9 Eylül 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

9 Eylül 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

tomobille - Dünya Kiram nın Seyahat intibaları:15 İrlai YEZ | Avrupada *9006:Kilometro hudutlarından bir türlü içine giremediği bir şehir Tunanın kaynağında : Kara Orman nasıl yer? - Almanyanın en iyi yerleri - İhtiyar lokantacı parayı sektirmemek için neler yapar? Alman hududunu geçtikten onbeş kilometre sonra Donaueschingen (Donaveşingen) kasabasma geldi- ğimiz zaman gümrük memurunun tavsiye ettiği Adler otelini bulmak ta müşkülât çekmedik. Biz bu şehre gelinceye kâdar bânkalar” kapan- mıştı. Binaenaleyh gümrük memu- runun tavsiye ettiği gibi, banka- ler açılıp ta seyyah çeklerini boz- duruncaya kadar öğle yemeğini Adler otelinde yemek icap ediyor- du. Biz bu otelin önüne" geldiğimiz zaman, otelciyi karşımızda bulduk. İki büklüm, bizi karşıladı. Biz de otelinin ta hudutlara kadar şöhret kazanmasından kendisini tebrik et- | tik ve kartı göstererek gümrük me- murunun tavsiyesile Adler'oteline geldiğimizi anlattık. Otel müdürü ellerini uğuşturarak tekrar iki büklüm oldu. — Memnun etmeğe çalışacağız, dedi. i Bah in nazik olan tarafma gel- dik: — Fakat dedik. Bir vaziyet var- dır: Paramız yok. Otel müdürünün hal ve tavrı der- hal değişti. Yüzü kızardı. Sual sor- masına mahal bırakmadan devam ettik. — Elimizde seyyah çekleri var- dır. Bunları Donaueschingen'de bozduracağız. Fakat bankalar açr- İmcaya kadar öğle yemeği yemek isteriz. Ote'cinin bu yeni vaziyetten hiç- te memnun olmadığı anlaşılıyordu. Kim bilir kaç defa dolandırılan tecrübeli adam, acaba yeni bir çe- şit dolandırıcılık karşısmda mı idi. Bununla beraber teklifimizi redde- demedi, saatine bakarak: — Buyurun dedi, Bir masaya oturduk. Siparişimi- zi bizzat kendisi aldı. dikkat ettik. pek pahalı şeyler tavsiye etmiyor. 'Ne olur ne olmaz şarabı bir tarafa bırakarak birayı methetti. Meyva- nın da pek o kadar taze olmadığı. nı söyledi. Yemeği iştiha ile yer- ken otelcinin bizi pencerenin tül perdesi arkasından seyretmekte ol- duğunu gördük. Yemek bittiği hal- de hâlâ bankanın açılma saati gel- memişti. Bizim için de otelci için- de hoş olmayan yarım saat kadar vakit geçti. Sonra tam saat ve daki- kasında otelciyi karşımızda gör- dük. — Saat şimdi üçü çaldı dedi. İs- terseniz bankayı size göstereyim. Banka uzakta değilmiş. Ilk sey- yah çekini bozdurduk. o Evelcede izah ettiğim gibi her yolcu günde ancak elli marklık çek bozdurabi- lir. Seyahatte bulunduğumuzu ile- ri sürerek banka memurundan bir kaç günlük para istediysek te me- mur gülerek: — Müsrif olmaymız. Dedi. Paralarımızı Almanyanın Milliyet'in Edebi a 7 alacaklılarına kaptırmıştık. Şimdi ancak günde elli mark alabilecek- tik. Otelcinin hesabını gördükten . sonra şehri dolaştık. Donaneschin- gen, Almanyanın en güzel parçala- rından biri olan Shwartzwald yani kâra ormana yakiti şirini bir Alman kasabasıdır. Bu kasabanın en dik- kate şayan olan tarafı, Tuna nehri nin başlangıcı*olan ilk .kâynağın burada bulunmasıdır. Almanlar, Donauguelle denilen bu kaynağın etrafına bir âbide dikmişlerdir. Ko ca Tunanım ilk su damlası buradan çıkıyor, mini mini bir su şeridi ha- linde akıyor. Buna başka su şeritle ri de katılarak ırmak oluyor. Irmak şarka doğru ilerledikçe büyüyor, nehir oluyor. Almanyayı, Avustur- yayı, Macaristanı, Yugoslavyayı, nihayet Bulgaristan ve Roman yayı geçerek Karadenize dökü - lüyor. Kim bilir belki de şimdi Tuna kaynağından gö- zümüzün önünde çıkıp ta akan su bu âlemi dolaştıktan ve Karâdeni- ze döküldükten sonra Boğazlardan geçip İstanbula da uğrayacaktır. Gözümüzün önünde kaynayan su- ya bizim kendi suyumuz nazarile bakmağa başladık. Donaueschingen'den sonra ar - tık büsbütün Kara ormana girdik. Ben Kara ormanı simsiyah, karan- lık bir orman zannediyordum. Bü- yük bir mesafeyi kaplayan orman- lık yoktur. Bu, yer yer ormanları olan bir mmtakadır. Dümdüz bir ovaya gelirsiniz. Sonra ormana gi- Tersiniz. Ormandan o çıkar, gene ekilmiş ovaya gelir. siniz. OBir müddet iyi as- falt bir yol üstünde böyle ilerle dikten sonra iki dağ arasından ge- çen bir geçite geldik. — İki tarafı yüksek ve ağaçlı bir dağ olan ve her taraftan da selâleler akan bu yol Almanyada geçtiğimiz en gü- zel yoldur. Esasen Almanyanın sey- yah bakımından üç enteresan mın- takası © vardır: i — Kara orman. 2 — Ren nehri beyu 3 — Münich' ten cenuba doğru olan kısım. Her üç mntakanm da ayrı ayrı güzel likleri vardır. Bad Dürrheim,Villingen, Peterzell, St. Georgen, Triberg, Hausach üs tünden ilerliyerek şimale Baden- Baden'e gidiyorduk. e Bir aralık Fransız hududuna çok yanaştık. Offenburg o kasabasından sonra Kehl tarikile garbe doğru giden bir yola geldik ki Strasburg şehrinin on beş kilometre ileride olduğunu gös. teriyordu. Biz buraya sapmadık ve şimale doğru giderek öğleden son- ra Baden - Baden şehrine geldik. Beynelmilel şöhreti olan bu şehir- den daha ileri gitmek için çok va- kit vardı, Fakat dünyanın en maruf su şehirlerinden biri olan Baden- Baden'de bir gece kalmadan geç- mek istemedik, Baden - Baden'in en parlak dev- ATEŞ BÖCEKLERİ Yazan: Nezihe MUHİDDİN çıkarak kıpkırızı oldu. Bir saniye içinde başına fırlayan kan tekrar kalbine dolarak şiddetle çarptı ve heyecandan bembeyaz kesildi. A- yağa kalktığı zaman dizleri kesili- yordu. Garson seri bir meharetle hemen iki masayı biribirine raptet- © koltukları yerleştirdi. Genç ha- nımlar serbest ve alışık tavırlarla yerlerine oturdular. Mesut bir tesa- ! düfle Suzan Necatın üstarafına oturmuştu. Mütemadiyen fıkırda- yan ve hareket eden vücudu sık sık genç adamın sağ omuzuna ve kolu- na hafifçe temas ediyor ve her te- mas onu derin ve devamlı titreme- lerle sarsıyordu. Karşısına isabet €den uzun ve narin genç kız kaşları ve gözlerile her saniye || değişen mimikler yaparak hem Selimle ko- nuşuyor hem de küçük aynasına ba- karak dudaklarını boyıyor, pudra- sı tazeliyordu. Buğday tenli, yeşil gözlü kırmı- zımirak saçlı taze Cevadın iğilerek kulağına fısıldadığı sözler pek ho- şuna gitmiş olacak ki mütemadiyen beyaz dişlerini gösterip ki “Kla- ra Bov,, gibi gülüyordu. Necat, Suzan yüzünü daha ziyade pro- fil olarak görüyordu. Gözlerini ka- maştıran açık sarı saçların mebzül dalgaları arasından görünen beyaz lekesiz teni, güldükçe çukurlaşan simsiyah küçük beni genç adamın başını döndüren bir sabitiyetle göz- lerini çekiyordu. Arasıra gözleri yorlar ve mânâsız cümleler söyle- şiyorlardı. Çaylarını içerken daha teklifsizleştiler. Artık hepsinin i- simlerini öğrenmişti. Narin Neba- betlâkırdı - fasılalarında “Donna Klara,, tangosunu çalan müzikle beraber ıs.ık çalıyor ve terennüm e diyor tekrar arkadaşlarının musa- habesine karışıyordu. , Suzana arkadaşları “Suzi, hitap ediyorlardı. Genç kadınlar kelebek gibi oradan oraya konarak konuşuyorlardı. Onlar gülüşe, kay vam rim Necat bir bahar engi dinliyormuş gibi mestol, tu. Her şeylerini lenin al diye biribirine tesadüf ettikçe gülümsi- ! | | memek için affolunmaz bir kaba - | Öz dilimizle | Yazı elden kaçırıyoruz! Denize dün alıcı gözile şöyle bir baktım. Ama Salıpazarı denizine değil, Boğazın buğulu ve nemli denizine baktım. Bakar bakmaz da içimde bir damar kopmuş gi: ireğimin başı sızladı. Bu de: niz, bir ay önce bizde içine girmek isteği uyandıran denize benzemi- rdu. Eylül ayında olduğumuzu acı a- cı düşündüm. Kocamış bir kayık çı uzaktan seslendi : — Kömür isten mi efendi ? Benim karşılık vermedgimi gö- rünce çuvalları tarfakladı: — Böyle kömürü sonra arasan da bulaman . . . Kendi kendime : — Yazık... diye söylendim, ya- zt elimizden kaçırıyoruz. Çok de. gil bir ay sonra bugünleri araya- cağız. Öyleye doğru, bir başka ka- yıkçı önümüzden geçli: — Taze uskumru çıktı, verelim mi? Taze uskumru... Son yazın ilk balığı da oltaya takılmağa başla. dı demek... Kocamış bir Yahadi satıcıdan karpuz . alıyordum. Ev den birisi — Ayol... bunların içi geçmeğe başlamış... Diyecek oldu idi, Yahadi başını salladı : —E.. bundan sonra ne olacak? Kasım giriyor efendi... — Daha Kasıma çok var... — Sağ olana bir gün gibi gel. mez. Satıcı doğru söylüyordu. Kendi. mizi niçin boşuna avutalım. Yaz, kanatlarını salladı, gidiyor. Biz ise ona yeni girmiş gibiyiz. Geçen akşam vapura binerken ortalığı gereği gibi kararmıs bu. İunca, gecikmiş olmayım diye saa- time el attım. Geciken ben değil mişim. Adar (1) gecikmiş. Gün. ler kısala kısala beşte ortalık ka- rarıyor. Manavlarda üzümün bollaştığına bakıp ia daha yaz var diye sevin- miyelim. Üzüm bollaştı is& ayva i- le kuzılcık da bollaştı, Nerde ise kestare de çıkacak, Artık bitti. Güzelim yazın son günlerindeyiz. Kışın yüzü gülme- yen puslu günlerine şimdiden ken- dimizi alıştıralım. : M. SALAHADDIN (1) Adar - Mevsi ————— ri, muharebeden evveldi. Bununla berâber, hâlâ her sene bu şehre yüz bine yakın seyyah geliyor. Baden - Baden'in nüfusu ancak yirmi bin olduğu hatmlanacak olursa, her nüfus başıma beş seyyah düşüyor demektir. Baden » Baden'de otuz kadar sıcak su kaynağı vardır. Avrupa- nın en muhteşöm hamamları bura- da yapılmıştır. at koşuları, kumar onu, konser ve musiki, hülâsa seyyahları eğlendirmek için her ne-| Vi tesisat vardır. Buhrana rağmen Bu sayfiyedeki otelleri, musiki sa- lonlarını ve o kumarhaneyi hınca hımç dolu bulduk. Yataklı otobüs- ler içinde Holanda'dan İskandina- ya'dan otomobillerle, trenle Avru- panım her tarafından gelen seyyah- lardan sokaklar geçilmez bir halde idi. Herkes yiyor, içiyor, eğleniyor. Sanki dünya buhranı Baden - Ba- den şehrinin hudutlarına gelmiş o- radan içeri girmemişti, A.Ş. yordu. İçlerinde en şakrağı “Klara Bov,, gibi gülerken yeşil gözlerini tekerlek tekerlek açan o Neclâ idi. Nisbeten en neşesizleri de Suzandı. Necat bunun sebebini anlamakta gecikmedi. Genç kadın yakında kocasından ayrılmak üzere imiş. Mahkemede gıyabi davaları var - mış. Sebebi de zevcinin ü edilmez kıskançlıkları, tahakküm - leri imiş. Bu mesele bir aralık kısa- ca mevzuubahis olurken söz, he - men biraz evvel gördükleri bir mo-| da meşherinin modellerine atlayı- vermişti. Müzik Avrupai bir çifte - telliden başka bir şey olmıyan Rum baya başladığı zaman Selim mera- sime lüzum görmeden ( Nebaheti kaldırdı, Cevat ta Neclâyı elinden tutarak âdeta çeker gibi dansa gö- türdü. Sıra Necata gelmişti. Suza- na teklif (o etmesilâzımdı. Fakat Rumbayı henüz bilmediği için çok müşkül bir mevkide kalmıştı. Ne yâ- pacaktı? Buna rağmen küçük düş- hati varmış gibi kızararak Suzana iğildi. Teklif etmekte, edememek- te ölüm idi!,, Fakat Su: zan atıldı: Cemal Hikmetin âdeta başı döndü. No kadındı bu? gerçe ona güzel oldu- ğunu söylemişlerdi amâ, bu derecesini âklma getirmemişti. Köşlüne ilk defa gelen bu kadın, sanki kalbine klor- form enjeksiyonu yapmış gibi idi, Sa- Tışm mr idi, esmer mi? Uzun boylu mu, kısa mı? Evvelâ bunun farkına vara, madı. O kadar kendinden geçmişti, fa- kat yavaş yavaş kadının daha ziyade sarışmea, daha ziyade uzun boylu ol- duğunu gördü. Çehresinin hatları da © kadar muntazam di i: Fakat on- da vücudundan taşan başka bir cazibe başka bir canlılık o vardı. Buzlu bir ampule bakar gibi ruhunu (görmek mümkün oluyordu. Zaten arkadaşları da ona Şule is- mini vermişlerdi. Şimdiye © kadar hiç bir kadınm kalbini tehyiç edemediği Cemal Hikmet birden vurulmuştu. Şu- le için her şeyi yapmağa, onu başının tacı etmeğe hazırdı. Şule'daha birkaç eş'dostla köşke misafir gelmişti. Oğle yemeğini beraber yediler, öğleden son- rayı beraber geçirdiler, $ule hakika- ten bu erkekli, kadınlı misafirlerin arasında pırıl pırıl yanıyordu. Bir aralık bahçeyi dolaşmağa çık- mışlardı. Cemal Hikmet misafirlerini, | gövdesi, boyu otuz metrelik bahçenin yegâne ziyneti büyük bir çınar ağacı- nın yanıma götürdü. Herkes rüzgâra karşı kayıtsız dallarını sallayan çmara bakarlarken, yukardan çürümüş bir dal düştü. Nereye? — Şulenin eline... Genç kadının parmağı hafifçe sıyrıldı. Bir kan damlası ya çıktı, ya çıkmadı. | Fakat Cemal Hikmet o bunu görünce saprası kesilmişti. Derhal bahçevanı çağırdı ve emir verdi: — Hemen, dedi, bu çınarı yıkacak- sınız. Davetliler şaşırdılar. — Yahu, olur mu? dediler, bu ka- dar güzel ağaç yıkılır mı? Yıkılırmış. Ağacın cürmü bir güzel kadın elinde bir santimetre murabbat yeri sıyırmış olmasıydı. Hattâ Şule bi » le buna itiraz etti: — Rica ederim, Cemal Hikmet bey, dedi, ağaça yazıktır. Sonra bütün haya- Uunızca pizman olacaksınız. Bakınız, yukarda bir ağustos böceği ötüyor, © da size yalvarıyor. Hakikaten yukarda güneşe karşı kendinden geçmiş bir ağustos böceği yaza dalmış koca çınarın tepesinde ö- tüp duruyordu. Fakat Cemal Hikmet ahçevana emrini tekrar ettiz — Şimdi dört kişi bul, testere bul- dur, balta buldur, bu ağaç behemehal Davetliler içlerinden: 2 — Deli mi oldu? diye düşünüyorlar, e darbeleri vurulurken ağus- 464 böceği sustu, İkinci darbelerde dal lara ilişen kuşlar kaçıştılar. İki saat sonra (Şule o hanım daha köşkten gitmemişti) koca çınar içten gelen bir gayzü hışımla feryat eder gi- bi, kasırga gürültüsü çıkararak yıkık dı. Civar ağaçlardaki kuşlar da kaçıştı lar, Sule hanım sordu: — Cemal Hikmet bey, yazık olmadı mı? Niçin ağacı yıktınız? Köşk sahibi cevap verdi: — Çünkü sizi seviyorum. Bu şekilde ilânı aşka © her zaman NN Şule hanım ( hayatında kim bilir ne kadar erkeğin itiraflarını dinlemişti. Fekat bu derece , sını ve hayret vericisini görmemişti. Gerçi bu genç kadın güzeldi, fakat zengin değildi. Gerçi Cemal Hikmet © kadar çirkin değildi. Fakat en aşağı hesapla yetmiş, seksen bin liralık m- damdı. Ertesi kış nikâh kıyıldı. Dört ay son- ra da testerelenen, baltalanan, biçilen koca çınardan sadece kök kalmıştı. Ba- har gelince çmarın kökünden bir filiz belirdi. Ölmek istemiyordu bu çınar. Hikmet Cemal filizi hımçla kopardı. de, bir galantriden çok ziyade yayri iradi ızhar edilen ( bir minnet ve şükran ifadesi. vardr. Feci vaziyet- ten kurtulmuştu. o Şimdi geçirmiş olduğu şiddetli heyecanın bir tür- lü bulamıyan şaşkınlığı ile, söyliyecek söz bulamıyordu. Gene Suzan söze başladı: e Siz de çok dalgın ve neşesiz- siniz » dedi - Necat cevap verdi: — Neşesiz değilim. Bilâkis çok mes'udum. ., Belki biraz dalgı - nım... — Şairlik, . Çok mu yazarsmız? — Hayır... o Arasıra... Fakat şimdi yeni romanımın — plânlarile meşgulüm. — Yeni mi başlıyacaksınız? — Eh... Hemen öyle bir şey... — Mevzuunuzu sorabilir miyim? — Müsaade ederseniz bittikten sonra size okuyayım... Mevzuumun orijinal olduğunu zannediyorum. Her halde sizi enterese edecektir. Sarışın taze, gözlerini süzerek, a ciklı bir sesle başını kaldırdı: — Benim yaşadığım romanı bil seniz, başka mevzu aramağa lüzum görmezdiniz - dedi - , in ediyorum, Hattâ bu- yretteyim... Ceralle inada geçmiş o ON istemiyen bu ağaçla Hikmet Cemal arasındaki o mücadele birkaç sene devam etti. Sanki koca çı- nar katiline her sene serzenişte bulun- mak için elinden ne gelirse yapıyor- du. Ve âdeta diyordu ki — Beni ne hakla öldürdün? Ben o kadar güzeldim. Daha (hiç olmazsa yüz sene yaşayabilirdim. — Dallarımda ölen ve seni eğlendiren kuşların yuva- ları vardı. Ağustos böcekleri köşküne neşe ve hayat katarlardı. Neden, ne- den beni yok ettin? Şule hanım bir gün kocasına dedi ki: — Canım, hepsini koparıyorsun. Bı- rak büyüsünler, ne olur? Şule hanımın bu sözünde hem ser- zeniş, hem dinlenilmesi lâzımgelen bir emir odası vardı. Karısını çok seven Hikmet Cemal için yeni çmar filizle- rini rahat bırakmaktan başka çare yok tu. Çınar dediğiniz de öyle yetişken ağaç- İ mış ağaçmış ki. Çok geçmede: etrafı bir küçük ormana dön met Cemalin kalbinde yanmıştı, . Allah, Allah.. Ağaçlar da, insanlar gibi kin beslerler mi? Bir akşam Hikmet Cemal yeni yeti- gen dalların üzerinde bir yuva gözü ilişti. Bir başka gün de haşyetle bir yı- yılanın kaçıp çmarcıklarnm — arasında kaybolduğunu gördü. Artık çmara yak laşamıyordu. Sanki © tabint bir insan kalbi gibi, bu yemi yetişen ağacm el- yafını da anlaşılmayan © strrmi o koy- muştu. Çmar dalları büyüdüler. Seneler- den sonra bir temmuzun sıcak günün- de, yeni çınar dalında bir ağustos bö- ceğinin sesi duyuldu. Baltanm devirdi- ği çmarın evlâdıda şimdi ağustos böceklerine ve kuş yuvaları- na yer veriyordu. Penceren bakan Şule bu sesi duyun- ca baba çınarı ve süt dalındaki öten ağustos böceğini hatırladı. Kendisini tutamadı, bahçeye çıktı. Arkasında da gi ı yavaş yavaş yürüdüler, Irfan Raşit de- di — İşte dalın sağ tarafında, — Evet, ben de görüyorum, Ne gü- | zel! Şunu tutsak... Ağustos böceği taze üstünde, temmuz güneşinin bütün ha- raretini massederek, ötüyor, ötüyordu. Bir erkek ve bir kadm eli böceği tut- mak için dala doğru âni bir hamle için- de uzandı. Böcek © uçtu, Fakat iki el dalın üstünde kavuştular. Yalnız el ler değil, çok geçmeden dudaklar da kavuştu. | İ çımar dalının | l Cemal pencereden bu sahne- yi görmüştü. Hadekalarmdan fırlayan | gözleri hakikaten inanamıyordu. Aşıkların kaçırdığı ağustos böceği simdi daha yukariki dala çikmş, gene eski neşesi ile ötüyordu. Kendi halin- deki musikisile Hikmet Cemalin yüzü- ne karşı: — İntikamımızı aldık ya, intikamı- mızı aldık ya! diye bağırıyor gibiydi. SEM K UNYON SİGOR ISTNBUL: 18,30: Plâk neşriyatı 19,20: Ajan? 19,30: Türk muriki mayriyatı (Kama Mesut Cemil, Mazaffer beyler ve din Riza hammer.) 21,201 Ağan» ve b berleri 21,30: Orkestsa karışık pros” 225 Khr. VARŞOVA, 20: Tagannili hafif musiki. 2050: Aktünlite 21: Orkestra Haberler. 21,38: Musabahe, 223. gan musikisi, 2d, Cazhand. 175 Kiz. MOSKOVA, Bu haftanın hergününde bu tarsği yapılacaktır. $: Sabah haberle, : Uyanış. 9,15: Çor be, 6 Haberler 7/15: Sabah kı ik 2048 İLan. Sök Sabah konseri, 10,38: Saat ayari indi berler, yat progra Suat âyarı, de musahabe. 832 Khz. MOSKOVA, Amele konseri, 165 15: Çocuk © eğri : Son haberler, 22: alin) Seli Her gün sat 22 den İtibaren 804 Khz. HAMBURG, 20,50: Münihten naklen: rlaami, ve kendisinin musiklai. Khz. BELGRAT, aveb plâkler. 686 Kr. PRAG, 470 > Musababe, 213 Caz musikisi 592 musikisi, 21,08 Şarkılar vaları, 21,40 Müsahabe i Khz. VİYANA 507m6. 20,18 Suat ayarı, spor haberi 437 me 9 2030: Keman konseri. Zi Masel 231 Reşlâmler. » N 23. Haberler Düm konseri: Karışık kesiği m dye orkestrası ZELL 83 ik. 23,287 Almanen kabe iz Lannerin eserlerinden radyo Haberler, 23,20 Dans musikiri, 1 den Sym muikiai. es RE yal tarafından hitabe). 22 Spor 23,20 Haberler vessire, sikisi, Belediye Bugün saat 17 Sentezi Des? SİM Bahçe de ve? saat 22 de gayet zengin Varyete Progr 24011 5918 17 Eylül Çarşamba ae SUM (Eski Artistik) emi mevsimifi Yeni sinema ER sini LİLİ DAMİTA; HENRİ GARİ, tarafından bir sureti dede temsil ediles ÇALINAN AD gayet orijinal ve muhtef#” ile açılıyor. DİKKAT: Fiyatlardaki tenzilâttan istifade etm” yenlerin sinema gişeleri9? racaatları lâzımdır. 4 aza Ve TA şi Otomo?” i Galatada Ü) Hanmda Kâin Sigortalarınızı Galatada Yi a zi Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olan Kumpanyasma bir kere uğramadan sigorta yaptırmayı. Telefon : 4.4888. sele olacağına hiç şüphem yok. Necat bunları tamamile uyduru- yordu. Romanına henüz başlama - mıştı bile, Fakat Suzanı görünce taşan hisleri hülyalarını büsbütün .kuvvetlendirmişti. Kısaca haber aldığı vakasını bir macera haline getirmeyi tasarlamıştı. Mevzu fena değildi: Çok güzel genç bir kadın 20 inci asırda Kurunuvustat bir ko canın İşte ahlâk kaideleri- ne, içtimai telâkkilere şiddetle hü- cum edilebilecek mükemmel, femi- nist asri bir mevzu... Genç kadın daha samimi bir 80- kulganlıkla: — Bir kere benim sergüzeştimi dinlemenizi çok isterdim. - dedi - Necat sevincinden çıldıracak gi- bi oluyordu: — Beni çok mes'ut ediyorsunuz Suzan Hanımefendi. Bir edebiyat- çı için bundan harikulâde bir şey 0- lamaz. Genç ve çok güzel bir kadı- mın ağzından macerasını dinlemek kadar... Suzan şuh bir gülüşle gözlerine bakarak: — Ben de çok teselli bulacağım. İki seneden beri (o çektiklerimi bir bilseniz ne kadar müteessir olacak. smız... Beni tââ Aydına kadar be- raber sürüklemek istedi. Neler ne- ler!.. Neyse hepsini beraber anlatı. Necatm rım A. s. r © Tâ Aydına yağ gö “Tââ Fizana kadarı, tıyordu. Necat bu hemen teestÜ mimiyete hayran ala, — Ne zaman biberle y ye genç kadına muha — Sizin vaktiniz 5€ sait olursa. — Ben her zaman nd — O halde pazar #0 5 burada buluşalım. evvel buraları teni şeye oturur konuşuruZ” — Teşekkür ederin . ed por. bir Mer Bi Bum, Sizi dörtten itibs”*” bekliyeceğim. — Fakat bu seye söylemeyiniz. lerler. Necat genç kı Dansa kalkanlar defa akra ükleri zaman Neca' samimileşmiş buldular id ralık kulağına eği satımı buldu! — Allah versin Siz işi i pi kararı yi” Sonr# adımın Yİ ceğini anlıyarak ün pd cer Vip b yayrı — Bit ri ik mel itleri hag hitabesi. Tadı kaması. Z3,: Haberler, 2520: SPof a İL vim m e İN ER e a gk ped Via Ml gi e il

Bu sayıdan diğer sayfalar: