November 10, 1940 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 7

November 10, 1940 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

10 Ikinciteşrin 1940 J . cl Atatürkün fani hayatını teşkil eden elli yedi sene, o dehanın fevkalâdeliklerini güç istiab edebilmişti. yanıma geldı ve bir Turk generabrin bemmle goruşmek ıstedığını soyledi. İsmini sordum: Mustafa Kemal, dedı. O zamanlar, Mustafa Kemal adını, daha ziyade, müphem bir şekılde ışıtmi^üm. Daveti maalmemnuııiye kabul ettım. Mustafa Kemal, düşüncelı, kederlı ve bedbindi. Bana. memleketin hahnden bahsetti ve her iki üç cümlede bir .Bu boyle olmaz. Vatanı baştanbaşa değiştirmek lâzım, yenileştirmek lâzım» diyordu. O zaman, doğrusu, bu lâflara fazla dıkkat etmemiştim. Mesleğimin, her zaman hatırlayacağım büyük hatası, bu emsalsiz dehâyı daha o zaman keşfedememiş olmklığımdır.» \Vard Price, Ataturku, ikinci defa İzmırın kurtuluşunda gdrduğu zamona aıd ıntıbalarım da şoyle naklediyor: <Beni tanıyabıleceğını hıc tahmm etmiyordum. Fakat dâhi ha'â^'Sr ilk bakışta tanıdı ve hafıf^e gulrıok S"!"n. verdi. Bu iki Mustafa Kemalı hayatımda unutmıyacağım. Ben Atatürkü, bir defa. en kederli lamağa gelenler arasında idi. Nıhayet, geldı. Bir ferdi mıllet olarak işbaşına geçtığini ilân ettığı ıçın resmi ünıforma gıymemistı. Sırtında yakası kapalı bir ceket, başında kalpak vardl. Yuzlerce kişinin, istikbaüne gelmesi, onu hayrete duşürmuştü. Etrafma toplanan garib kıyafetli adamlan gostererek: Bunlar kim? diye sordu. Kim olacak, dedım, dağdan inen eşkiya. Mustafa Kemal, hemen otomobılmden indi, o fevkalâde nezaketile: Kim olursa olsunlar. dedı, mademki buraya kadar gelmişler, kendılerina merhaba dıyelım.» ihi Deh anın T arını Merhum Suleyman Tevfık, bu mektubu yazdıktan on gün sonra, bir akşam Topkapıdaki evıne avdet ettıği zaman, bir polıs komiserile bir sivil memurun, kapının önünde kendi^inı beklediklerıni gorüyor. Bunlar, Süleyman Tevfığe. şişkınce bir zarf uzatarak, bunu Atatürkün sureti mahsusada gonderdiğini söylüyorlar ve imza mukabıhnde zarfı teslim edivorlar. Zarfın içinden, kenarlarına G. M. K. harfleri ıslenmiş, kavu«içi renğinde bir ipek mendil çıkıyor. Süleyman Tevfik, bunu anlattıktan sonra, ilâve ediyor: « Vasiyetim var. Gerek aüeme, gerekse evlâdlarıma. Öldüğüm vakit, bu büyük hedıyeyi kefenimin içinde gömm'elerini vasiyet ettim.» «Ben tsmeti iyi tanınm!» Gene, Yahya Galib, hatıratının bir Çoban Mustafanın hatıralan eıınde, Ikınci Inönü haıbıne dair şu Çoban Mustafayt tanımıyan, adını akrayı anlaüyor: «Düşmanın faik kuvvetıne karşı girisüğimiz bu ikinci mu duymıyan Türk kaldı mı? Dillerden kuharebenin henüz neticesi alınmadığı laklara bir efsane tathlığile yayılan bu tchlıkeli günlerden birinde idi. Mustafa hıkâyeyi, bizzat Mustafanın ağzından Ulu Başbuğ, Manevralarda Mareşal Fevzi Çakmağın izahaüni dinleyor tşte bir sene daha geçti. Tarih, rezeeri üstünde kolay kolay donmiven ^nlı ve mağrur kapısmı srdına kadar ıp, Atatürkü sinesine bastıralı, bu a iki yıl oluyor. > aramızdan ayrılıp ebediyete inti, ettiği gün elli yedi yaşında idi. ıkat bu rakarru, fanl dnıür ölçüsune urmak, insanı şaşırür. Zira, Ataturkun, en ufak tabirle fevkalâdeiık'er doiu hayatını teşkil eden elli yedi sene, 0 fevkalâdehkleri, guç istıao edebılmıştiT Aziz Atamızın, Savarona yatında, son günleri Bİne, oradan dört ay süren bir tedaviden sonra da Beşiktaştaki on dokuzuncu ilk mektebe gonderilıyor. Sığırtmac Mustafanın, Ataturke aid hatıralan arasında, feda edılemıyecek şu güzel fıkra var. Mustafa anltıyor: « Bır geceyansı, hiç unutmam, hastaneye gelmiştı. Doğruca benım yattığım odaya gbrdi. Onu görünce »asırınıştım. Ayağa kalkmak istedım. Atatürk ehle mâru olarak: Sen ayağa kslkmayı bırak da, buradan nasıl çıkacağını duşün' dı>e gülumsedi. Sonra: Hani, dedi, seninle pazarhğa girişmiştık, dört lira aylığa razı olmuştun. Şımdı ver bakalım hastane paralarını. Küçüktüm, aığırtmacdım ama, şaka ettiğlnı anlamışüm: Sen koskoca Gazi Paşasın Elbette hastane parasmı da verırsın, dedım.t Bü\ük Baskumandan 937 mane^alarında harita üzerinde ordulann anmda, bir defa da en mes'ud dakikasmda gordüm. Sonra, Ankaraya gittim. Atatürk gelirken garda idım. O gun, emsalsız nezaketile beni yemeğe cağırmak lutfunda bulundu. Mıllî mucahededen e\r\elki ^!ustafa Kemalle, mıllî kahraman Muslafa Kemali bir araya toplayan bu yabancı gozün intıbaı, Mustafa Kemal ve Atatürk adının, Türkiye hududlan dışındaki akis^rini kâfı derecede anlatıyor. Kemalin otomobili Millet Mecllsi önunde durdu. Hemen yanına koştum; telâş ve endışe ile: Paşam, Inönünden ne haber? diye sordum. Aynen şu cevabı verdi: Vaziyet kritıktir! Kritık nedir? dedim, anlamadım ki.. Mustafa r ^ k a l : Sana bunun cevabmı on beş dakikava kadar verırım... dedıkten sonra gulumsedı: Hani... Ankaraya geldıkten bira* sonra, ben bir ruya gormuştum, hatırında mı? Hafızamı yoklayarak ve arada bir, teferruatını ipurlayamadığım zaman kendısinden de yardım isteyerek ruyasını anlattım; güldü: İşte, dedi, rüya aynile vâkidir Ben Ismeti tanırım'.. Göreceksın, on beş dakikaya varmadan kendisinden muzafferiyet haberi alacağız. Aradan çok kısa bir zaman geçti Belki uç, belki beş dakika. Telgraf müvezziinin, elınde bir kâğıdla, nefes nefese onun odasına girdığini gördum.» Yahya Galib, bu gelen telgrahn, saat 6 30 da Metristepeden, garb cephefi kumandanı İsmet imzasıle çekilen ve «Duşman, binlerce maktulle doldurduğu muharebe meydanını silâhlarımıza terketmiştır» cümlesıle biten telgraf olduğunu sbyledıkten sonra ılâve ediyor: «Atatürk, o zaman beni yanına çağırdı, en güzel yüzile: Gordunuz mü, Yahya Galib Bey, dedi. Ben sana Ismeti tanırım, dememiş mıydım? Kimin hangi hatırasını saymalı? Asker Atatürkün, milli kahraman Ataturkun, kumandan Atatürkün, inkılâbcı " taturkun yanında bulunanları dinlern, halkçı Atatürkü aralarında porene de, evvelkiler kadar geniş bir yer •namak kabil mi? Ke, merhum Süleyman Tevfik, bunlardan biri. Anlatıyor: « Harekâtı mılliyenin ilk günleriydi. Başkumandanlık muharebesi baslam'ş ve Atatürk, muzsffer ordularına • Ordu'ar, hedefiniz Akdenizdır, ileri» demişti. O zaman, ben de, kısmet olursa, şu Akdenizi gosteren eli öpeyim diyerek ahdetmiştim. Bu ahdımden seneler gecmış ve buyük Ata, muteaddid defalar İstanbula gelip Ankaraya gittığı halde, bir türlü, elini öpmek imkânını bulamamıştım. 1935 senesiydi. Ulu Ata gene İstanbulda bulıınuyordu. Ankaraya hareketinden bir gun sonra, ' kendisine bir mektub yazmağa karar j verdim.» vaziyetinl tetkik edcrken dinlemek çok zevklL O zaman, Mustafa, Yalova çmbklerinden birinde,, yetmiş beş kuıuş haftalıkla çalışan, sekız yaşında bir yanasmadır. Her sabah, şafak sokmeden, sığırlan önüne katar, dere kenarlarına, bol otlu çayırlara gotürür. 929 senesi yazında bir gün, çoban Mustafa, sığırlarını otlatırken, kaısıdan yırmi kadar atlmın geldığırü goruyor. Boyle atlılara her zaman tesaduf ettiği icın, bunların kim olduklarını merak etmıyor. Fakat atlılardan biri, aıkadaşlarından ayrılmıstır ve kendisine yaklaşmaktadır. Maksadı çiftliğın yolunu sormak. Mustafa, yolu tarıf ediyor. Bu atlı, Mustafaya, bu sefer adını soruyor. Çocuk cevab veriyor: Mustafa! Benim de adım Mustafa. Demek ki adaşız. Sonra, birdenbire şu sual: Sen Gaziyi tanır mısın 9 Tanımam. Onu sever misin? • Severım. Kiçin seversin? Paşa olduğu için severım. Küçük sığır çobanmın. o zamankı cahil çocuk kafasıle verdığı bu cevabdan sonra, Ataturkle arasında geçen muhavere, o buyuk adamın, en kuçuklerle bile nasıl yakından alâkadar olduğuna canlı bir misal teşkil eder. Bir gün sonra, sığırtmac Mustafa, kendisini bilhassa çağırtan Atatürkun emrile, önce Şislideki çocuk hastaneAtatürkün müstesna şahsiyeünl, gene Salâh Cimcoz şu sözlerle tarlf ediyor: «Atatürk, canlılığın ve dinamiklıifin müşahhas timsalıydi. Günün yirmi dört saati edeta hareketlerine dar gelirdl. Bır sene, Dolmabahçedeki aarayda, bbr >atağın esıri olarak nasü k&labildığine hâlâ saşarım ve haürladıkça yüreğıtnin ezildığini hıssederim.» Son dakikalar... Ataturke aid hatıralan ne kadar M yıp döksek, hatta bunlann arasında son derece sıkı bir eleme yapıp en ne$elilerini seçsek, sonunda, nra mutlaka acı hatıralara gelecektlr. Bütün bir memleketin, üzerine titredıği Büyük Adam, Dolmabahçe sarayının duvarları arkasında ölümle pençeleşirken, onun aramızdan ayrılaccjfc dakikayı kabil olduğu kadar geciktirmeğe çalışan fen adamları, haüralaruı en hazinini taşıyorlar. Atatürkün karnından ilk defa su «lınacağı zaman saraya davet edılip, gon nefesıne kadar tedavisıle meşgul olan doktorlarımızdan operator Mım Kenıa'dcn, Bu\uk Adamın son dakikalarını dınlejoruz: « Karnından on kilo su alındıktan bir gün sonra Atatürk, son koma devresıne gırıyor. Bu devrenın butün acıklı safhaları gozumün önünde: Buyuk kurtarıcı, sakin, adeta uyur gıbıdır. Ara sıra, kuçük ihtılâclarla yatağında sıçrayorsa da bir saniye sonra, tekrar, ayru sükunete kavufuyor. Yatağının başucuna kadar gelen ölümün, onu ebediyete goturmek için, d«kıkaları saydığım hissediyor gibiyiz. Yavaş yavaş, hançeresınde kesik hınltılar başlayor ve yüzü, tedricen siyahlaşıyor. Gozleri kapalı ve goğsü mütamadıyen inıp çıkmaktadır. 10 ıkinciteşrin günü: Saat dokuzu çalıyor. Atatürkün, ancak beş dakiksM kalmıştır. Bir aralık, kapalı gözlerini birdenbire açıyor, başını seri bir hareketle sağa çeviriyor. Bu, onun, biza son bakışıdır. Ağır ağır yatağına yaklaştyoruz, Ben, hıçkırıklarımı zaptedemiyerek ölüsunün üzerine kapanıyorum ve telihsiz elimle, onun şimdi yuvakırı içinde, yan »çık duran, dunyaya kusmüş, asüman rengi gözlerini kapatıyorum. Biraz sonra da, doktor Mehmed KAmil gelip, beyaz bir tülbendle, onun çenesini bağlayor! Ve Atatürk denilen tarihî kapı, fanl hayatın yüzüne işte böyle kapanıyor...» Kâh bir lâbirent gibi şaş rtıcı ve munnmalı; kâh, çöl ortasmda bir vaha ; ıbi ruha ferah ve süknu veren; ba»jn, en yüksek tepeleri kssıp kavuran 1 . analar kadar coşkun; bazan donmuş t bıatı ısıtan guneş kadar nurlu Ataturku, bu muhtelif şahsiyetleri içinde fyrı ayrı gormek fırsatxnı bulanların, . fızalarında saklı hatıralan bir araya ı (ırmek imkânı olsa, bilmem ki, bunrı sayılı cildlere sığdırmak kabil ohır r •!? Atatürkün, elIJ yedi secelik ömrünü r*'duran büyük, küçük hâdiseleri, ve"/ anahatlan içinde anlatmağa çalısı k, şuphe jok ki satırla ölçalemivet k bir iş olur. Diinya durdukça dura< kadar sağlam gorünen bir abidenin, denbire goçmesi, bunu gorenler üınde nasıl haşyetli bir tesir yapar. memleketi, hatta bütıin dünyayı öy• bir teslr aHında bırakarak ebediyete 'ıkal eden Buyük Adanru, ölümünün ıci yılddnümüne tesaduf eden bu • ,n, hususî ve resmî hayatuun en baz hususiyetîerile bir kere daha anı '^kla onun manevî huzurunda bir kele daha eğılmekle iktifa edeceğız. lini, parlak tiniformalara karşı duyduğu meftunlyeti pek hoş görmüyordu. Küçük Mustafa, Selânik Mülkiye rüşdiyesinde arabca hocasınm kendisine fena muamele etmesinl sebeb gostererek, bir emrivakile asker! rüşdiyeye nakîetti. İşte, Atatürkün çocuk ruhunda ilk isyarana, aklına koyduğu işi başarmak azminin ilk tezahurüne burada şahid oluyoruz. Atatürkün, «Kemal» e namzed bir küçük olduğunu, tam bu sıralarda, ilk keşfeden .askerî ruşdıyedeki riyaziye hocası olmuştur. Küçük Mustafa, bılhassa riyaziyede çok kuvvetlıydi. Önun bu istıdadını takdır eden hocası, bir gün, kendisine şoyle dedi: Oğlum, senin adın Mustafa; benimki de. Bu, böyle olmaz. Arada bir fark bulunmalı. Senin ismin, bundan sonra Mustafa Kemal olsun. Küçük Mustafa, hocasınm, kendinden ziyade talebesine lâyık gb'rdüŞü «Kemal > e, o günden itibaren, kademe kademe yükselerek erdi. Mustafa Kemalin hayatı, pek çok kimseler gibi, husust ve resmî iki safha arıeünekle beraber, bazan bu iki cepheyi birbırınden ayırd etmek pek güç olur. Çunkü o, yurd sevgısiru, 1905 senesinde, erkânıharbıye yüzbaşısı rutbesile ve orduya iltihak etmeden çok daha evvel ideal olarak seçmış, bütıin tahsil çağını, sonra hayatının bütün yıllarıru, bu ideal etrafından uzaklaşmadan geçirmiştir. Onun için, Ataturke aid hatıraların, şu birkaç sütuna sığabilecek kadar ön plânda gelenlerini toplarken, hususî hayatını, resmi şahsiyetle yaşadığı zamanlara aıd olanlarını mtihab edeceğiz. Kıymetli bir harb hatırası Bir parça geriye doğru gidip, Anafartalardaki Mustafa Kemaie aid bır iki hatırayı birlıkte okuyalım : İstanbul meb'usu Salâh Cimcoz, Umumî Harbın en şıddetü günlennde, âyan ve meb'usan azasmdan murekkeb bır heyetle bıriıkte Çanakkale barb cephe«ıni zıyarete gıttığı zaman, Grup kumandanı Mustafa Kemal, beyet azasına, hatıra makamında, üzerinde her birınin ismi yazılı, ufak haritalar vermiş. Senelerden sonra, Ataturkle aralarında, bu haritaya daır geçen bir muhavereyi Salâh Cimcoz, harırıları meyanında şöyle nakledıyor«Aradan seneler geçmişti. BLr akşam, Attaürke arzettim: Sizin bende gayet kıymetb. bir cephe hatıranız var. Nedir? Anafartalarda imzaladığınız küçuk harita... Onu bana verü ! Yook... dedim, müsaadenizle bunu yapamam Aldığı cevab üzerine fazla ısrar etmedi. Atatürk, hem çok mutavazı, hem de son derece mahçub bir adamdı. Onun hususiyetüıi bilmiyenler, kendisini vara. yoğa kızan bir adam sanırlar. Halbuki, Atatürkün, gayet mülâyim bhtabiati vardı. Yalnız, Türklük hakkında sarfedilen her hangi imalı bir soz, onu asabiyete sevkederdi. Bır akşam, ecnebi milliyetlerden birine mensub olan kansını, Türk kadınile mukayeseye kalkışan, tanınmıs bir zata, pek fena hiddtelındığini hatırla Ankaraya ilk gelişi Kendi ıçımıze donelım. Mucadele senelerınin en ateşli gunlerindeyız. 29 kânunuevvel 1919. Mustafa Kemal, Sıvastan, ilk defa olarak Ankaraya geliyor. O buyuk günun hatırasını, o zaman Ankara Vılâyeti Defterdarı bulunan Yahya Galib şöyle anlatıyor: «Sokaklar adam almıyordu. Boşaltılan hapisanelerden kurtulmuş yuzlerce mahkum, ellerinde türlü silâhlarla, civar koylerden üşüşüp gelmiş bınlerce insan, turlü kıyafetlerle şehir halkı, yedisinden yetmişıne kadar, davullarla, zumalarle onu karşılamağa koşuyorlardı. Dıkmen sırtları bir bayram yerine donmustu. Bir muddettenberi Ankaraj a gelıp yerleşmiş olan iki tabur İngiliz askeri de, Mustafa Kemali karşı Muşkül bir intihab. Bir kütübhane dolusu nadide eserin karşısında kalmış, Atatürk, firenklerin «surhomme» de nangisini seçip okuyacağını kestiremirkleri, üstün insanlardandı. Cihanın yen bir meraklmın, üzücü tereddüdü:'dıği bu hakıkati ispata kalkışmak a nü duymamak kabil değil. Atatürkün, yabancı iklimleri dolduı 's olur. Beşiğile mezan arasmda yürduğü hayat yolu, bu hakıkatin de ran büyük şöhretini, yabancı bir dilden dinlersek, onun bize yadigâr bıııl.erile doludur. raktığı hatıralan, iftihann kabarttığı Atatürkün yüksek vasıf anndan biri bir gdğüsle dınlemiş oluruz. ve hatta başlıcasa olan azmıne ilk nüEcnebi gözile Mustafa Kemal rıuneyi, henüz çocuk yaşında iken, Sek'nik askerî rüşdiyesine girişinde buluBeynelmilel şöhrete sahib bir İngi• ıruz. Babası, eski gümriik memurla liz gazetecisi olan Ward Price, Atatürımdan Ali Rıza Efendinin vefatından kü, dünyaya şöyle tanıtıyor: İstanbula ilk defa 1918 senesinde sonra, oğlunun terbiyesi ve tahsili'e bizzat meşgul olmağa başlayan Zubeyda gelmiştim. Bir akşam üzeri, Pera PeHanım, onun, askerliğe karşı olan mey Ia5 otelinde oturuvordum, Bir adam Atatürkün yüksek vasıflan 1937 Trakya manevralarında iki büyük arkadaşın çok samimî bir anı.^ İki Bü\ük Şefin basbasa neş'eli bir sohbeti.»

Bu sayıdan diğer sayfalar: