30 Mayıs 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

30 Mayıs 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

H b I"İ Bir yem borusu! Bizim Haber'in makine dairesi şefi mühendis Orhanla geçen gece oturmuş, konuşuyorduk. Hava fev- kalâde sıcaktı. Püfür püfür esen serin bir deniz kenarında oturma- nın zevkini düşündüm. Orhana: — Bu yaz Boğaziçinde bir ev tutmak çok güzel olur. — Şirketi Hayriye Boğazı şenlendirmeğe ka- rar vermiş, sık sık vapur işliyecek, yolcuları. : birkaç dakikada köprü- ye götürüp getirecekmiş... Orhan güldü: — Sen gazetecisin, dedi, gaze- telerin yazdığına sen de mi inan- dın? — Ne demek istiyorsun? — Ne demek istiyeceğim.. Söy- lediklerin hep yem borusu nevin. den şeyler.. Hani meşhur bir hikâ- ye vardır: Aptülhamit devrinde köhne bir vapurla Giride beygir taşıyorlarmış. Yolda fırtınaya ya- kalanmışlar, kömür suyunu çek - miş.. Geminin tahta — kısımlarını yakarak günde bir arpa boyu yol alıp kırk günde Giride varmışlar. Hayvanların yemi de bu uzun yol- culuğa göre hesaplanmadığı için yarı yolda bitmiş.. Beygirler kiş- nemeğe, tepinmeğe — başlayınca yem borusu çalarlar, böylece onla. rı avuturlarmış. Şirketi Hayriyenin Boğazı şen- lendireceği, süratli vıp'urlırlav sık sık seferler yapacağı yolunda- ki haberler de halkı avutmak için çalman yem borusundan başka bir şey değil.. Arkadaşımın bu kadar bedbin oluşu doğrusu canımı sıkmıştı. — Sen zaten hep böylesin, de- dim; Londrayı gördükten, Tay- mis'de işliyen vapurlarda gezdik- ten sonra bizim zavallı fakir büt- çeli Şirketi Hayriyeyi tabii beğen. mezsin.. Orhan, sözümü kesti: — Şakayı bırak, dedi, ciddi söy- Kiyorum. Boğazın — şenleneceği havadislerine inanamayışımın se- bebi var, bak sana anlatayım da nasıl hak vereceksin.. Geçen cuma Üsküdarda “Fıs. tıkağacı,, ında oturan bir akraba- mın evine gitmiştim. Gece 21,30 vapuriyle dönecektim. Tam saat 21 de evden çıktım. Dakikalarca tramvay bekledim. Gece olduğu için fazla fasılalı işliyor olacaktı ki, ancak 25 dâkika sonra geldi.. Vapuru kaçırmıştım. Saat 22 va- puruna bol bol yetişirim, diye te- lâş etmedim. İskelede benim gibi vapur bek- liyen yüz kadar kadınlı, erkekli, çocuklu yolcu ile birlikte yirmi da- kika kadar bekledim. Saat 22 ol-| du., Görünürde vapur yok.. Vapur saatini beş dakika geçince acaba tarifeye yanlış mı baktım, diye bir| kere de iskeledeki tarifeye — göz gezdirdim. Yanlışlık yoktu. İske- le memurlarına sormağa — karar verdim. Yanlarına gittiğim za - man onları hararetli bir konuş - maya dalmış buldum. Birisi: — Yahu nasıl olur, diyordu, ta-| rifede yazılı.. Buraya uğramadan| nasıl geçer? — İskelede bu kadar| yolcu bekliyor. K Bir başkası eliyle denizi göste- rerek: Basbayağı geçermiş, işte... di - ye cevap veriyordu, görmüyor mu- sun, köprüye doğru gidiyor. Memurun gösterdiği tarafa bak- tım. Hakikaten bir Şirket vapuru Üsküdarın önünden süratle geç -| | | bir şey sanacak.. Halbuki bu sü- miş, köprüye doğru dümen kırmış- tı. Gözlerime ve duyduklarıma -i nanamıyordum. Bu akıl almaz i- şin vuku bulduğuna inanabilmek için bir kere de memurlara sor - mak ihtiyacını —duydum. Onlar konuştuklarını duyduğumun far . kında değillerdi. Sualim üzerine afalladılar, şaşırdılar, verecek cevap bulamadılar. İçlerinden en açıkgözü: — Vapur, sisten buraya uğra - mamış olacak.. diye bir cevap ver- di. Ortalıkta sordum: — Hangi sis? Memur omuzlarını silkti? — Burada yok amma, belki i- leride vardır! Bu cevap karşısında akar sular| dururdu. Başka bir şey söyleme- den yanlarından ayrıldım. Benim gibi sinirli sinirli dolaşan yolcula. rın arasında bir müddet durduk- tan sonra bu sefer de iskele — baş, memurunun odasına girdim. Bir mazeret hazırlamasına meydan vermemek için damdan düşer gibi sordum: — Vapur hazırladınız mı? Köo- rüye telefon edip başka bir vapur göndermelerini söylediniz mi? Zavallı adamcağız şaşırdı: — Ben ne yapayım efendim? dedi, bu vapur yalnız cuma gün- leri buraya uğrar. Her akşamki sefer olmadığı için kaptan unut- muş olacak. İnsanlık hali bu!.. Raporumu yarın yazıp göndere- ceğim.. Doğrusu olur şey değildi. Suali- min ikinci kısmını tekrarladım: — Peki, köprüye telefon edip başka bir vapur — göndermelerini söylemediniz mi?. Memur kekeledi: — Telefon etmek mi? Ben na- sıl telefon ederim. Hem telefon etmekten bir şey çıkmaz ki.. Şim- di kimseler yoktur. Sefer harici bir vapur kaldırılması için işletme müdürünün emir vermesi lâzım . O da bu saatte dairede yoktur. Baş memurun da yanından çık- tım. Sonradan duyduğuma — göre, şirket memurları öyle pek mühim olmıyan işler için telefon erlemez- lermiş... İskelelerdeki telefon, da- ha ziyade hariçten para ile konu- şacakların işlerine yararmış.. Şir- ket memurları telefona — ancak pek fevkalâde ahvalde müracaat ederlermiş. Bu cihet yalan mı, doğru mu bilmem. Fakat doğru olan cihet şu ki, ben ve benimle be- raber yüz kadar yolcu o gece 23,10 yapurunu beklemeğe mecbur kıL' dık. Ne dersin, Boğaz değil mi? sis yoktu, hayretle şenleniyor, ..» Şimdi, bunu niçin hikâye sü - tununa yazdığımı soracaksınız..| Orhanın anlattığı o kadar inanı! - mıyacak gibi ki gazetenin başka| bir sütununa koysak, kimse inan - mıyacak, herkes hayali, uydurma tun, zaten hayali vak'alara ayrıl!. dığı cihetle inanmasalar bile teh- like yok.. Maamafih, sizi temin ederim ki arkadaşımın anlattıklarının hiç bir kelimesini değiştirmeden yaz- dım. Arkadaşım da doğru sözlü bir gençtir, hakikati olduğu gibi anlattığını temin ediyor. Artık, inanıp inanmamak sizin bileceğiniz bir iş.. . F.M. HABER - Akıııı Postası 80 MAYIS — 1935 Yakın tarihten kanlı yapraklar ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtibi mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 44 Bu bir takım kabahatsız zavallıların sabah sabah dayak yemelerine ben sebep olmuştum. Diye sordum. Tercüman bana cevap vermedi. Yalnız söyledik- lerimi baş gardiyana tercüme etti. Herifçi oğlu ermenin sözlerini din- ledikten, sonra kudurmuş bir ayı- ya döndü. Yüzü mosmor oldu. Bir canavar gibi homurdanmağa, ve elindeki kırbacı odamızın kapı- sına indirmeğe ve ingilizce bağı -| rıp çağırmağa başladı. Arapyan hanmda adet olmuş-| tu. Bir odada kırbaç şakırtısı du- yulduğu zamanlar bütün mahpus- lar oraya toplanırlardı. Baş gar- diyanın oda kapısında kırbacı şak- lattığını duyan mahpuslar da bi - zim odanın açık kapısı önünde top lanmağa başlamışlardı. Baş gardiyan, bunların dışarı fırladı ve elindeki meşhur kırbacı rasgele indirmeğe başla- dı. Koridor dar olduğu için onlar çabucak kaçamadılar. Biribirleri- nin üzerine yıkılıp kaldılar. Bu suretle adamakıllı dayak yediler. Kaçan kurtuldu. Kaçamayan bay-| gın bir halde yereler serildi. Bu bir takım kabahatsiz zaval- hıdların sabah sabah dayak yemele- rine ben sebep'olmuştum. Öyle ya, ben, cüzdanı boş görünce işi an- layıp da ses çıkarmasaydım, bac sesini duyarak koşan bu adam larım dayak yemelerine sebep ola- caktım. Odanın bir köşesine büzülmüş, bu yürekler parçalayıcı sahneyi seyrederken kendi kendime: — Hay allah müstahakını ver- sin. Dilim tutulsaydı da şu parala- rı sormaz olsaydım. Sanki şimdi geri verecekler... Üstelik herkese de dayak yedirdim.,, diye söyleni- yordum. Mahpuslar içinde en fazla kır- baç yiyen temiz yüzlü, iri yarı bir genç, kudurmuş gibi üstüne - sal. dırmakta devam eden İngiliz ça- vuşunu kucakladığı gibi yere çal- dı, elindeki kırbacı da — kaparak merdivenden aşağı fırlattı. Genç mahpus, yediği kırbaçla- rın acısiyle deliye dönmüştü. Za- vallı, bu hareketinin ne kadar pa- halrya mal olacağını düşünmeden baş gardiyanı dövmeğe kalkmıştı. Kırbacı aşağıya attıktan sonra in- gilizce olarak bir şeyler bağırma- ğa başladı. Bir tatlı su frenginin iftirasına uğruyarak buraya düşen ve iyi bir tahsil gördüğü, yüksek bir memu- riyet sahibi bulunduğunu öğrendi- ğimiz bu genç yurtdaş — sonradan haber aldığımıza göre İngilizlere: — Biz hayvan değiliz. Siz bu usulleri kendi müstemlekeleriniz. deki zavallılara yapınız. Medeni - yet, âciz bir adama vurmayı — ve kabahatsiz kimselere işkence et - memeyi âmirdir? Sizde — vicdan ve mesuliyet hissi yok mudur?. diye bağırmış. Fakat asabi genç, lesinden dolayı çok zarar gördü kapı!| önünde toplanmağa başladığını| görünce sağdan geri çu'kedeuk! ııeı buranın alıkıran baş keseni olan| çavuşu kızdıracaktım, ne de kır- Onun öni kükremesi — karşısında birdenbire yılarak geri geri kaçan we duvara dayanan çavuş, yan ce- bindeki düdüğü acı acı öttürdü. Etraftan askerler koşuştu. Evvelâ, kendini müdafaaya ça. lışan genci tutturdu. Kollarını bağ- lattı. Sonra da kırbacı istedi ve gözümüzün önünde zavallıyı yir- darbelerde cansız bir külçe halin- de yere yıkıldı. Ağzı, burnu kan içinde kendinden geçti. O zaman bir sedye getirerek biçareyi üzeri- ne koydular ve aldılar, götürdü. ler. Bu dayak faslı devam ederken içerde ben korkudan tirtir titri - yordum. Mehmet Aliye - gelince, © benden çok korkuyordu. Bu hâ- diseye canı sıkılmışıt, Mütemadi- yen bana çatıyordu: — Canım Oğuz! İyi mi yaptın bu işi? — Ben ne yaptım ki; herife 700 liramın cüzdandan alınmış oldu - ğunu söylemek kabahat midir? — Kabahat değilamma bu pa- ra meselesini hiç açmayacaktın. Bak! Bu yüzden kaç kişinin dayak yemesine sebep oldun; — Ben parayı sordum diye gi- dip başkalarını döveceğini nere - den bileyim? — Yalnız onlar değil, biz de yiyeceğiz. Mehmet Alinin bu serzenişleri devam ederken çavuş, arkasında gene ermeni tercüman olduğu hal de, içeri girdi. — Dudakları sar - kık, kaşları çatık, elleri hiddetten titriyor... Bu sefer tercüman, bana, doğ- rudan doğruya söylemeğe başla- dı: — Cemal bey; sen çok — fena yaptın. Baş gardiyan sizi çok se- viyor, şefkat gösteriyordu.,, Ben lâfı kestim: — Onun için daha ilk gününde şimdi, | baba etime süngü batırdı. Ustelik | duysa halin fena olur. mi dakika kırbaçladı. Zavallı, son| omuzuma bir de dipçik yedim. ON larda şefkat ve muhabbet alâmet» leri böyle şeylerse ben — vazgeç' tim.,, Bu sözlerim ermeniyi düşürdü: — Canım sen hâlâ dik kafalılık ediyorsun. Eğer — söylediklerini Fakat ben insan adamım ! Öyle her şeyi söy* lemem. Baş gardiyan senin has * talığın için büyük makamlara ra * porlar göndermişti. Birkaç gün sonra İngiliz doktorları — gelerek seni muayene edeceklerdi. Halbur ki, sen şimdi: “Cüzdanımda ye(H yüz lira vardı,, diyerek ona iftira ediyorsun. Adam da sana karff teveccüh göstereceğine, düşmafi oluyor. Ne diye gazeplendirirsin çavuşu? Mürettep bir plân karşısınd$ bulunduğumu anlamıştım. He- rifler tatlı sözlerle beni avutmak, paraların üzerine yatmak 'stiyor“ lardı. Onun için anlamamazlık * tan gelerek cevap verdim: — Ortada iftira yok. Ben haki kati söylüyorum. Cüzdanımda ye di yüz lira ile bonolar vardı. !imdl ise dört lira kalmış... Hattâ, bet merkez kumandanlığından burâ ya kamyonla gelirken Mehmet'A K beye: (Yanımda yedi yüz l"rg kadar bir para var. Bu paray' tevkif edildiğim gündenberi hef ihtimale karşı yanımda saklıyo * rum. Fakat şimdi İngilizlerin eli" ne düştük. Bari çocuklar bugü? | haber alsalar da gelseler, şu p#” raları teslim etsem) demiştim. ir te Mehmet Ali bey de burada, $0" runuz|,, Mehmet Ali bu işhat karşısılt" da şaşırdı. Çünkü (evet) dest dayak yiyecek; (hayır) dese bi faziletcine yakışmıyacak.. Bir 87 tereddüt geçirdi. Fakat her göze almış olacak ki tercümana: — Evet!,, telâşa (Devamı var) , |Brükselde açılan wmuslar arası sergide, halkın eğlenmesi vakit £' | mesi için bir çok yenilikler yapılmıştır. Bu arada yakarıdaki v bu mukabe-/ gördüğünüz eğlence tertip edilmiş tir. Bir çelik telle vinçe 6“" ı lunan demir bir kafesle istiyenler böyle havaya kaldırılmaktee Z .J"

Bu sayıdan diğer sayfalar: