27 Mayıs 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

27 Mayıs 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BZ SŞ Haber'in hikâyesi Hava o kadar güzel, mehtap o kadar parlaktı ki, iki arkadaş, o akşam misafir bulundukları ev- den çıktıkları vakit, bir müddet| yürümek arzusundan kendilerini alamadılar. Birer cigara yaktıktan sonra, yanyana yürümeğe başladılar. İki-. si de konuşmuyor, sessiz ve düşün- A Ka v İK 'it eeli yürüyordu. Nihayet Esat | î yavaşça sordu: Hi — Süheylâyi nasıl buldun? Naci cigarasından bir nefes çekip dumaninı savurarak cevap verdi: — Güzel.. Fakat mânasız bir kız... Bu cevap ötekini kızdırmıştı. Heyecanla anlatmağa başla - dı: — Sen zaten hep — böylesin...| Sırf baban sayesinde zengin ol-| duğun, paranın nasıl kazanıldığı- nı bilmediğin için mütevazı, ken- di halinde kimseleri kendinden aşağı görüyorsun.. Süheylânın ai- lesi zengin olmadığı için — sana soğuk ve can sıkıcı kimseler ge- Kyor. Kızlarını ise mânasız bulu- yorsun. Halbuki benim bu akşâm seni onların - evine götürmekten mak- sadım, zengin olmıyanlar arasında da böyle kimseler bulunduğunu sana göstermekti. Sen de bu ak- şam onların — yanında hiç te sı- kılmış gibi görünmüyordun... L Ayni zamanda Süheylâ vazi - yette bir kızın ailesi zengin olma- sa bile, bir erkeği teshir edebile- cek her şeyi bulunabileceğini sana anlatmak istemiştim. Sen WBRPGmde”Btün' kadar temiz, saf we âytli Zamânda güzel, zeki şen bir kız gördün mü? O, ne in-| ce, ne zarif bir kızdır yarabbi! — Galiba Süheylâya âşıksın? — Bu suali benim — sana sor- mam daha doğru olur. Bu ak- şam — gözlerini hiç Süheylâdan ; ayırmıyordun.. Farkına varma - ; dım sanma, ben hepsinin farkın- | ve M7 dayım. Ancak şimdi yalnız kalın- ca ilk heyecanına pişman oldun. | Benim gibi zengin bir adam diye ; düşünüyor ve zavallı kızcağızı ha- |) kir görmeğe başlıyorsun! “Güzel amma mânasız!,, Ha.. Biraz evvel öyle değildi galiba... Kızcağızı âdeta gözlerinle yiye- cektin! l Esatla Naci çocukluk arkada- şıydılar. Ayni mahallede doğup 3A büyümüşlerdi. Esat bir banka - h da çalışmaktaydı. Zengin bir a1- leye mensup olan — Naci, ise hiç| bir meşlek sahibi olmamıştı. Ba-| basından kalan serveti yemekle ; ; meşguldü. Bununla beraber, fazla| sefahate düşkün de denilemez- di. Mali vaziyetleri arasındaki ge- niş fark, ikisinin arasındaki arka- daşlığı bozmamıştı. Hemen akşam buluşurlar, tiyatro ve si - nema gibi masumane eğlencelerle vakit geçirirlerdi. Esat, ara sıra, arkadaşını , ta- nıdığı mütevazı aile meclislerine götürürdü. Bu gece de orta halli bir memurun evine götürmüş'ü. | Bekâr bir mirasyedi hayatından| çoktanberi usanmış olan — Naci, böyle samimi muhitlerden haş - lanmıyor değildi. Lâkin hislerini saklar, arkadaşmı kııdn'mıktın! adeta garip bir zevk alırdı. Süheylâ kendisinde çok iyi bir | intiba bırakmış olduğu halde, bu, bar Aşkta rakabet lerinin büsbütün aksini söyliye - rek onu kızdırıyordu. — Çok sâf düşüncelisin Esat! Öteki tekrar heyetanlandı: — Sâf düşünceli ha.. Saadeti, insan biraz zahmet ederse kolay- lıkla ele geçer bir şey telâkki et-| tiğim için mi? Haydi sen de!.. Yasen zavallı bir budaladan başka nesin ki?.. Saadet, — elini uzatsan yakalıyabileceğin kadar 'yakininde durduğu halde sen yüz çeviriyorsun. Bu akşam gördüğün kızcağızla evlenirsen mesut ola - cağın bence — muhakkak... Lâkin sen zengin — olduğun için ancak zengin bir kızla evlenmeği kendi- ne yakıştırabilirsin. Ne mânasız, ne aptalca düşünce!.. İki arkadaş arasında uzun bir süküt devresi geçti. Naci, düşün- celi bir tavırla epi sustu. Sonra yavaşca söyledi: — Haklısın azizim. Senin hak- İt olduğunu kabul ediyorum. — Tabii haklıyım. — Hemen yarın Süheylâyi ai- lesinden istiyeceğim ! Esat birdenbire durdu, arkada- şının elini yakalrıyarak avucunda uzun uzadıya sıktı ve ağlar gibi bir sesle yalvardı: — Bu... Sakın bunu yapma!.. İstediğin kızla evlen; fakat Sü- heylâ ile değil.. Çünkü onu sevi- yorum.. Biraz para sahibi olmağı istediğim için şimdiye kadar ba - basma düşüncelerimi açamadım. Lâkin yakında mâaşım artacak. O zaman Sühey'*i babasından istiyeceğim. Yapma Naci.. Saadetim senin ellerinde.. Süheylâyi benim elim- den alma! Naci şaşırmıştı, âdeta kekele- di: — Merak etme.. İtiraf ederim ki bu benim için bir fedakârlık olacak... Süheylâ doğrusu çok se- vimli bir kız.... Aradan iki ay geçti. Esat ve Naci, her akşam gene buluşuyor- lar, arada sırada Süheylânın evi- ne de gidiyorlardı. Fakat, artık aralarındaki açık sözlü ve samimi arkadaşlık kal - | mamıştı. İkisi de birbirine karşı bir düşmanlık hissi duyuyor - gi- biydi. Bir gece Naci Gene Süheylânım dayanamadı. zaklaşınca heyecanla söze başla- dı: — Beni dinle azizim.. Bu, böy- le devam edemez. Eski arkadaş- lığımız bile bu şekilde tehlikeye giriyor. Süheylâyi sevdiğini söy - ledin. Senin hakiki bir arkadaşın olduğum için, ben çekildim. Fa- kat aradan bu kadar vakit geçti, mali vaziyetin düzeldi, — maaşın arttı, sen hâlâ Süheylâyı ailesin - den istemeğe cesaret edemedin .. Niçin kızın ailesine düşüncelerini açmıyorsun?. Esat, başını önüne eğmiş, ce - vap vermiyordu. Öteki ayni hara- retle devam etti: , — Eğer, evlenmiş olsaydın ar-| tık benim için ümit kapıları ka- panacaktı. Bir arkadaşımın karısı olan Süheylâyi hatıramdan siler - dim. Halbuki vaziyet şimdi böy- le değil.. Süheylânın — senin aş- kından haberi yok. Onu karşım- da serbest — gördükçe bu güze! ve sevimli kızla evlenebilirim ih- yanından çık- mışlardı. Evden bir iki adım u - HABER — 'Akştim Postüm Yakın ta kanlı yapraklar ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtibi mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 40 27 MAYIS — 1935 rihten — | Mehmed Ali, beni kucaklıyor: — Aman, Oğuz (bey) Allah aş- kına sus!.. Herifler duymasımlar, gelip bizi döverler.. diye yalvarı - yordu. Bir dakika geçmeden kapı açıl - dı.. Açık göz çavuş, arkasında bir | neferle odaya girdi.. Ben sinirle- | rim bozulduğu için kendimi tuta - mıyor, hâlâ gülüyordum.. İngiliz | çavuşu da benimle beraber gülme- iğe başladı.. Sonra arkasına döne - | rek nefere İngilizce bir şeyler söy- ledi.. Nefer, bize döndü, fasih bir Türkçe ile: — Buyurunuz, sizi odalarınıza götüreceğim, dedi.. Bu iltifat ve ikramın mânasını anlamak güç bir şey değildi.. Ça - vuşun koynunda yatan paraların acısı henüz içimizden çıkmamış - L Ayağa kalktık.. Sonra, Edvard isminde bir katolik Ermeni oldu - ğunu öğrendiğimiz neferin peşine takıldık.. Bizi dördüncü kata çı- kardılar... Caddeye nazır odalar - dan birine şoktular.. Burada boş birer demir karyola — ve tahta iki iskemle vardı.. Neferle konuşma - ğa başladık: — Burada ne olacağız?, — Allah bilir!.. p — Daha bizim gibi kimseler var |mı?, — Tam yetmiş kişi var. — Kim bunlar?, — Hepsi sizin gibi Türkler!,. Edvard, bir ihtiyacımız olduğu zaman kendisinin — çağrılmasını tenbih ederek çıkıp gitti. Bu oda evvelce hayli geniş bir yer imiş.. Sonra iç içe iki bölme ile ortadan ikiye bölünmüş.. Caddeye bakan iç bölmede Samsun Ahzı Asker şubesi reisi binbaşı Nazım |ile jandarma binbaşılarından Bur- haneddin isminde iki zat mevkuf bulunuyordu. Bu iki asker de bize isnad edilen suçlardan dolayı ya - kalanmışlar, İngilizlere teslim e - dilmişlerdi. İngilizler bize de — dış bölmeyi vermişlerdi. Mehmed Ali ile de - mir karyolalar üzerine atılmış un onu çıldırasıya sevmekteyim. Esat, Nacinin yüzüne sevinçle baktı, gülümsüyordu:. — Nihayet seni istediğim yola getirdim. Dedi, len! Onu sevdiğim falan yok. — Ne diyorsun? Süheylâ ile ev- sandıklarını indirdik.. İkimiz de çıplak karyolaların üzerine yıkıl- dık kaldık. . Sabahtanberi açım! İçim ezili- | yor.. Kemiklerim müthiş bir suret- | te sızlıyor.. Mehmed Aliye seslen- | dim: — Nasılsın? ne olacak?, — Ben de senin gibiyim.. Bana ne soruyorsun?. Karnın aç mı?. — Çok acıktım.. Fakat parala - rımızı da aldılar.. . Burada halimiz Böyle konuşa konuşa kendim - den geçmiş uyumuşum.. Bu uykum hayli zaman devam etmiş olacak .. Açlık, yorgunluk, — istirab içinde fevi kâbuslar ve korkunç rüyalar arasında kıvranır — dururken tiz perdeden acı bir feryat ve gürültü üzerine uyandım.. Aşağı kattan bağrışmalar de - vam ediyordu.. Ortalık kararmış - tı. — Uyku sersemliği, karanlık ve acı bağrışmalar — sinirlerimi boz- muştu.. Kalbim küt küt atıyordu . İnsiyaki bir şekilde ne söylediğimi bilmeden ben de acı acı bağırma - ga başladım.. Aşağıda meçhul bir adamm: $ — Ölüyorum; imdad, imdad... Can kurtaran yok mu? Hiye avaz avaz bağırmaşı, akşam karanlığı başıma vurmuştu.. Kapıyı açıp o - dadan fırlamak bundan uzakla- ra kaçmak, aydınlık ve sükünete l zere değişmeğe — başlayacak.. Bu değişiş Istanbulun limanla bağlan- mış caddelerinin ve mahallelerinin yüzünü de büsbütün değiştirecek bir mahiyettedir. Bugün oldukça sakin bir hayat yaşayan Tophane - den Fındıklıya kadar olan mahal - leler yarın rıhtıma yük boşaltan, antrepolara eşya sokan - vinçlerin gürültüsiyle —ve — antrepolardan şehre eşya çıkaran hamalların, a- — Hakikati ... Eğer bu genç| vaba ve kamyonların patırdısiyle kızla evlenmeği sana tavsiye et- seydim , sen gülüp geçecek, bu sözlerime kulak bile asmıyacak- tın, dolacaktır. Bugünün bir san'at yuvasını ve süel karargâhı, dünün tariht (mec- lisi meb'usan) kamutayı olan bi - Böyle yapmıyarak Süheylâyı| nalar yarınım birer antreposudur . seviyor gibi göründüm. Bu seni Ökonomi bakanlığının hazırla - tahrik etti, rekabet çok tatlı bir| dığı ve bir milyon lira sarfiyle or- zevktir. Benim rakibim olduğunu| taya çıkacak olan bu projeye göre zannedince, Süheylâda ilk bakış- Istanbulun Sırıybuı-nıııı(hııl Fın - ta farketmediğin bir çok meziyet-| dıklı postahane — binasına kadar ler l.ÖI'DGÖC’ başladın ve âşık olu-| olan kısmı kâmilen — rıhtımlarla verdin. Tebrik ederim azizim. Süheylâ ile mes'ut olacağına emin - olabi- akşam da her zamanki gibi hare-| timali daima beynimi 'kurcalıyor.| lirsin. ket ediyor, arkadaşma düşündilk-l Bu çok müthiş bir azap.. Çünkü F.M. çevrelenmiş olacaktır. Bu suretle Istanbul limanına gelen bütün va - purlar rıhtıma yanaşmak imkânmı bulabileceklerdir. Burıhtımlarım — fazla masrafa | kabul etmiştir. 2322 metre rıhtı Saray burnundan Fındiklıya kadar yapılacak rıhtım için bir milyon lira harcanacak İstanbul limanı bu yaz mevsimi ı içinde yepyeni bir şekil almak ü- | neticesinde anlaşılmıştır. Esaref Arapyan hanında da deli rolü yapmak istedim, | fakat kamçı ziyafeti aklımı başıma getirdi!.. kavuşmak istiyordum.. Korkudan tüylerim diken diken olmuş, göz - lerim yuvalarından fırlamıştı. El - lerim zangir zangır titriyor, çene - lerim biribirine çarpıyordu.. İki elimle kapının tokmağına yapış * mış açmağa çalışıyor, diğer taraf - tan: — Açın kapıyı — hainler! diye bağrıyordum.. — Zavallı Mehmed Ali karyolasından fırlamış, arka « dan belime sarılmış, beni geri çek- meğe çalışıyor: — Aman kardeşim, sus, bağır « ma! Heriflerde — merhamet yok.. Bize fenalık yaparlar.. Diye yalvarıyordu. Ben Mehmed Aliyi dinleyecek halde değildim.. Bu sefer kapıyı bırakarak onu omuzlarından ya - kaladım: — Uyumanın sırasımı? Aşağı- da arkadaşlarımızı öldürüyorlar .. Sıra bize gelecek.. Şimdi bizi de öldürecekler.. Diye söylenmeğe başladım.. Biz onunla çekişirken kapı açıldı.. Ü - zerimize bir elektrik feneri sıkıldı. Karanlıkta gelenin kim olduğunu anlayamamıştım.. Gelen adam ışır | ğ üzerimizden ayırmıyor, kapının j önünde İngilizce bir şeyler bağrı - yordu.. Merdivenlerden koşuşma - lar oldu.. Birisi koşarak odamı - za geldi ve lâmbayı yaktı. O za » man karşımdaki adamı tanıdım : Baş gardiyan.... (Devart var) malolmayacağı yapılan — tetkikat Sarayburnundan Eminönüne kâa * dar olan kısımda rıhtım vardır. F* kat bu rıltımın üzerinde bulunâ© Şark şimendiferlerine aid mant” ra rayları ve binalar — vardır yi bunlar geri almarak rıhtrm açılA * caktır. Karaköyden Tophnd' kadar olan rıhtımla Deniz Yollar! Ford, eski Süel endüstri atelyesi rıhtımları birleştirilecek lir. Bundan sonra araya giren ylk'ı_ Feyziye mektebi, gazinolar kaldi ğ rılacak ve buraya rıhtım Y"'b_ câktır. Soğuk hava - depoları, İf tanbul Kamutanlığı — ve ıhid önünde bulunan rıhtrmlar takvif” edilecek ve yükseltilecektir. — | Denizyolları — idaresi binas! seyyahlar salonu yerinde M ve Ford fabrikası, eski” düstri okulası atelyesi, ve akademi binaları hep antrep0) tahvil edilecektir. Bu şekilde İstanbul — rıhtmle” 1102 metreden tam 2322 metrei” Ökonomi Bakanlığı bu P Süel e7 çıkacaktır. F Y SL L MT L S ROE K N z K M ö .- . —xx — -.

Bu sayıdan diğer sayfalar: