6 Ağustos 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

6 Ağustos 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 Ağustos 1937 CUMHURlYEl Izmirdeki infilâk faciası Hastanede bulunan depo müdürü Ali Meftun da öldüğünden kurbanların adedi 17 vi buldu Umumî harb faciası hakkında bir etüd Alnıan İmparatoru her işin «Ateş ve demir» ile halledilebileceğini umuyordu. Fakat... Yazan: Eski İtalya Hariciye Nazırı Kont Sforza « Kat'î bir hareketin lüzumu behemehal elzemdır. Sırf siyasî olacak bir zafer hiçbır vakit kâfi gelmiyecektir. Harıcî sebebler dolayısile evvelce bir poli tika safhasından geçmemiz icab etse bile bu, sonu muharebeye müncer olabilecek bir şekılde yapılmalıdır.» demişti. Bunların hepsi Sırbistana verilen ültimatomun en sulhperver bir hükumet ta rafından bile kabul edılemiyecek şekılde tanzim edılmesınin esbabını izah edebi lir. Neden İttifakı Müsellesin pek sarih olan 7 ncı maddesine rağmen önceden İtalya ile mutabık kalınmadı da kendisine her türlü müzakere ımkânları zail olduktan sonra haber verıldi? Bu, İtalyaya karsı müttefiklık taahhüdünü açıkça nakzdı. Sırbistana karşı harekât başladığı anda Macar meb'usan meclisinin umumî içtımaında bir adam: « Ey nıhayet!» diye bağırmak cesaretinde bulunmustu. Bu adam Kont Apony idi. Muharebenın ilânından evvel nazırlık zamanında Avusturya Maca ristan tebaası olan Slâvların hayatlarını mümftlin olduğu kadar müşkülâta sok mak için herşeyi yapmıştı. Dişlerine kadar müthiş bir surette silâhlanmış olan Almanyaya o vakit bütün dünya Almanyanın pek fazla kuvvetli olduğunu zannediyordu istinad ede rek, ordusu, parası ve hatta dostu öyle sanıyorlardı bulunmıyan bir komşu devletin kolavhkla ortadan kaldınlabileceğı umuluyordu. Viyanada îngiltere, Fransa ve Italyanın muhalefete geçeeekleri zannedılmi yordu. Rusyaya gelince, adam sen de, Avusturya dört sene evvel Bosnayı ilhak etmekle bu devleti alçaltmıştı. Kendi tebaası olan Slâvları istihkar, Alman olmıyan herşeyi istihfaf. Işte bunlar Habsburg Avusturyasınm neler ve neler kaybetmesine sebeb oldu. Asesbaşı, subaşı, cellâdbaşı irkaç gün önce çıkan fıkramda Dördüncü Muradm halka tütünü unutturmak için döktüğü kanlardan, yıktığı evlerden bahsederken «Hünkâr, Asesbaşı, Subaşı, Cellâdbaşı gibi davranıyordu» demiştım. Divanyo lunda 182 numaralı evde oturan Ahmed Hamdi imzasıle gelen bir mektubda bu tabirlerin neye delâlet ettiği sorulduğundan bugünkü fıkrayı da o mevzua tahsis ediyorum: Lugatle ıstılahı birbirine kanştıranlar «ases» in gece bekçısi manasına gelen arabca âs'ın cem'i olduğunu ve dilimizde ismi müfred olarak kullanıldığını, Subaşı» nın da, Irak gibi, Hıcaz gıbi, Mısır gibi suvu az memleketlerde çiftçilerin su yü zünden kavga etmemelerini teminle mükellef «su memuru» olduğunu söylerler. Halbuki Asesler, Yeniçeri teşkilâtında zabit mevkıinde olup geceleri şehri dolasırlar ve şüpheli gördükleri kimseleri yakalayıp sorguya çekerlerdi. Bu zabitlerin âmırlerine Asesbaşı denılirdi. Subaşı da ayni vazıfe ile mükellef olup bugünkü zabıta teşkilâtına göre « p o lis müdürü» sayılabilır. Subaşılann su işile alâkadar olmadığı İstanbulun ahn masile beraber Fatih tarafından Kanştı « ran Süleyman Bey adlı bir zatın Subaşı tayin olunmasile de anlaşıhr. Süleyman Bey, henüz fetholunan büyük şehrin inzıbatını kurmak ve korumak gibi ağır bir yükü üzerine almıştı. Şimdıki Üniversitenin bulunduğu yerde yapılan ilk Osmanlı sarayını da inşa ettiren bu Subaşı Sü leyman Beydir. Eski devirlerde îstanbulun zabıta ve belediye işleri muhtelif ellere verilmiş bulunuyordu. îstanbul, Eyüb, Galata've Üsküdar Molları, Sekbanbaşı, Ayak Naıbi, İhtisab Ağası, İstanbul Ağası, Bostancıbası, Erbain Efendileri, Kap tanpaşa, Tersane Kâhyası o meyandaydı ve Asesbaşıyla Subaşı şehrin inzıbatmdan bilhassa mes'ul bulunuyorlardı. İstanbulun eski zabıta âmirlerinin bir kısmı yanlarında falaka, bir kısmı da cellâd taşırlardı. Asesbaşıyla Subaşımn falakaları yoktu, yalnız kırbaç taşıyabilırlerdi. Fakat yakaladıkları suçlulardan ölüme lâyık gördüklerini Kadıdan izin alıp asarlardı. Cellâdbaşıya gelince, bunlardan birinî ve Osmanlı tarihınde pek meşhur olan Kara Ali adlısını Evliya Çelebi şöyle tarif ediyor: «Bazularını sıvamış, kılıcmı kemerine bağlamış, işkence, karabend, nakşbend, zünnarbend edecek ucu aşıklı, yağlı kemendleri beline asmıştı. İşkence aletlerinden olan kelpeten, burgu, çivi, buhur fitil, semin sünger, deri yüzecek tentiraş, demır tas, türlü türlü zehirli aletler, el ve ayak kırmağa mahsus baltalan iki yanına takıştırmış, muavinleri de yedişer pare aletle kemerlerıne ziynet virüp yahnkılıc geçtıler. Amma neuzübillâh hiçbirinin çehresinde nur kalmamış adamlardır.» Dördüncü Murad, tütün içenleri, gece fenersiz gezenleri, cemiyet halinde top lananları bizzat takib etmek ve bu gibi leri hemen öldürüvermek suretile hem Asesbaşı ve Subaşı, hem de Cellâdbaşı rolü oynuyordu. Onun bu kanlı tecessüsler ve araştırmalar sırasında yaptığı işlerin hıkâyeleri sayısız ve ayni zamanda kor kuncdur. Fakat iyisi, onlardan hiç bah setmemektir! 1914 senesi haziranınm 14 ünde Arşidük Françoı Ferdınand ile karısı Sa ray Bosnada öldürüldüler. Aradan bir çeyrek asra yakın bir zaman geçtığı halde bu cınayetin büyük muharebenın patla masına ne dereceye kadar tesir etmiş olduğunu söylıyebilmek acaba mümkün i müdür? Saray Bosna cinayetinden birkaç ay evvel Viyanadaki Alman elçisi Başvekıl Betman Holvek'e yazdığı raporda nazan dikkatini celbettiği diğer meseleler arasında «cenub Slâvları meselesinin Almanyanm noktaı nazarına muvafık ola rak halli» şartıle Sırbistana karşı açılacak bir muharebeyi askerî mahfıller ile Slâv Yangınm söndürülmesinden birkaç intıba: Sağda tahkikatı idare eden Muddeiumumî muavını olmıyan siyasî mahfıllerin sempatik bir Mümtaz, solda hafif yaralılardan talebe Lutfi nazarla gördüklerini kaydedıyordu. Izmir (Hususî) Gaz deposu infi H ^ H H H H ^ f l H I ^ H ^ H J l H lanna imkân yoktur» dedi. Liderlerden birisi bana şöyle dedi: lâkmda sağ kalanlar kısmen hastanedeSöylendiğine göre depoda yangın sön« Avusturyada Almanların sonu dir, kısmen açıkta ve yeni iş kapılanndadürme tesisatı iyi değilmiş. Fevkalâde yaklaşmıştır. Filvaki çifte monarsi bütün dırlar. yangın ahvali için kum torbaları bulun tssir ve nüfuzunu kaybetmektedir. madığı için yangının sirayeti kolay ol Fakat hâdisenin, üzerinde durulacak Resmî mahfıller, bir muharebe zuhur muştur. Deponun inşası sıralarında bun ettiği takdırde Slâv alaylarının Sırbistana diğer bir cephesi vardır, ona da ilişmek ların tamamlanacağı hakkında taahhüd karşı kullanılabılecezıne kat'ıyyen inan lâzımdır: name verildiği halde ihmal edılmiştir. mamakladırlar. Sırblarla dığer Slâv kütBu depo, Bayraklı ile Bornova arasmAdlıye bu nokta üzerinde durmakta ve leleri arasındaki mezheb farkı, artık millî da idi. Civannda da küçük bir iki depo hâdiseden mes'ul lehimci Hasanla Ali bırlıklerinin husulü için bir mania teşkil vardır. Fakat muhtelif kumpanyalara aid Meftun öldükleri için müessesenin mane edemez hale gelmiştir. Avusturyanın olmak üzere gene Bayraklının biraz ilevî şahsiyetinin bu işle alâkasını tesbite ça halıhazırdaki vaziyeti Almanlık noktai risinde ve şimendifer yolu üzerinde çok lışmaktadır. nazarından cesaret kırıcıdır. Yalnız merbüyük gaz ve benzin depoları vardır ki, Şirket kazazedelerin ailelerine tazmi kezi hükumetin takıb edeceği büyük bir her bakımdan, şehri mütemadiyen tehdid nat verecektir. Belediye fen heyeti bu hâ siyaset ve büyük bir faaliyet merkezden edip durmaktadır. Hatta Umumî Harbin diseden mülhem olarak dığer gaz ve ben uzaklaşan Slâv kuvvetlerini tekrar devlet ilk yılmda burada bir hâdise olmuş, dezin depolarındaki yangın söndürme te hizmetine getirebilecektir. Bunun için nize dökülen gazler, üç gün yanmış, fasisatını tetkike başlamıştır. Emniyet mü büyük ve enerjık bir siyasetin teessüsü elkat ateş depolara sirayet etmediği için dürlüğü de, bazı müessese ve mevaddı zemdır.» tehlike genişlememişti. müşteile depolarında küçük san'atlar ve Fakat Almanya imparatoru bu rapo Bu depolarda, her zaman büyük bir is kanunlarına muhalif olarak işçi çahş run kenarına «bu fesadcıları ınsan yalnız felâkete kapı açmağa hazır bir tehhke tırıldığı bu hâdise ile tesbit edilmiş bu ateş ve demirle akıllandırabilir» işaretinı Yançından başka bir intıba vardır. Nitekim, belediye, bunları şehir kapısı önünde lehimleniyordu. Güçlükle lunduğundan dıkkatli davranılmasını ka koymuştu. Esasen bu fıkır, bu «ateş ve haricine çıkarmak için evvelce teşebbüste rakollara bildirmistir. demır» usulünden kaçınılması imkân habulunmuş, fakat nedense akim kalmıştır. çıkabildim. Içeride kalanların kurtulmaricınde bulunuyordu ve bu fıkır Avus Depolann dıbinden hergün muhtelif katurya Macaristanı idare edenler arasıntarlar gelir, geçer. Küçük bir kıvılcım da da daima sahasım tevsi etmekte idi. pek kolaylıkla korkunc ve telâfi edilmez Bizzat Avusturya Başvekılı Kont Sturg neticeler getirir. Karşıyakadan sarfma bile împaratorluk meclısinde: zar, bütün İzmirin harab olabileceğini de söyliyenler vardır. Meselâ, şu yanan depodaki dikkatsizlik ve ihtiyatsızlığın, aynen dığer depo larda da vuku bulması ihtimali her za man vardır. Şu hâdise, feci bir ders teşkil etmi?tir. İzmirde herkes, depoların şehir haricine, uzaklara kaldınlmasını istemektedir. 1 Türkkuşu hummah bir faaliyet devresine girdi Kurbanların adedi 17 yi buldu İzmir 5 (Telefonla) Yanan petrol deposunun mes'ul müdürü Ali Meftun bu sabah İtalyan hastanesinde vefat etti. Ayni hastanedeki ameleden Kava lalı Osman da geceynsı ölmüştür. Yangında ölen ve kaybolanlar bu suretle 17 ye çıkmıştır. Ali Meftunun cenazesini dostlan ve akrabası büyük ihtifalle kaldırdılar. Hastanede kalan tek yaralı gümrük muha faza memuru Zühtünün vaziyeti de tehlikeli görülüyor. Adliyede ifadesine müracaat edılen kumusyoncu Halid diyor ki: « Ben depo civarındaki kulübede bulunurken Fehmi namındaki amelenin kurtardığı Ali Meftun yanıklar içinde koşup geldi. Kendisine su ve karpuz verdim. Bana: «Tenekeler lehimlenirken gaz ocağı birden parladı. Ateş benzin kısmına sirayet etti. Tenekeler deponun Ankaradaki Ergazi motörlü tavvare pilot kursundaki talebden bir genc kız muallimile beraber uçuşa hazırlamyor [Baştaralı 1 ınci sahıfede] retle Türkkuşuna mensub gencler tayyairad etmiştır. Başkanın bu nutku, yalnız reyi daima yanıbaşlarında bulacaklardır. Ergazi kampındaki gencleri takdır ve teş Ankarada yapılmakta olan pilot mektebi çile kalmamış, ayni zamanda Türk hava de önümüzdeki yıl tamamlanacaktır. cılığı hakkında bazı müjdeler de vermişYurdun her tarafında yeni uçuş meytır. Bunları şöyle hulâsa edebılinz: danları hazırlanmasma karar verilmiştir. Ergazi kampından turizm brövesi alan Bu sene kamptan çıkan gencler Cumgencler için tekâmül kampları açılacak huriyet bayramında yapılacak büyük tır. Bu kamplarda fılo halinde uçuşlar, hava harbi san'atı, akrobasi numaralan merasimde hep birden uçup kabiliyet ve öğrenilecektir. Buradan çıkan gencler meharetlerini göstereceklerdir. Bir gün memleketin müdafaası lüzumu gösterdıkleri tekâmül ve istidada göre dehasıl olursa, Türkkuşunun yetiştirdığı recelere ayrılacaktır. Motörlü tayyare kampları fazlalaştırı genclerden havacılıkta birer canlı kal« lacak ve her Türkkuşu şubesi bir motörlü olarak istifade edileceği için bu gencleı, tayyare kampına sahib olacaktır. Bu su ona göre yetiştirıleceklerdir. Birşey düşünemedik kocacığım. Yanımıza kitab almamışız. Yalnız kaldığı halde, evde konuşuyorlarmış gibi, dili alışmış, hep «biz» diye söylüyor, ve bu dalgınlık onu güldürmiyordu: Bir kitab almalı, değil miydin? Nasıl kitab istiyorsun, Melike? Evdeki kitablarından bir ikisini getireyim mi? Hangisini istersen, söyle. Kocasının sesini duyan Melike, gene çocuklaşıvermişti: O kokoşok kitabları istemem. Bana, yeni kitablar getir. Meselâ, neler? Sen, neyi seçer, neyi beğenirsen. Senin seçtiklerin, beğendıklerin daima iyidir, güzeldir. Şekib, kahkaha ile gülüyordu: Ah, kurnaz, nasıl da kendine pay çıkanrsm. Melike, bir çığlık kopardı ve tokat atacakmış gibi elini telefona vurdu: Hain zevc! Bu, aklıma bile gel memişti. Ve tekrar kocasının soylemesîne vakit bırakmadan söyledi, söyledi. Büyük kapı ile iç kapı arasındaki mermer taşlıkta, telefon odasına yan yan bakarak dolaşan bir hasta, Melikenin aklını başına getirdi: STANÖULfcsttvo Galatasaray lisesinde açılan resim s ergisinde genc afiş san'atkân Sünusinin eserleri nazarı dıkkate çarpmakta ve u mumî bir alâka celbetmektedir. Yukarıdaki resimde yakında Almanyada ihtisasını ilerletecek olan genc ressamın sergideki eserlerinden ıkisini görüyorsunuz. Şekibin sesi, birden durgunlaşmış gibiydi: Ben, yarın, sevine sevine gelirim. Fakat... Melikenin kalbi çarpıyordu: Fakat ne? Doktor, ziyaret günlerinden başka günlerde gelmenm doğru olmadığını, nazikâne söyledi. Genc kadının, ümidi kırılmıştı: Demek, yarın seni göremiyeceğim? Ben, yann sabah telefon ederim. Peki kocacığım. Allaha ısmarladık Melike. Güle güle sevgilim. Tekrar odasına döndüğü zaman Melikenin kulaklarında, hep kocasının sesi çınlıyordu. Kür balkonuna çıkınca, biraz evvel yabancı gelen sesleri; âşina buldu. Kulaklarındaki tatlı çınlayışlar, gözlerinde de gördüklerine karşı bir yakınlık, bir sevimlilik yaratmıştı. Güneş, adalarm arkasına doğru kay mıştı. Sanatoryom bir gurbet ıssızlığı i çindeydi. Melike, günün en korkunc saatinîn acılığını, kendi kalbinde, sinirlerinde duyuyordu. Batan güneş, sanatoryomu, bahçeyî, çamlan, bir yangın kızıllığı ile sarmıştı. Melike, batının bu kadar kızıllaşıp yandığını görmemi§ü. Çamlar, yakut pagodlar gibi parlıyordu. Otlar tutuşmuş, toprak tutuşmuş yanıyordu. Melike de içi yana yana bakmaktan kendini alamıyordu. Batan güneşin kızıl alevlerile, sanatoryom, barmdırdığı hastaların hasta içleri gıbi tutuşmuş yanıyordu. Çamların tepelerinden kalkıp konan kargaların kara kanadları bile tutuşmuştu. Üst katın sağ tarafındaki kür balkonlannın parmaklıklarına dayanmış gölgelerin, arasından az kısık, az yorgun bir kadın sesi yükselivermişti: Bana hiç yakışmıyor, böyle intizar şimdi Malemzede gönliimde, hayat bir mezar şimdi Ne ses var, ne kahkaha, herşey ahü zar şimdi, Nerde kaldı o ahu, nerde lâlezar şimdi. Melike, bu şarkınm söylenişi kadar, sözlerine de kendini kaptırmıştı. Dinlerken, her kelimesini, h«r hecesini, kalbinde tekrar ediyordu: Bana hiç yakışmıyoT, böyle intizar şimdi, Malemzede gönliimde, hayat bir mezar şimdi. Evet, bu beklemek, ona hiç yakışmıyordu. Fakat kür balkonunun parmakhğma dayanarak, batan güneşin alevlerile içi ve dışı yanan bu kadın, neyi bekliyordu? Yalnız o mu? Onu dinleyenlerde neyi, neleri bekliyorlardıl Gelecek, M. TURHAN TAN gelmesi yaklaşmış, yoksa hiç mi gelmiyecek sevgilileri mi bekliyorlardı? Ölümle hayat arasındaki köprüde bulunan hasta insanlar, sevgilıler kadar, ölümü ve hayatı da bekliyorlardı. Az kısık, az yorgun kadın sesi, şarkıyı ağır ağır söylemekte devam ediyordu: O, benim mehtabımdı; o, benim güneşimdi 0, benim her şeyimdi; o, benim mehveşimdi, O, benim her şeyimdi; o, benim son eşimdi. Melikenin kuru kuru yanan göz pınar» larına yaşlar dolmuştu; içi kabarmıştı; saatlerdenberi bekliyen gözyaşlarına kavuştuğunu anlıyordu. Sessiz bir hıçkırık boğazını tıkadı, ve yüzünü görmediği, yalnız sesini işittiği kadına karşı, yüre « ğinde minnet duyarak, insanm ancak kendisine yakın bulduğu büyük ıstırablann acı hazzile, ağladı. Güneşin kızıllığı sönmüş, sanatoryom koyu kül rengine bürünmüş, yakut pa godlar erimiş, kargalar kara kanadlanni germişlerdi. Şarkı da susmuştu; çamlann hiç din « miyen hışırtısı, az kısık, az yorgun sesin, son titreyişlerini fısıldıyorlardı: İArkast var) Edebi tefrika : 32 Yazan : Mahmud Yesari Balkona çıktı; bahçeye, ve balkonlara bakmağa başladı; kadın, erkek, genc, ortayaşh, süzük yüzlü birçok hastalar, trpkı onun gibi, balkonlann parmaklıklanna dayanmışlar; etraflarına bakınıyor lardı. Bazı odalardan konuşma sesleri duyuluyor, koru tarafından kahkahalar aksediyor; çamlar, hışırdıyor, hışırdıyordu. Burada, hayatm sesi bu kadar mıydı? Melike, bu yüksek konuşmaların, bu kahkahaların, bir «dünyaya ikınci geliş» in sesleri olup olmadığını da düşündü. Melike, balkondan odaya geçti; odasma, yeni yerine alışmak, ihtiyacmı duyuyordu. Güneş, adalarm üstüne doğru kayarken, Melike, geri dönme yollarmın kapanmağa beşladığını anlıyordu. Bulunduğu yere alışmağa mecburdu. Melikeye, mantıkî muhakeme değil, tahteşşuuru ışık tutuyordu. Gardrobu açtı, bir daha düzeltti. Ve Icapının tıkırdaması onu sıçrattı. Kapıcı görünmüştü: Sizi, telefondan istiyorlar, dedi. Bu, Melikenin hiç beklemedıği bir şey, di. Kimdi? Kim olabilirdi? Bir solukta anlamak ıstedı: Kim? Bir erkek... Zevcınıi o'nalı. Melike, kapıcının boynuna atıhp ö pecekti: Telefon nerede? Kapının yanında... Affedersiniz, kapıda kimse yok... Telefon açık duruyor. Kapıcı çıkınca, Melike, sırtına kimonosunu geçırdi, dışarı fırladı. Kapıcı yerine bitişik, dört köşe kutuya benziyen, hastalara mahsus telefon odasına girince telefonu kaptı: Şekib sen misin? Benim, yavrum, nasılsm? Melike, o dakikaya kadar kocasının sesindeki ahenge dikkat etmemiş olduğunu hissetti; Sekibin sesi, ne tatlı, ne sevimli idi! Demek, benı düşündün kocacıgım! Nereden telefon ediyorsun? Onun sesini duymak istemesine rag men, onunha konuşmak zevkini, hazzını yenemiyor, heo kendi söylüyprduj . Kjtabî, yarm getirir mîsinl 1

Bu sayıdan diğer sayfalar: