September 2, 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

September 2, 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

R YARASA Bir Kıza Aşık Oldu! YAZAN: Mn No “Geceyi sabaha kadar nasıl ge - çirdim? Bu tuhaftır. Eğer bir gün, ö Tümle bir oda içerisinde kapalı kala - cağımı söylemiş olsalardı, bunu gü - lümsemekle karşılayabilecektim ; çünkü, ölümü düşünmüş ve hayaletlerin en korkuncunuzih- nimde yaşamıştım. (Kaldı ki, ondan o kadar korkmaklığımıza rağmen, ölüm, bir yaprak "kadar taze ve bir su gibi hafiftir. * Kazaya uğramış delikanlının kibetini Permos Manastırınm ön ta - rafındaki yarasalar mahzeninde çöze- ceğimi biliyordum. Sabahleyin kendi- mi orada bulduğum vakit, mahzenin büyük taş kapısı önünde birisi boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Onu u - zaktan görmüş olsaydınız, güneş al - tmda kendisini topraklara vermiş zan nedecektiniz. Ayaklarını saran yaprak Jar o kadar yeşildi ki, toprakların ü - zerinde, arkası güneşe karşı, yavaş) yavas uyuyordu. Parmatlarımla onu uyandırmak için hafifçe ittim; bir a- ğaçtan daha sert (o zözüküyurdu. Ve hiç bir vakit, o parmaklarımın bütün kuvvetiyle ona dokunamadığımı his- sediyordum. Yüzü, yeşil bir çiçek dalı | içerisinde saklı (duruyordu. Kulak - ları, bu yeşil dallarm (altında rüz - gâr ve kuş seslerini İşitmek için açık bırakılmış gibiydi. Sadece elleri — onları hatırlıyorum - sımsıkı ve kilit - liydi. Birdenbire yüzünden bu yeşil yaprakları bir tarafa çekmek, hakikati orada öğrenmek arzusundan kendimi alamadım. Gözlerinden daha başka bir şeyi merak etmiyordum. Ni- çin gözlerini merak ediyordum?. Bu nu kendi kendimde mevdana cıkara - mamışııdır. Fakat, bunu arzu edi - yordum; yaprakları çektim: Bu göz- ler, damarlarının içine kadar, bir is - selet gözlereinde olduğu gibi iyice oyul muaştu; ve çürümüş yanaklarında si - yah bir yarasa pençesinin izleri gözü. küyordu.,. * Profesör bir sigura nefesi kadar kısa bir dakika birdenbire durdu: Kol tuğunun bir tarafında, sarı pijama, gözlerimin önünde hâlâ kımıldayarak gözüküyordu. Bir çok defalar söyle - wiğim gibi, içi almmış bir yılan derisi kadar bü Sarı pijamanın o haynletini kendimden © üzaklaştıramamışımdır. Onu daima, odaya girdiğim ilk daki - kalarda olduğu gibi görüyordum: Kr- mıldıyordu; Ve ansızın, bir fır- “na gecesinden oOsonra yeniden imal edilen kazazede delikanlının ya- yaş yavaş kaybolmuş hüviyetine gi - receğini düşünüyordum. * Profesör: — “Evet, diye devam etti, Üzerinden iki ay geçmiş olmasına rağmen, bir cüzamlı derisi kadar par. ça parça dökülmüş etlerin üstünde bu siyah yarasa pençesini hâlâ xörür gi- bi oluyorum, Yüzünün iki tarafında ve İam oyulmuş gözlerinin altınday -; dı? Fakat, aramızda dolaştığı daki - kalarda olduğu gibi, gözlerini kırp - maksızın bana doğru baktığımı hisse - diyordum ; birdenbire dudakları ya » vaş yavaş kımıldayacak, Permos ma- naslırının kapısında bir ceset halin - de yatmasına rağmen, gözlerinin glt tarafındaki siyah yarasa pençelerinin esrarını kesik kesik anlatmaya çalışa - | caktı, Bunu her saniye için baş ucun- da hissediyordum; belki de ayakta do laştığı günler bile, bu kazaya uğramış delikanlı, aramızda canlı olarak ya - şamamıştı; bir ruh da değildi; sade -| ce, ölür ölmez toprağın altına girmi-| yerek, etlerini aramızda dökmek isti- zen bir ölüydü.Ve korkunç bir cerrahm neşteri, bizimle konuştuğu dakikalar- As, sinirlerini yavaş yavaş ayıklama - za başlamıştı; bu sinirler, ince bir kıs. kaçla derisinin nltımdan (birer birer almıyordu; kıskaç kalbine doğru her dakika biraz daha yaklaştıkça yüzünü milthiş bir sarılığın kapladığını gö- Kenan Hulüsl wi rüyorduk. Fakat, bu görünmez cer -| rah, Permos manastırında kim ola - bilirdi? Hiç bir vakit bu cerrahı o kadar düşünmediğimi de itiraf ederim. Si- yah iskelet gözlerin altmda bir yarasa pençelerinin damgası hakikati beyaz bir kâğıt gibi ortaya koyuyordu Bununla beraber, ilk defa olarak, sinirlerimin birdenbire gerildiğini his. setmiştim; sabahın bütün aydınlığına rağmen, bir çığlık gibi içeriye fırla - dım: * “ Kazaya uğramış delikanlının yü. zünde bir yarasa işaretiyle Permosa yıkıldığı dakikalardan sonra ne düşü- nüyordum? Bu canlı ölünün kızımla beraber yaşadığı dakikalar, dudakları nn vücudunda bıraktığı izlerden baş- ka bir şey beni hareketle ( getireme- miştir, Onları şimdiye kadar görme - miş miydim? Belki?.. Hakikatte hiç - bir şey olmadığını biliyordum? Fakat belki diyorum. Çünkü hiç bir şeyin, normal bir kanun içinde geçmediğini hissetmiştim ; geceleri Permosta kol- kola dolaştıkları dakikalar. Demek ki ölüm, onu kolları arasına almıştı; öpmüş ve hattâ yatağına bile çekmişti. Birdenbire kızımın oturduğu kapıyı açtım; beni hissetmedi; aynaya bakı- yordu; kapıda bir saniye durdum Tıpkı bir Mister Cekil gibi,bu aynam önünde yavaş yavaş değişeceğini bek- liyordum. Belki de hiç bir ilâç bile almıyacaktı; çünkü ölümün, onu de- giştirebilmek için ruhuna kadar 80 - kulduğunu düşünüyordum; fakat bir dakika birdenbire arkaya döndü: — Baba? Ona doğru yavaş yavaş yürüdüm; avuçlarım, başını içerlerine alabilmek için havada yavaş yavaş titriyordu; gözlerine dikaktle, bütün (gölgeleri bir tarafa terek ve içerlerinde yeri şan ölümü olduğu gibi görmek için | dikaktle içerlerine bakıyordum. Hiç bir şey yoktu, Avuçlarımı bu yüzde | yavaş yavaş gezdirerek saçlarını arka ya doğru ittim: — Baba.. diye fısıldıyordu; Bende ne arayabilirsiniz. Boğuk bir hırıltı ile: — Hiç, dedim, hiç birsey! pa “Kızımın hastalığına alt size anlat mak istediğim şeyler arasında, bir - denbire Permos manastırının akşam- larına gelmek lüzumunu (duyduğum vakit, ister istemez, görünmez bir cerrah diye bahsettiğim bir yarasay! hatırlamak mecburiyetinde kalıyo - rum! Şimdiye kadar bu O yarasanm kızımın hayatına girmiş olan hikâye- sini unultum mu?.. Zannetmem! Sa - dece bir çok romancıların anlattığı bir takım garip vakalarda olduğu gi - bi, onu birdenbire şuurumun bir tara- fına çekilmiş buluyorum, Bir yarasa. (Profesör bunu tekrarlıyordu) Evet bir yarasa ve doğrudur. Her Oâkşam kulenin pen- ceresini açtığım zaman bunu görü - yordum. Permos manastrınm bir ta - rafından, yaprakları bir kurşun gibi delerek birdenbire ileriye doğru atılı yordu, o kadar hizla (uçuyordu ki, yeşil Permos yapraklarınm bu hız - dan delik deşik olarak birer birer düş tüğü hissediliyordu! Kanatlarının ar kasındaki bu yeşil yaprak rüzgârını, kızımın başı üzerine gelinceye kadar orada görüyorum; sonra (birdenbire alçalıyor ve yavaş Yavaş o kadar ini - vordu ki, yeniden havalandığı zaman, bu kanatların kızımı sım sikr kucak - Iryarak havalandıracağını zannedi - yordüm; fakat, orada sükünet içinde oturuyordu, Nitekim, daha iki gün evvel, Prmanm küçük (patika Yol - larında, bütün tabiati aslından da - ha büyük bir aydınlık içinde gösteren bir güneşten başka hiçbir şey yoktu. (Devamı var) HABER — Akşam Postas No 59 ÇiNGENELER ARASINDA Hayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız Kışt! Çek elini oradan bakayım, 2 EYLOL — 1935 o ateştir o, elini yakarı!.. — Çocuklar, çocuklar, nedir si- zin bu yaptıklarınız, niçin böyle yok yere biribirinizi incitip hırpa- İryorsunuz. Ne var, nedir, yoksa ortada babanızın malını mı pay edemiyorsunuz? Bir incir çekirde- ği doldurmıyan sebeplerle şunun şurasında ne var, hem kendi ağzı» nızın bem bizim ağzımızın tadını kaçırıyorsunuz? Seher, büyük bir hak severlik- le: — Kabahat bizimkinde amma bey baba! Reha Bey: — Kimde olursa olsun, birak üsteleme şimdi... Emine daha fazla hıçkırarak: — Yazıklar olsun size İrfan bey yazıklar olsun! Bana tokat ha! Benli Lâtif Emineyi kolların - dan sürükliyerek: — Kalk, öp İrfan Beyin elini de barışm! — Ben ondan bu hakkımı yarın ahrette Fatma anamızın huzurun- da alırım... Reha Bey: Kalk bakayım, kalk da gel, öp İrfan bey ağabeyinin elinden! Emine kalkmak istemiyor, bo- yuna hıçkırıyordu. Ötekiler hep bir olup onu karga tuluma edince yanıma getirdiler ve zorla ona € - Timi öptürdüler. Ve bana da gene zorla onun ipek saçlarını okşattı- lar, Fakat bu sahne karşısında Gü - lizarın ecel terleri döktüğünü ve Nazlının sırtındaki kanarya sarısı cepkenden daha ziyade sarardı - ğını farkediyordum. Neden sonra tam bir barış gö - rüş olmuş, şarkılar, kantolar, ga - zeller, çalgılar alabildiğine gidi - yor; hattâ kendisi içmediği halde Emine boyuna benim paketimden cigaralar ve tabaklardan mezeler alıp kendi çataliyle Gülizarın, Nazlının ağızlarına veriyor ve a - rada gelip: : — Beni affettin değil mi artık İrfan ağabeyciğim! Diye boynuma sarılıyor; sonra Nazlının, Gülizarın fena halde kıskandıklarını gördükçe onlara: — Ah, diyordu, bilseniz benim yüreciğim ne temizdir, ne saftır. Siz bilmezsiniz ben çok maksım (masum) bir kızımdır. İrfan bey benim ağabeyimdir. Ben ona ağa- bey gözü ile bakarım. Reha bey de bey babamdır. Seher: — Salt senin mi akı? O, hepi - mizin beybabasıdır. Reha bey gülerek: — Hepinizin... Hem de Sulu - kulede, Ayvansarayda, Üsküdar- da ne kadar varsa sizden, hepsi - nin beybabasıyımdır. Emine Gülizarla Nazlıya: — Siz de işte şimdensonra (Sofradan bir lokma ekmek ala - rak onu öpüp başıma koyduktan sonra) benim dünya ve ahret kar- deşimsiniz, Size bundan böyle kö- | tü gözle bakarsam şu nimet beni marsık çarpar gibi çarpsm! Orta yaşlı göçebe kadın: — Te gördünüz mü işin tatlı - casını... İnsanlık dediğin böyle ol- malı ya!... Siz böyle olursanız biz yaşlılar'da kabartırız göğsümü - zü... Emine bu akşam, her vakitki â- detine aykırı olarak hiç de kıvrak keriz havaları istemiyor; ikide bir içini çekerek ve ikide bir Nazlı ile Gülzarın yanaklarını öperek ke - mancr Andona: — Hicaz bir taksim... Uşak bir taksim... Hüzam bir taksim!.. Emrediyor ve her taksimle bir- likte durmadan boyuna yanık ya- nık gazeller okuyordu. Ablası Râna bir aralık onu ge- ne için için hıçkırarak elini bizim rakı kadehlerine uzatırken gördü ve çatalla eline vurarak: — Kışt! dedi. Çek elini oradan bakayım, o ateştir o, elini yakar! Artık gece olgunlaşmış, önü - müzdeki Etemin getirdiği koskoca kalaylı bakır tepsiye benziyen ay cenapları tepemize yaklaşmıştı... Etem birden çadırlara doğru fır- ladı... — Nereye Etem? i © — Sırasıdır. tam... Getireyim bizim koca oğlanı da birazacık da| böylece eğlenelim! Ve biraz sonra Etem yedeğinde koskoca bir ayı, kolunda tulumu ve yanında eli defli bir delikanlı ile yanımıza geldi. Emine ayıyı görünce ağlamayı, sızlamayı, iç çekmeyi unuttu ve kalktı delikan- İinm elinden defi kaparak: — Siz, dedi, koca oğlanı oyna- tırken onu ben çalacağım! Orta yaşlı göçebe kadın sevinç- le bağırdı: — Hay yaşıyasın benim yedi belâm, gözü şehlâm, gördün mü işte, böle olmalı! Biri çalmalı, bi- ri söylemeli, biri oynamalı, ve böy lecesine insanlar biribirine kay - namalı... Yoksam siz kerizci, biz harmancı, yok bilmem öteki ıska- racı, maşacı, beriki sepetci, tarak- cı, deyirmenci diye düşersek kar- sılıklı zırıltıya, hırıltıya, maraza ya kaçar o zaman bu yaşamanm keyfi! Ha göreyim seni benim adı yedibelâ, gözleri şehlâ civan kızım, Etem ağa şişirsin tulumu, bulaşsın koca oğlanı zıplatmaya... Sen de başlayasın onunla birlikte tefi tıngırdatmaya... Etem, tulumunu zaten yolda ge lirken şişirmiş ve akort etmişti. Yedeğindeki koca oğlana çinge- nece bir şeyler söyledikten sonra Emineye işmar etti; — Ha başlıyoruz! Emine gülmeden katılarak: — Ah anacığım bir yaşıma da- ha girdim. Dünyada her şey ak- Ima gelirdi de tefle ayı oynatmak gelmezdi. — Öğren onu da, bulunsun çan tanda! | Emine: — Görse ne olur, — Ne olacak, kıskanm seni benden, alır eline şunun şurasm- dan bir süpürge sapı... Emine: i — Aman, e fena! — Ama korkma seri, vans yap maz bir şeycik, bana çalar sopayı! Orta yaşi kadm: — De Etem bırağ gevezeliği gayri, bulaş marefetine! Etem son bir öksürükten sonra koltuğundaki sopa ile ayının sır tmı okşayarak tulumla şu şarkıyı tutturdu: “Felek bana neler etti,, “Bu gençliğim elden gitti!,, “Bu iftirak cana yetti,, “Bende takat makat bitti!,, Etemin çok güzel çaldığı tulu- ma Emine hem ağzı ile iştirak ediyor, hem tefle pek enfes bir tempo tutuyor; öteki Sulukule Üler de el çırparak zaten kem dilerinin çok sevip, çok söyledik- leri bu türküyü şimdi bep bir ağızdan söyliyordu. Şimdi ve göv- desini bu makama uydurarak iki ayağmın üstüne sağa #ola gerdan kıran koca oğlanın da keyfine son yoktu. Mübarek o kadar ke- yifleniyer, neşeleniyurdu ki urtu lığı gündüz gibi yapan bu ay ay- dınlığı yüzüne dikkatlle bakılmca adeta keyfinden gülümşediği se- ziliyordu. Zavallı hayvan ömtün- de ilk defa bu kadar bol ahenk içimde oynuyordu. Şimdiye kadar mahalle aralarında, toz toprak içinde yalnız Etemin tulumu ve onun yanında gezen kendi gibi kösele suratlı delikanlmın çatlak sesinden başka bir ahenk duyam” mayan babayani ayıcık, bu gece böyle, İstanbulun en güzel yerle rinden birinde, boy ay ışığı altın da, güzel sesli üç dört kadınm söylediği şarkı ile nasıl keyiflen» mez, nasıl nasıl hoşlanmazdı ? Hele biraz sonra bu ahenkle kör Andon kemanile lâvtacı lâvtasile ve babacan Şahin ağa da zurn#* sile karışınca ayı büsbütün coştu, kendinden geçti, aşka geldi, iki ayağı üstünde tatlı tatlı homurtu” larmı arttırdı ve bir gerte geldi ki o seksen doksan okkalık koca oğ” lan genzinden baygın bir nar8 savurarak Etemin üzerine atlayıP onun yüzünü gözünü yalamay8 başladı. Artık kazıklı bağda kopsa” kahkahalar ta Okmeydanında” duyulacak hale gelmişti. İşte tam bu aralık Etemin k** rısı gerçekten elinde bir çalı #ü” pürgesile çalıların arasından or” taya fırladı ve süpürgenin saP' ile değil de yumuşak çalı terafil? | Etemin kalçalarına yapıştırmaY” başladı: Etem yere doğru eğilip kale*” larını karısına açarak: — Bırak ursun daha, bırak W” sun da alsın öfkesini... Zere 819” mazsa şinci öfkesini benden, 9” / Şinci çadırda minik şoparları| ra cadır içinde sarılır gırtlacı uyutmakta olan bizim karı gör“ mesin seni bu kılıkla karşımda... beni boğmak için... i (Devamı var), di e i 9 N “ Aa ç Nİ Ba TES EZ 7. TE 4 ri Kİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: