23 Temmuz 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

23 Temmuz 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SAN'AT HAREKETLERİ Beklenen san'atkâr yolda.. Eğer fazla yaklaşınca göreceği manzaranın dehşetinden ürküp geriye dönmezsel!.. Bugünkü neslin en değerli şa- tri Necip Fazıl Kısaküreğin ge. çen cumartesi açılan “d grupu,, resim sergisinde ve bütün Fran- sız tiyatrosunu doldüran mü « nevver bir gençlik karşısında verdiği konferansı, olduğu gibi, sütunlarımıza geçiriyoruz. Sanat hayaltının acıklı Ödir durgunluk geçirdiği buyünler . de fikir ve sanat dünyasını kap. dıyan sükütü birdendire yırtan bu konferana eski nesillerle bu- günkü neslin şartlarını, fark . larını ve değerlerini karşılaştır - ma, sanatın. bütün dünyadaki krizlerini — deşme ve bugünkü Türk şanatkârına düşen vazifeyi gösterme noktalarından ve için - de sakladığı fikir, his, ideal ve şilr değerleri cephesinden günün en mühim sanat hâdisesidir. “d grupu'nun resim sergisi, bir kitap okuyacağımız zaman seçtiğimiz bir a- Baç altı gibi, düşüncelerimin başı de - ğil yastığı olacak. Ne resim gibi sanatın ayrı bir şu - besinden, ne de bütün şubelerini bir . den kucaklıyan bir sanat nazariye - sinden bahsedecek değilim- Bugünkü Türk sanat ve sanatkârından aldı . ğım müşahhas teessürleri söyliyece - ğim: Büyük harpten bugüne kadar sanat hayatrmiz üzerinde verilmiş hüküm - lerin özü toptan ve kabaca şudur: “Sanat yok, sanatkâr yok, hareket, hararet, kıyamet yok. Yeni nesil kuv velsiz, gayesiz, nizamsız.. Nerede bek- lTenen sanatkâr?,, Bu hükmün görebildiği şey, bir has. tanım derisindeki uçukluk gibi (rea- litöynin en Üst ve en sığ tabakasıdır. Kimse bu (realite)nin dibine inme . ğe, bugünkü neslin içinde kopan facia. yı kökünden seyretmeğe, sanatın bü . tün dünyada geçirdiği ihtilâçlardan bugünkü Türk nesline düşen payı ara- mıya ve sormıya zahmet etmiş de gildir. Son elli senedenberi insan kafası, yalnız bir şubede değil, bütün hayat ve bütün madde üzerinde korkunç bir tecrlbeye girişmiş bulunuyor. Bir mi- nareden seyrettiğimiz kaldırım taşla . rıni, Üüzerine — burnumuzu dayı yarak bir * kirpik — mesafesin - den — görebilmek —için — kendimizi minareden balıklama fırlatışımı - za benziyen bu tecrübe, dünle bugün arasında, anlayış ve göürüş farkı o - larak bir Süveyş kanalı değil bir Ok. yanos açtı. Sanki yeryüzünde bir âfet olmuş, küreyi cin çarpmış, bir karpuz kabuğu yerine bir dünya parçası akıntıya ka - pılmıştir. Birçoklarının işliye işliye bitiremediği ve her okur yazarın bil. diği bu deri değiştirme değil, kemik değiştirme hâdisesi, mübarek evimiz dünyanın bacasından bir yıldırım çe- vikliğiyle içeriye dalmış, het odanın bütün eşyasını tavan arasına kaldır. mış, götüremediklerini İşe yaramaz manasız ve hayatsız yığınlar halinde öteye beriye savurmuştur- Levhaları hâlâ kapılarında duran bu odalardan meselâ sanat odasına girdiğimiz za. man ne görüyoruz? Bir muayede salonu kadar büyük o dada tek bir rels koltuğu yok. Eski atlas sedirlerin yerinde,vücudumuzun neresine göre yapıldığı meçhül, bir kaplumbağa biçiminde, işsiz, emeksiz, hünersiz dört ayaklı tahta parçaları.. Bu anafor, yoklara karıştırdığı eşya nın yerine bunları mı getirdi? Beride(Hugo)ynun gömleği,korkusun. dan (Chiller)in çoraplarını göğsüne bastırmış bekliyor. Ve hepsinden fe - Tâketlisi, hasırı sökülmüş cilk tahta . Tarın bir teneşir ayazile estiği, her cis- min ve her hududun fevkinde bir boş. Tuk, bir çıplaklık. Bu değişmenin sehep ve hikmeti ne olursa olsun netice meydanda: 19 uneu asrın sonuna kadar hayatın her şubesinde üstüste yığılan kıymet miyarlarını bugünün anlayışı, onların yerine yenilerini koyduğu için değil, fakat onların bayatlığını, kofluğunu, l Necip Fazıl'ın konferansı Necip Fazıl Blif Naci'ye göre kifayetsizliğini sezdiği için harman et- miş, ateşe vermiş ve külünü rüzgâra savurmuştur. Bir İngiliz hanedan evinin şöminesi başındaki meşin koltuk halinde yedi ceddenberi elden ele teslim edilen a . naneden bugünün çocukları sanki “babamızın babamız olduğuna inan - mıyoruz,, der gibi hiç bir miras kabul etmediler. Noel ağacına benzer kafasımın her dz'ında, Allaht, Peygamberi, melek - leri, şeytanı, cennet ve cehennemi ka - deme kademe asılı duran dünün inan- muış, vecdini bulmuş sanatkârı yanın - da buglin, İrsnmıyan, hiç bir gıda İle daymrıyan, hiç bir kalıba sığmıyan, başının etrafındaki iman güvercinleri- ni imdadına çağırdığı kadar onların yoluna en biçimsiz korkulukları di - ken, sevimsiz, rahatsız, yüzü stırap, istihza ve hakaret dolu bir. mahlük peydalandı. Belki bir kurtarıcı, belki bir hasta olan bu mahlâk bütün dün- yada belli başlı bir sanatkâra değil, bugünün müşterek ruhuna ait bir remzdir. İman ve gaye bütün İnsanlık için e - sastır. Fakat nasıl bir iman ve nasıl bir gaye?.. Dünya bugünkü hamleye hazırlanır. ken memleketimiz (Tanzimatı Hayri- ye) serlevhası altında kısır bir avru- palılaşma hareketine girişiyordu. Bu hareketin bayraktarları, Avru « pada elçilik veya talebelik eder - ken (St. Michel) bulvarında halka mahsus kocaman bir kütüphane oldu. #unu hayretle görmüş, (Hyde - Park) da bir adamın dilediği gibi halka hi « tap edişini gözleri fal taşı gibi açıla . yak seyretmiş, (Versaille) da yüzlerce musiki âletinin konserini düşük çene- sile dinlemiş, (Charlutenburg) sara. yınm gül bahçesinde kendinden geç - miş, basit bir isviçre köylüsünlün ruh haletini taşıyan bir zümredir. Bu zümrenin memlekete hediye et . tİği kıyafet te ayni köylünün Berlin de, köylülere hazır elbise satan bir mağazadan çıkarken kırıta kırıta sır- tında taşıdığı ruba.. İçinde yaşadığı cemiyetin bütün duygularını kucak - Jayamamış da olsa, dili, annesinin dilinden ayrı bir karagöz diline de benzese, sahası, bir deniz gibi haya- tın bütün kıyılarını tutan bir ge - nişlik yerine kuyu gibi derinliğine, muayyen birkaç his darlığına sıkış - mış da olsa, şahsiyetinin, ferdiyeti . nin, estetikinin en yüksek derecele - rine varmış olan eski saf ve mükem . mel divan şairi bu rubayı giyince meydan âdi bir mukallide kaldı. Hintlilerin maymun avlamak için harikulâde bir usulleri varmış. May- munların üzereinde dolaştığı ağaç - ların dibine ağzı dar bir küp gömer- | mesöylenebilir. Tanzimattan sonraki * gelip geçen devirde, okuduğu ve ko . KŞT HABER — Akşam P ler ve küpün içine fındık doldururlar. mış. Maymunlar görsün ve taklit et- sin diye de ellerini küpe sokarak bir. kaç fımdık alırlar, yerler ve gider » lermiş- Maymun fındığı avuçlamak i. çin elini küpe sokup avuçlarını alabil diğine doldurur, fakat şiş avucu kü - pün dar ağırmdan geçmeğini için ko. lunu küpte 1 çıkaramaz; bir türlü a - vucundaki fındıkları boşaltmayı akıl edemez ve böylece canlı canlı, gözleri zekâ ve şeytanlıkla parıl partl parlrya dursun, avcısının eline düşermiş. Hazımsız ve anlayışsız taklit psiko - lojisini ifade için bu misalden başka 'Türk sanatınin de kolu, hem de için. &e yalnız fındık kabuğu bulunan bu küpte büyük harp sonuna kadar bek: ledi. Arada (Baudelaire) ve (Rim - beau) gibi bugünün, hattâ yarının | girift sanatkârından halis numuneler | nuştuğu yegâne lisan fransızca olan, ne Türk ne Arap, ne İslâm ne güvür, ne Avrupalı ne Asyalı levantin bir mektep, (Musset) ile (Sully Prudome) ün tuzlu göz yaşlarından başka İçe cek kevser bulamamıştı. (Edebiyatı cedide) devri, şahsiyetli eser vermeği değil, kimlerin taklide değeri olacağını bile takdir. edeme . miş, baş şalri (Musset)den ve baş ro. mancısı — (Göncour) — biraderlerden ilerisini anlayamamış, onların tarzi - le söylüyorum, “bir hailci binazirei zevkiye ve fikriye,, devridir . Nihayet bu fındık küpünün üstüne bir balyoz indi. Bu bayozu indiren ne yeni nesil, ne eski nesildir. Bir kelime ile HAYAT'tır. Hayat, kendi ilerisinde ve kendisine hüküm yürütmesi Jüzımgelen (Cri « terium)lerin seviyesini kendi kendine aşmış, dalga yolcuyu sandaldan ev - vel götürmüş ve kayık geride parça . Tanmı vır. İşte bugünkü bahisız neslin içinde bulunduğu şartlar.. Bir şatonun mancınık güllesi yerine üfürükle yıkılması tarzında, ölümle - rin en şerefsizile rakipsiz, mücadele - siz ve düşmansız ölen evvelkiler için ne hazin âkibet, bugünküler için ne korkunç bir ders ve İstikbal.. Bugünkü nesil başmı kurtarmak i- çin iki büyük devin başını yemeğe mahkümdur. Bu devlerden biri, arkasımdaki ha. rabeler, kül olmuş kıymetler ve ha - cıvyada dönmüş putlar arasına dikece | ği yeni ve harikulâde şehrin mimari - sini gizliyen muadele, ikincisi, içinde yaşadığı kendisi gibi bezgin ve inkâr - cı cemiyetin derin, namütenahi derin, ölüm kadar derin kayıtsırlığı.. Kafamızda nasıl kulaklarımızın sık. letini hissetmezsek kendi sıklet ve - haşmetini hissetmiyen ve kulaklarının tistünde tıpa halinde bir ikinci kulak gibi uzviyetleşmiş olan bu müthiş ka. yıtsızlık, alâkasızlık, uzaklık sanatkâ- rın değil Azrallin bile hayatını teh . Tikeye sokabilir.. Bugünkü sanatkârın öz ve mücerret sanat karşısında yerl ve değeri ne olursa olsun cemiyetin ona duyduğu alâkaya; doğmak, yetiş- mek ve yemişini vermek hususunda gösterdiği imkâna nisbetle kıymeti, gövdelerini havaya kaldıran vemual . lakta tutan Hind fakirlerinin mucize- Bi veya Yedikule surlarmın iki taşı a. rasındaki alçı parçası içinden fışkı - ran incir ağaçları gibi bir natür hari. kasıdır. Demin o cemiyet için inkâreı dedim. O inkâret değildir. Onda inkâr bile yok. Bu serginin bir evvelkisinde resim - Teri teşhir edilen dostum bana: * — Razıyız, halk gelsin, beğenmesin, çerçevelerimizi başımıza geçirsin. Fa . kat bizi onlarla karşı karşıya birak - masın., demişti. Sanatkâr odur ki ferdiyetinin etra . fında bir alâka değil, bir âyin gör - mek ister, Buna rağmen gene sanat . kâr odur ki beklediği zlâkadan hiç birini görmediği halde tecrübenin bi - rini, binini, milyonunu hiçe sayıp ö. Tünceye kadar hep ayni hareketi ya - pan ve hep ayni imkânsız ümidi besli. 23 TEMMUZ — 1925 RMANIN KİZİ Vahşi hayvanlar arasında ve Afrikanın balta girmemiş ormanlar rında geçen aşk ve kahramanlık. heyecan. esrar ve tetkik romanı No 60 mamm Yazan: Rıza Şekib Emma Apdülâziz, Ebululânın esirine yaklaştı o şimdiye kadar görül- memiş bir esir diye söylenen kızı öğrenmek istiyordu Afrikada raslanan çiftliklerin muhafızları hep bu adı taşı - yan siyahilerdendir. Muharebe ı lerde, çiftliklerin muhnfıuımdı] çok faydaları dokunur, köylerden hamal bulmak, kervan giderken yolsuzluk yapacak taşıyıcılartı kır- baçlıyarak terbiye etmek de gene bu Farukların işleri arasındadır. | Yerlilerle yapılan kavgalarda öne| hep bu biçareler sürülür, düşman- dan ole geçirilen esirlerin muhafa- zasına gene bunlar çalışırlar.. Bunlar çiftliklerde evlendiril- dikleri için kaçmaya lüzum gör- mezler.. Hattâ bazılarının tufekle- rini taşımak için esir edindikleri bile vardır. Üçüncü sınıf esirlere gelince; bunlara cariye adı verilir. Çiftlik- lerin muhafazasına memur asker- lerin her birine üç dört tane veri- lir. Bunlardan biri, ötekilerine mü- reccah olacağı için gözde yerine geçer ve bu cariye artık iş yapmaz olur: Abdülâziz, Mehmedin, esirci- ler arasında dillere — destan olan esirlerini görmek istiyordu. Mehmet daha yeni gelmişti. Ortağı Ebululâ ile kulübeden dı - arkadaşlarının kendisine söyle - diklerine mukabeleye çalışıyor ve göz ucuyla da Mehmedin tam kar- şısına düşen kulübesini seyredi- yordu. Bi Eşyalariyle uğraşan Ebululânın faruklarından birine seslenmek- ten kendisini alamadı: — Bana baksana, gözüm.. Meh- met nerede?. Ebululâ ne yapıyor. Ço yen deliler gibi daima ayni faaliyeti tekrar eder. İşte bu ümit, bu çocukça, fakat her türlü olgunluktan daha olgun bu ü- mit, bu yalancı, fakat her doğrudan daha doğru bu ümit, onu besliyen vel Tanrınm suyu ve havası gibi parasız | gelen biricik gıdasıdır- Kısaca: Yeni nesil ufak tefek farklarla dünyanın her tarafında olduğu gibi memleketimizde de bir (Caos) içinde- | dir. Sanatın (A) smdan başlayıp (Y) | sine kadar her şeyi tam ve halis ola - rak tesis etmek ona düşüyor. Dilini daha Geş on sene evvel bulmuş olan bu nesil, bundan sonra okuyucusunu, seyircisini, dinleyicisini meydana ge. tirmeğe ve onun yanı başında miyar - Tarını, ölçülerini, yasaklarını, yani ken disini ortaya koymaya mecburdur. Tohum o, toprak o, ağaç o. Bir Türk edibinin saman ekmeğin - den yetiştiğini söylediği ve hakikaten benzi saman renginde olan bu nesil işte bu davanın karşısında.. Bu neslin şeref ve necabeti, şimdiye kadar ver. diği eserlerin hiç birile değil, yıkma . ya mecbur olduğu Kafdağının hey - betile mütenasiptir. “Sanat yok, sanaikâr yok, hareket, hararet, kayamet yok. Yeni nesil küuvvetsiz, gayesiz, nizamsız., Nörede beklenen sanatkâr?,,. Beklenen sanatkâr yolda. Eğer fazla yaklaşınca göreceği man zaranın dehşetinden ürküp geriye dönmerse... Esir cevap verdi: — Efendiler daha kulübede.. — İşleri mi var, yoksa istirahat mı ediyorlar? — İstirahat ediyorlar. — Ne zaman çıkarlar dersin?.. — Kendileri güneş çekilmez - den önce kaldıracağım. — Konuş- mak istiyorsanız haber vereyim.. — Rahatsız etme şimdi, kalk- tıklarr zaman konuşurum. Abdülâziz, hem bunu söylüyor, hem esire doğru yol alıyordu. Abdülâzizin uzaklaştığını gö - ren arkadaşları arkasından bir müddet baktıktan sonra onu takip ettiler: Esir, esircilerin kendisine yak « laştıklarını görünce doğrulmuştu. Abdülâziz söz açtı: — Siz nerelerde dolaştınız? — Çok dolaşmamıza lüzum kal. madı. Ön beş gün içinde hemen döndük!. — Niçin? İş mi yoktu. — Boş da dönmüş sayılmayız. Doksan iki çift fil dişiyle ve iki esirle döndük! — Doksan iki çift mi? Mühim bir yekün.. — Evet, oldukça.. « Bu avı nerede ele geçirdi- niz?. süsnü — Karşa ormanmda.. — Karşaya nasıl girmeye cesa- ret ettiniz? Öyle ya, aslanlı adam öldükten sonra artık bu orman yol geçen hanına döndü. Her önüne gelen buraya girip çıkıyor. — Pek de kolay girip çıkamı- yordu. Fakat bizden sonra artık herkes kolayca girip çıkabilir. Teh Kike kalmadı? — Aslanlr adamdan başka ben orada tehlike olduğunu bilmiyo- rum, — Gitseydin görürdün. Esirin, Karşa ormanından bah- sederken bu kadar kuvvetli bir li- | san kullanması Abdülâzizin me- rakını uyandırmamış değildi. Fa- kat o daha önce bu doksan iki çift fildişini nası| ele geçirdiklerini öğ. renmek istiyordu. Çünkü değil doksan iki fil eti, bir tane bile ge- tirmemişlerdi. Gerçi filler avlan- dıktan sonra etlerini yerlilerin al- mast âdetti; amma Abdülâzizle Ebululânın farukları da yerli sa- yılırdı. Bunların fil etlerini alma- maları hakikaten merak edilecek şeydi. Abdülüziz. — Doksan iki çift fil dişinden bahsettin, avladığınız fillerin et. lerini hep yerlilere mi bıraktınız. Faruk beyaz dişlerini göstere - rek güldü. Sonra: — Biz fil avlamadık. Bütün dip leri hazır bulduk. dedi. — Nerede?, — Fil mezarlığında.. — Fil mezarlığında mı?.. Ga- rip.. Demek fil mezarlığını bul- mıya muvaffak oldunuz? * — Tabit.. Meramnı elinden n€ kurtulur ki.. — Nasıl buldunuz? (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: