13 Temmuz 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4

13 Temmuz 1934 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Abdulhamıt Gozdelerı Tarihi tefrika: 3 — Geçen kısımların hulasası Abdülhamit, — Hürriyet — stihsaline çalışan gençleri şiddetle ta- | tip ettiriyordu. Bir gece Yıldız sara- | yında Kızılsultan Mahmut Bey ismin- de bir mütasarrıfı rövelyerle öldür- müştü. Sarayda bu kabil cinayetler te- vali ederken, Abdülhamit gözdeleriy- Je gülbahçesinde eğleniyor. Bu sırada 'Tıbbiyeli Necdet Sarayda mahpustur.. Paristen gelen rakkaseyi kıskanan (Necmiseher) Hanım sarayda faaliye- te geçiyor. Kızıl Sultan, (Sanremo) da Saltanat aleyhinde çalışan (İshak — Süküti) den çok çekiniyordu. (1) Padişahın korktuğu şahsiyetler a- rasında Mısırlr Mustafa Fazıl Pa- şa, Mithat Paşa, Hüseyin Avni Pa- şa, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi, Ali Şefkati, Halil Ganem — gibi hürriyet isteyen vatanperper- ler vardı, Bunların bazıları ölmüş- tü, Genç Türkler Paris'te toplana- rak, seneler geçtikçe mücadele sa- halarını ve teşkilâtlarını genişleti- yorlar ve fırsat düştükçe Abdül- hamidi tehdit etmekten geri dur- muyorlardı. Kızıl Sultan, İstanbulda, büyük rütbeli hafiyeleri ve bendeleri va- sıtasile Mülkiye, Harbiye, Tıbbiye, | Bahriye ve Hukuk talebeleri ara- — sında Parisle muhabere eden genç — Teri araştırıp yakalatıyordu. Bu su- retle ortadan kaldırılan gençlerin sayısı artmağa ve bu hâdise yu- karda saydığımız mektep talebe- lerinin nazarı dikkatini celbetme: ğe başlamıştı. Hürriyetperver talebeler İstan- — bulda gizli gizli içtimalar akde- derek, kaybolan arkadaşlarımın iz- lerini araştırıyorlardı. Raşmabeyinci, Muş mutasarrı- fı Mahmut Beyin cesedini bahçe- deki çukura — gömdükten sonra, saraydaki dairesine dönmüştü. Hademelerden birine: — Haydi git, dedi, şu Tıbbiyeli talebeyi kimseye sezdirmeden al, buraya getir!.. Ve hademe odadan çıkarken, Celâl bey arkasından seslendi: — Yukarıya çıkarırken, kula- ğına: “Her şeyi itiraf edersen, padişah bu gece seni affedecek! dınıy de unutma! ... e m :16 Celâl bey masasının üstünde Yazan: Ishak Ferdi duran kâğıtları karıştırırken, gö - züne şu satırlar ilişti: “Necdetçiğim! — Dünyada en| tatlı, en mukaddes vazife: Hür-| riyet uğrunda çalışmaktır ve bu u-| ğurda ölmek de ölümlerin en şe-| reflisidir.,, Celâl Bey dişlerini gıcırdata- | rak, kendi kendine söylendi: — Çoktanberi efendimizin uy- kusunu ve neşesini — kaçıran bu çapkına ölümün ne olduğunu an- latmak lâzım. *Bu sırada iki silâhşorun kolları arasında sürüklenerek getirilen orta boylu, zayıf bir gencin sesi işitildi: — Gece yarısı rahatrmı neden bozuyorsunuz?. İsticvap için bü- tün gün sizi bekliyorum.. Çağır- mıyorsunuz! Gece — yarısmdan sonra mı aklınız başınıza geli- yor?. Silâhşorlar delikanlıyı — iterek Celâl Beyin yanma getirdiler. Başmabeyinci, uzun sivri saka- hını okşıyarak, müstehziyane bir tavırla sordu: — Ey, anlat bakalım, Necdet efendi! Şu uğrunda ölmek istedi-| ğin mukaddes vazifeyi nasıl ve kimlerle yapıyordun?, Gözlerinin içi kızıl bir ateş ça- nağına benziyen delikanlının diz- leri titriyordu. — Gene mi bu sual?. - diyerek dişlerini sıktı - Ben bir şey bılıııı-, yorum., Ben kimseyi tanımıyo - rum. Celâl Bey biraz evvel gözden geçirdiği mektubu tekrarladı. —Şu mukaddes vazifeden bahset! &iraz canım! Görüyorsun ki zatı şahanenin sana teveccühü var! Haydi, her şeyi itiraf et.. Bu gece umarım ki “affı şahane,, ye mazhar olacaksın! Tıbbiyeli Necdet sesle haykırdı: — Ben af filân istemiyorum. Yakamı bırakın benim! - Ben va- tan haini değilim... Celâl Bey kaşlarını çattı: — Vatan haini değilsin ama..! padişah hainisin! Zatı şahaneye! karşı suikast hazırlıyanlarla hem-| fikirsin ve onların gittiği yoldan gidiyorsun ! Neodet bıı ıoılen ışınıemıı gi- boğuk bir AÂşk mı, Servet mi? Nâkili: (Vâ - — Geçen kısımların hülâsası Fikret, Avrupadan dönünce Türkânı almak istiyor. Türkânın fakirleşen fakat lüks hayat sür- mekten bir türlü vageçemiyen ba bası İlhami Bey, kızını Cemal -— Bey isminde zengin birine vermek arzusundadır. O gün Cemal Bey, evlerine davetli olduğu — halde, — Türkân ve Fikret yemeğe inmiyor B dar. Başını çevirdi.. Bu esrarlı gözlerle Fikrete baktı. Unııdn?ınmhlııuııklı-! — kahlı, ba bakışların ne mânaya geldiğini — anlamakta güçlük çekmezdi.. Ne garip- tir: Bütün dünyada fahişeler, — erkeğe, aşağı yukarı ayni tarzda bakıyorlar ve Bu nazarların kaç türlüsü varsa, hepsi - ela da ARmnmnalari Priata tanlanmıntır. Nü) , rek: — Gidelim mi?.. —diye kadına fısıl- dadı.. Kadın, bariz lrr rum şivesiyle cevap verdi: — Gidelüm.. — Ay.. Sen rumsun.. — Niçin çarşafa 'i 7 Bir kısa tereddütten sonra: — Ben Giritliyim.. Müslüman... — Haydi bakalım.. Bir taksiye atladılar.. Delikanlı, evin adresini verdi. Yolda giderken düşünüyordu.. — Bana, ayrı bir köşk tahsis etmedi- ler mi?.. İlhami Bey, kapısının da ayrı olduğunu söylüyordu. Her halde, bunu söylemekten maksadı eve kadın getire- ceğimi bildirmek içindi. Öyle ya: Ço - cuk değilim, kendi evimde nasıl is'er - sem hareket ederim.. Kim ne - karışır... Zaten. İlhami Bev. 6 cümlesivle be- m Postası :lkgellor ve hmeıııınof " Zavallı şoförler, zavallı kayıkçılar Şoförlerin şikâyetinden geçen- lerde bahsetmiştik. Yirmi dört sa- at içinde dört saat çalışan ve böylelikle ancak geçimlerini — te- min eden bu meslek erbabının başına bir nevi kâhyalar getiril - miştir. Bir taksi otomobili, hangi nöbet yerinde beklese, oranın değnekçisine beş kuruş vermek mecburiyetinde tutuluyor. Sadalcılar da ayni vaziyetedir- ler. Bunların içinde, yolcu vapur- larına ateş pahasına insan ve yük taşıyan imtiyazlı zümre islisna e- dilirse, geri kalan kısım, çok mağ durdur. Her vapur - iskelesinde kaç sandal kayıtlıysa, bunlar, o- radaki idarecilere — bağlıdırlar. Dün, Kabataş iskelesinde çalışan Selânikli Ahmet Osman Efendi, şu suretle derdini yanmıştır: — Benim eskiden beri tanıdı- ğım ve bana karşı itimat besliyen bir aile vardır ki, her sene, karşı sahildeki sayfiyeye — giderlerken, yüklerini banataşıtırlar. Bu sene de öyle yapmak istediler. Fakat, eşya geldiği vakit, değ- nekçi, nöbet benim olmadığını i- leri sürüp eşyayı başkasına nak- lettirmek istedi, Halbuki, aile ba- na itlimat ediyor, naklin benim va sıtamla yapılmasını arzu ediyor - du. Ben de söz vermiştim. Onun için taşıdım ve beş gün müddetle çalışmamak cezasma — çarpıldım, İskele kâhyaları, zavallı kayıkçı- larm mağduriyetlerine sebebiyet veriyorlar, bi davrandı.. — Bırakm beni rica-ederiml..; Ben kimseyle hemfikir - değilim: Ben bir mektep talebesiyim. Kim- senin gittiği yoldan gitmiyorum, Ben kendi yolunda giden kimse- siz ve vatanını sever bir gencim.. (Devamı var) (1) İshak Süküti Diyarıbekirli bir Türk genci idi. 305 senesinde hürriyet istihsaline çalışmak üzere mektebi Tıbbıyeden Avrupaya fi- rar ederek mücadeleye atılmış ve Paris'te (Jon Türkler) - cemiyeti ni kurmuştu. İshak Süküti file- zof meşrepli, hoşgü bir zat idi. Bil- ahere San Remoda hastalandı, teverrüm etti ve Roma'da öldü. Meşrutiyetin ilânını mütcakip me- zarını ziyarete giden Rıza Nur Bey, İshak Süküti'nin bakiyyel i- zamımı Romadan İstanbula ge- tırmmtu- mamış bile « olııydı. a ürki dinden soğut! Dediniz.. — İşte bııı de bu çareyej baş vurdum..” Derim.. Ga- yet tabil görür... Türkâna gelince, beni ilk geceden itibaren bu yabancı kadınla görünce çıldıracak, — küpiere binecek... İsabet, ya benden büsbütün soğur, çekilir; yahut ta, aşkı, sahici aşksa, bana yaklaşır; benden — ayrıl- maz arlık... büsbütün anlaşır, kayna - Şariz... Yolda, kadın ona bir şeyler anlatı- yordu. Fakat Fikret — dinlemiyordu. Aklı fikri “Evde farkına varacaklar mı, varmıyacaklar mı?” Daydı. Bilhassa Türkmn mese'eyi hisset- mesini istiyordu. Onun için, içeri gi- rince, perdeleri büsbütün kapatmadı.. Aydınlığın dışarı sızmasına müsaade etti. Netekim, bu plânın faydası dokun- du. Onu, ne zamandır dört gözle bek- liyen Türkân, usul usul bahçeye çık- tı. Köşke yaklaştı... Birden bire pencereyi vurnak, sürbriz yapmak istiyordu. Lâkin, put gibi dona kaldı. İçerde, bir kadın gölğesinin dolaş- lığımnı görmüslü. 13 Temmuz 1934 : =ı,n: muhtaç olacağımız ameli malümatı ZĞÜ vi Nakıl ve tercüme hakkı mahfusdüf C - Kulübede av: Bataklık, göl, kü- çücük körfezlerin yaban ördeğini ge - Çişi esnasında celbettiği memleketlerin yaban ördeği avı tanzim edilmiştir. Ve âdeta ticari bir av mahiyetini alır. Sa- hilin sahipleri amatör veya profesyo - nel olsun avcılar bir kulübe ve icap e- den malzemeyi kiralarlar. Bu kulübe- lerin bazısı taştan diğerleri ise direk- Terden yapılmıştır. Her halde kulübe | büyük bir kısım suya hâkim olacak su- rette inşa edilmiştir. Bu kulübelerin €en muktesidane yapılanı şöyledir. Kulübe rendelenmemiş tahtalardan yapılır ve tahtalar yalnız yere daldı - rılarak tesbit olunur. Kulübenin etra- fında ufki vaziyette ve sürgülü kü - çük. kapaklarla mücehhez — mazgallar vardır. Bu mazgallardan — etraf taras- sut edilir ve ateş edilir. Kulübeyi giz- Temek için etrafına ağaçlıklar sarılarak otlar dikilir. İçeride bir yatak, masa, oturacak sandalya, küçük soba ve si- Tâhlık vardır. Eğer zemin böyle bir in- şaata müsait değilse şu üzerinde iskele ile bir kulübe inşa etmek ve dallarla ört mek mümkündür. Sahile bağlı bir sal da buna kâfidir. Kulübe bahar veya kış geçidinden evvel yapılmalıdır. Çünkü yaban ördek geçerken gördüğü deği- şikliklerden şüphelenir. Bulunduru - Tacak silâhlar dun mesafelere ateş için tüfeklerden başka sekiz veya dört ça- pında bir iyi tüfek ve bir küçük san - daldır. Yaban ördeğini celbiçin “davetçi” ler kullanılır. Bunlar azası hafifçe bü- külerek ayakları yarı sakat edilmiş ve yarı ehlileştirilmiş hayvanlardır. Bun- lar kazıklara sicimlerle bağlanarak su üzerine bir hat üzerine yahut yelpaze gibi yayılır. Erkekleri bir tarafa dişile- ri bir tarafa MÜT—W kü Bunlar biribirlerini — çağırırlar ve bağrışmaları yaban ördeklerini davet eder. Bundan başka tahtadan veya şi- girilmiş bezden boyalı ördekler de su- yun üzerine koyuverilir. Ava giderken iyi giyinmelidir. Kış geceleri soğuk olur. Nezle veya roma- tizma yakalamak ihtimali vardır. Bütün | dikkati davetcilerin bağrışmalarına has retmelidir. Eğer dişiler şiddetle bağı- rır sonra oldukça uzun bir süküt olur- sa yaban ördekler suya inmişler de - mektir. O vakit mazgalları birer birer açarak avın me tarafta olduğunu ara- malıdır. Sonra ateş edilir. Sabahleyin .ıfııııı sandalla gidilerek avlar top- KAYIKTA AV — Kayığın rahat oynatılabilmesi için suyun oldukça de- rin olması lâzımdır. Eğer su derin ol- maz ve dibi çamur olursa dibi düz ge- niş bir nevi sandal kullanılabilir. Bu- nunla sazlıklar ve çamurlu sular ara - sında bir uzun sopa ianesiyle dolaşı- labilir. Eğer akar su geniş bir ırmak ola- mıyacak kadar akıllıyım...” Diye gü- Tümsiyerek, gene, geldiği gibi, parmak- Tarınım ucuna basarak, yukarı çıktı.... Arlık. ıyrı ayrı evlerde — oturuyor gibiydiler... Fikret, ekseriya dışarda yemek yi- yordu. Kendi evine, yatmadan yatma- ya geliyordu. Bir çok sefer daha Tür- kân, onun yanımda kadınlar bulundu- gunu farketti. Fakat, rastlaştıkları zaman, bu me- seleden hiç bahsetmedi... İki genç, ilk sözü söylemeği birbir- lerine bırakıyorlardı. Fakat, mütekabi- len lâkayit olmadıkları, ne de belliydi.. Fikretin Avrupadan geldiği güvün akşamı o derece açık konuştukları hal- de, şimdi, buna cesaret edemiyorlar. dı. -Âdeta resmileşmişlerdi. Türkân, babasının müdahale ederek bu soğuk- huğu yarattığını sezmişti. — Fakat, bu sun'i uzaklaşmaya ehemmiyet ver- miyordu. Nefsine itimadı vardı. Her halde, Fikret te onu seviyordu. Ergeç kendişine gelecekti. Babası, şimdiki Çün| evvel “yınca kara tarafından — gelen küşl Yazan: . Gayur cak olursa başka bir arkadaş arkadaş ta öbür sahili — boyl Her biri kendi karşı tarafındaki #f? gözler ve gördüklerinden şanı haberdar eder. Eğer nehrin 8€ Hği yirmi metreyi bulursa lııl"J ; nevi sandal kullarmak — efdaldir. sandal dört ilâ dört buçuk metr? © yunda ve yetmiş santim genişliğ! dir. Önünde tüfegi dayamak — içit çatalı vardır. Dümen arkadır ve bir d idare olunur. Yüzü koyun yatmi$ avcı, bunu ayakları ile idare edef İşin asıl güç noktası bu sandali *” letmektir. Çünkü kokoular suyut tısına doğru gittiğinden * suyu doğru çıkmak lâzımdır. Yüzü yatan avcının ilerlemek için sol ©İ kullandığı küçük bir kürekten bir şey yoktur. Bu av büyük bir bedeni m met ve maharet icap ettirir. Asıl racaat edildiği yer avın kolay hl dırılamadığı büyük nehir dır. DENİZ KENARINDA AV — rüyerek olursa: Yanma köpek mak daha iyidir. Suların çekildiği rada kumsal boyunca ilerlenir. Ayaklar ya çıplak olmalı, yahut' sandal ayakkabı. giymeli. Bo büyük zarar vermiyecek olan bir © taşrmalı. Kayalar arasında olursa Sular selmeğe başlayınca kayalar arasın lenmeli. Buradan başka vakitte dilemiyecek avlar vurulabilir. Maamafih suların yükselmesi yolun kapanmamasına dikkat eti Delikte av usulü: Gün iden hazırlanmış olan bu- sakfânmalı, vüfar yükselmeğe vurulmasına imkân hasıl olur. Sandal ile av: Açık denizde ördekleri bulunur. Böyle yerlerde te atan tüfenk daha faydalıdır. Avcılara tavsiyeler rozların iyi işleyip işlemediğin: mh, en küçük hayatı tamir ıııı" Yıııi tüfenkler almalı, eskiden ma fişenkleri işaretlemelidir. İlk yeni elbise ile gitmemelidir. Yeni bise hareketi güçleştirir. Yeni elbitt! iki üç gün sonra olışkınlık gelince melidir. O kadar güçlük vermez. * bir sene evvelki e'bise henüz sağ' sa onları güneşe osarak havalandi rada sırada eve geliyorlardı. genç kız, Cemal Beyle karşılafi' onu başıyla selânılıyarak derhal dan dışarı fırlıyordu. İki erkek, ret muhaveresine dalıyorlardı. Bey, bahsettiği işe giriştiğini mişti, Hattâ, sözde, kâra bile y maşlardı... Birinci ve ikinci taksit rak, paraların gelmesi, İlhami B memnuniyetini aritırryordu. Ğ bel damadına, büsbütün, dört elit " rıldı. Fiktere de, her fırsatta: — Aman evlâdım... Ailemizin bali sana bağlı... Türkân benim bozmasın... - Demek nı-ılıınıı riyordu. -ÜS SYi we" 5 Fikret, kendini i; ııı vaıd.li—-

Bu sayıdan diğer sayfalar: