25 Eylül 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 3

25 Eylül 1937 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

25 EYLUL —- 1937 — ——— Tanıdıklarım- dan: bir ş$ehzade ve Salih Zeki e devirler yaşadım. Sultan n lâmlık resmi alisi,, ni bili- | *m. Birkaç şehzade, birkaç sultan, (Ykaç sultanzade gördüm. Sonra blr ta ':' Paşalar, ecnebi ekâbir meşhur şair- M * Kürlü türlü diğer meşhurlar ta- aa Bunlardan arada sırada bahsede- tn. Şüphesiz bu çizeceğim tablolar, Tn tam hüviyeti değil, benim gö W“—'“ı benim gördüğüm olacak. Bugün- Mevzuum bir şehzadedir. Sultan idin oğlu Nurettin efendiğle, mek- da oturtmuşlardı © daha eski talebeydim, o, daha ye- VPt beni ayni Mubassır mösyö Matyâ » Sınıfın en uslu, en sessiz çocuğu Nin. Efendi hazretleriyle yanyana » Mak şerefini sana veriyorum. Ken- gi bir şey öğrenmek isterse derhal Versin! - dedi. Pa * ü“ Vazifeyi sadakatle yapmak iştedim. h'el!ın efendi ismimi sordu ; söyledim. Mta, ahbaplık tezgâhını kurdük. Gâ- aytay sınıflarında konuşmak — isti. hu 7 tera kapaklarını kaldırıp kitap Kiltştiriyormuş gibi yapar, öyle I4f a. hT Nürettin efendi, — avakipten Üi b Tuyarak, bana açıktan açığa sualler Üyordu. Fakat ben cezalanmaktan y Yor, bu şekilde kapak altından & P veriyordum. O gece, mütalca- ,_“:rıîm: bu yürden hazırlıyamadım. hmaç ç Büm, / tenefflslerde öynryacak b bahçenin bir köşesine çekilip ça “âk meburiyetinde kaldım * AÂrada sırada — bakıyordum. Ta öte h* bir el çırpmalar, bir kahkahalar aç Tdu. Nürettin efendi, hızla geçe- ğit Ayağında galoş kunduralar _'_:’h? du. Ser mubassır seslendi, din di. İdare tarafına gitti. 'ı.,î,"“ Sonra, sermubassır muavin en Şevket bey gelerek: ; Müdür bey seni istiyor! - dedi lk, Bralarda meşhur riyaziyeci Salih S Galatasarayın müdürüydü. Karşı- Çiktim. b < Üy Ütanmıyor müsün sen?... Efen. izretlerine karşı, icap eden hür- " Köstermemişsiniz.. Galoş kundura Ben... » diye keke- 4"î:lı.y Zeki, kısa boylu, sarı biyıklı, K, Gdları ciğara — içmekten sararmış İy tt (yahut, çocukluk bu, aklımda “kalmış: on bir yaşındaydım.) x;Srn ya... - diye haykırâtak üzeri- y di - Sen ya... Bu çocuk (şehza- Ü,, Aösterdi) belki de yarın padişah Ni halife olacak.. Utanmıyor - mu- 2 Galoş kundura giymesi, na- No yi Galoş kundura giymesi, na ilmasını kolaylaştırmak i S Fakat, faka | At sana.. h ?*' tokat salladı. Şamarı yanağım- Snladı. gözlerimden kıvılcım çıktı. q'îhmığı başladım. — Beni dışarı Retesi “tesi gün, Nurettin efendiye hç Ben sizinle alay ettim mi? - di- ü M.htuhınr: S Hayar! - dedi. yleyse niçin beni söylediniz? : ::r'xı.ia:!lı:ım benimle alay etti. Mayç l “Bir arkadaşınızın ismini İ dedi. Sizi biliyordum. - Sizi AD Yanlışlık oldu affedersiniz. aç Fatarırullah! - diyerek sine, V " Zücenmedim; 2nha minha S« t &. VG Zekiye de Allah rahmet eyle- K, Ve Üa Kine temasımız (!) böyle ol B l;t._ Tdesseseleri İstanbul — gübesi şefi İ B İ ÇAA ve Akba sa inden Bilâim ( Vâ-Nü) Bd OYalı Torahim Hamit mesane kan. Yefat etmiştir. Allah rehmet eyli Yeğ iskelesi olvarını sular bastığı saman vasiyet hem gülünç, hem de feokd i.a İstanbul konuşuyor ! Rıhtım lâzım Yağiskelesi civarında, herkesin en büyük arzusu budur Yazan : Haberci Pislik ve çöplerle dolu sahili takip eden dar, yamrı yumru sokaklarda iler. leyerek Yemiş iskelesiniden, Soğan ve yağ #skelelerine doğru gidiyoruz. Yağ iskelesine yaklaştığımız zaman, sahildeki bir peynircji dükkânının ka- ptsında duran, yaşlı bir zatın yanına sokulup konuşmak, dertlerini, artula- rını soracak ölüyorum, Adam, gölge - sinden bile ürken huyundan olacak ki: — Aman, aman., şeyler sorma, yın bana! diye feryadı banıyor ve ken- dini dükkânının içine dar atıyor. Bu ne betim, ne de Alirin şevkini hiç kırmadığı için, başka yerlere baş vurüyonur Fakat buradaki insanlar hakikaten tuhaf.. Bir yemişçi lokantacı, bir bekkal, hemen hemen hepsi ayai ceva- bı veriyor, bize bir tek kelime söyle- m“k istemiyorlar. Buna rağmen çok dertli oldukları her hallerinden anlaşı. hyordu. Arkadaşım ile beraber, gene biç yılmadan, sağa sola baş vurmakta devam Gdİ'yoruz . Nihayet bu civarda bizimle ilk kotrnu- şan hâkt önlüklü genç bir çocuk olu- yor. Ve yana yakıla anlatıyor: — Bizim derdimiz. pek çok, fakat a- sıl büyük dert su basmasıdır. Halicin bir çok yerlerine su basaz amma, en çok zarar gören burasıdır. Ben sahildeki so. kaklarda kaç kereler sandallarla gerdi- ğimi bil'rim . Sonra bize, tam yağ iskelesinin yanı başmdaki bir kahveyi gösteriyor — İsterseniz oraya gidelim.. Orada sizinle konuşacak çok kişiler bulursu. nuz. Onlar benim büyüğümdürler. Size daha güzel, daha tafsilâtlı malümat ve- rirler.. Göyor . Kahveye doğru ilerliyoruz. Burada, camekânın önüne atılmış iskemlelerde oturup kahve içen üç zat var. Kendile. rini selâmlayıp, kendimi takdim eder etmez, bizi büyük bir nezaketle ve is - rarla karşılayarak yer gösteriyorlar. Demindenberi dalma ters yüz göste- ren tallh'ıriz artık açılmış - olacak ki, masına intikal ediyor: — Deniz yükseldiği vakit şimdi ö- nünde oturduğumuz kahvenin ve diğer dükkânların tâ içine katlar girer, ne za- nç zarari Senelerdir, raşarak binlerce araba top- olur, kendimiz « rak getirip sahili kismen doldurduk. Hattâ dikkat ederseniz, ükkânlartdlan çoğunun kapfları, kepenk leri aşağıda kalmıştır. Fakat gene de su baskınımın önünü alamadık, Buraya mutlak, bir rıhtım ister. Yanımızdakilerden burada söze karışıyor: — Rıhtim, diyor, yalnız su basması için de, başka noktalardan ida elzem. dir. Bugün şu yolların daracık vaziyeti- ne bir bakın, ne çektiğ anlarsınız. İki araba karşı karştya geldi mi, bura- dan geçilmez. Hele sırt hamallığı da ya sak edildikten sonra her şey arabalara kalmca bu yollardan #şlenmez okdu, ar tık.. rarbr başka bir adam İşirt garip tarafı ne bilir misiniz? Biz her çıkarkdığımız mal için buraya nıhtım , parası veririz. Fakat rrlitım yoktur. Çoktan razıyız, rıhtim parasını daha çok verelim, fakat mutlak —mutlak buraya * bir rıhtım yapıdsın. Çünkü bu sahilde- burada herkes dertlerini bol bol anlatı- | ki bir kaç iskeleden, İstanbul piyasası. yor. Mevzu bir an içinde gene su bas. Hin hemen hemen bütün alı çıkarılır. Yemiş civarında en geniş yo! Budur. Artık varın Teyas edin burada dizili ! ndıktan sonra, bir an hiç kimse bir şey söylemedi. Sonra aksaçlı bir zat iz yol Üüzerinde, yeni yapılmış 4—5 kayık iskelesi gördünüz değil mi, ded. Beniden: — Evet, cevabını alınca sözüne de - vam etti: — Bu iskeleler, tamamen bura ha- mallarınım kendi parasiyle yapılmıştrı Kimisine 800, kimisine 600, kimii de bin küsur lica gitmiştir. Biz böyle konuşurken, yanıbaşımız. da birden bir patırdı koptu ve yanımda duranlardan biri, beni kolumdan tuttu- ğu göibi, oturduğum iskemletlern kahvı nin camımma doğru çekiyordu ne olduğumu anlamamıştım ki, bir sa- niye evvel rahat rahat oturdu kaldırımının bir yük arabasının iki hay. vanı tarafından çiğnenildiğini gördüm. Hayvanların peşinden arabanın teker - lekleri ayni noktayı ezerek geçtiler ve araba yanışıuzdan uzaklaştıktan sonra, biraz evvel devrilmiş olan iskemleyi doğrulttular. Bana ayni yeri gösterip — Buyurun, dediler. Yanımdakileri hiç telâşlaridırmıyan bu hâdise, beni hem şaşırtmış, hem de ürkütmüştü.. Ayni tehblkeye maruz bir rde, tekrar nasıl oturup rahat edeb im. Bütün bu düşündü mrş olacak ki, biraz evvel beni kolum - dan tutup, hayvanların çarpmasından kurtaran zat: — Ziyanı yok bayım, rahat raha turun. Gene gelirse, Biyordu. Sonra gülerek ilâve eti — Tez burada böyle şeylere alışığız- dir. Bu darzacık, yollarda, arabalar ya- ya kaldırımlarına çıkmasınlar da yapsınlar? . Gün geçmez ki burada ufak telek kazalar olmasın, fakat asıl kızılca kıya. met, bir ay.sonra başlıyacak.. Hele malların, akım etme mevsimi başlasım... Bu sgene sırt harpallığı da yok. — İşler övle bir çıkmlaza g'recek ki, ne ben söyliyeyim, ne de siz sorun.. Da lerimi zi ne iyisi © zamah, siz gelip gözünüzle görürsü- 3 . Garip bir telâkki Asım Un, bazz firsst düşkünlerinin dalirye re çevirebilmeleri için ortaya çıkardıkları develüasyon gaylalarının — nasıl bir telâkki mahsülü olduğunu İşaret elmektedir. Ux, Giyar kir u asyon — dedikodı çıkmış olduğunu gelen garip bir telâkki e Asım, n niçin vi totkik ederken kula karşılaştık nasıt ekili olmazında İkt gadi veya malt bir âmil bulunması ihtimtali varmış. Develtlasyon Tü ihti dedikodumu da bu tür. fleri geliyor! amet İnönü şin çok defa gerek bir vazife iç memleket ha. ricine çıkmakı, t 'apmak zaruretleri ile Ankara. T; fakat bu — ayrılıkların hiç. tir. Bu itibar n —Ankaradan Ayrılmış olması resm! bir mezuntyet mahiyi. tini haiz değiidir. Bu zırnlarda Refik Saydarm da sadece gündelik $ betlerinde başvekile İsmet 4 vukubulan müracaati üzerine Büyü tatürik tarafı verilen vazife (ile evve! lerin far olduğumu ise izaha lüzum olmasa gerek, , İyle bu cihet gözönüne getirilirse Başvı Aletinde bu defaki gahas değişmesinin ve hükümet siyaseti bakrmın hiçbir değişiklik ile alâkası bulunmryacar, kalayca anlaşılır. ra, İsmet İnönünün bütün direktiflerini Büyük Şeften alan bir hükümet relisi olduğu, Celül Bayarın da aşmi şekilde hareket ettiği. Rİ, İsmet İnönüyle Celâl Bayar arasında şu kadarcık olsun Bir İrtilâf mevcut bulunma. dığt gözününe almırsa bu şaylanım ne kadar manmsaz bulunduğunun — açıkça ortaya Çı. kacağını hildirmektedir. Nitekim Celâl Ha, yar da, böyle bir develüasyon şaylasını işi tince, hâdisenin asılsızlığını kat'i bir dille tek zip eteniş hulanmaktadır, demektedir. CUMHURI YET"'de: Milli paranın kıymeti etrafındaki şaylalar Yunas Nadi de gazetkeğinde — başyazışını Asım Us gibi para işine hasretmiştir. Bu şa. ylanın asalsızlığını, paramızı niçin düşürme. diğimizi muhtetif cephelerden tetkik etmek. tedir. Yunus Nadinin — makalesinin hülâsast şudur: T ün dünya memlekeleri paralarının kıy. metleri üzerinde değişiklikler yaparken biz altın kargı diğimiz paramızı prensip ittihaz etmiş bulunuyoruz. TAN'da Dokuz doğuran kadın Çarkı Felek dokuz doğuran kadından bah. sodiyor: Şa Kartacanadaki kadından. Diyor kit Bir değil, iki değil, Oç değti, dokuz azizin dokuz. Dile kolay. İnaan rakamını sayam bir dakika sürüyor. Benim çaştığım — bu dakuz çocuğun doğmamı değildir. Hayrete — şayan €ihet, bu dokuz yavrunun dünyaya — gelme. dan evvel nerede ve nasıl oturduklarıdır. Arkadaşlardan birisi bu müşkülümü hal için göyle bir capri yaptı. Akşamları bir tramvay sahanlığına 15 kişi nasıl sığdıysa bu dokuz gocük ta öyle sığışmışlardı Bu teşbihin fena olmadığını — söyledikten sonra Nasreddin Hocanm fıkrasını anlatıyor. ve sözünü basunla bitiriyor: Hocanım karısı gebe kalmıiş. Vakti gelip çatmış. Ebe gelmiş ve kadın bir Soğurmuş, Arkasından bir çocuk daha. Ame Nyat osnasında elinde mumla ışık veren hoca ikinci çocuğu görünce — “püfi,, deyip mumu söndürmüş. Odadakiler bağırmışlar: — Aman hoca! Ne diye bizi zulmette koy. u delfa ves. men memleket hamti cuk Ve hoca olanca saflığı ile cevap vermiş: — Işığı gören Gışarı uğruyor. Bıraksam arkası gelecek. Onun için — söndürdüm. de. miş ve gerçekten de çocuğun arkası — kemli. miş. Acap, Kartacanada da iiriden sonra ışı. sönüürselerdi, geri kalan yedisi kmamazlık eder miydi? Bana sorarsanız, muharip İspanyada hu'k karanlığa alıştı. Küçük İspanyollar — ışıdunz da dışarı çıkarlardı. “nürz.. Bu sırada yeni bir gürültü beni ok gibi,yerimiden fırlatmıştı Gene bis araba hücumu mu? diye et- rafıma bakınırken, yanrmdakiler gülü - şüyorlardı. Onlar — Yok bir şey, korkmayın, demeye hazırlanırken, ben daha evvel davran . dım: — Kusura bakmayın, dedim, malüm ya meşhur sözdür. Sütten ağzı yanan, yoğurtu üfleyip te yermiş... (Devamı yarın) HABERCİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: