2 Kasım 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

2 Kasım 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

2 Örinciteşrin 1936 CUMHUBÎYET Maarif meseleleri Bakalorya 4 Arif Osmancıkoğlu İmtihanlar, her dersten, yazıh ve sözlüdür; ve alınan vasatiye göre netice lehte ve aleyhtedır. Talebenin bilgisi hak kında daha etraflı bir kanaat edinmek için bu tarz, şüphesiz, çok muvafıktır. Böylece talih ve şansın hissesi, eski şifahî imtıhanlara nazaran, çok azalmıştır. Fakat tahrirî ve şifahiye ayni kıymet verilmesi münakaşa edilmeğe değer: Yazıh hiçbir zaman, kanaatimizce, sözlü ile bir tutulamaz. Çünkü, birincisi bir müsabakadır: Herkese ayni sual soruluyor, ve herkese ayni zaman veriliyor. Mahcub luk, tutkunluk gibi talebenin aleyhinde şarlatanlık, açıkgözlülük gibi bazan le hinde olan ruhî amiller tamamen ortadan kcrikmış bulunuyor. Talebenin kıymetı mevzua verdiği cevaba göre ölçüldüğü gibi, diğer arkadaşlarına nazaran da takdir ediliyor. İkincisi, tam manasile, imti handır: Müteaddid sualler sorulabili yor, ve bunlara verilen kısa cevablar, talebenin intikal ve hitabet derecesine göre lehinde veya aleyhinde bir netice veriyor. O güç olduğu kadar kolay bir suale de rasgelebihyor. Binaenaleyh, talebe ancak, tam olarak, tahriride anlaşılabilir. Yazıhda muvaffak olamıyan bir namzedi şifahiye sevketmek biraz fazla merhamet eseridir, ve yahud mümeyyize itimadsızlıktır. Zira bugünkü talimatna meye göre tahriride muvaffak olamıyan bir namzedin, şifahî yardımile sınıf geçmesi çok vaki olmaktadır. Çünkü mü meyyiz namzedin tahriride aldığı notu bilmemektedir. Binnetice vasatide, ekseriyetle, hayret verici neticeler karşısında kalmaktadır. Bizim kanaatimizce, birçok memleketlerde olduğu, ve Universitenin bazı fakültelerinde tatbik edildiği gibi, sözlüye girmek için yazıhda muvaffak olmak şart koşulmahdır. Böyle bir sistem şansın hissesini daha çok azaltacağı gibi, mümeyyizlerin de kâğıdlan daha itina ile okumalannı ve binnetice daha haklı bir hüküm vermelerini icab ettirecektir. Böyle bir elemeden sonra karşısına gelen talebe hakkında, mümeyyizin bir kanaati olacak, bazı ruhî haller dolayısile kendisini lâyıkile gösteremiyen bir namzed hakkında kat'î bir menfi kanaat edinmiyecektir. Sözlü ancak, yazılının bir miyarı ve yazıhda edinilen kanaati tahkik için yapılan bir kontrol olarak kalmalı dır. bilgiden ziyade usul vermesi lâzım bir müessesedir. Burada esas gaye talebeye anlamayı ve anlatmayı öğretmektir; onu, herhangi bir mesele hakkında, muntazam ve riyazî bir zincirleme ile bir mebdeden bir neticeye doğru giden bir muhakeme yürütebilmeğe alıştırmaktır; bir kelime ile ona, yazmayı öğretmektir. Namzedlerle en noksan olan kısım, kanaatimizce, budur. Bir meselenin vaz'ını, hal tarzını, ve nihayet varılan neticeyi muntazam bir plân dahilinde görmek pek az tesadüf edilen birşeydir. Ekseri yetle, imtihan kâğıdlarında, mesele ile uzaktan yakından alâkadar bütün bahisleri, ve bazan mevzula alâkası olmıyan, fakat bir tedai ile hatırlanan lüzumsuz birçok şeyleri bulabilirsiniz. Ve şüphe siz, hergün miktarı biraz daha artan okur yazmaz birçok meslek adamlarının, ve yazar okunmaz muharrirlerin mes'uliyetini yüksek mekteblere yükletemeyiz. Olgunlukta bir de türkce «kompozisyon» bulunması, bu noksanların işaret edıldığını gösteriyor. Fakat talebenin ekseriyetle bunda muvaffak olduğuna göre, gene esas mesele, usul, ve üslub, ihmal ediliyor demektir. Çünkü, diğer dersIerin imtıhanlarında görülmiyen «kompozisyon» kabıliyetinin burada bulunması imkânsızdır. Fransız bakaloryalannda, herhangi dersten olursa olsun, on imlâ hatası yapan hsan hatası değıl, zira bu affedılemez namzed muvaffak olmamış addolunur. Böyle bir kayid konulduğu takdirde bizde muvaffak olacak talebe miktarını bilmek isterdim... Şu halde, gösterdiğimiz ve şüphesiz gösterebileceğimiz daha birçok sebeblerdolayısile, yazılıya lâzım olan ehemmiyet verilmelidir. Yalnız edebiyat derslerinde değil, fakat ayni zamanda diğer kısımlarda da kompozisyon kabiliyetine, lisan bilgisine, üsluba ve usule bakmak, ve böylece hendese ve cebir gibi sırf mantık ve usul olan ilimleri öğrenen, Türk ve ecnebi edebiyatının birçok şaheserlerini tetkik eden bir talebe için, velevki yerinde de olsa, hicab verici olan, kompozisyonu kaldırmak lâzımdır. Liseden üniversiteye, umumî kültür den ihtısasa götüren bakalorya köprüsünden g/çiş hakkında daha birçok şeyler yazılabilir. Biz şimdilik bu birkaç makalemizde bahsettiğimizle iktifa edeceğiz. Yugoslavyada turizm işi Seneden seneye güzelleçok terakki etmiştir şiyor ve kıymetleniyor Bursa tütünleri Bursa (Hususî muhabirimizden) Bu sene Bursa ve mülhakatında mey va kıtlığı var. Hele elma, şeftali, kes tane gibi meyvalar pek az ve pahalı. Yalnız üzümden sıkıntı çekilmiyor. Meyvalarile şöhret bulmuş olan bir memleketin böyle meyvasız kalışı ol dukça garibdir. Bir misal getireyim: Buradaki konserve fabrikası geçen sene 27 bin kutu şeftali kompostosu yap mışken bu sene ancak 1200 kutu işliyebilmiştir. Meyva müstahsilini memnun etmi yen bu hal; bereket versin ki tütün mahsulünün bolluğile kısmen telâfi edilmektedir. Bu sene mıntakamızın tütün rekol tesi geçen seneye nazaran bir misli artmıştır. Geçen sene on beş, on altı fir manm piyasamızdan tütün satın almaları, tütünlerimizin de seneden seneye daha ziyade ıslah edilerek cins itibarile nefis ve her harmana girecek evsafı haiz bir hale gelişi Bursa tütüncülüğü üzerine dikkat nazarlarını çekmekte ve piyasada Bursa tütününe verilen ehemmiyet günden güne artmaktadır. Bu vaziyet karşısında çok korkulur ki, müstahsil, Bursanın o eski güzelim şeftalisini ve kozasını yetiştirmekten vazgeçecek, var kuvvetile tütüncülüğe sarılacak... tnhisar idaresinin iyi nâzımlık yap ması ve tüccarla köylü arasındaki ahş verişi çok yakın bir alâka ve hassasi yetle takib edişi, piyasayı normal bir şekilde yürütmektedir. Bu sene köylü kolaylık görüyor; mahsulü de oldukça yüksek denecek bir fiatla satılıyor. tş te, bu sebebledir ki, tütüncülükte şevk ve gayreti artan müstahsilin diğer arazi mahsullerinden yavaş yavaş soğumıya basladığı görülüyor. Bursa tütünü son yıllarda dış piyasalarda da çok tutulmuş ve beğenilmiştir. Buradaki Amerika, Felemenk ve A vusturya alıcılarından bazılarile gö rüştüğüm zaman, merkezlerinden Bursa tütününe çok ehemmiyet vermele rine dair direktif almış bulunduklannı söylüyorlar. Bu hal de gösteriyor ki, dış piyasayı daima temiz ve nefis bir mahsul alâkalandırabilmektedir. Yoksa, vak tile yapıldığı gibi tütün denklerinin içine ağır bassın diye büyük taşlar konmak suretile yapılan hilekârhk derhal aksi tesir gösterir. Nitekim böyle bir hileyi gören şirketlerden biri mey dana çıkan taşı ibret olsun diye bura daki müessesenin kapısına asmıştı.. Bunun için hükumet hususî kanunlar çıkarmış, Biraz da onlar yeseler? vergilerde büyük tenzilât yapmıştır Iemdann sarayda mürebba yiyişini herkes bilir: Rusçuklu ihtilâlci Vezir, Uçüncü Selimi mahpesten çıkanp yeni baştan tahta çıkarmak, bu vesile ile memlekette yenilikler yapmak fikrile Topkapı sarayına hücum ettiği ve Selimin haremde öldürülmesi üzerine gazaba gelerek Dördüncü Mustafayı tahttan atıp yerine îkinci Mahmudu geçirdiği gün saray adamla nndan biri kendisine ikram maksadileşeker mürebbası sunmuştu. Osman oğullarının her kuşkulandıkları adama güle güle zehir sunan katiller olduğunu pek iyi bilen Alemdar, önüne getirilen altın kâse içinde de ağu bulunmasından tabiah'le şüphelenmiş ve mürebbaya el uzatmakta tereddüd göstermişti. Tepsiyi tutan saraylı, korkunc ihtilâlcinin tereddüdündeki sebebi sezdi, altın kâseden bir küçük kaşık şeker alıp yedi ve kaşığı havlu ile silerek temizledikten sonra kâseyi tekrar Alemdara uzatü, o da: «A be sen ne akıllı adammışsın» diyerek herifı taltif etti ve üç beş kaşık miktan bile sinirlere gerginlik veren o mümessek şekeri son zerresine kadar yedi!.. *** Istanbulun bütün kalabalık mekteblerinin önünde tatil saati gelir gelmez küçük mikyasta bir panayır kurulduğunu hepımız ve hergün görüyoruz. Bu panayırda Tahtakale işi şekerlemeler, kurabiyeler, şu ve bu pazarda müşteri bulamıyarak elde kalmış meyvalar satılıyor. Mektebliler, hele onlann miniminileri, altın kafesten kurtulmuş birer kuş neşvesile ve cıvıltılı bir tehalükle sokağa dökülünce birden duralıyorlar, önlerine serili duran panaymn renkli ve çeşidli manzarasına meshur olup sendeliyorlar. Şeker ve yemiş! Çocuk iştihasını şahlandırmak için bu iki nesneden daha kuvvetli birşey yoktur. Altı uzun saat ders dinlemiş, okuyup yazmaktan yorulmuş bir çocük için ise bunlar çok cazib yemlerdir. Onlar, darı görmüş kuşlar gibi bu yeme şuursuz bir incizabla koşarlar. Mektebliler de kendi irfan yuvaları nın e<jiği önünde kurulan panayırlann cazibesine kapılmaktan tabiatile geri kalmıyorlar, gündeliklerinden ceblerinde ne kalmışsa vererek avuc avuc şeker, avuc avuc yemiş alıyorlar ve masum iştihalarıni tath tatlı tatmin edebilmekten dogan sonsuz bir sevinc içinde evlerine dağılıyorlar. Ben bu çocuk iştihasma hürmet, bu çocuk neş'esine hürmet, bu çocuk saffetine hürmet ederim. Lâkin neidükleri belirsiz şekeriemelerin, yemişlerin kontrolsuz panayırlardan kapış kapış edildiğini gördükçe yüreğimin acı aci burkulduğunu da itiraf etmekten geri kalamam. Mekteblerin önünde her tatil saatinde kurulagelen panayırlardaki şekerleri ve yemişleri, çocuklardan önce sıhhiye memurları birer paça yeseler nekadar iyi olur? Saray Bosnadan güzel bir Dostumuz ve müttefıkimiz Yugoslav yada turizm meselesi birçok memleketlere gıpta teşkil edecek bir şekilde, günden güne neşvünema bulmaktadır. Coğrafî vaziyeti de buna çok müsaiddir. Dal maçya tarafından Yugoslavya denize kadar uzanmaktadır. Semplon Oryent ekspres yolu Zagreb Gubljana ve Belgrad üzerinden Balkanlara uzanmaktadır. Diğer taraftan Paris Berlin Viyana Belgrad İstanbul şimendifer hattı memleketin en mühim kısımlarından geçmektedir. Tuna nehri de Viyana Peşte Belgrad üzerinden Karadenize doğru en cazib ,en ucuz bir su yoludur. Bu umumî ve enternasyonal kara ve su yollarından başka memleketin içinde son derece inkişaf etmiş şimendifer hatIan vardır. Hergün artan otomobille seyahat cihetini temin ve teşvik için şimdiye kadar on binlerce kilometro uzunlu ğunda mükemmel şoseler yapılmış ve mütemadıyen yapılmaktadır. Tabiî güzellikleri, tarihî zenginlikleri ile de Yugoslavya, Avrupanın her tarafından gelinmesi kolay çok mühim turistik bir memlekettir: Slovenya dağlan, ormanları, glâsyeleri ve göllerile meşhurdur. Hırvatistanda aralannda yüzlerce şelâlelerle birbirine bağlı, ormanlar içindeki Obtviça gölleri Avrupada misline tesadüf edilmiyen tabiat harikasıdır. Adriyatik sahillerinin güzelliği, plâjlarınm bolluğu ve ucuzluğu merkezî Av rupadan kendi başına yüz binlerce sey yah celbetmektedir. Bu sene, merkezî Sorajevo şehrile şarkla garbi kendinde toplamış, tabiatin her türlü güzelliklerine mebzulen malik kendi başına bir turizm servetidir. Tuna sahili boyunca uzanan Sırbistanda, en cenubda, kurunuvusta devrine aid otuzdan fazla kilisesile meşhur Obird (Uhri) şehri gibi her türlü seyyah merakını tatmin edecek güzellik ve tarihî kıymetler bolluğu vardır. Seyyah çekmek için bir memlekette bu derece mebzul bulunması pek nadir olan zenginlik membalarına rağmen Yugos lavya, gelenlerin rahatını ve istirahatini temin için de muntazam bir program tahtmda senelerdenberi çalışmaktadır. Otelcilik sanayii Umumî Harbi müteakıb inkişafa başlamış ve pek az zaman zarfında fevkalâde terakki etmiştir. Otel ve konfor terakki ettikçe bura lara gelen seyyahlar da çoğalmıştır. Daha 1924 senesinde otellerde ikamet et miş seyyahların adedi 80,000 ken 1934 te bu aded 300,000 e yaklaşmıştır. Böylece bugün Yugoslavyada cem'an 13,000 yatak temin eden 200 den fazla iyi o tel vardır. Sermaye sahiblerini otel sanayiine doğru çekmek ve teşvik etmek için Ti caret ve Sanayi Nezareti tarafından ay nü bitirdiği zaman: Güzel!.. dedi. Maalesef, ben bu fikirde değilim. Almanyayı görmedim. Bununla beraber cephede, cephe geri sinde, birçok Alman tanıdım. Bu anlattığın, Prusyanın ideal saydığı tipti ki, çok zamanlar herkes öyle görmek istediler. Siperler içinde heriflerin boğazı ku ruduğu ve kızgın güneşte sırtları bizimle beraber kaynadığı zaman, iş değişti! Tok karnıle metafizık yapan Alman, birdenbire suda boğulan kurd gibi acı acı bağırmağa başlayınca, çıplak hakikati gördü. Onlar zengindir! Cepheye havyarları beraber gelir! derler. Fakat bu boş sözdür. Gözgözü görmez olduğu zaman zenginlik para etmiyor. (Birdenbire yerinden fırlayıp) Spartakistleri görmedin mi? dedi. Demir, istikrahla yüzünü buruşturdu. Bu ismi çok hakir gördüğünü belli edecek kadar açık bir şekilde gülerek: Anormal vaziyet!.. dedi. Bunlar hep, yese düşenlerin şaşkınlıkları! Al manyada her zaman fikir ve ruh hâkinr dir. Cemal, bu son kelimeleri yavaş ya vaş birkaç kere tekrar ettikten sonra, bütün kadehleri doldururken: manzara ,7T Millî kıyafetlerile iki Yugoslav çocuğu rıca bir kanun neşredilmiştir. Bu kanu nun hükümlerine göre otelcilik sanayii için dışarıdan gelecek emtia gümrük ta rifelerinde olduğu gibi bu san'ata müteallik vergilerde de büyük tenzilât temin edılmıştir. Otelcilığin az zamanda inki şafı için bu kanunun müddetini 1936 senesine kadar temdid etmek cihetine bilhassa dikkat edilmiştir. Yugoslavyada turizmle alâkadar makamların şu mütaleası bizim için bir ders teşkil edecek kıymeti haizdir. Diyorlar ki: «Biz turizmin terakki ve inkişafmı bu tedbirlere ve kanunlara borcluyuz. Yoksa memleketin seyyah celbetmek için bütün güzellikle rine ve zenginliklerine rağmen çok müşkül bir vaziyette ve ehemmiyetsiz bir mevkide kalırdık.» Bütün bu turizm hareketini vücude getiren ve idare eden İktısad Vekâletine bağlı aş teskilâth resmî bir bürodur. Fakat bu büronun bir nevi kontrolü altında işliyen Millî Putnik (yolcu) seyahat acentalığı bu yüzbinlerce yabancı ziyaretçinin gidiş gelisini tanzim ve teshil hususunda pek büyük hizmetler yapmış ve yapmaktadır. Bu millî acentalığın son istatistiklerine göre Yugoslavyada şimendifer bilet satışı birkaç sene içinde mil yonlarca dinar nisbetinde artmıstır. Altı milyon kiloya yaklaşan Bursa nın tütün rekoltesi gelecek sene için daha yüksek bir mahsul vadediyor. Inhisarlar Başmüdürü Emin Özbelle de görüştüm. Bursaya geleli henüz bir sene olduğu halde Bursa tütüncülüğünün SON süratle inkişafından o da memnun. Lise ihtısastan ziyade umumî kültür, Hatta İnhisar mamulâtının satışında bile geçen seneye nisbetle yüzde on iki kadar bir fazlalık bulunduğunu söylüyor. Yalnız kaçakçıhkla mücadele için çok emek sarfedildiğini, bir seneden beri şehir içinde köylü sigarası satanların takib edile edile nihayet bu halin arkası alındığını anlatıyor. Hatta bunu rakamla göstererek geçen sene 500 kaçakçılık vak'ası kaydedildiği halde bu sene 700 vak'anın ihdas ve tesbit edildiğini söylüyor. Hasılı Bursada tütüncülük, son yıllarda koza ve diğer mahsullerin ön safına geçmiş ve Bursaya güzel bir istikbal vadetmeğe başlamıştır. Yalnız bir şartla: Müstahsil tütünün nefasetini muhafaza eder ve mahsulü ne bugünkü gibi iyi bakmakta devam ederse.. Yok, eğer meyvacılık gibi bu verimli mahsul de bakımsız kahr ve sadece tabiatin lutufkârlığına bel bağlanmakla kalınırsa şüphesiz tütüncülük i1936 Avrupa güzellik müsabakası bu sene Tunusta yapılacaktır. Avrupanın çin de diğer mahsullerin akibeti mu muhtelif memleketlerinden seçilen güzelleri hep bir arada gösteren yukarıki resim kadderdir. MUSA ATAŞ Tunusta alınmıştır. 1936 Avrupa güzellik müsabakası V. BIRSON Beyoğlu Halkevinde açılan kurslar Beyoğlu Halkevınden: Evimizin Ar şubesi, aşağıdaki prog rama göre. kurslar açmıştır. Açılan kurslar şunlardır: 1 Keman. 2 Piyano. 3 Senfonik orkestra (orkestraya iştirak edecek her müzik bilen yurddaş kendi aletile bu kursa yazılabilir.) Bu kurslara yazılma işi. 3/11/936 tarihinden başlıyarak 10/11/936 tarihinde bitecektir. Yazılmak istiyenler. nüfus tezkere lerile Evimiz direktörlüğüne gelsinler. Kusuruma bakma Demir! diyordu. Ben biraz tok sözlüyüm. Belki de buna, çektiğim sıkıntılar sebeb olmuştur. Her halde işleri senin düşündüğün kadar gülpembe göremiyorum. Almanyada fikir ve ruh hâkimdir diyorsun. Acanım, şu senin fikrin insanlara ne zaman, nerede hâkim olmuştur? Allaha kasem ederim ki, böyle bir devir gelmemiştir! Beş ay Çanakkalede siperlere gömü lüydük. Orada nice ideallerin iflâsını gördük. Turancılar, islâmcılar, osman lıcılar geldiler. Hayat kaygusuna düş tükleri zaman hiç birinden eser kalmadı. İnsan kurşun vızıltısı ve can korkusu içinde dakikalannı sayarken, artık masallara inanamıyor. O hikâyeleri biz çok din ledik. Her gün akşam tebliği yerine bunları okuyorlardı. Sanki sulh olup ta işler değişti mi? Cephe gerisinde ve sulh içinde de başka türlü bir harb olup duruyor. Ruh, fikir!... Ne bileyim, hasılı bütün insan bu gizli harbin elinde oyuncaktır. Bırakın insanları kendi haline! Onlar tabiatte daha mes'ud olacaklar. Bütün felâket, rüya görüp sonra bunu tatbika kalkmadan çıkıyor. Hani sen rüya görenleri severdin? diye Demir sözünü kesti. M. TURHAN TAN Yeni Gün Hatay Antakyada çıkmakta olan Yeni Gün refikimiz ismini değiştirmeğe karar ver miştir. Arkadaşımız kendisine isim olarak Sancağın tarihî adı olan Hatay ismini seçmiştir. Yeni Gün gazetesinin bu yeni ismi altında da Türklük idealleri için çalış mağa devam etmesini dileriz. Hay hay!... diye Cemal başını büyük kavislerle sallayıp sesini yükselterek devam etti. Rüya görenleri severim. A n r ma... Rüyasmı tatbika kalkan ve bir masaî için kıtal yapanları değil. Donkişot değirmenlere çarptığı için gülüyoruz. Fakat eğer onun yerine rüyası için insanları boğazlasaydı, bize gene masum ve senv patik görünebilecek ve gülerek geçecek miydik? Ya Donkişot ele geçirdiği bir satırla hayali uğrunda bizi doğramıya kalksaydı, O zaman onu nasıl karşılıyacaktık? Gülmeyin.. Şaka değil, bütün bir fikir uğruna ortalığı kasıp kavuranlar şaka etmiyorlar. Bizi rüyalarının elinde oyuncak yapmak istiyorlar. Çok gördüm, azizim çok gördüm! Artık masal dinlemiyorum, diye gevrek ve kesik kahkahalarla gülüyordu. Mehmed Demir, düşünceleri arasın • daki bütün aykırılığa rağmen, candan sevdiği Cemalin omzuna dokunarak: lArkası car] İtizar: Dünkü tefrikanın üçüncü sütununun yirmi beşinci satırında (netice) keli mesi sehven (Naciye) olarak dizilmiştir. adcum Cumhuriyetin içtimaî romanı: 20 Eski günlerim olsa, sizi böyle mi bırakırdım? diyor, sonra Demire dönüp: Medih için söylemiyorum. Kızım okumaya hakikaten heveslidir! Lisan öğrenmekte harikulâde kabiliyeti var. Değil mi Cemal Bey? diye sordu. Bu sırada yemeğe dalmış olan Cemal, birden adeta silkinir gibi: Evet, evet.. dedi. Şüphesiz, bakmız, bir senede ingilizceyi okuyup anlıyacak dereceye getirdi. Kurdoğlu: Allah razı olsun, sayenizde.. Dedikten sonra, gene Demire dönerek: Cemalin babası eski dostumdur, diye başladı. Onu oğlum gibi severim. Uur, bilseniz, Darülfünun için nasıl yanıp tutuşuyordu. İmkânsız! Biz nakle demeyiz. Ona burdan yardımda bulunamayız. Fakat insan isteyince, bütün müşküllerin altından kalkar değil mi? diyor du. Nur, gözlerini masaya dikmiş düşünüyordu. Birkaç dakika sonra Demire Yazan: Hilmi Ziya hitabla: Bazı kitablar okumağa başladım, dedi. Geçende Faustun ingilizce tercü mesi elime geçti. Fakat eseri aslından okumayı nekadar isterdim! dedi. Demir sevincinden kıpkırmızı olduğunu hissettiği için, sakin görünmeğe çalışarak cevab verdi: Ne zaman isterseniz yardıma ha zırım. Umarım ki bir sene sonra anla mağa başlıyacaksınız. Nur, neş'esinden bir çocuk gibi ellerini çırpıyor, ve adeta ağzına girecekmiş kadar babasına sokularak: Ne iyi olur değil mi baba? diyordu. Bu sırada Fahrünnisa, kocasile gene göz işaretleri yapıp istihfaf ve gururla bir kardeşine, bir Demire bakıyordu. Cemal, sözün bir münakaşaya mevzu olmadan tatlıya bağlanması için hemen davrandı: Mesele halloldu!.. îşte sana mükemmel bir hoca! dedikten sonra, bazan birdenbire gürleşip bazaa kadın sesi kadar incelen dalgalı ahengile: E... Bakalım! dedi. Müsaade ederseniz ben de birşey soracağım. Elbiseler, binalar, sokaklar sizin olsun. Al manyada insan nasıl? Demir, bir lâhza düşünüp söze girişti: Alman, vazife adamıdır derler. Bu söz doğrudur. Eğer bununla, bir makine gibi çalışan, bir hayvan gibi arzu larını doyuran ve bir metafizikçi gibi düşünen adam kasdediliyorsa... Bu itibarla bütün Almanyaya büyük bir garnizon gözile bakılabilir. Orada işler, düşünceler, eğlenceler o kadar aynlmıştır ki, bir insanın haya tında bu yüzden bir iç mücadelesine imkân yoktur. Bunun için, bir Almana vazife ile arzu arasındaki çarpışmadan bahsedin! Size kahkahayla gülerek; «vazife ayrı, eğlence ayn!» der. Bir de o adamı masası başında görmeyin! Sanki ömründe gülmek bilmiyen bir azrail gibi tepenize dikilir. O kadar ki, onu yalnız zevksiz değil, hatta düşüncesiz sanırsınız. Fakat, şüphe yok, onun mücerred fikre ayırdığı zaman bütün milletlerden fazladır. Cemal onu dikkatle dinliyordu. Sözü

Bu sayıdan diğer sayfalar: