21 Temmuz 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

21 Temmuz 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Fikirler ve insanlar | Eski ve yeni kitaplar w - Essai - Edebiyatı seven bir yeni arka- 'daşla konuşuyorduk. — Eserlerini zevkle okuduğu O muharrirlerden pek hoşlanmadığımı görünce “Ya siz, dedi, kimleri beğenirsi- niz 7” Sırf hayrete düşürmek, karşım - dakini cevapsız bırakmak merakı- na kapılsaydım isimleri o pek az kimsece bilinen birkaç şairi, ro - mancıyı sayardım. Edebiyatı ken- dine meslek edinmiş herkesin ha- fızasmda böyle üç beş isim vardır. Bu az tanınmış sanatkârlar arasın. da çok değerlileri de bulunur ve onların yazılarını bütün kitaplara iyelik. as güler miyetsizlik, göstermiş ol. mazlar. Fakat doğrusu bunlar en en büyüklerden sayılmağa, Home- ros'ların, Shakespeare'lerin, Moli- öre'lerin sofrasına oturtulmağa hiç şüphesiz layık değildirler; çünkü bazan ne yaptığını bilmeden hiçten adamlarm da koluna girer oama pek büyük ışıklar da onu er geç kendilerine çekerler. Bunun içindir ki eserlerine bedii idealimizi bağ- lıyacağımız sanatkârları herkesçe, hiç olmazsa sanatle meşgul herkes çe tanmmış ölüler arasında arama- mız lâzımdır. Ötekilere ya | zorla herkesten başka türlü olmak arzu- sundan, ve yahut ki fikrin sathili- ğe meyyal olmasından gelir. Çok zarif ve dolgun mısralar söylemiş olan Mallarm&'yi sevebiliriz; fakat onu fikri hie il meselâ bir Goethe'ye, bir Rabelais'ye tercih etmekte elbette bir nevi ciddiyet- sizl'k vardır. Bu üç muharririn e - serlerinden alman zevkin başka başka şeyler olduğunu, demek ki onları mukayeseye kalkmanın doğ- ru olamıyacağını söylemeyiniz; on larm arasmdaki farkı inkâr etmi- yorum, ancak muhtelif şeylerden aldığımız zevkleri bir silsileye tabi tutmamız lüzumundan bahsetmek istiyorum. Böyle bir silsile lüzumu kabul edilmeyince nihayet iyi bir yemekten aldığımız hazzın, bir kâ- ğıt oyununda duyduğumuz zevkin, Eflatun'un bir dialogasını okurken duyduğumuz zevkle bir kıymette olduğunu iddiaya varırız. İnsan oğ lunun ebediyet dediği şey nihayet kâinatta kendi cinsinin varlığı ile tahdit edilmiş bir müddet oldu - ğundan her zevkin ( biribirinden farksız olduğunu söylemek belki esasen yanlış değildir; ancak böy- le bir gi insan oğlunun tarihinde hiç bir zaman eksik ol - mamış kendi kendini geçmek işti - yakımı rencide eder. Bu iştiyak da bir vakıadır, onu hesaba katmadan harekette bir eksiklik vardır. Za - ten o iştiyakın istihfaf edilmesi fik- rin, kültürün, medeniyetin sadece birer vehim sayılması demektir. Bu noktaya Varanlara bir diyeceğim olamaz; çünkü konuşmak birtalerm mevzuların kabulüne bağlıdır. Sa- natin, yani birtakım hislerimizi, düşüncelerimizi — böyle bir gay- rete değer sayıp da — tesbite çalış- manın gülünç, boş bir hareket ol- duğunu söyliyenlerle konuşmamız nasıl kabildir? O arkadaşa düşünerek cevap ver dim ve beğendiğim muharrirlerin başında büyük klasikleri, Yunan klasiklerini saydım. — Onları okumaktan zevk ala- mıyorum, dedi; benden çok uzak. Onlarda beni alâkadar eden mev- di. İçi titriyerek hancınm gözleri- ne baktı. — Sen gelmedin. Belki de hiç gelmiyecek dedim, Zabitlere yal- vardım. Onu kovana koydular. — Kovana mı? Kovan da ne? — Gidip görürsen anlarsın. Ko- van demek küçük insanların art gibi doldurdukları bina (demek. Ona zabitler kovan diyorlar. Asıl adı yetimler evidir. Cephelerde ö- lenlerin çocukları, muhacirliğe dü- şüp kimsesiz kalanlar oraya yer - leştirilir. —— Nasıl bulmalı? — Hukumattan aşağı git, sağa sap. Eski Ermeni mahallesi gelir. Caddeye girince karşıki | büyük, boyalı bira. — Yorganlarla mısır torbası du- ruyor mu? Hancı, Salih ustanın © yüzüne bakmıyarak ensesini kaşıdı ve ka- rışık kelime'erle cevap verdi: Milliyet'in. romanı: 28 zuları bulamıyorum. Elbette ki haklıdır; bir bakıma göre bir insanın ancak kendi za» manın sanatinden (hoşlanması kabildir. Niçin yazarız? niçin oku- ruz? Bir kere bunu tayin etmek lâ- zumdır. Bir Tomanm, romancının kendisi için tasavvur ettiği hayat olduğu söylenilmiştir. Bunun el- bette bir hakikat tarafı vadır ve bu bilhassa okuyan için cari bir ka nundur. İnsanların çoğunun sırf vakit geçirmek, gündelik hayatla rmın dağdağasından avunmak için okudukları kabul edilse bile yine bu muvakkat hayat değiştirme ihti yacına dokunulmuş olur. Kari, ken dini okuduğu romanın havası için- de görür, kendini romandaki kah- rTamanların birine benzetmese, o - mn yerine koymasa bile onun he- yat şartlarma tabi farzeder. Bir masumun, bir kahramanım, hasılı iyi saydığımız vasıflara sahip kim- selerin, bilhassa zenginlerin haya- tını tasvir eden romanların ekseri- ya daha çok rağbet kazanması el. bette bunun içindir. Bir sanat ese- rinin mekânı, bilhassa zamanı w- zaklaştıkça müteessir ettiği adam- lar da azalır. Vakıa tarihi hikâye- keri, yabancı memleketleri anlatan kitapları seven bir kari kitlesi var- dır. Fakat onlar da bu nevi eserle- rin kendi zamanları ve kendi mem leketleri müharrirleri tarafından | yazılmış olanlarını tercih ederler. Çünkü bu kitaplarda ötedenberi alışık oldukları, kendi muhitlerin- den çıkma peşinhükümlerle karşı- laşırlar. Bilhassa zaman farkınm bir e - seri bizden uzaklaştırdığını, onu sevenleri azalttığını söyledim; çün kü peşinhükümler, itikatlar me - kândan ziyade zamanın mahsulü- dür, Zamanları bir olan cemiyetler biribirlerine tamamile yabancı ka- lamaz; bunun için de az çok anla- sırlar, aralarmda muhabbet de - ğilse nefret, kin bulunur, yani bi- ribirlerine lakayt değillerdir. Ma- mafi Türk kariler üzerinde mekân farkının da büyük ( bir tesiri var. çevrilen hayali vaka tasvirlerinde | isimlerin değiştirilmesini istiyor. Tiyatro eserleri gibi roman ve hi- kâyelerin de “adapte, edilmişle- rinden hoşlanıyor. Bu, umumi zih- | niyetimizin ne kadar fakir olduğu- nu ispat eder. Yalnız (o kendimizi başka memleketlerde tasavvur et- mekten âciz olduğumuzu < değil, sadece zevahirle iktifa ettiğimizi | gösterir. İki cemiyet arasında kıy- met hükümleri ne kadar birleşse | yine biribirinden farklıdır; hikâ - | yedeki şahıslarm ismi değiştiril - | mekle bu fark ortadan kaldırılmış | olmaz. Demek ki kahramanları bi- | rer ecnebi ismi taşıyan kitaplara ler değişince hikâyeye alâka gös- terebilenler o eserlerde kendi mu- | hitlerinninkilerden başka olan kıy. met hükümlerini sezemediklerini ve — bir insanm tamamile benim- sediği şeyleri diğerlerinden çok ça- buk ayırabileceği düşünülünce — kendi mubhitlerinin kıymet hüküm- lerine, mevzularına (Oda pek sıkı merbut olmadıklarını gösterirler. Nurullah ATA | Yazan: AKA GÜNDÜZ — Şey, . hani sen artık gelmiye- ceksin diye. . Yok mu ya, hani bir gece buraya hasta askerler gelmiş. ti. Yiyecekleri yoktu. Asker dedi- ğin millet yiğitidir de... İşte sevap olsun için mısırı onlara kaynattık. ta bedavaya karmlarını doyurdü- lar. Hancınım bu dedikleri doğru i- di. Yalnız bir yeri yalandı. Sevap olsun diye bedavaya kaynattık de dikleri yalandı, Kaynattığı mısırı avuç avuç ve bir avucunu on ku- ruşa satmıştı. : Ağam için daha güvenli söy | edi: — Yorganların dördü de dolap- ta duruyor. Ali! getir de görsün, — Getirmesin. Hancı yorganları da gelip giden müşterilere gecesi on kuruşa kira- İiyordu. — Dört yorgan bana İkisini satacağım. İkisi de ala Bi. ri alta b'ri üste, Bakalrm Tanrı da- ha neler gösterecek, ü ii, Adalara su!.. Adaları güzelleştirmek için der- nekler kuruldu. Şatafatlı sözlerle Adaların birer dünya uçmağı (1) olduğu dört yana yayıldı. Adalara ne varsa getirilecekti. Çeşit çeşit yenilikler, kayık yarışları, ay ışı - ğında saz eğlentileri... Yalnız unut tukları bir nesne vardı: s6!.. Susuz Adaları güzelleştirmeğe kalkışmanın ne işe yarıyacağını bir düşünen olmadı. Adaya gezginci çekmek, yazlığa gelenleri çoğaltmak için oraya ka- yık yarışlarından önce suyu getir. mek gerekti. Adaların güzelliğini kim bükte- leyebilir? (2) Istanbulun boynun. daki bu sıra incilerin kıvraklığına alımlı (3) İığına kim söz bulup söy diyebilir? Yalnız, şa da var ki, Adalar, is- tediği kadar güzel, kıvrak ve alım. kı olsun, su işini © başarmadıktan sonra ne yapılsa boştur. Bir ada ki içinde oturanlara Ya: kacık suya yerine kireçli kuyu su. yunu içirirler. Bir ada ki, içindeki. ler bir damla sa uğrunda biribir. lerine girerler, Bir ada ki, yarım İY“ Öz dilimizle | Çocuk iki elini kalbinin üstüne ve sordu: — Babam telefon etti değil mi anne? Annesi hâlâ kin ifade eden bir sesle: — Etti, yavrum, dedi, seni sor- du. Seni görmek istiyormuş. Genç kadm, endişe içinde, bu sözlerin çocukta bıraktığı tesiri yü zünde görmek istiyordu. Çocuk sapsarı kesilmişti. Bütün kanı daha şiddetle çarpan kalbine saatlik yola göze alıp denize kadar uzanmadan su yüzü göremezsiniz. Bir ada ki, gezginci sucuların ar. dında önünde dolaşıp yatvar ya - kar olmadıkça evinize bir kova su getirtemezsiniz. Şimdi sorarım size: Böyle bir a. dada oturanların çektiği | sıkıntı sürdükleri kıvança (4) değer mi? M. SALAHADDIN (1) Uçmak — Cennet. (2) Bük- telemek — İnkâr etmek. (3) Alım. lı — Cazibeli, (4) Kıvanç — Se. inç, haz, ne: Elim bir ziya Sabık Maliye başmüfettişi gümrük umum müdürü Maliye mütehassısı ve avukat Salim Nuri Beyin kayin pede- ri Cafer İbrahim Boy perşembe günü âni olarak vefat etmiştir. Cenazesi bu ü cumartesi günü saat İl de Taksimde Sıraservilerde Firuzağa- da Alman hastahanesi karşısında be- lediye Zükür hastahanesinden kaldı- rilarak namazı Tophanede Kılıç Ali Paşa camiinde kılındıktan sonra naşi mağferet nakşi Rumeli Hisarındaki makberesine defnedilecektir. giilliyet "ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç için iL. ER Gelen evrak geri verilmez.— Müddeti halar 10 kurun sit işler işin südiriyete mi Gazetemiz ilknlarm mes'uliye- etmez, hücum etmişti. Susuyordu, bir şey söyliyemiyordu. £ Hiç bir zaman iü bu kadar fena hisetme- mişti. Acaba büyüklerin “baygın- lık geçirmek,, dedikleri şey bu mu? Fakat küçük Muâllâ bayılma « mıştı, minimini kafası yerinde du- ruyor, her şeyi anlıyordu. Gözleri görüyordu. Yalnız kalbi biraz faz- laca çarpmıştı. — Babam telefon etti. Babam beni görmek istiyor. Biliyordu ki babalar küçük kız- larını büsbütün unutamazlar, hat- tâ evden çıkıp kimbilir nerelere gitseler, hattâ üç ay kendilerinden bir tek haber dahi vermeseler bi - İs İuallâ babasımın kendisini sev- diğini pek iyi biliyordu. Bir baba nasıl olur da böyle çarçabuk Mu- allâsmı unutur? Annesinin ve ak- rabasından diğer kadınların sıksık bahsettikleri fena kadm, bir baba- ya küçük kızını unutturabilir mi? Muallâ küçük yatağıma şöyle dü- şünüyordu: — Ah, ben orada olsaydım.Ba- bama “kal baba, gitme baba, de- seydim, babam gitmezdi. Muallâ için bunun en birinci is- patı da, babasınm kendisi evde de ğilken kaçıp gitmesi idi. Bazı akşamlar ağlamaktan göz- leri kızarmış annesi ile (o başbaşa kalınca da ayni şeyi söylerdi; — Babamı bir defa görsem, s0- kakta rastlasam, “gel babacığım, gel,, desem, mutlaka gelir. İşte şimdi o zaman gelmişti. Ev. de ismi geçen fena kadma rağmen babası kendisini görmek istiyordu. Annesi dedi ki: — Enişlen seni yarın Merkezi idaresi : Gal Acenti -< bulunmayan şehiri Tel. Beyoğlu : Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir İatada Ünyon Hanında lerde acenta aranmaktadır. 4887. Mİİ» 3835 iğ Türkiye Cmk Merkez Banka | İstanbul şubesi Galata'da Bankalar caddesinde İnhisarlar Müdüriyeti Umumiyesinin bulunduğu binaya nakil 25 Temmuz 934 Çarşamba gününden itibaren orada müamelâtına devam edecektir. Nakil mün betile Bankamız gişeleri 24 Temmuz 934 Salı günü kapalı bulunacaktır. bahçesine gölürecek. Orada baban seni bekliyecek. Ertesi günü sabırsızlıkla bekli- yen Muallâ o gece uyuyamadı, sa- bahleyin bahçeden bir kucak çiçek topladı. Bu çiçeklerle bir “muci - ze,, yarlacağına inanıyordu. Erkenden eniştesini sıkıştırma - ğa başladı. Vaktinden çok evvel Taksim bahçesine gittiler. Enişte- si: — Yavaş yürüyelim, diyordu, murdar herif bu sıcakta bizi terle- tecek. Muallâ bu hakareti duydu. Fa « kat içinden: — Artık bu sondur, diyordu. Ak şama her şey düzelecek. Bahçede bekliyorlardı. Babası ne kadar da gecikiyordu. Enişte - siz — Nerede kaldı? diye söylendi. Bir saat geçti.. Olur şey değil. Bir saat daha beklediler. Enişte- si sabırsızlanmıştı: — Haydi gidelim yavrum, dedi, gelmiyeceği anlaşıldı, Belki başka bir gün... Eniştesi ş'mdi ne kadar yavaş yürüyordu. Ne kadâr mahzun gö- rünüyordu. İkisi de, çocuğun her odayı çi- çeklerle süslediği neşesiz evde mah zun mahzun döndüler, Bir telefon.. — Allo, benim, bugün geleme- dim. Bir. .. iş için geciktim. Başka bir gün inşallah.. Muallâyı benim tarafımdan öpünüz. Telefon o kadar çabuk kapandı ki. Muallâ ahizeye atılıp ta sesini işittirmeğe vakit bulamadı. Arka- sımda annesi soruyordu. iş — Ne oldu? — Ne olacak? Her halde öteki gelmesine mani olmuştur. Ben bu adamın bir daha geleceğini zan- netmiyorum.. Bir iş için gecikmi Ne iş olabilir? Sai ii Fakat Muallâ inkisara uğramış- sa bile, ümidini (o kaybelmemişti. Sekiz yaşında bir çocuğun ümidi ne kuvvetli şeydir. Dedi ki: — Anne. inşallah başka bir gün dedi babam. Ben telefondan işit- tmm. v5 Kızcağız akşam küçük yatağına girerken, kendi kendine şöyle söy- leniyordu: — Onu elinden tutacağım. Diye ceğim ki: “Gel babacığım, gel ba- bacığım...., Bu akşam Tepeba: Belediye Bahçesinde : San 21,30 da Şehir Tiyatrosu san'atkârları tarafın- "ADALAR REVUSU 14 Tabi o Yazan Ekrem Reşit Besteleyen Ce- mal Reşit. — Ağa! Bari bana sat. Seninle ahbap olduk. — Satayım. Ne verirsin? — İkisine bir kayma, — Amma yaptın, da! — Bu sırada onu bile veren bul- maz. Burası han olmasaydı Oben bile almazdım. Hadi sana başka bir şey diyeyim. Hanm gecesi yol- cu başma on kuruş değil mi? İki yorgan için sen on beş gece handa yat. Kendi yorganların da var. Al- tına bir de hasır sererim. — Olur. , Salih usta Sansaros'u görmek i- e olu Ul ğı Rİ ocağı rn oturan bi- — Pahalıya aldın, dedi. Elli ku- De” Benim — Doğru. Benim de aklıma radan geldi. Zarar elsi © Bir başkası şakalaşlı; — Bedavaya verseydi, gene za- rar eder mi idin? Bir üçüncüsü lâfa karıştı: — Ona Hancı Kaçak demişler, kaçın kurnazıdır o. Dokuz defa as kerlikten kaçmış, altı kere kaydi yenilenmiş te bu sefer de malüli - yet raporu kopardı. — Hey Ağam! İş bilenin kılıç kuşananın demişler. Bana Hancı Kaçak demişlerse sana da müteah- | hit Hafız Ağanın zağarı demişler. Adamcağızm topal beygirini Ha- fız Ağana gammazladın da,. Ben iki yorganı bu hesapla aldımsa kö- tülük mü ettim? Kovan ve Düğme Salih usta bir iki soruşta darül eytamı buldu.Daha uzaktan kulağı na bir ince uğultudur gelmiye baş ladı. Yeti in önünde demir lıklı geniş ve o ağaçlı bir bahçe vardı. Yüzlerce çocuk kar- Lı bahçede haykırıyor, — koşuyor, oynuyor, biribirine atıyor çocukluğun bütün afacanlığını gös teriyor... Kara bıyıklı bir adam paltosunun yakasını kaldırmış, el- lerini ceplerine solmuş, çocukla- rın arasmda dolaşıyordu. Binanm pencerelerinden uzanan soba boru ları dumanlar savuruyor. Her biri bir felâketin artığı olan bu çocuklar, hiç bir şeyden haber- leri yok, dünyanm en mutlu yav- ruları gibi şen, sevinçli, ateşli oy- »uyorlar, Salih usta da demirkapıyı açar ken içini çekti. Tereddütlü adımlarla karları çı tırdata çıtırdata ilerledi. Binaya girip küçük Osmanı soracaktı. Ya- kası kalkık paltolu adam karşısına | dikildi. — Kimi arıyorsun? — Küçük Osmanı, — Bugün günü değil. — Beyim, ben burada... — İşte o kadar! Pazartesi ile cuma... — Cumaeya daha dört. — Dedim ya, lâf yok! Salih Reis bu adama ne söyle - mek lâzmm geldiğini gizlice içinden söyledi.Aklına bir kurnazlık geldi. Bahçeden çıktı. o Karşı köşedeki kahveye girdi. Bir çay ısmarladı. Pencereden bahçeyi gözetlemiye başladı. Çocukların oyunu nasıl olsa bitecekti. Bu herif te çocuk. larla beraber içeriye girecekti.Kah veciye bilmez gibi sordu: — Burası mektep mi? — Yetimler mektebi. Buraya ko van da derler, — Müdürü kim bunun? — İhtiyarca bir adam, oAdma, dur bakayım, galiba (... ) Bey diyorlar. Demin burada idi. Dama oyununu pek sever. Birazdan ko- vana gitti, Kara bıyıklı, yakası kalkık a - “ dam tavuk kışkışlar gibi çocukları binaya sokuyordu. Son çocuktan sonra kendi de girdi. Salih usta beş dakika daha bekledi. Bekler- ken düşünüyordu. Sobalar tütüyor adamlar çocukları muhafaza edi- b i $ z i “4004, 4355 dl Ğ ZEZE Bugünkü progrâl ISTANBUL : 18,30 Fransızca ders, 19 Plâk &, 19,30 Türk musiki neşriyatı Safiye, hanımlar Refik ve Fikret Eğğ8Nİ İer). 21 Eşref Şefik Bey (tarafi İ konferans, 2130 Orkestra ko rışık neşriyat. i 723 Khx. VARŞOVA, 1345 m. 20,15: Pizk. (Şarkılar) — Spor 21: Polonya musikisi, 2130: Konfera £ musahabe. 22: Musahabe, 22.131014 tra konseri. 23: Aktünlite, Zİ sikisi, 24: Musahabe, 2406: Dans W si. 823 Kkx. BUKREŞ, 364 m. 13 - 15 Gündür neşriyatı, 19/05: D 635 Khx. PRAG, 470 m. Zi: Bratirlavadamı Operet parçaları, berler. 22: Salon munikini 23: ali 15: Plâk. 23,30: Caz orkestrası. 686 Khz. BELGRAT, 437 2: Pİ habe, 22,530: Radyo orkestra vehane musikisi. g 175 Kis MOSKOVA, 1714 m. vi 1730: Masahabe. 19,30: Mı manen meşriyat, — Ko: Zübü: İspanyolca. neşriyat, 1 401 Kiz. MOSKOVA, 748 m. il 1830: Akşam konseri, 22; Dans mesi 2350: Sahibinin sesi plâkleri 191 Kir. Deytechlandesnder 1571 wv. 21,10: Avrupa mileltlerinin milli y lar. 23; Haberler. — “ > Deniz haberleri. — 24,0: Gece ve dans parçaları. 980 Khz. BRESLAU 316 m. 21,15. Orkestra konseri, 223 #ika, 23,20: Haberler, 2345; Küçük k#” 850 Kh. BRESLAU 316 m. erler, 21,10: Konser, 23,20 Hafta sonu konseri, Alemdar nahiyesinde £ ç konser ; Her ön beş günde bir yet Halk Fırkası Alemdar Nabil sinin Divanyolundaki ocaklar # kezeinde yapılmakta olan topl#”.! perşembe akşamı da yapilin Toplantıda sıhhi müesseseler "ii misyon kâtibi Bayraktar oğlu Tahsin beyin riyasetindeki alff “ayas ga saz heyeti gençleri tarafın d da danslı bir konser verilmiş v€ # vakte kadar iyi bir vakit geçi” miştir, a Galatasarayda resim ; sergisi Halkevi güzel sanatlar şub her sene Galatasaray lisesinde 5 tığı bir resim sergisinin bu s2 de bugün merasimle Galatasar8İ, sesinde açılacaktır. Bu seneki gi geçen senelere nazaran daha! gin bulunmaktadır. - dl Mısırlı izciler geliyof” Mısırda genç müslümanlar © miyetine mensup bir grup izci İ! kında Mısırdan İzmire gidecek | ve oradan İstanbula geleceklerö” Mısırlı izcilerin buradan Eskişehir, Yalova, Ankarayı ret etmeleri de muhtemeldir. yorlar. Ama neden bu çocuk! sırtlarında, ayaklarda « bir şeyleri yok. Muhacırlık den buraya nasıl akıp gelmi hemen hepsi o perişan kılıkta bii küçük Osman da memleki çıktığı gibi. i — Bir altın bozdurayım da 9" | çorap, ayakkabı, çamaşır Diye düşüne düşüne mektep girdi. n a sefer de önüne kapıcı dik” iz — Ne istiyorsun ? , — Müdür (. . ) Beyi gön tiyorum. — Kimsin? necisin? Müdür yi ne yapacaksın? — Bir işim var. — Göremezsin. ; Salih ustanm talihi yâr çıkt © dür koridordan geçiyordu: — Kim bu adam? ' Diye sordu. Kapıcınm aldıği “4 .ziyetten bu efendinin E bir baş olduğunu anlıyan ta hemen atıldı: 3 Müdür beyi görmek ii? lum, — Müdür benim. Ne eri — Ben yarm Kayseri > Gidiyorum. Burada bir he min oğlu var. Adı lu Osmandır. o — Bitmedi a » * reis © “di

Bu sayıdan diğer sayfalar: