1 Haziran 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 7

1 Haziran 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HABER — z Akşam Postası“ | Bir yalvarış Ulcayın başka çocuğu olmıyor - du. Bu bir kusurdu ve genç kadın | üzülmüyor değildi. Argun altı yaşına gelmişti.. O kişin başlangıcında, her yanı sal - &in bir çocuk hastalığı kasıp ka - Yüruyordu.. Öksüren, sıcaklıktan lıyacak ve sen onun yerine geçe - cekşin.. Ateşi onlara o zaman sen vereceksin!.. — O zamana kadar bekleme! — Ben daha pek küçüğüm. Ba- bam öyle büyük, öyle büyük ki... — Sen de çabuk büyüyeceksin Yanan, boğazları tıkanarak boğu - | ve baban o zaman ihtiyar olacak. lan çocukların sayısı korkunçtu ... — Ben, babamın ihtiyarlaması» Bu korkunç günlerde Ulcay, ga- ! nı bekliyemem. Biz burada sıcacık Yib bir hisle odasından dışarı çık- Miyor, dizlerinin dibinde uyuyan Yahut oynayan Argunla tam bir inziva hayatı geçiriyordu. * İşte asıl o zaman, başka çocuğu | olmadığıma üzülmüştü. .. Argun ölürse!,. Diyen gizli bir ses onun yüreğin- de zehirli bir hançer gibi kıvranı - | Yor, onu sarartıyor, ağlatıyordu .. o #irada, gözlerinin etrafında ka - m ve mosmor < bir halka gittikçe büyüyordu . Yalnız bir yavruya bel bağla - mak sahiden pek güçtü. Ah, bir çocuğu daha olsa!.. beş, on tane daha olsa!., Lâkin ne başka yavrusu oldu, ne de korktuğuna uğradı.. Hastalık geçti ve her taraf gene i rengini, o eski biçimini aldı. Üç, Yalnız binlerce ana ve babanın | Yüreklerinde açılan (evlâd ya - Tası hâlâ kanayordu. Argun, on yaşında .. Gene uğursuz bir kış.. O zama » | na kadar görülmemiş ve işidilme - miş derecede sert bir kış. Kar, insan boyunda yükseliyor Ve kurt sürüleri bazı geceler kale 'uvarlarının dibine kadar sokulu - Yorlar, Uzaklar da, ateşsiz ülkede, bu | Sânavar seslerine bazan insan ses- leri de karışıyor, kadın çığlıkları Yuluyor, karanlık gecelerin be- Yaz gen daha korkunç bir hal alan boşluğunda ölüm sesleri işiti- Niyordu Ulcay, yavrusunu pencerenin Önüne getiriyor, kalın kürkten per- i kaldırıyordu: İpi, içeriye kadar savruluyor- » Ateşsiz ülke, kalm bir sis altın- ölü gibi yatıyordu. Yoksuldu. y bunu oğluna gösteriyor ve ordu. Bazan Argunun ellerini dişarı- e buzlu kale duvarlarına koyu- YE mosmor oluncaya kadar orada duruyordu. O zaman çocuk Pütüry, vücudu titreyerek, annesi- Rin Manyatizme eden bakışlarına la Ulcay soruyordu: , Nasıl Argun? Ateşsiz olmak imiz. da uy, Cevap beklemeden oğlunu içeri yor, pencereyi kapıyor, ocağın ünde onun donan ellerini kendi vw Yüçlarında ovalıyarak ısrtıyordu. > Neden babam bu zavallılara «teş vermiyor? 1 Icay candan gülümsedi. ri oluyordu. e bu sorguya cevap vermek Zor, hem de korkulu idi. Zira e babasının fenalığından iy eyi hiçbir zaman doğru üyordu: er öğrenmekten vazgeç e Yalnız, bir şey bilmeli- bu insanlar senin büyüreni — “Yorlar, Bir gün baban ihtiyar» 4 birlikte | odalarda otururken niçin ateşsiz ülicenin insanları soğuktan titresin ler?.. Ulcaym içinde bir dünya açılı - yordu. Yıllarca verdiği emeğin sonunu görüyordu işte.. Argun, başkalarının yoksulluğu ile kendisinin rahatı arasında bir ölçme yapabiliyordu. Maksat ilk defa bir sarışm rüya halinde ve bir bahar bulutunun İ ardında gülümsiyordu. Fakat onun bu en mes'ud daki- kalarında Hazar Han odaya geldi. Ana ve oğulun daldıkları sa - adet rüyası birdenbire kapandı.. Çünkü Ulcay, babasının yanın - da ateşsiz ülkenin sözünü açmayı | oğluna yasak etmişti. Kış günleri bitiyordu. Hava birdenbire ısındı ve sağ - nak halinde yağmurlar yağmağa İ başladı.. Şimdi bütün ateşsiz ülkeyi yeni bir felâket sarıyordu. « Karlaretimişti.. * Bütün ovayı seller kapladı.. Biraz çukurda olan | evler eu altında kalmıştı.. Binlerce zavalir, sellerin önünde sürükle - nip gitmiş ve binlerce ev ve çadır, içinde oturanların üstlerine yıkıl - mişti, » Seller, batıdaki sonsuz çöle ya - ! yıldığı ve aç topraklara sızdığı za- man ovada sayısız (insan ölüleri yalıyordu.. Yaşayanlar da, açlık - tan ölülerini yiyecek haldeydiler, Hazar Han bütün bunlara karşı ber zamanki tunç bakızlariyle se - yirci kalıyor, el uzatmıyordu. Genç ana ve oğul ise, pencere - nin önünde ayakta duruyorlardı . Gözlerinden yanaklarına (doğru yaşlar dökülüyor, ateşsiz ülkenin yoksulluğuna ağlıyorlardı, Argun birdenbire başını kaldır- dı; — Anne, sen bana her zaman, zavalirların benim büyümemi bek- lediklerini söylüyorsun.. O zaman babamın yerine geçecekmişim. Onları kurtaracakmışım, O zaman bunu sevinçle yapmak isterim. Fa- kat her gün yeni bir felâkete uğru- yorlar. Sürünüyorlar ve ölüyor » lar, Böylelikle bir gün hiç biri sağ kalmazsa!,. Babamın yerine geçe * bilmek için bir çok yıllar ister; o zamana kadar ölenlerin günahları nı kim yüklenecek?. Annesi Arguna dikkatle baktr.. Bu sözler olgun bir kafadan do- ğuyordu.. . Genç kadının yüreğinde, eserini beğenen bir yaratıcı gururu vardı: Cevab vermedi... Argun devam etti: — Niçin bekliyoruz anne? Gide- lim, babama yalvaralım.. O, bir yanlış yola girmiş ve bu yolu bıra- kırsa her şeyin biteceğini sanıyor . Onun yanlış inancını yenelim an * ne!... Ona yalvaralrm!.. Babam ni- snamaamnan KİKİ b bir macera Asiler Adası : amm ikçeye çeviren : Ahmed Ekrem Tefrika 31 9. sama Bu ada çok iyi bir adacıktır, burası bir cennet, hem de gerçekten olan bir cennettir?!.. Bu (o İeylâklar ve zambaklar dünyasının doğmasına hemen he- men engel olmak istidadını gös - teren facianın en son şahidi işte bu örstür. Kilisenin yanmdan © geçerken! küçük kaplar içine doldurulmuş! patatesi görüyorum. Burada ada - Llara patates dağıtılıyor. Payını | almak için herkes sırasını bekle | mektedir, Bu manzara, bütün sadeliği ve sükünile bilinmiyerek tatbik edil- mekte olan bir komünizmi andı . | rıyordu. Bunlar gemimizin hiz -| metlerine mukabil armağan etmiş olduğu erzakı tam bir müsavatla paylaşıyorlardı. Adalılar aldıkları her şeyi böy- le paylaşıyorlar; kimse eline ge- çen bir şeyi saklamamakta dağı - tılmak için hemen cemaate teslim etmektedir. Gemimizin vermiş olduğu er - zak, iki yüz kişiye (o pek te yete- cek kadar değildi. Herkesin bir! avuç doluşu pirinç, bir tabak kon: İ serve et ve beş altr patates almış! olduğunu gördüm. Herkes konuşarak ( gülüşerek bekleşiyordu. ve her aile babası! yahut karısı sıra geldikçe acele etmeksizin ve baş hâkimin ada letsizlik yapacağından hiç te kuş kulanmaksızın gidip payını ak yordu. Bu müşterek yaşayış sistemi nin nasıl işlediğini öğrenmek is- tiyordum. Baş hâkim Kristyanın yanma gittim. Verdiği karşılık şudur: — Bütün mallarımız müşterek! değildir. Her aile kendi tarlasın- da yetiştirdiği şeylerle geçinir. Aileler kalabalık olduğundan bun:- ların yetiştirdiklerini — ellerinden; almak biraz insafsızlık olur. An - cak dışardan bize gelen erzak i- çin iş böyle değildir. Bunlar na-| dir ve bizce değerlidir. İşte bu - nun için herkesin payını müsavat dairesinde alması iyidir. Kayıklarda her aileden bir kişi — Peki amma, ara sira şikâyet ve kıskançlık gibi işler olmuyor mu? — Hayır, hayır, böyle işler ak- | ia “Asiler adası,, ahalisinin ahlâkı nı düzelten Yung Adams,, ın mezarı önünde kürekçidir. Yeni Zelândadan ge - Asiler adası sakinlerinden melez len vapurlara gidip yolcuları ka- raya çıkarmak için hepimiz ayni l şekilde tehlikeye maruz kalmak tayız. İşte bunun için herkesin | müsavi pay alması (ogayet haklı bir iştir. İ çin bu kadar fena bir adam olarak kalsm?, Ulcay bunu yapmaya cesaret e - demiyordu... Zira Hazar Hanın inadından o kadar ürküyordu ki.. Ondaki inanışın her yıl biraz daha sertleştiğini, bir granit kadar sert- leştiğini görmüştü o... Korkuyordu.. o Korkuyordu ki çok zaman bağrında bir kurt yüre- ğini taşıyan bu adam, kendi inanı- $ına karşı koyan ve onu böyle ye - tiştiren annesine fenalık yapma - sın? O zaman ne olacaktı?, Bir gün nasıl olsa varılacak o - "lan büyük emeli, bir daha hiç va- lg işir sam kk bir kız çocuğu İmızdan bile geçmez... — Öyle ise sonsuz bir saadet içinde yaşamaktasınız.!.. — Tabii, hepimiz çok mesu - rılmamak üzere kaybetmek kor - kusu vardı ve bu pek korkunçtu .. Oğlunun yüzünü içine aldı. Sıktı ve öptü: — Hayır.. Önümüzdeki bahar gelince sen de erkeklerin 'arasma karışacaks ın... Aylarda, oyunlarda ve her yerde babanm yanında yer tutacaksın.. Bekle... Acele edip de her şeyi şimdiden kaybetmek kor- kusu beni öldürecek.. Bekle.. Ana oğul gene öpüştüler ve 1s - lak kirpiklerin arasından büsbütün sisli ve bulanık görünen zavallı ateşsiz ülkeye son defa baktılar . (Devamı var) avuçlarımın duz. Kendimizi Tanrının en sev - gili kulları saymaktayız. Bu ada * çek iyi bir adacıktır. (Burası bir cennet , hem de gerçekten (olan bir cennettir!.. — Gelip biz de sizin cennetiniz de yaşıyabilir miyiz? — Hayır, bu olamaz işte... A - damı'z Bounty âsilerinin evlât ve ahfadma mahsustur. Elimizdeki imtiyaz ve fermanlar böyle söylü- | yor. İçimizde yalnız iki yabancı i vardır. Birisi Yeni Zelândelı bir dişçidir, ikincisi de bir Amerikalı gemicidir ki bu adam bizim okula muallimimiz, berberimiz ve fal - cımızdır. — Peki hangi idareye bağlı . smız? — Biz Fiji adasınm İngiliz va- liliğine bağlıyız. Orası bizi sade- ce korur. Müstemlekemiz küçü - cüktür. Fakat imparatorluk içinde tam anlamile özgür ve bağımnsızız. Ahali her yerde kendilerini idare edecek memurları kendi araların- dan seçmektedirler. Ayni gün öğleden sonra tuhaf bir şey gördük! Pu başı koparıl- mış bir bevkeldi. Heykel bir va - | kitler bir Polinez mahedini yordu. Asiler bunus »keşfedince ürkmüşlerdi. Adada hâlâ yabanilerin yaşa- makta olduklarını sanmışlardı. cern adasında ahali varmış; bunlar bilinmez hangi se- bepten adayı bırakıp çekilmişler ve geride bıraktıkları biricik ha - ra işte o bu heykeldi. o Demek Bounty gemisi âsilerile ve kızla - rile buraya bir müstemleke kur - mak için geldiği günlerde adada insan namma (kimsecikler yok i tw. Kaybolmuş kın geride bırak - tığı yazıları kopya ettik; jeole - jik ve zoelicik kolleksiyonlar top- ladık ve Pitkernlilerin (o misafir severliğinden büyük kn Se - i duk. Fakat cumartesi yasasını boz « mamak için cumadan gemiye dön- memiz lâzım geldi. Gemiye dö - nerken deniz ürkütecek kadar çal kalantılı idi. Ancak yerliler bi - zim korkularımıza (sadece gül- mekle karşılık verdiler. Güvertede onlarla tekrar ve - dalaştık ve gönüllerini (o yeniden hoş ettik. Sonra da bütün yeklen- lerimizi açarak Tahitiye doğru dümen kırdık. Ayrılırken ( yerlilerin üç kere Hurra bağırmaları kulaklarımızı çınlattı, Onlar da kayıklarile dö- nerken yolculuğumuzun kutlu ol masını dileyen bir türkü tuttur* dular. N Uzun müddet arkalarından ba- ka kafılık. Deniz kayıklarmı sa - lmcak gibi sallarken, Oo kaygusuz ve tasasız türkü söyliyen Young- lar, Mak Koylar, Kintallar... Bunu gördükten sonra bir va - kitler lânetleme olmuş, cinayet ve fuhuş gemisi Bounty adını im san nasıl sövüp sayabilir?!.. Ahmet Ekrem

Bu sayıdan diğer sayfalar: