14 Mayıs 1929 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

14 Mayıs 1929 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İler endüstri hayatının en feyiz li olduğu yerlerde bile havada dolaşan bulutlar gibi fanidirler. Şimdi toplanırlar, şimdi dağı- lırlar ve her biri, kendi buça- ğında, kendi istirabını veyahut kendi sevincini kendine mah- sus şairin yüreğe bir rahmet gi- İbi akan damlalarını, sine sine İiçmeğe gider. Eyvah, o zaman sokakta yal İİnız kalan şaire; onu artık hiç kimse dinlemez. Gündür orkes- trasının fırtınasile bir deniz gi- bi coşturup taşırdığı bütün o in sanlar nerede? Hepsi bir böcek halini alip bir yuvaya sokul- muş. Artık bu saatte kimsenin kendilerini rahatsız etmesini is- temiyorlar. Çünkü, vakit gece- dir; el ayak çekilmiştir, bu da- kikada her fert kendi - vicdanı- Şair, sakın, bu saatte, bu yu- vaların kapısını zorlamağa ve uykuya dalanları uyandırmağa kalkışma, seni taşla kovalarlar. Git, yüreğinde daha başka nağ- melerin varsa, onları gizlice rüz gârlare tevdi etmesini bil! Hlliyet BUGÜNKÜ HAVA Dün derecel hararet T8, derece en az 11 derece idi. Bu gün hava kapalı olacak ve rüzgür hafif esecektir. Hava bulutlu ve yeğmurlu FIKRA Yeni cemiyette şair Geçenlerde Nazım Hikmet- ten bahsederken - şiirin yeni bir istihalesini haber — vermiştim. Demiştim ki, Nazım Hikmetle beraber sokağın sesleri şiire gi- Tiyor ve bunu söylerken kendi kendime şü süali sormuştum : «Lâkin, şair ne vakitten beri bir sokak münadisidir?» Nazım Hikmete kalsa «geniş endüstri hayatının meydana or- ganize halk kitlelerini çıkardığı günden beri;» diyecektir. Fa- caklır. kat, genç şair bu iddiada - bulu- YAKUP KADRİ nurken beşbin yıllık Homiros' un bir sokak münadisi olduğu- tt unutacaktır. | fELEK Filhakika, yer yüzünde şiir KANARYA! başladığı günden beri - başlıca iki türlü şair tipinin birbirine Müvazi surette tekâmdl — edip geldiğini görürüz : ferdiyetci şa- ir, cem'iyetci şair... — Bunlar- dan biri tabiat ve insanlar içi: de münzevidir. Yalnız kendi is- tiraplarını, yecanlarını . n kendi ümitI::iınîı k?nd.i sevinçle| Sulhu sükün teessüs etti. Lâkin Tini çağırır. Öbürü Victor Hu-| iZdivaçtan evel bülbül gibi şak- g0'nun bir tarifine göre - |layan bizim erkek - kuşun dili natın ortasında bir taı tutuldu ve ötmez oldu. İki ku- Öğkeşe şun evlilik hayati iki sene kadar Cem'iyetin olsun, tabiatin ol-| sürdüğü halde yavru sun bütün hayatın tecellilerini | İar, nihayet — bir aile meclisi kendisinden aksettirir. ve her| Meşvereti bu iki kuşu ayırmağa şey, her beşeri hadise onda en | karar verdi ve derhal kararı in- ahenktar, en şuurlu ifadesini | faz ettik. Ne dersiniz erkek ay- bulur. Denilebilir ki bu nevi şa- gibi ötmeye irler beşeriyetin haykıran — vic- danıdırlar. Lâkin, işte bu nevi şairler, bünün içindir ki beşeri- yet gibi ipsiz sapsız, beşeriyet gibi karışık, beşeriyet gibi rültücü, patavatsız, kaba, behi- mi ve onun gibi mantıksız- dırlar. Yaptıkları şeyde klasik san'atın ilaht intizamından, e- zeli ahenginden eser yoktu! bütün estetikleri insanların akını dare ettiği cem'iyetler gibi a- *özlerden sonra dedi ki: narıikt:i'rı.ı Nazim Hikmetin de- — — Bize dün rehber olarak ba: diği gibi bu tarz şiirler «Beet- Zi genç mektepliler verdiler, mü hovensın sonatlarını aslâ değil, Zeleri gezdik, memleketiniz, ve fakat, bir bando müzikayı, bir m;:&mh hiç ma- panayır yerinde bir fanfari an- 6 3: D dırır. Bittabi, böyle bir müsiki | - Bu kadına kimin kılağuzluk sokaktan başka bir yerde çalı-| *ttiğini bilmiyorum ama epeyce 'namaz. Anın için dir ki Nazım -*6-'::—-4_ olmalıyım - ki, Hikmetin şiirlerinin — bugünkü | YSt î'lmi-liçuı in- Türk cem'iyetinde hiç yeri ol-| &10 Ullmadığı yerde Mmahcup madığını zannediyorum. Çünkü O'UYOr: bizde bu orkestranım, cehenne-| BU IBRETLER NE mi velvelesini dinleyebilecek - , OLACAR? kocaman, koyu ve dolgalı insan| — “Cumhuriyet” refikımiz - her kitleleri henüz yetişmemiştir; gün bir mes'eleyi eline alarak Yakın bir atitle yetişmesinin | birinci sayfada kolon şeklinde imkânını da göremiyoruz. yazmakta ve sonuna “Düşüne-| Bizim bir erkek kanaryamız wardı. Bu kuş bir müddet bekâr kaldıktan sonra bir dişi tedarik ettik, yanına koyduk. Tamam ©n beş gün döğüştüler, daha doğrusu on beş gün erkek — da- yak yedi; sonradan aralarında Ne dersiniz bu işe? ALMAN SEYYAHIN SÖZÜ Dün tramvayda birisi kadın, i Alman seyyaha tesadüf et- tim. Bu gibi tesadüflerde yerli- nin yabancıya yapması mutat olan bir hizmette bulundum:Bir yeri sormuştu, sağlık — verdim. Bu fırsatla görüşmeye canatan |seyyah kadın bir takım sathi “Köy hekimi — derken bü içli esmer güzelini na| sından beri onu görmemişti. |bir gönül macerasına hazır-| MİLLİYET SALI O HWikir. Mizah, HMikâye. dir. Arkadaşlarımdan biri bundan bahsederken bana sonrdu: — Pek âlâ hep okuduk ve ib- |ret aldık elimizde bir sürü ibret 1birikıi. ne yapacağız bunları? Bu suale cevap verecek ben değilim! FELEK B tüti üi ni a Memleketimize nastl Bara girebilir? Ve MADENLERİMİZ İktısat Mectist Atisine - Türkiyede son zamanlarda paha- ltlik ve ıktisadi buhran hemen her- kesin ağemda... Bunun için kâh Şahremanetine, kâh Iktisat Veküle- tine, kâh inbisar idarelerine muahe zeler, sitemler ediyoruz ve bu mua- hezeler hiç bir zaman müsbet netice de vermiyor... Yene et pahalılaşı- yor, yene paramızın kuvvei iştirai yesi tenakuz ediyor, hem muntazam bir seyirle her sene asğari 94 10 bir tenezzül, bu tenezzül ile beraber ex' arda da bir tezayüt. Zaten bu tera- yüt ve tenakuür © kadar tabiidir ki aksi hiç bir zaman varit olamaz. A- caba bundan mes'ul Şehremanetinin oktorvası, Iktisat Vekâletinin atale. ti, İnhisar idarelerinin hayat pahal. Irlığında oynadığı rollar mıdir? Ha yır, benim kanaatımce hayır!... Şeh temaneti oktorvasını, vergisini al- makta haklıdır. Zira, madamıki para- mişti İnin bu paralar almasında amme: | yen vazifelerini kim yapsın? Iktisat kalma an'ane ve kanunların zebunü iken namuskâr bir Vekilin didinme- fak eder? O halde ne yapmalıyız? — alin cevabı ğayet basıt: riçten memleketimize para sokmak! Bu noktâ ve bu fikir hiç bir zaman yeni değildir ve onda herkes müt- tefiktir. Hatta Iktisat Meclisi âlisi- nin karaları, istatistikleri, yeni güm rük kanuplarımız, bunları müeyyet- tir. Hükümet temiz ve kuvvetli, a- zamkâf ıktisadi siyasetini buna isti- nat ettiriyor ve himaye yolunda yü- rüyor... Fakat nede olsa Türkiye ile Avrupa pazarları arasımda müna- sibeti büsbütün daraltmağa da Ik- tisadi imkân mevcut değildir. Mut- laka metalar ve mahsüllerde beynel- milel değişen, dokuş mecburiyeti vardır. Vakta gümrük tarifesini tez yit etmek hiç şüphesiz ithalâtımızın kismen olsun tenkis etmekle para- mezin hürice kolayda akmasiha ma. ni olacağız. Fakât bulün' hayat pa haldığına karşı faidedeh 7i ki de zararı dokunacaktı yalnız paramızın harice — <i mennetmeğe çalışmak v katta menc debilmek kâfi olamıyacağı tabildir. Hariçten de para getirmek mecburi- yeti yardır. t Türkiyenin mali vaz'iyctini va ta- rihini tetkik edecek olur isek ber tiyacın kat'iyeti bir daha tahakkuk eder, Evet, Türkiyenin devri ile Avrupa “Halkai düveliye sine” girdiğinden yani 1856 tarihin- den itibaren sultan Azizin hal'ine kadar akdettiği istiktazların yekönu tanzımat | lanmış Suat Naci ile kalbinin mizin küvvei iştiraiyesi tenakuz et-| stirahatı için beldelerin muay-| Vekâleti ta saltanat devrelerinden | 14 Esasen, mevcudiyetleri gün-| lim ve ibret alalım” cümlesini | yuvarlak hisap “200” milyon İngi delik ihtiraslara bağlı bu kitle- | büyük harflerle ilâve etmekte- | liz lirasıdır. Ma: İmiyette müsmir « mişdir. Bir kımıt âskeri ve bahri ih- tiyaçlara, bir kısmı —a sultanların sefahetine ve hempalarının lüksle- rine kurban edilmiştir. Evet, meselâ İne irva ve iska de tihsal kudretlerimizi ihyaya feda dilmiştir. Hakiki manasıyle heba e- |dilmiş, bu günün Türk unsuru sade- €€ ağır yükler altına terkedilmiştir. Şimdi bu iki yüz milyon 1914 se- nesine kadar Cavit beyin ve diğerle- rinin yaptığı azemi 20—25 milyon isterlinği de ilâve edecek olur isek şöyle ki memlekete 60 senede 220 milyon altın hariçten girmiş — olu yor ki: vasatf her âene 3,5 milyon altın eder. Bu da ifhalât ve ihraca- tımızdaki muvazenesizlik yüzünden etine, memleket hayati Tktisadiyesinde her sene sun'i bir Mivkbene ancak böyle istiktâzlarla tömintedilir olmuştur. ketti. Bu parlak gayeyi âtiyi müdrik ber Türk takdir ettiği-gibi yarın ah- fada da tebtil edöğektir. Fakat bü: gün. .. Evet, bugünün müşkülâtını nasıl iktiham edeceğiz, nasıl yene- ceğiz?. ş Şu yukarıda yazdığımızdan kalma bir yığın borç ile beraber imare muh taç güzel Vatanımız, uzun harplerin yorgunluğunu, taşiyan,Türk milleti- nin evlâdü ahfadı nasıl refaha ka- vuşacak?... İşte tetkik edilmesi ve İtedabir alınması lâzım gelen nokta. Türkiyenin mazisi de gösteriyor ki: Memleketimize mutlaka para girme İsine ihtiyaç var. Borç almayacağız, © halde memleket para Bittabi vcbek ize nasıl kendi girecek?. leri onu ne dereceye kadar muvaf-| menbalarımızdan istifade etmek su- | retiyle, Esasen muhterem İxmet Bu su-| paşa hazretleri daha bir kaç seme e-| patamızın | vel memleket harice gitmesine mani olmak ve ha:| n giraatinde tifade cababına tevessül ; etti Sen #enelerde tabiatin bize karşı göster- diği feyzan, kuraklık gibi envar me- zalimi ile mücadek ediyoruz. Nafia vekâleti bir irva've'Yska projesini tatbik için azimlâ''bir * fağliyette hülunüyor, eminiri ki- taman bu Bü- Yük teşebbüsün Haysthal neticesini Wbs werecektir. | Fakat bundan beşka istifade edece- İğimiz iki mühim ser et menbaları- mız vaz. . Madönicrimiz ve Orman lartimız. Elbelle bu iki, zengi menbaih atıl kalmâsına razı olmaya çağız. Ormanlarımızın zenginliği hakkın da bildiğim ve işittiğim umumi ma- Kümatımı mütalda yürüte ek — kadar bana salâhiyet. bahşetmez, — Yalnız orman ile sanayii 6 kadar yekdiğe- rine girifttir ki bunlacın birbirinden ayrılması kabil olmtyacağı ve hie bir Avrups karikstürü Hapishane mütettişi şikâyetin var a Bir şu deliğe bir perde, dinliyordu. Leylâ nm, İstanbulun bu en ilk hareketine uygun bir eş bul-| mak ihtiyacını bütün mahrumi yetler içinde hissetmiş. Emine zarif ve Zeki kızmın zaptede- mediği çapkın ma şimdi anatları kırılmış bir atmaca MAYI$ İbir taraftan hârice aküp gitmiş - ve | Cumhuriyet tükümeti bu mirasye- | di Iktisat siyasetini hamdolsun ter- | toprak üzerinde tesadüfün ve ke' gibi çam ormanında, bu - yeşil limeden duyulan hislerin - tesi-' yuvanın bir köşesine düşüp ta- s1l tedavi edeceğini düşünüyor- du. Mevsim, artık renkleri, taze- likleri ve kokuları öldüren bir| çağa ermişti. Ağustos başlamış tı. Bağlar sararmış, tarlalar sa- çı dökülmüş bir baş gibi çıplak kalmıştıu Suat Naci sinirli, ve- himli mütemadiyen cigara içe- rek yaylıda giderken birdenbire üzaktan bir ses işitti: — Doktor B. doktor B. ! Bu sges ne kadar aşina bir sesş- t. Suat Naci doğruldu. Araba- ct başıtı çevirdi ve dizginleri gerdi: ” : — Korucu Tosun sesleniyor, duralım mı? Sut Naci tırnaklarına kadar titredi. Tosunun sesi ne zalim | bir kuvvetle onu takip ediyor-| dü, — Dür bakalım 'Tosun Mavzeri omuzunda u- zakta çam ormanıma — kestirme giden yoldan geliyordu. Bu zaman içinde çam ormaâ: na belki on defa gitmişti. . Fa- kat Tosunün yeşil yuvaya gel- diği saatler o kadar belli idi ki daha sular kararmadan orma- rum en sık bir yerine bağladığı| Hayvanına riyle birbirlerini bulan karınclar gibi baş başa gelmişlerdi. Ettaflarını çeviren yaprak, diken, dal ve yabani — çiçekler-, den ibaret yeşil ve kalın dıvar arasında tükenmez bir gönül kılmıştı. Kendilerni, konuşuyor, haya- tları için dertleşiyorlardı. Suat Naci Emine ile hayatını birleş- tirmek için kararını vermişti. ,Onunla hayatını- nasıl - tanzim tlayınca gece yarr-|menbamdan taze ve serinletici edeceğini karalaştırmıştı. Gece- sınâ kalmadan kasabaya dönü-| yudumlar alarak saatlerce sevi- Teri kasabadaki - evinde, Leylâ yordu. Ve artık dere kenarm- da, yoldan geçenlerin göreceği yerde oturmiyorlardı. Emine yeşil yuvanın arkasında ne yo- lu, he evi, hatta ne göğü “gör meyen: küçük — bir sazlardan bir masa ile iki san- siyor, konuşuyorlardı. | — Bu gizli yuva dünyanın pek İçok gizli aşklarınm günahını çeken taş dıvrlar gibi behimi ih tiraslara şahit olmiyordu. Onla madan birbirlerine - gönüllerini, nın bir ruya gibi gelip geçtiği yatakta yarını, yarınki hayatı- nı düşünürken bu birleşmenin bütün teferrüatını yarı yarı gö- zünün önüne getiriyordu. Emi- çimenlikte | rın aşkını şimdi henüz yuva kur ne yi Istanbul a götürecek,anne- sinin Acı badem deki- köşküne dalya hazırlamıştı. Prenses on-| alâkalarını anlatan bazı aşık do yerleştirecek, Kadıköy ünde bir lara gözcülük ediyor, göleni, ge çeni haber veriyordu. " Ve Suat Naci gönül dolusu bir samimi aşkin bütün lezzeti- ni bu yeni yüvada yudum yü- iğüşlu vahşi kuşların mcerasına |benzeyordu. Emine cennet bah! İçelerinin hayali melâikeleri gi- bi saf bir iptilâ ile genç adama gevgisini anlatıyor. Suat Nıci' muayenehane açacak, belki de fakülteye bu sefer asistan ola- rak girecekti. Ve bunu düşünürken güzel ve garip bir tesadüf ona neş'e düm tatıyordü? Artık birbirleri-| bu ele avuca sığmaz bu kararsız ve zevk veriyordu. Bucak na- ni iliklerine kadar anlamışlardı. Çiçek ve kelebek aşklarına k: nıksamış, daldan dala gezmek- ten bıkıp usanmış, içli, genç o ilk geceden evel maziye bırktığt hadise, vak'a, macera dolu hayatın kirlerindem, çirkin-| hiyesinin Acı badem köyünde yetişen Emine yi Istanbul un Acı badem ine götürmek ona n engin | liklerinden kurtulmak ister gibi bu maceranm metafizik bir te-| Suat Naci gecen Bucak vak'a-İbir #önül macerasma hazırlan-i derin bir itaat ve inkıyatla onu siri gibi geliyordu. Ve Emine! İ düşünceler ve mi babına terkederek ben bu maden lerimizden istifade esbabını araştı htisasım sahasında buluna: racağım. Tabiatin bize bahşettiği bu muazzam servet menbaları neden cl'an gömülü?... Neden Afrika çöl lerine varıncaya kadar servet men- alarının cazibesine tahammül ede- meyen ecnebi sermayeler bizim ma- Neden pet- rollarımız, Bakırlarımız, kurşunları- mız işleyüp mukabillerinde memle- ketimize altın girmiyor?. 'Türkiye, bugüne kadar yapılan tet kikler ve “Jeolojik” vaz'iyet göste- riyor ki, maden itibariyle çok zen- İgin bir memlekettir. Vakıa ciddi ve esaslı tetkikler yapılmış sahaler pek ax, hatta yok gibidir, Fakat bugün rast gelinene mostre: “Afflermenta” gok ümit bahştır. Tarihen de ta iki bin sene evvelinden itibaren eski milletler, Romalılar. ve muhtelif ırklar tatafından Anadolünün - bir çok madenlerinde istihsalât yapıl- dığı sabittir. Bilhassa Osmanir ida- resi zamanında 17. 18, 19 zuncu ası larda madenlerimiz çalışmıştır. Fa-| kat. bütün işletmeler hiç bir zaman | su seviyesinden aşağı düşmemiştir. | Sadece arazide delikler, menfezler| açılmak suretiyle yapılan bu âmeli-| yelerde sağa, sola adetta bir köste- bek yuvası tarzryle çalışılmış ve bin netice terkedilerek bütün inşaat yı- kılmıştır. Bu gaytı fenni çalışma ne ticesinde elimizde kalan şey, vakti-| yle bu madenlerin çalıştığı, binaen | (aleyh bu günün modern ve fennf a-| edildiği İtakdirde elbette çalışılabileceğidir. SADREDDİN ENVER ——HH— sanemanımn (ANLAR mamamemu | Istanbul İcra dairesinden: Birdeyn mahkumbihin temi- İni zımmmda mahcuz ve furuh: tu mukarrer Halr oda Halısı ve saire 18 Mayıs 929 Cumartesi günü saat 10 dan itibaren Fm- dıklıda Hammam sokağında kâin | 6 numaftalı hanede bilmüzayide | satılacağından talip olanların mahalinde memurine müracat- lart ilân olunur. | " lalanbul Aeliye Terş dalrallı Bir deyni mahkümunbihin te mini tahsili zimninde mahcuzen | füruhtu tahti karara alinan Al- manyanin “TURNEL” fabrika- ti mamulâtindan.kösele parlat-| mağa mahsus olup sekiz beygir küvvetinde 10704 numerolu mâ motör silindir yene mezkür motör ile mütahar rik ayni fabrika mamulâtindan “DÖNALETA” tabir olunur denlerimize yabancı?.., meliye ve usulleri tatbik an ondokuzuncü Pazar günü saat dokuzdan onikiye kadar Yedikulede kazlida kâyin Refa- |e! Eskenazi Mahdumlari fabri- kasinin derununda bilmüzayede füruht olunacağindan talipleri- nin yevmi mezkür ve saati mu- ayyende hazır bulunacak memü runa müracaatlari ilân olunur. | Ötel müsmelâana vakıf Dir KÂTİP ARANIYOR Sirkeci Salkım Söğüt Merkex öte- luyordu. Şimdi Suat Nacinin bu rada doldurulacak daha dört,| beş ayı kalmıştı. Bu mecburi hizmeti bitirdikten sonra bura- dan beraberce kaybolup gitmek | bir gecelik işti. Ve karar veril-| mişti. İstanbuldaki Acı bademe gidip yerleşmeden — birbirlerini | yalnız gözleriyle, gönülleriyle seveceklerdi. Bu bir garamdı. Bahçe ara-| larında, değirmenlerinde daima, şuursuz, şehevi heyecanlarla ni- | hayete erdiği bin bir maceranın kahramanı Suat Naci şimdi ye- şil yuvaya girerken masuvaya —| diyordum. ile mütaharrik| * kösele açma makinesi şehri Ma | € KIS 'Tam iki saat, o ve ben, salondan salona dolaştık, bütün odalara girip çıktık. Girmediğimiz bir den dik Sevgilim dedi ki: — Bu salonu dolaştıktı galibat Çok şaştım. Kendikendime düşün düm «Demek odaları gezerken — resim- lere bakmış, hem öyle dikkatlı bak- Mış ki, odaya girer girmez, gördüğü resimleri tanıdı. Şayanı hayret!... Ne büyük haksızlık etmişim. Ben onu resimden falan anlamaz zanne- bu resim vergisine sırf kendini göter- görmek, caka yapmak için gelmek .. Biz, çok defa kadınlara karşı böyle hak- sızlık ederiz. Kadınlar hakkındaki hükümlerimizin çoğu böyle yanlış- odanın eşiğin- atlayacaktık... Atladık, gir Zannediyordum ki, mek, bir kaç kişiyi iBter tır işte... Ben daha bunları düşünecek, er- kekleri itham edecektim. B versin, düşünmeme mani oldı ki Dedi Evet evet, biraz evel bu salo- BU gezdiğimize eminim!. . Tanı İşte gene aynı yerde ötürüyor.. İşte bak şu köşede kadın. Şapkasında gözüm kaldıydı! Taze ekmek Jano dört yaşındadır. Janonun anası da, babası da, çok fakirdir. Bu fakir ana ve baba, hem kendi- lerini, hem de Janoyu beslemek mec- oturan & Bu günkü yenl bilmecemiz Soldan sağa: 1 — Mebzül olmayan () v — Pista (€ 4 — Ceviz Ve aaite dövmüğe mahsus aler (8 4 Mütefennin (4) Yük (3) $ n (4) Tatlı olmayan £ 6 — Yama C) Savrul “emri ha- ar, Sağlık vermek () Ana, baba, çocuklar (4) At yavrsusu () Usul(5) « o 'bu hayat programından mesto-|iş çok.... Senin hanım fasti?| Atlasana arabaya. Ormana gi diyorsun değil mi? Tosun silâhını umuzundan e- line alarak çevik bir kaplan gibi arabaya atladı: — Eksik olma doktor iyidi' Arasıra baş ağrısından, yürek ağrımasından şikâyet eder du- rur ama kadın kısmının her der dini dinlemek olur mu, söyler, söyler susar. Onun nazmı çeke- cek başkası yokta nesi var,nesi yok bana döker. küyle, dehşetle dinliyordu. . — Kış geliyor, ona Acı bade- gözlerini yummuş, kalbini mu-| dindar gibi büyük ve temiz aş- bu içli sevdanın yordu. — Doktor B. bu taraflardan | geçersin de, bizim kulübeye uğ- rayıp bir acı kahvemizi içmez- sin, Tosun arabaya yaklaşmış, ler içinde boğulur gibi cevap verdi: — Öyle oluyor çavuş, fakat me gidelim, orada teyzen var, kaddes mihraba çevirmiş bir anan var, soyun sopun var, bir | arada kavrulur gidersin, diyo- kınım mezarını dinleye dinleye rum, istemiyor. O da benim gi-| zevkini tadı-|bi dağlı oldu artık.. Sabahtarı | akşama kadar tavuklarla, kö- peklerle uğraşır durur. Buraya konduk konalı Allah seni inan- dırsın bir kete nahiye merkezi- ne olsün gelmedi. Köyde, nahi- yede o kadar - tanıdık eş çenesinden terler akarak dok-| dost var, kaç kere geldiler, E-| lübeye yolun di tora serzeniş ediyordu.Suat Na-| mine ayıptır, etme eyleme, bir. geç kaldığımı ci buğazını düğümleyen teessiür| kere kalk git diyorum, dinlete-| miydik. bilirsen aşkolsun. Tosun cebinden — çıkardığı mendille terlerini siliyordu. Su-' » SGSahiftesi buriyetinde olduklarmdan, çok &-| Suat Naci onu hayretle, kor-| diği varlığı, onum g- & İ İ ACA Müellifi : Maks Aleks Fişef kıntı çekiyorlar. Biçare Jano, dört sene - zarfil bir kere bile olsun taze ekmek Wi memiştir. taze yurmuşak ekmeğifi | olduğunu bilmez. | Geçen gün, bir fırıncı, - çocul' haline acıdı, tuttu, bir dilim tWf | yümuşacık ekmek verdi. Jano, ekmeği afiyetle yedi. Öyle afiyetle yedi ki, tadı.dafif gında kaldı. İ Bir fırsatını buldu, uıuıcxı*: rma girdi ve usulcacık, kimseye ? sey sezdirmeden, okkalık bir ektmtfl kapıp kaçtı. | İşte bu hikâye burada — başlif? Anlatmaya da değer. Jano, ekmeği çalip kaçtıktat . ra, gizli bir köşeye çekilip kartif iyice doyurdu mu dersiniz? 11 Jano, yakalanırım korkusiyle V| ken görülürüm endişesiyle :b'.q ni yeyemedi. İ Koşa koşa kulübesine geldi V€ zık bir tahtayı kaldırıp, arkatl ekmeğini sakladı. İ Sevinçle ellerini oğuşturdu. — Seviçle ellerini oğuşturdur. Gözlerinin içi gülerek mırti «Aç gözlülüğe lüzum yok Bu sıcacık, yumuşacık, taze emen yiyeceksinde ne olacak ». Biraz sabret yavrum! ' sakla,.. Hiç olmazsa yavaf ?? cabiel gün taze, yumuşak, sıcak ekif karın doyurmuş olursun! N.ııkdl" | SELÂMİ iZZET, | saş, lokma lokma yersen, ol Dünkü bilmecemizi! | halledilmiş şekl! Vukardan aşağı : Son (7 İncizap (S — Doluşmak (): xıda GÜŞ J Fakat (3) Noca () Oğjali Sivas vilâyetindt Hamule 4 'ı'oın*: g &. ı 3 4 5 6 'eşile yakın bİr İhtilâl. (8) at Naci bu dağ adamınıf sildiği mendile gözucuyle Bu beyaz, ütülü keten ucunda Eminenin Çük bir marka vardı. tavurlarına rağmen 9 bu . İdağ adamının ince, kadın tarafından çekiP çet ği ne kadar belliydi. Süat Naci yavaş YAYTİ, net bulmasına ""':Aııc' de sıkılıyordu. En « süsiyetine girip M dığı saf ve mert sında kendini O < mahrem görüyordu Kİ dil hastasiyle - bütür. bir anda iişa m_'d':' ; ağzını açamıyordu. d&ü' Araba hareket * ıd""’%' $un mavzerini d"gmij' » İne koyarak saf ve vam & — Lüki z |Bucaktan o yaralılar b rdüğün gün sana götül söyle Suat Naci titreyerei Ö —K neolmuş? büğ,

Bu sayıdan diğer sayfalar: