıncı kısımdan itibaren hat, Kürdler çayını takib ederek sekizinci kısma kadar gelir ve burada Çaltı suyu ile birleşir. Sekizinci kısmın nihayetinde beş kilometro uzunluğunda Cürek boğazı denilen çok sarp bir boğaz vardır. Dokuzuncu kısım 177 nci kiloînetrodaki Divrik istasyonunda nihayet bulmak tadır. Buradan itibaren fevkalâde sarp 15 kilometroluk bir saha Divrik boğazmı teşkil eder. Bu boğaz arıza itibarile pek mühim olduğundan ancak tünel ve köprülerle geçilebilmiştir. 192 nci kilometrodan itibaren boğaz biraz daha geniş liyerek güzergâhta nisbeten az arızah mahallerden geçmektedir. Çaltı suyu, güzergâhm 208 inci kilometrosunda Fıratla birleşir. Burada büyük bir demir köprü kurulmaktadır. Çaltının Divrikten itibaren Fırata kadar olan kısmında kışın ve senenin ekser zamanlarmda hayvanla geçmek imkânsızdır. Temmuz dan sonra yalnız üç dört ay geçid ve Fir. Suların irtifaı dar boğazlarda 5 6 metro kadar yükselir. geçtiği mıntakanm hemen ekseri kısımları volkanik bir teşekkülâtı »haizdir. Çaltı suyunun bu mmtakasmda 24 tünel ve 14 köprü vardır. Tünellerin uzunluğu 3500, köprü lerin uzunluğu 840 metrodur. Güzergâh 208 inci kilomteroda Fıratı bir köprü ile geçerek sol sahiline atlar. 212 nci kilometrodaki Pingân boğazına kadar ayni cihette kalır. Bu boğazda da bir müddet bu yamacı takib ettikten sonra Fıratın sağ sahiline ve bilâhare tekrar sol sahiline atlıyarak Pağıştaş köyünde boğazdan çıkar. Hat bu kısımda Rabat koyünün içinden geçerek evlerin yıkılmasma sebebiyet verdiğinden buraları istimlâk ve köy Fıratın diğer tarafma nakledilmektedir. Pağıştaş köyünde de otuz kadar ev istimlâk edilerek yıktırılmaktadır. Bu mmtakada 8.5 kilometro kadar devam eden boğazın orta kısımları müstesna olmak üzere ekser kısımları şakulî sarp kalker kayalarından ibaret olup güzergâh yük sek yarma ve tüneller içinden geçmektedir. 1400 metro uzunluğundaki büyük tünel bu kısmın hususiyetlerinden birini teşkil eder. 221 inci kilometrodaki Pağıştaş köyünden sonra arazi açılır ve kolaylaşır. Bu mıntakada Fırat nehrini hiçbir mevsimde hayvanla geçmek imkânsızdır. Divrikten Kemaha kadar olan 10, 11, 12. 13, 14, 15 inci ve 16 nci kısımlar tamamen faaliyettedir. 15 ve 16 nci kısımlarm merkezi Kemahtadır, Burada Belediyeden verilen arsa üzerine ya pılan dispanser, ambar, kısım merkezi ve hükumet mühendisi binaları inşaat hitamında Belediyeye verilecektir. Bu kısımlar âmiri mühendis Tevfik Çakmakçı programm vaktinde bltirilmesi için büyük bir gayret sarfetmektedir. Malzeme, Trabzon yolile getirildiği için çok pahahya mal olmaktadır. Bu iki kısımda mecmuu tvftü 37§8*metro«i*n 11 tünel ve 90 metro uzunlugundâ de mir ve kârgir bir Fırat köprüsü vardır. En anzalı boğazlar bu kısımda bulun maktadır. 15 16 nci kısımlarda hali hazırda 800 kadar amele çalışmakta ve bu ameleye 85 90 kuruş gündelik verilmektedir. Kemahtan itibaren 17, 18, 19, 20. 21, 22 nci kısımlar önümüzdeki bahara açılacaktır. Erzurum cihetinde 23, 24, 25 inci kısımlar bu yıl faaliyete başlamıştır. Bu mmtakadaki arazi çok akıcı ve kışı şiddetli olduğundan arazinin düz olma sınâ rağmen hevelânın hattı tahrib etmesi tehlikesini önlemek üzere fazla köprü ve tüneller yapılması kararlaş tırılmıştır. Bütün tünellerde geceli gündüzlü ve yazlı kışlı 24 saatte beher grup sekizer saat olmak üzere üç grup çalıştırılmaktadır. Bu yıl hasılâtın çok iyi olması dola yısile hatta amele yetiştiren mıntaka lardan gelen amelenin ziraatle meşgul olması yüzünden fazla amele buhranı hissedilmiş ve yevmiyeler 110 120 kuruşa kadar çıkmıştır. Hattm geçtiği yerlere aid istimlâk işleri süratle ikmal edilmekte olup 190 mcı kilometroya kadar olan kısmın muamelâtı bitirilmiş ve devlet namma tesçil işleri yapümıştır. Halk istimlâk işlerinin süratle gitmesinden ve bedellerin yüksekliğinden çok memnundur. Hattın bitmesile beraber köylülerjn istimlâkten mütevellid haklarınm da ta Ne diyorsunuz? Onların memle • ketinde bin kere betermiş, dedi. Hayır, dedim. Ben birkaç kere oralara gidip geldim. Her türlü pasa port muamelesini otel yaptırıyor. Yolcu doğruca vapur veya trenine biniyor... Vapurun bir daha düdük çalması bu münakaşaya da nihayet verdi. Aramız da bu işte en sona kalmış olmaktaki talih iştirakınden başka hiçbir münasebet ol~ Yanuna oturmuşlardı, yaxı fransazca, mıyan ve dilini anladığrmdan haberdar yan türkçe konuşuyorlardı. Yaşça kü olmıyan Ingilizle birlikte gümrük me çüğü heyecanlı bir sesle ve inler gibi hamurları önündeki bavullanmızı açmağa ber verdi: koştuk. Vakur, seri ve ayni zamanda çok Düello muhakkak!.. nazik bir muamele ile işimiz bir dakikaBeriki gülümsedi: da bitiverdi. Çacukluk! Ingiliz bavulunu kapatırken kendi ken Hayır, çocukluk değil, hayal de dine söyleniyordu: «Ayni dam altındaki bu iki muame değil, hakikat. Ve anlattı: leyi nasıl izah etmeli? Hiçbir yerde görmediğim bir pasaport muamelesinden Bu akşam kocamın şahidleri onurr dolayı sinirlerim harab olarak bos yere kılerle birleşecekler, silâh çekecekler, ç a r bu kadar bekledim. Sonra en ziyade va pışılacak yeri kararîaştıracaklar, şimdi kıt kaybedeceğim diye korktuğum güm ben yanru düşünüyorum. Halecan içinde rük ve döviz işi gene hiçbir yerde mislinı kıvranıyorum. îçin için baygmlıklar ge görmediğim süratle ve bu kadar centil çiriyorum. mence bir tarzda yapılıyor..» Daha öte Kocan ne yapıyor? sini dinlemedim. Vapur kalkmak üzere O, soğuk kanlıhğını muhafaza eidi. Koşmak lâzım geliyordu. diyor, piposunu tüttürüp gidiyor. İşsizlik böyledir işte. Vakit öldür B«n üç hafta evvel şahid oldugum şu mek için bir şey bulamıyanlar düello dü' vak'ayı mümkün olduğu kadar aslına uygun olarak buraya geçirmeğe çalıştım. şünürler!.. Acıyorum size kardeş!.. Yugoslavya Başvekilinin memleketimizi ziyareti {Başmakaleden devam] Onlar başlıca direklerinden ikisini tegkil ettikleri Balkan Antantile ve bu Antantın diğer iki sayın üyesinin kuvvet ve hımmetlerinin de inzımamile Yakuışarkın sulhunu ayakta tutmaktan ancak gurur ve iftihar duyarlar. Dost Yugoslavyanın Başvekil ve Hariciye Vekili sayın M. Milân Stoyadinoviçin yarın vâsıl olacağı Ankara kendisine iki memleket için birleşme ve beraber yürümenin birden çok artık sebeblerini arz ve izhar edecektir. Modern hayata intıbakta Ankara tamamile Belgrada benzer. Bu hususta Belgrad tamamile Ankaraya benzediği gibi. Her iki memleket dünyanın ileri milletlerine ayak uydurmakta geç kalışımızı, eksıklerimizin ıkmalınde dev adımlarile mesafe alarak telâfi ediyoruz. Ankarada galiba El ve Ev işleri sergımızın açılma merasımıne başkanlık etmesıni M. Stoyadinoviçten rica edecekler. Dost Başvekil orada kendi medeniyetini yeni terakkilerle bezeyen Türk milletinin yeni hayattaki çalışmalarından çok samımî nümuneler görecektır. Biz her iki memleket ve millet dünya kavımleri içinde kendilerimize mukadder saadetin azamisini temin etmeğe uğraşıyoruz. Bu işler böylece tahakkuk edebilmek için devamlı bir sulhun kat'î emniyeti içinde bulunmalıyız. Bu nimetin neye mütevakkıf olduğunu zaten pek iyi bilen savın M. Milân Stoyadinoviç gitti. Ali, o çıkar çıkmaz başmı çevirmiş masa üstünde ve yerdeki cam parçalarına bakıyordu. Ortalık o kadar kararmıştı ki yüzünün ne hal aldığını anhyamadım. Biraz önceki gürültüden bütün ev halkını haşladığını tahmin ettiğim için, onları barıştırsın diye anasına yalvarmazdım. Omzuna dokundum. Onu teskin etmek, belki de uzlastırabilmek ümidile bir şeyler söyledim. Hiçbir cevab vermedi. Babasının cidden acınacak halde olduğundan bahsettiğim zaman, yalnız bir arahk yüzüme baktı, ve «Ondan nefret ediyorum!» dedi. Son çare olarak, biraz hava almak üzere benimle çıkmasını istedim. Çok nazik, fakat artık ısrar etmeme imkân bırakmıyacak kadar keskin bir tarzda reddetti. Daha fazla kalamazdım, ev halkmdan kimseye raslamadan çıktım. Ondan sonra haftalarca bir daha görmedım. Doğrusu hem onlara gıtmek ve ihtiyarla yüzleşmekten çekiniyordum. Hem de bilmem nedendir, o sırada bütün işlerim bir araya gelmiş ve beni lüzumundan fazla kendime düsürmüştü. Bir gün yolda anasına rasladım. Beni görünce ağlamağa başladı. «Ali bizi bı *** Bu satırlan okuyanlar arasmda bana: Aziz okuyucularıma hemen haber ve«Bazı Balkan memleketlerinde bizde kinden daha güç pasaport muameleleri reyim ki bu düello yapılmamıştır. Fakat de var..» diyeceklerini biliyorum. Ceva İstanbulun bir köşesinde kurulan çocukça hayal üzerinde şüphe yok ki hayli debımı şimdiden veriyorum: Ben her yerde ve her işte bizden dikodu işlenmiştir. Meşrutiyet devri kudaha iyi olan cihetlerini büyük bir kıs rulduktan sonra yüz gösterip uzun fa* kançlıkla tetkik etmeği ve bize tatbik im sılalarla nükseden bir hastalık gibi arakânını araştırmağı memleket menfaatine sıra tazelenen bu düello hevesine, benim vapurda tesadüf ettiğim bayanın da dedaha uygun buluyorum. ğer verdiği belli idi. Lâkin o hevesin V. BIRSON tetümmelerinden olan şahid seçmek gibi hamleler muhakkak ki bir netice ver memiş, daha doğrusu hayalden uzak laşmak neticesini vermiştir! Çünkü o jahidlere içtimaî şartlara göre ancak Cumhuriyet bayramı vesilesile Ankarada önünden geçecek Türk ordusu aksamında yiyip içmek ve sonra düello istiyenleri o nimetin idrak ve idamesinin yeni temina ikinci bir sofra başmda barıştırmak dü tını görecektir. Kahraman Yugoslav ordu şerdi. Bu vazifenin mükemmelen yapılsunun hal ve istikbal silâh arkadaşı olan dığını gazetelerde herhangi bir vuruşma Türk ordusu, Yakınşarkm sulh ve sü haberinin çıkmamasile de anhyoruz. *** kunu namma Balkan Antantına terettüb eden vazifelerin kendi hissesine isabet eKulak misafiri olarak dinlediğim §u denlerini ifaya her zaman hazır ve mukmuhavere bana bir hikâyeyi hatırlattı: tedirdir. Mesrutiyenin ilk aylarındaydı. Bir mec Nihayet dost Başvekil Ankarada bir lıste Avrupadan İstanbula gelen Ahmed zamanlar Sırb askerlerinin Türk ordusile Rıza ile Mısırh Prens Mehmed Alinin yanyana harbetmis oldukları bir sahada istibdad aleyhinde elele verip çalışmabulunduğunu da hatırlıyacak ve bu ha larına rağmen derin bir fikir ihtilâfı tatıranın gözleri önünde adeta canlandığı sıdıkları konuşuluyordu. Babanzade rahnı görecektir. îşte gel zaman git zaman metli îsmail Hakkı söze karıştı: bu silâh arkadaşlığı şimdi daha asil Hatta, dedi, düello edeceklerdi. maksadlarla daha geniş sahalara intikal prens, siyasette rakib saydığı Ahmed Rı* etmiştir. zaya vuruşma teklifinde bulunmuş, o da Dost Başvekilin ayni zamanda gazeteciliğe muhabbetini filî hizmetlerile tetvic eden çok muhterem bir meslektaş olduğunu da sonsuz sevinclerle öğrenmiş bulunuyoruz. Binaenaleyh son söz olarak büyük dost memleketin yüksek mümessilini bir de san'atımıza şeref veren bir meslektaş olarak selâmhyoruz. kabul etmişti. Fakat silâh seçme işinde düello kaidelerine aykın olarak • iki taraf ta kendi hakkını kullanmak iste mediğinden ve centilmence davranıp si* lâhı hasmın seçmesinde ısrar ettiğinden düello yapılamadı. Ve gülerek ilâve etti: Prens Mehmed Ali, iğneden topa YIJNÜS NADI kadar seçilecek silâhı kabul edeceğini söylüyordu. Halbuki burnuna mitralyöz Fas Umumî Valisi konsa göremiyecek kadar kısa görüşlüjr Merakeş 26 (A.A.) Fransanın dü. Ahmed Rasim ise gece şöyle duryeni Fas genel valisi General Mogues sun gündüz dahı loş bir sofada dola ~ dün buraya gelmiştir. General, bir süel geçidden sonra, Sul şamazdı, korkardı!.. M. TURHAN TAN tan tarafından kabul edilmistir. ya gömülmüş gibi oturuyor. Cemal bir an durdu. Derin bir soluktan sonra: Niçin bu kadar değişti? diye soracaksın, dedi. Zaten ben de onu anlamak istiyordum. Fakat bunu öğrenmek benim için o kadar kolay olmadı. Uzun tecrübelerden sonra, kendisini yavaş yavaş söyleterek başından geçenleri öğrenebildim. İlkönce burada eczacı çıraklığı yapmağa başlamış. Sonra bilmem ne sebebden, gene ayni isle daha içerılere göndermisler. Yalnızlık, can sıkıntısı ve melânkoli ile büsbütün inzivaya çekilmiş. Galiba bu seyahatlerden birinde, müzmin bir romatizmanın ıstırabından kurtulmak için yaptığı morfin sırıngalan yavas yavaş kacmılmaz bir illet halini almıs. Ben onu gördüğüm sıra'arda, bu hastalıkla penceleşiyordu. Elimden geleni vaptım. Kolayca morfin bulmasını temin eden bu işten onu ayırmak istedim. Fakat hersey bitmisti, Onu bundan men için vaptığım her tesebbüs, biraz daha yıkılmasına sebeb oluyor, nihayet ümidsiz bir halde tekrar kendine bırakıyordum. lArkast var\ Ali Sabir taş kesilmişti. Inadla, ısrarla susuyordu. İhtiyar, hiddetinden deli gibi olmuş, masanın üzerine atıldı. Senelerdenberi bin emekle hazırlanmış olan şişeler ve kornüleri parca parça etti. Bu sıCumhuriyetin içtimal romanıı 14 Yazon: Hilmi Ziya rada ben ne yapabilirdim? Yerimden kımıldamadan, odada varlığımı bile hissetKimyaya dair kitabları, seyahat niyede, yüzündeki kanm çekilmesinden, tirmemeğe çalışıyordum. romanları, denizcilik hikâyeleri vç gözlerinin bulanmasından çok sarsıldığıBununla beraber o beni pek iyi farketbu ev halkının bile yılda bir çıkıp nı anladım. Bu halde ona bir şey sormak bakmadığı esrarlı eczanesile herkesin dün beyhude idi. Alacakaranlığın içinde iki mişti. Hatta bu kadar ileri gittiğinden pişman olmuş gibi idi. Taskın sinir nobeyasından tamamile ayrı, hücresine kapa miz de susuyorduk. nır yaşardı. Hemen, kapı vurulmadan hızla açıldı. tinin arkasından, ona hakikaten acınacak bir düşkünlük gelmişti. Odanm ortasında O gün, gene her vakitki gibi, onu sor Babası, gözleri yuvasından fırlamış, yügözleri sönmüş, ağzı kilidlenmiş duruyorduğum zaman üst kata yolladılar. Beni zü hiddetten kıpkırmızı, odanın ortasına görünce gözleri parladı. lşlerini bırakıp ilerledi. Beni görmemiş gibi davranarak: du. Bitkin miydi? Yoksa yaptığından ne Koca herif oldun, daha ne zamana damet mi duyuyordu? bilmiyorum. Fakat bana saatlerce insanlarm aslından, tabiatin sayısız sırları ve güzelliklerınden dal kadar seni besliyeceğjz! diye bağırıyor herhalde, o dakika dokunulsa ağlıyacak gın, hulyalı ve hoşlandığım bir lisanla du. O kımıldamıyor, cevab vermiyor, ve belki de oğhmun boynuna sarılacak bahsetti. Vakit, oldukça ilerlemişti. Aile gözünü boşluğa, karanlığa çevirrrjiş du dereceye gelmişti. Ali Sabir, hareketsiz boşluğa bakmakmeclislerinde başını önüne eğerek bir gene ruyordu. İhtiyar, ayağını yere vurarak kız gibi mahçub duran Aliyi söyletmek bağırıyor, tepiniyor, odanm içinde aşağı ta ısrar ediyordu. Omzuna dokunup an fırsatı elime öyle sık sık geçmediği için yukan dolaşıp kıyametler koparıyordu. laşmaları için yaptığım küçük teşebbüsleolmalı ki, o kadar konuşkan olan ben bu İçinde yeni teamüllerin tortu yapmağa rin hiçbir faydası olmadı. Aralarındakı sırada ağzımı bile açmadan, memnuniyet başladığı küçük tübler önünde durarak: mesafenin gittikçe büyüdüğünü hissedi içinde onu dinliyordum. Bu deli oyuncaklarmı hâlâ saklı yordum. O gitmeden, belki her şey tamir yacak mısın? diye söylendi. O şeytan aVaktin geçtiğinden habersizdik. Ortaedilebilirdi.,.Fakat zavallı adam, başı oIık kararmıştı. Neden sonra aşağıda bir lasıca mektebi bırakacaksm! Orman mekmuzları arasma düşmüş, kolları yeisle gürültü koptuğunu işittik. O, birdenbire tebine gideceksin. Bu pislik yuvasını hesarkmış, bir kelime söyliyemeden döndü sesini keserek: Gene geldi! dedi. Bir sa men dağıtacaksın, anlıyor musun? adcvtrL raktı!» dedi. Öyle anlaşılıyor ki, o günden sonra işler gittikçe ağırlaşmış. Zavalh kadın aralarında ezilirken korkudan hiçbir şey yapamamış. Çocuk, unurundan artık kimsenin ekmeğini yemeğe razı olmadığını, ne olursa olsun bu eczacılık işini bırakmıyacağını söyliyerek Anadoluya geçmiş. Ne kadar üzüldüm, tasavvur edemezsiniz! Onun bir koza gibi kapalı geçen hayatmı çok iyi bildiğim için, bir anda bütün başına gelecekler gözümde canlandı. Bununla beraber anasını teselli etmeden başka, ona hiçbir yardımda bulunamadım. Aradan ne kadar zaman geçti, iyi hatırlamıyorum. Fakat bir takım hâdiseler beni de bu şehirde yerlesmeŞe mecbur etmişti. Bir gün Sedbaşı kahvesinde ona, tamamile bitkin bir halde rasladım. Hiç olmazsa görünüşte, artık büsbütün başka bir adamdı. Pek iyi bildiğiniz temiz ve canlı çehresinden yalnız hulyalı, kara gözleri kalmıstı. Benimle beraber gelmesi için onu zorladım. Artık hiç konusmuyordu. Bütün cekingenliğine rağmen, adeta sürükliyerek bu odaya getirdim. O gündenberi burada, yanımdaki şu oda

Bu sayıdan diğer sayfalar: