26 Şubat 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5

26 Şubat 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Feylesof iF. — “Felsefeye riyaziyeden gi- dili” derler; siz ne dersiniz? B. — Doğrudur, yalnız inhisar- 1 bir hüküm... F, — Niçin inhisarcı?! - Şunun için ki | felsefeye İalhız riyaziyeden değil, ilimlerin İepsinden birden girilir. F. O halde felsefe harsinin *A mühim şartı?.. B. — Müspet ilimlerin son mah- ini öğrenmek, F. — Henüz felsefe (o olmadı; eme > j , — Şüphesiz terkip te lâzım; kak neyi?! İlmin müspet bilgile- ri Böyle yapmca yine ilim ! F. — O haldene yapmaklâ- am? B. — Şeniyet hakkında yepyeni gn bir görüş tarzı elde et- EF. — Hem ilim yapamıyacağız - diyoruz, hem de yepyeni bir gö- Tüy elde etmek istiyoruz; bu nasıl tey?! © B. — İlmin bütün vergilerini i- > Sine alarak, fakat bütün bu par- Saları bire, bütüne irca ederek... F. — Böyle bir görüş (daima *ahsi kalmıya mahküm değil B. — Daima değil; işte felsefe terihi, ... Her büyük sistem ken. dinden evvel gelenleri içine almış- tir. Feylesof hayalinin zenginliğin den, feylesof idrakinin genişliğin- den... Bu toplayıcı kuvvet nedir? Mezheplere hem yer veren hem de bunları cihantulan © yeni bir tihniyetin vazifelerine tâbi kılan bir temsil kuvveti. , , F. — Demek ki siz bir felsefe keşfi maşeri in tarihi- dir ve gittikçe mükemmelleşmek- can zekâsı, canı anlayış... İster- seniz ilmin katı anlayışma ve tah- e rn vE Böylece faylasfa erke ” oluyorsunuz !.. ZN EE emye felsefe biribirine şeyler değildir, ikisi de lar- dır. Aral sa- bat canlıyı hayalle anlatır; mef- apmaz; felsefe canlıyı mef- humla anlatır; hayal (ülkesinde dolaşmaz!... F. — Fikrinizi iyice İn felsefeye girmek için ilmin vergi- leri kâfi gelmez, bunlara basarak bir de tabiat ötesindeki mutlak x fuklarını görmek lâzım değil mi? B. — Evet, bunun için feyleso- fun bayat duygusu dediğimiz 8a- hat dehasını taşıması o lâzımdır, derim. b F, — O halde büyük feylesof- a B. — En geniş manasile büyük #anatkârlardır. Şiirlerini fikir ha- line getirmiye Yeni neşriyat Boynu bükük kızlar “Matbaada akaşm” şairi arka. daşımız Reşat Feyzi, Yazıdğı hi- kâyelerden on O kadarmı bir cilt işinde toplamıştır. “Boynu bükük kızlar” ismini taşıyan bu güzel e. er pek yakında intişar edecektir. Bu edebi kitabı karilerimize şim- diden tavsiye ederiz. Küçük hanımın kısmeti Selimi İzzet Beyin “Küçük hanımım kismet isimli bir romanı imtişar et iştir. Muharririn seyyal üslübunu s€- Yeh ve tanıyan karilerimize bu yeni © İttini tavsiye ederiz. SCHİLLER Fikret Muallâ Beyin “Schiller” hakkındaki © etüdü intişar etti. Genç ve sürrealist ressam Fikret Manllânm bu eseri bir tetkik ese fi olduktan başka üslüp ve ifade Mibarile de şayan: dikkattir. Bu Serde Sehiller'in hususi ve san'at hayatı, eserleri, Göte ile dostluğu güzel bir icmal halinde hü- Namık İsmail Bey istifa ediyor Güzel Sanatlar Akademisi hakkındaki tenkitlere Namık İsmail Beyin cevabı Son günlerde ressamlarımızdan bazıları Güzel San'atlar Akademi» sini tenkit etmektedirler. Elif Naci Bey de geçenlerde Akademinin bu tenkitlere cevap vermesi lâzımgel diğinden bahseden bir yazı yaz- maştı. Bu tenkitlere Güzel San'at- lar Akademisi müdürü Namık İs- mail B. âtideki mektubu ile cevap vermektedir. Mektubu aynen der. cediyoruz. Azizim ENE Naci Bey. Milliyetin son san'at sahifelerinde Güzel San'atlar Akademisine tevcih edilen tenkitlerin cevapsız bırakıl- mış olmasından şikâyet ediyor ve bu sükütun yapılan tenkitleri haklı gös termeğe yarayacağından bahsediyor sunuz. Biliyorsunuz ki Akademi resim şu- besinden ibaret değildir. Şimdiye ka- dar bir mimarın, bir tezyini o sanatlar mensubumun tenkidini o okumadık. Ben ibtisasların salâhiyetine inanır bir insanım. Meselâ bi" yini sanatlar teknikine vulufuna inanmam. Bun- dan dolayı muharrirleri resimle işti- gal eden tenkitlerin hedefi Akademi nin resim şubesi olmak iktiza eder. Bu tenkitlere cevap verecek değilim. Çünkü bu münekkitlerle beraber hat tâ onlardan fazla ben de kaniim ki rösim şübesinde (hatta © memleketin resim hayatında iyi gitmeyen bir şey, bir nevi ıztırap vardır. Yalnız bu 12- tırap; yazınızda İşaret ettiğiniz gibi Akademideki disiplini kaldırarak ta lebeleri derslere devam kaydından zade kılmakla veya resim şubesine orta mektep mezunu almak kaydını ilga etmekde velhasıl (o Akademinin içinde ve tedrisatında yapılacak tadilâtla izale edilebilir olmaktan daha derin- dir. Muallimleri değiştirmek, hattâ garbin en büyük üstatların muallim bir na kani değilim. ben Akademide sanatin hayati ihti- yaçlara tatbiki demek ölen O tezyini sanatlar şubesine şahsan çok ehem- miyet verdim. Muallim arkadaşları- mm bazıları beni bu noktadan tenkit ederek henüz tesssüsüindü tamamile yap- mamış olan bu şubenin ve muvaffa- kiyeti kendisinden olduğu kadar ha- yat tarafından temin edilen mimari şubesinin inkişatınm, ve atölye ve derse devam © mecburiyetlerile talebe kaydındaki kayıtların resim şubesini inhitata sevkettiği kanaatini izhar atmişlerdir. Gerek resim muallimi ar kadaşlarımla o aramızdaki bu fikir mübayenetleri ve gerek benim ceht ve gayretimle halli kabil olmayacak olan bu meseleler müva- cehesinde, size de bundan altı ay ev- vel bahsetmiş olduğum müdürlükten çekilmek tasavvurumu bugün tatbi- ka karar vermis bulunuyorum. Aka- deminin yeni sene bütçesi teklifile birlikte istifamı vekâlete takdim et- mek üzere bugün Ankaraya hareket udi liyorum. Bu suretle müdiriyet salâbiyetir- den ziyade meslektaşlarımın itimat ve âhengine istinat etmek arzumu tatmin etmiş ve ayni zamanda tedris sahasında kendi noktai nazarlarıma sadık kalarak idare işleri arasında simdiye kadar ihmal etmiş olduğum mesleğime avdet etmiş bulunurum. Akademi resmi bir müessesedir. Devlet bu mühim irfan ocağının iyi işlemesini zamin ve tedris — prog- ramlarına vazrülyettir. Bu müsssese- lüzum görürse bu şubelerin tedris veçhelerini tesbit etmek üzere müte- hasarlardan ve ilim salâhiyetlerin- den mürekkep bir “Anket kominyo- nu” teşkil eder. Yoksa bu müessese her eli kalem tutan gayri mes'ul mü nekkitlere cevap vermekle mükellef olsa başka iş yapmağa vakit kal mazı Buyün güzel sanatlere miyen bir medeniyetin istinat ot- gayri müm- kün olduğunu bizden iyi bilen ve bu- nu muhtelif vesilelerle en salâhiyet- getirmek için lâzımgelen her şeyi ya pacağına şüphem yoktur. Trikişafı i- çin uzun senelerimi hasrettiğim bu Sanat âleminde Kötürüm Aktör Epey oluyor. Bu sütunlarda M. Feridun büyük bir vukufla yazdığı tiyatro yazılarından birinde sah- nemizin kıymetli bir uzvunun uğ- radığı felâketten bahsetmişti. “O. tello Kâmil” ismile ityatro tarihi- mize girmiş eski aktörün, Kâmil Rızanın bir ameliyatla iki ayağını birden kaybetmiş olduğunu haber vermişti. OO zaman sanat âlemin de bu haberin uyandırdığı teessü- rüelimize kadar gelen mektuplar dan da anlamıştık. Bu mektuplar dan birini yazan genç bir mek- tepli geçen gün bana (o matbaaya geldi... Ayakları kesildikten sonra | Cerrahpaşa hanesinde teda- . vi edildiği sıralarda bu bedbaht sanaticârla yaptığı uzun bir mülâ- katı getirdi. Büyük esericedit kâ- gıtlarile yirmi yedi sayfa tutan bu mülâkatı aynen buraya dercetmek imkânsızlığına pek müteessifim. Şunun için müteessifim ki bu ya- zı bize hem bir gencin edebi ka. biliyeti, hem. sahneden ebedi. yen ayrılan bir aktörün ıstırapları nı, hem de tiyatromuzun gizli es. rarmı bildiriyor. Ben, Kâmil Rr. Zayı tanımam, geden e çok | bahsettiler. Otello oynandığı za- manlar ben henüz mektep talebesi ; idim. Şehzadebaşından geçerken ilânlarını, afişlerini görürdüm. Fa kat benim için o zaman onu sah- nede görmek mümkün olmamıştı. M. Feridun ve merhum üstat | Fehim ondan öyle bahsetmişler- dir ki ben görmediğim ve tanıma- | dığım halde onu sevmiştim. ! Otello Kâmil ile mülâkat yapan | m e ağ) lâsa ediliniş ve himayesini gördü- ifade edilmiştir, başka Sehiller'in meşhur eserlerinden bi ri olan “Haydutlar” dan bir sah- ne de ilâve olunmuştur. Zarif ve renkli bir kap derununda 62 kü- çük sayıfada resimlerle süslene- rek büyük üstadın şahsiyeti mu- vaffakıyetle canlanmıştır. Tavsi- ye ederiz. Galatasaraylı genç dostumun yazı- sı baştan başa bir tiyatro hayatı- nın acı maceralarile, hazin hikâ- yelerile dolu. Bu genc, Cemaled- din Server Bey, ihmal edilmiş bir kıymetin felâketinden ve emsalin den o kadar içler sızlatıci bir hal de bahsediyor ki insanın bilâihti. yar feci bir nankörlük karşısında derin bir merhamet, ürpertici bir tiksinti duymaması kabil değildir. Kulis aralarında ondan ders â- Wan meslektaşlarının. uzun bir wâd det hastahane koğuşlarında inle- diği günlerde hiç birisinin kendi. sini arayıp sormadıklarından mü- teellim olan sanatkârın serzenişle- rine delâlet eden genç mektepli- nin yazısmda bir iki'parça okuya- lm: *.» “Ayaklarının o kesilmesinden bir kaç gün evveldi. Dizkapağın- dan aşağısı simsiyah olmuş. Ba- cakları dökülecek, ufalanacak bir hale gelmişti. Haykırıyor, yüzünü tırmalıyor, boğazını gırtlakliyor- du. — Millet tiyatrosundaki tel. lo” meğerse bir höteme ii O ge ce sanat hayatımın yirmi beş sene- | si birden söndü. (Damarlarmi ovalıyarak) He- le bu damarlar. Kesilecek miyim. Doğranacak mıyım? Ne olacaksa olsa da... diyordu. Güya onu teselli etmek, biraz tecssüründen uzaklaştırmak için: Siz Otelloyu ondan sönra da oynamışlınız. Dedim. Kâşke söy- lemeseydim. Ve farkında olmak- sızın en ince, en hisli tarafını in- citmişim. Haykardı. — BenOtelloyu Kılburnunda oynamadım. Açtım. Otelciye bor- cum vardı. Karnımı doyurmak i- çin oynuyor göründüm. Otello. nun karikatürünü yaptım. Yanımda tabanca olsun. Biri bana: “Sen Otelloyu Kılburnun- da oynadın” desin vallah vuru- rüm, Ateş gibi yanan başını elleri- Ta Fikirler ve insanlar Gayesini kaybeden sanat Burhan AsaPın “Niçin sannisı- İ 4127 isimli yazısı (1), geçen hafta- dan beri, fikrimi yine hayli işgal et- ti; çünkü Burhan Asaf o yazıda za- manmızım en esaslı buhranma, bel. | ki başka sahalardakinin de anasi © | lan fikir buhranına temas ediyor. Zamanımızı sanatsızlıkla ittihaim ve hemen her sahada büyük bir sa- nat faaliyeti görüyoruz; doğrusu şi ir bir durgunluk devresi geçiriyor, fakat buna mukabil roman inkişaf ©- diyor, daha düne kadar bu neri eser- lerden âdeta mahrum olan memle- ketlerde, meselâ Almanya'da, bile bir “roman edebiyatı” teşekkül edi- yor. Tiyatroda birçok yeni ve fevka- İâde interessant araştırmalar. Resim- de öyle, musikide öyle. Tenkit fevka- lâde bir canlılık devresinde. Mimari ise zamanmaızda belki en yüksek devrelerinden birine başlıyor. Sine- ma ile sanatlar haritasma, yeni bir kıta ilâve edilmiş oldu. Bütün bunlar doğru olmakla bera- ber devrimizin sanatsız da ğrudur. Çünleüi sanat, kerkesin ha- yatma karışan bir şey olmaktan çık- mış, yalnız bazı kimseleri alâkadar eden bir “süs” olmuştur. Simdi en velüt devrelerinden birini yaşamak- ta olan Fransız romanını kaldırsa- miz, Fransız kitlesini dabi bir ihtiyaç maddesinden mahrum etmiş olmazsı Biz, Roman satışı ile geçinenler müs- tesna, bu hâdiseden Fransızların da» hi haberi olmaz. Çünkü o romanla o millet arasında bir kaynaşma yok; çünkü o romanlar bir cemiyetin ih- tiyacını değil, ancak bir akalliyetin duyduğu tecemüsü tatmin için yazılı yor. Zamanımızın güzel denebilecek | bir “populaire” sanatı yoktur. Bu- | #ünün sanatkârlarını ikiye ayrılmı görüyoruz: Bir taraftan eskiyi tek- Tar ederek halkı oyalamnğa çalışan- lar, öbür tarafta yeniyi ararken kitle ile rabıtalarını muhafazaya hiç & hemmiyet vermeyenler. İşte muhtelif tezahürleri ile surre- alişma. Sanattaki bu cereyanm aklı fevkalâde tehyiç ettiğini inkâr kabil değildir. Fakat kübistlerin tabloları, sürrealistlerin şiir ve romanları hiç bir zaman bütün bir cemiyeti alâka- | dar edemiyecetirir. Onları anlamak, bir itiyat lâzımdır. Bugün bütün dünyanın sanatı, bis zim “Divan edebiyatımız” gibi bir şey olmuştur. Hattâ ondan da garip- | tir, çünkü divan edebiyatı muayyen | bir sınıfa hitap eder; halbuki bugün kü sanat bir cemiyetin, bir smıfın de | #il, bir “fertler yığma" nen mahsulü. dür, Bir cemiyeti, bir smıfı temsil et- mek şöyle dursun, bilâkis onlardan sıyrılmak istiyen bir cehdin eseridir. Mubit ile sanalkör arasındaki küs- künlük günden güne artıyor. Tekrar «deyim, bu hâl, hiç olrumzan onun 18- nereleri, içinde ben de bulunduğum birçok kimseleri fevkalâde nlâkadar ediyor. Bir İtalyan münekkidi Fran- sız #ymbolistlerinden bahsederken - littörature d'ex- bugün bir “İstisna nin arasına aldı ve Limon da mr satamazdım. Küfecilik te mi yapamazdım? diye mırıldandı. vs “Bunlar sepetçi Ali Rıza mer- huma da böyle yaptılar. Bir sene- den fazla yattı. Bu adam ne hal. | dedir? Bize bildirecek bir arzusu var mıdır? Yok mudur? diyen el madı. Ve belediyenin gönderdi otomobil olmasaydı, zavallınm ce- nazesi bil kaldırılamıyacaktı. Ka- yuklu Ali Beyin dostu terzi Salih te Darülücezenin çatısı» altında canverdi. Cenazesinde üç tulüat- çıdan başka kimse yoktu . Kavuk: | lu Ali Bey için iane toplanıp Da: | rülâcezeye sevkolunmasaydı o kaldırımlarda sürünüp kalacaktı. ses “Benim de bu. cemiyetten bir | hakkım diyen Kâmil Rızayı hasta döşeğinde konuşturan deli- kanlı beni coşturdu. Mücadeleye | iştirak etmiş, göksünde İstiklâl ma dalyası taşıyan bu kötürüm sanat- kârm bir köşede unutulmuş olma- | smda çok mustaribim. Örtülü bir | tiyatro perdesinin ardında oyna- | nan facialara kulak verelim. Nan- i körlüğün elinde canverenleri, ben liğini kaybedenleri tanıyalım, eli- mizden geleni bu sanat şehitlerin. den esirgemiyelim. Sabneye ilk çı kan Türk kızı Afife Jaleyi unut- | mıyalım. Kâmili arayalım ve “Jü-| bilesinin tahakkukunu bekliyen”, | bedbaht aktöre elimizi uzatalım. Ölülere rahmet, dirilere merha- met, Elif NACİ sanat” var. Fakat, bir dalâlete da- yandığını bildiğimiz bu cereyanın bir | tek eserini fedaya razi değiliz. Sanat ile hayat arasındaki bu küs künlük, bir cemiyetin muhtelif sınıf- ları arasında birlik tesisine çalışır ken onları bilâkis biribirinden büs- bütün uzaklaştırmış, aralarında mev cut rabıtaları da bozmuş, yeni yeni smıflar ihdas etmiş olan demokrati- anın eseridir. Bittabi buna, tehniğin terakkisi de yardım etti. Diğer sınıf- ların zararına olarak bir sınıfın mad- di kuvveti arttıkça arada düşmanlık fazlalaştı; biribirine düşman olan, biribirine karışmıyan insanlar arasın da bir “cihanı telâkki tarar” birliği olamazdı. İki muhasm ve yalnız ha- yatlarını idameyi düşüne: kuvvet arasında sanat, bazan birine, bazan ötekine eğiliyor, hiç bir zaman bir bütünlüğe (plânitude) eremiyor. Ba- zan da, “hayat” wn (2) yarım bir ay- nası olmaktan kaçıp etrafta izi olma yan, etrafın beklemediği birtakım muahalelerle meşgul oluyor. Sanat gayesini kaybetti, çünkü in- san hayatı asaletini kaybetti. Bugü bütün dünyada en çok kullanılan ke- lime za, ki “iman” kelimesi- dir; halbuki insan oğlunun en çok bahsettiği şeyler daima şiddetle ih- tiyacmı duyduğu, fakat kendisinde bulunmıyan şeylerdir. Şimdi insanlık müthiş bir imansızlık, heyecansızlık devri geçiriyor. Birçok kimseler: “Her şey ancak imanla, heyecanla yapılır; o halde etrafa iman, heye- can aşılamalıyız.” diyorlar. İmanın gayesi kendi kendindedir; böyle bir vasıta olarak aşılamak istenen İ- man, bunun için bir iman olamaz. Hem bugün her tarafta teklif edilen imanlara bakın, hiç biri insan haya- tanın fevkinde değildir. Hepsini de, gerek sadece ferdi, gerek sınıf ve- | İ edilmiştir. Fakat tayyareden İ sonra zabitaya yalnış adres vermişler, fikin bu künik (3) sözü, bugün birer maske ile, çok yerde kabul olunuyor. Iman, ebediyet fikrine dayanır; halbuki biz ebediğeti hiç düşünmü- mek değil midir?. İnsanla hayvan . rasında bir fark bi, insan da kabul etti. barrir Samuel Butler, Erewhon'unda, bizim itikatlarımızın aksine olarak, insanın doğmadan evvel ruhlar âle- minde yaşadığına, fakat öldükten sonra büsbütün mahvolduğuna ina- nan bir cemiyet tasavvur etmiştir. Biz de, o cemiyetin insanları gibi, bir takım terihi ve iktisadi âmillerin, kendinden sonra bir isim bile bırak. masma lüzum olmayan birer d. dediyoruz. O kitabı okuyalı seneye yalım bir zaman geçtiği için Butler'in Erewhon'luların sanatı hak kında ne dediğini hatırlamıyorum. Fakat öyle bir memlekette sanat pek inkişaf edemez. Zamanımızın bariz arzusudur. Bunu bir tarzı” addedebilir miyiz, ilim gi- vasfı, refah 'cihanı telâkki bilmem. ” Addedebilirsek bugünkü mimari, &- zami sıhhat, rahat şeraitini istihdaf ederek, ona uyuyor. Belki mimari- nin, bülün sanatların hilâfına ola" rak, herkesi alâkadar ederek inkişa- fı, kelimenin i i ütün icabatı ile sim, bir edebiyat tasavvuru kabil de #ildir, Çünkü bu sanatların, mimari gibi, doğrudan doğruya bir ihtiyaca tekabül ettikleri yoktur. Bir fabrika nım, bir bankanın, bir. rapılışın- da, refah esasının gi ği bazı at vardır, fakat diğer sanatlarda mi? Öbür sanatların da yaç olduğu kansati, refahtar başka şeyler de istiyen bir düşünce tarzının mahaulüdür. “Fonktiönmalist” bir edebiyat, bir musiki, bir resim tasavvur olunamaz dedim; niçin olunamasın? Hem ve- fah bakımından da böyle bir şey ta- savvüru kabildir. Çalışmış adamın © yorgunluğunu giderecek, onu eğlen- İ direcek bir edebiyat, v. &. İşte sana- ” tin fonktionu. ise gi tekrar ile il y “hayatı telâkki tarzı” mızın, yani re- fah peşinde köşmanm ne kadar çir- kin, insanı ne kadar küçülten bir sey olduğunu göstermeğe kâfidir. Nurallah ATA ji sanlış vardı. Bir tanesini kiş diyorum. “Sanat, hayatı telâkki tar- ımızın makinesidir” değil, “makesi- İ dir” olacak. (1) Kadro, şubat 1933 (2) “Hayat” derken yalnız reali- teyi değil, muhitin ideallerini de kas- dediyorum. (3) “Cynigue” kelimesini (si) ile yazmak #enama gidiyor; içi yunanca telâffazunc Ni nedilen ba şekli tercih ettim. Kızdan: mektup (Bası 1 inci sahifçde) İ nanistan'da olduklarını gayri resmi su. relte biliyoruz. Fakat bu kafi değildir. — Mel Şor, bizim kanuna yöre re- şittir, fakat Yunan kanunun« halta ta- bilyetinde kuğu İtalyan kanunana göre reşit değildir. Bu sebani le, Yuna- kkuk eder nistanda olduğu resmen te se, indesi elbette istenebilir. İşte bu se- beple biz bunların Yunanistan'da bü- lunduklarmın resmen tahakkukumu bek- liyoruz. Fakat zabita şimdiye kadar bi- 2 bayi şey süyliyemedi — Şor, Atinaya gitti mi ? — Benim bildiğime göre Mim Şor, A- tima'ya gitmiştir.” Genç kızın annesinin Atinaya gidip gitmediği de hakikaten bir mesele oldu. Adil B. Mın Şor'un gittiğini ği yi M. Şor'um ortağı M. Gesaryan'dan sorduk, M. Gesaryan da gitmediğini söyledi, Ailesi ne fikirde Diğer taraftan genç kız meydana çı- kemca âilesinin ne yapmak niyetinde ol- duğunu da tahkik ctük. Öğrendi 26 göre, M. Şor ve hilesi bu takdirde kızlarile M. Papas'ın i fakat etmekten başka çare görememek- tedirler. M. Papas'ın evli olup olmadığı- na gelince, M. Şor'un Silesi M. Papas'ın zevcesinden syrılmış bulunduğunu öğ renmişlerdir ve şimdi bu £ haberin res- men tesbiti için tahkikat © yaptırmakta dır. M. Şor'un teşebbüsleri lenin takibini rica etmiştir. Atina'da yapılan tahkikat Günden güne esrarli bir sekil alan bu aşk macerası İstanbul'da olduğu kadar Atinada da alâka uyandırmıştır. Dünkü posta ile gelen Atina gazeteleri bu me- seleye dair bir çok yazılarin ve hadise İ kahramanlarıım resimleri . ile doludur. Yunan gazetelerinin verdiği habere gö” re, sevdazedelerin geçen pazartesi günü Faler limanına geldikleri resmen tespit indikten bu adreslerde aranmış iseler de buluna- mamışlardır. Yalnız, teyyarenin Faler limanına mu a evel hü çi r li Falere gelmiş ve Papas ile Mel Şor'u alarak ortadan kaybolmuştur. Yunan zabıtası tevkif edile- mezler diyor M. Şor'un Atina © sabıtasına çektiği üzerine Atina Polis müdürü M il in bulunduk ları yeri anlamak için İzem yelenlere o- genç kızm sefaretnnesine teslimini ve kendisinin de Ata'ya gideceğini ilâve etmiştir. Fa- kat, gene Yunan gazetelerine görc, A- tina zabitası M. Şor'un bu müracaatını usulsüz bulmuş ve firarileri yalnız göz hapsi altına almağa karar vermiştir. İstanbul Müddei Umumiliğinin müracaatı lâzım Yunan zabitasının fikrine o göre, M. Şor'un Yunan zubıtasına müracaat et- meden evel, İstanbul müddei umumili. ine resmen müracaati lâzımdır. Cürüm maballi Istanbul olduğu için, İstanbul müddeiumumiliği hâdiseyi tahkik ede cek, Mal Şor'un reşit olup olmadığı ve genç kızın iğfal edilip. edilmediği hak- kında bir karar veercektir. Müddeiumu- milik ortada bir iğfal belundufuna ka- rar verirse tahkikat ovrakını diplomasi yolu ile Yunan (Hariciye nezaretine gönderecek ve ondan sonra Yunan 2a- bitasr resmen işe vaziyet edebilecektir. Yunan zabitasının tabkilatma göre, iki firari Atinaya muntazam pasaport. Iş gitmişlerdir. Mel Şor'un pasaportu Nina Argiro Kastritu uamma çıkarıl; mıştır. Numarası da 210 dur: Yunan gazetelerine göre genç kızm İstanbul'a iadesi ihtimali pek zayıftır, © Evlenmek meselesi İkinci mâni de Papasın evli bulunma sıdır. Fakat bu izdivaç Fransada olmuş- tur. Papasm karısı da bugün Fransada bulunuyor. Şayet iki firar yakalanıp, Yunan adliyesi huzuruna çıkarıldıkları Zaman evlenmek istediklerini söylerler. se o zaman Yunan adliyesi Fransada ak- tedilmiş olan nikâhın muteber olup ol- madığını tetkik edecek ve bir Fesih se- bebi görürse derhal nikâhı feshederek evlenmelerine müsande edecektir. edilememiştir. Sev, topuli'nin o közkünde | saklandıldarına dair olan şayialer tekzip edilmektedir. Zannedildiğine göre M.Papas ve Mel Şor, tayyare ile Faler'e | vardıklarında M. Helmi ile karsılaşmışlardır. (Bu telgrafta ismi geçen Helmi, ar- tist Mın Kotopulinin zeveidir ve Yunan konsolosanesine müracaatla Mel Sniryo #is namına ayrı bir pasaport çıkartan a- | damıdım.)

Bu sayıdan diğer sayfalar: