29 Eylül 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

29 Eylül 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ek ie ll “İnkuiâpiarın Öğrettikteri 5 sit beyin bir avukat oldu- emek ve asıl mesleğini, zl öğrettikleröni (1) o- kurken satırların arasından keşfet- miş olmak isterdim. Bütün kitap — sonundaki ufacık bir hikâye istisna edilirse —, birkaç kısma ayrılmış olmasına rağmen, bir nutuktan iba- rettir. Bir nutuk, daha doğrusu bir mü- dafaname i Raşit bey, inkilâ- bı, ihtilali endisi bu iki keli- meyi bir manada kullanıyor — mu- arızlarına, teamülcülere karşı de. gil, bir mahkeme azası, daha doğ- rusu bir jüri heyeti önünde müda- faa ediyor. Bunun için muhakene- mizden ziyade hislerimize bitap e- diyor demiyeceğim, fakat ilmin ku- ru diliriden de kaçınıyor, bizi bir- takım müşahedelere olduğu kadar belagati ile de celbetmek istiyor. Meselâ şu satırlara bakın: “Etrafa saçılmış olan 1923 inki- lâbının düsturları, bizzat inkilâba galebe çalmış sanılan oo müstebit hükümdarı bile kanunu esasiyi her sene devlet salnamesinin o başına bastırmağa mecbur kılmak suretile mağlüp eyliyor ve terakki yarat - makta devam ediyordu. Çünkü hiç bir zaman istipdat ve irtica kav- vetli tenkili inkilâbın zayıf ta olsa inatçı mukavemetine galebe çala - maz. İstipdadın öldürttüğü ve boğ- durttuğu o meçhül — ve meçhil oldukları nisbette samimi — inki- lâp şehitleri fedakârlıkları ile bu- günkü büyük yangınları yapacak o- lan o günkü kül altına indirilmiş a- teşleri sönmekten korumuşlar ve beslemişlerdir.,, Vasfi Raşit beyin bi kitabı bu “eda, ile yazılmıştır. Dikkat edilir- se bu yazı dilinden ve konuşma di- inden büsbütün başka bir dildir; şüphesiz konuşurken olduğu gibi kı ık, dökük, perişan cümleler yok, fakat yazı dilindeki fikrin tekrarı korkusu da yok. Sözün bir fikri en kısa surette bir düstur hâline getir- mesinden ziyade dolgunluğu ile, zenginliği ile tesis etmesine çalışı lıyor. Bu, kürsü üslübu, kürsü be - lagatidir. Inkilâpların öğrettikleri bu üslüp ile inkilâbın ne demek olduğunu, vasıflarını anlatıyor. o Vasfi Raşit beyin böyle bir tanecik nutukla bü- tün inkilâp mevzuunu tükettiği söy- lenemez; fakat çok esaslı noktala- ra dokunmuştur. İhtilâlin başlıca vasıflarından biri sarilik olduğun- da ısrar ediyor ki bu, bence de, çok doğrudur. İbtilâl, inkilâp niçin saridir? ni- çin bir memlekette kalmayıp öbür- lerine de geçer? Çünkü inkilâp sa- dece bir fikrin, bir arzunun galebe- $i, birtakım zaruretlerin kendileri» ni şa leridir. O zaryretler insan kal ğin yeni keşifle; yeni icatlar neticesi olarak doğmuş ise elbette ki bir memlekette | olduğu kadar onun komşularında ve niha- yet her tarafta başgösterecekler - dir. Yalnız-bir memlekette kalmış, etrafın tesiri ile çıkmayıp etrafa da tesir etmemiş olan hareketler an - cak birer isyan veya birer hükümet darbesidiz, cemiyetin dayandığı e- sasları değistirmekten ziyade o e - #slu.ya ismel #ümemiş olanları ce- salandırınağa Raşit, çinkilâpların Fakat Vasfi bu esaslı vasfını çok İyi görüp an- İ rini birer ikişer meydana çıkartı - | | Öz dilimizle | Dil bayramından sonra... Bir bayramımızı kutlularken, o | bayramı neden dolayı, nasil bir ül- kü (1) ye bağlanarak yaptığımızı da unutmamak gerektir. Dil Bayramımızda, seçkin (2) dileilerimizin uyandırıcı, ışıklandı- o ner (3) sözlerini hep duyduk. gün için, dilimize karşı bağlı! zı sağlamlaştırdık. Yabancı diller- den kendimizi gücümüz yettiği ka- dar koruyacağımıza budunca (4) söz verdik. Fakat bu kadarı yetmez. Dil Bay- ramı ile birlikte o günün hizi, O gü- nün sıcaklığı da geçmemelidir. Gerek ki, dilimiz için, her gün bir bayram yapmalıyız. Sözgelişi, ben Türk kökünden gelme bir söz buldum. O gün, be: nim bayramım olmalıdır. Yarın, siz buldunuz. Siz bayram yapmalısı - miz. Büyük Önder (5) in, dil değişi - minde (6) ki amac (7) 1, işin yürü- | tülmesi, öz dilin, yayılıp genişleyip, | zenginleşmesidir. Bu da ancak, be- , sizin, hepimizin, elbirliğimiz ve dil birliğimizle olacaktır. Yok- sa, dil bayramını, gelişigüzel kut- | Inlamak, kendimizi — aldatmaktan| başka bir işe yaramaz. Dil savaşında, Türk ulus (8) una darmadan çalışmak düşüyor. Üç beş yüz sözün karşılığını bulmak, bize yeter gibi görünmesin. Daha önümüzde nice güçlükler var. Gelecek yılın bayramında, da- ha arıg (9), daha pürüzsüz bir çe konuşmalı, öz dille yazarken şim dikinden daha az güçlük çekmeli- yiz. Ulu Gazi, bize yeniden © birdi! kazandırmak için o değer biçilmez günlerine kıyarak durmadan göz şığı döküyor. Türk dilinin şurada burada unutulmuş gömük (10) le- yor, önümüze seriyor. Bize her işte olduğu gibi dil işinde de, onun izinden yürümek düşer. Yaratan, bulan odur. Yaratılanı, | yaşatacak, atılan tohumu yeşerte- | cek te biziz. Bayram geçti demeyelim de, yüz | yıl sonra, toraı yapacağı büyük dil kurtuluşa Bayramlarının ye şimdiden atmağı düşüne- im! M. SALAHADDİN (1) Ulkü — Ideal, (2) Seçkin — Gü. zide, (3) — Tenvir edici. (4) Budun — Millet, (5) Önder — Şef, reis. (6) Değişim — İnkelâp. (7) A « — Hedef. (8) Ulus — Millet, (9) Ane — Saf, temiz. (10) Gömük — De- er Yirmi dört saatleik iyi geçen bir seyahatten sonra hemşireme kavu$- muştum, Bana, mazideki şen hayat- tan kiymetii bir yadigâr olan gül- teni bu sefer biraz solgun, bir par- ça hasta gibi gördüm. Ne yapsın... | Zavallı kadının hakkı var; çünkü ala yeni bir unsur, mini mini vru getirmek için tam dokuz aydır uğraşıyor. Ah analık... Ken* di varlığından bir çok şeyler feda ederek kanından, ensicesinden ve bütün hayat ocevherinden bir çok şeyler koparıp hayata yeni bir var- lık getirmek için. çabalayan ana- ların cemiyet hayatında düsturlar, nizamlar yaratan âlimler kadar belki de cnlardan büyük hizmetle- ri var, Ufacık ve şuursuz gibi do- ğup ta bazan büyük bir kafa, kıy- | ir zekâ sahibi olan insanlar- er, halâskârlar ve bütün lsr yetişiyor. Bunun ii bir çocuk doğurması biraz da yeni bir cihan yaratması demektir. Bunun için sevgili hemşirem sen nazarımda şu zayıf, ve süzgün yü zün, ve vücudunda tuhaf bir tedev- vür yapan mi, kıymetli göl iyordun. Vakit ta- mam olmuştu. Artık günleri değil, saatleri, dakikaları hesap ediyor- | | duk. Bir gece, bahçede akasya ağaçlar rının arasında gece sefası ve kah- kaha çiçeklerine karşı yemeğimizi yerken solgun gülüm yüzünü burus- turmağa başladı. Hafif hafif inledi. Onu hemen içeri aldık. Istirahate | terketik, Biraz sonra kapıda oto- mobil durdu. Ebe hanım gelmişti. Artık hazırlık başladı, Mini mini bebeğin hatıftan : — Geliyorum, sesini işitiryor gi- bi idik. Odamda bütün bir gece sabaha kadar uyuyamadım. - Kesik kesik iniltiler, tiz feryatlar içinde siyara paketini boşalttrm. Gültenim ne ka» dar ıstırap çekiyordu. Yataktan kalktım. Pencereyi a- çarak oturdum. Odada karaltılar si- linmiş, fecrin mavi renkleri parlı- yordu: Şafak söküyordu. Bü sessiz- ik, bu yalnızlık, bu gurbet ve hü; zün havasında © yalnız benim bir tek Gülümün yalvaran sesini göz“ lerimde yaşlarımla dinliyordum: Amannnn. Telefonun zili çaldı. Biraz son- ra kapıda otomobil durdu. Elinde çantasile doktor geldi. Beş dakika TİHİKAVE| kahraman- | in bir ananın | mini hamulenle çok | sonra küçük o hizmetçi kiz bana müjdeyi verdi: — Beyefendi bir oğlumuz oldu. Yeğenim, sen dünyaya gelmek i- nm mü Ema eye şii | lattığı hâlde kitabında, Mi ve büyük Bulutu 1739 inden de geniş, sümüllü olan in hareketten bilmem niçin hiç bahsetmiyor. Bun- ların biri antik âlem nizamınn yı. kılması olan hiristiyanlık inkilâbı, ikincisi de 15 inci asır Renaissance hareketidir. Bu iki hareket, bilhas- sa hiristiyanlık hareketi, bugün si- rayet ve yenilik kuvvetlerini hemen bemen tama: kaybeti iy serik oi all. li lâplarm müşterek vasıflarmı tayin etmek için elbette ki çok faydalıdır. Vasfi Raşit beyin kitabının o - kunması bugünün gençlerine çok Milliyet'in Edebi Romanı: 25 ———— a Somanı a ATEŞ BÖCEKLERİ Yazan: Nezihe MUHİDDİN şarkı söylediği yerdi. Necat iki da- kikadan fazla düşünemeyecek ka- dar büsbütün kendini ka; ve yepyeni bir tip olmuştu. Ya de yıvışık ve kirli bir tebessümle içeri daldı. Salona girince, ona da- ima iltifat eden © garson Niko, bu sefer gene mültefit fakat daha Iâ- ubali bir tarzda karşısına çıktı. — Gel bakalım paşam... Ne var, ne yok? 5 LE eee görünmedin hayrola — ds ee okşadı. Necat birden bir teklifsizliğe tutulur gibi oldu, Fakat sonra piş- kin bir tavırla o da genç garsonun omuzunu okşayarak: — Niko ge vezeliği bırak ta şimdi alakart ne. ler var onu söyle... Niko bu sefer daha Deer da- > mı... “biliyorsun ya bizim patron kodeste bire kuzum... Şimdi Celâl Eflâtun bey ne emre- derse onu yapıyoruz. O da bu iki gündür barut kesildi. Necat gayri iradi sordu: — Neden? — Neden olacak yavrum? Hep kabahat sende... — Neler söylüyorsun Niko? — Hakkım yok? Sen karıyı iyi tutmasını bilmiyorsun !.. Haydi Ce- lâl Eflâtun Bey paralr, o hatırlı a- dam... Bir “aman darjan,, olur... Anlayorsun?... — Garson parmak. larının uc: para işareti yaparak devam etti — Ama yok bizim rum. bacı siyah Cako!... Hani biliyorsun bizim Suzan hanım tutmuş onu “a- man dökör,, Necat her şeye rağmen sapsarr kesildi. Beyazlaşan dudak- ları şiddetle titreyordu. Rum gar- son genç adamın gözle- rile titreyen beyaz dudaklarına ba- kmca birdenbire pek fena korktu. tr Ve hemen hüzme üz ürmetkâr v li tavır — Şimdi gelin beyim — dedi — e angaje olmayan birloca Necat sürüklendi. Locaya girer. ken bir kaç masa ilerde Cehil Ef, j lerini sdebiyatım bir kısmı yapma Peel şeylerdendir; onu okur. en bizim büyük avukatlarımızın müdafaanamelerinin sonradan ki- tap hâlinde toplanmamasına da te- essüf etmemek kabil değildir; ede- biyatımızın bütün bir kısmı eksik kalıyor. Vakıa ie ceza avukatla. rından ziyade hukuk avukatları şöhret kazanır; hukuk işleri de be- lagate pek müsait değildir. Fakat bu belki de avukat müdafaaname- 4mızdan geliyor. Nurultah ATA (1) 1 cile, 80 kuruş, lâtunla arkadaşlarını bir grup ha- linde büyük bir masanın etrafında gördü. Buzlu kovalar önlerinde ra- kı içiyorlardı. Locava girince garson © evvelce söylediklerini unutturmak için baş« ka b girişti: — Pasanı alakart istiyorsunuz değil mi? Emret, Sizin için herşey bulurum... Elindeki pusulaya kaydetmeğe hazırlanarak yemekleri saymağa başladı: — Taze istakoz mayonezli... Ku- zu pırzolası patata beraber... Lev- rek tava beraber yeşil salata... A- ma evvelâ, o duble bira, hordur: kavyar. Gravyera... Kırmızı turp... midye tava... Daha ne emredersin pasam? Necat açlıktan kıvranan midesi. nin sesinden başka gene her şeye gözlerini ve kulaklarını tıkamıştı, — Hepsi mükemmel! — dedi — haydi çabuk ol! Evvelâ | bira hor dur getir... — Çabuk gideceksin Necat Bey! min bu kadar acele? rsonun halinde © hem korku hem bekir bir soruş vardı. Necat sordu, — Bana bir mi çu şey mi söylemek is- — Yani ya... Sana güzel yemek çin senelerdenberi evlât hasretini çeken dayıcığınm buraya gelmesi- ni mi bekliyordun? Bu dayın ki ev- İsndi. Mahrumiyetler içinde yaşa dı. Yedi sene © yuvasının temelini #ağlamlastıracak bir tek çocuk için ağladı. Yandı, çırpındı. Ve niha- yet aile hayatındaki bu tasfiye yu: vasnın bozulmasma, aşkının ve e- lemlerinin tarümâr olmasına sebep oldu. Her şeyini kaybetti. Aşağı indim. Gülten, yatağa u- deşim geçmiş olsun, güle güle büyüt, derken uzun hicranla- rin, ruhumda hasreti biriken zehi lerin acısı gözlerimden yaş halin- de boşandı Önümde mini mini kun | dağı içinde bana bakıp sanki be- nim bicranlarıma ağlayan küçük yeğenimle beraber mendilimi çıka- rıp binç > ira İvu kıra ağladım. Tat wiinin ruhundaki bu gizli "derdi bilen hasta kız kar- deşim di essir olmuştu: — Ağabey... Çocuk mu oluyor- sun? dedi. Ben, yuvası bozulan, keybeden, senelerdir sevdiğini hasta, peri- #an bir drmağla oradan oraya dola- | şan ben, bu alil ruhla, bu husul buk | mayacak emeler'e çırpınan ben de | şu önümdeki şuursuz gibi duran mini mini bir çacuktan O farklıbir şey miydim? Artık benim bir aile yuvası kurmaklığım, böyle küçük yeğenim gibi bir evlât ol. maklığım mümkün . değildi. Ben, hayata küsmüştüm. İzdivaca lânet | etmiştim. O kadın beni yaşamaktan | bıktırmış, usandırmıştı. Ben, ruhu- na rul umdan hayat, canına canun- dan can katacak bir evlât şefkatin- den mahrum kalacaktım. Hayat ve tali beni yalnız başka- lârının yavrularmı sevip okşamak- la teselli eden bir mahküm, bir za. vallı yapmıştı. Ben, bu büyük ga- yeve kat'iyyen irişemiyecektim. Bebek, mavi beşiğinde, penbe örtüleri içinde müsterih, mışıl mı- şil uyuyor. Onu, bana mahrumiyet. Jetimin acısını unutturan bu hem- $ire yavrusunu hergün doya doya Kız kardeşim, gün- im iyileşiyor ve mini mini be- benim küçük © yeğenim bana uğ ben iteselli ediyordu; fa- tat tebessümlerle, bu mavi çocuk beşiğile avunmak ta bir gün niha- yet buldu. Gültenden müsaade istedim. Ya- şamak için çalışmağa muhtaçtım. Bu misafirlik günlerce devam ede- ÇALIŞKAN ÇOCUK | 3 üncü sayısı çıktı 4 renk 16 sahife 5 kuruş 600 “ İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sizorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları balk için Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. ler, bira getireceğim. Güzel ye do- yur karnımı... Çık yatağına gir şöy. le rahat bir uyku yap. — Bundan sana ne? — Ama bilirsin? sen bugün lr Belki burada rdanarak: — Haydi sen işine! — dedi — Çabuk ol... bas! Garson derhal kapıdan dışarı | fırladı. Necat (şapkasını masaya fırlattı, ceketini çıkardı. Yüzünde korkunç fena hatlar kırışmıştı. İ- çinden; — Bu gece son gecem — diye mırıldandı — Evvelâ ye iç Necat!... Sonrasına Allah kerim, Bu esnada Niko buğulu bira ve yiyeceklerle geldi. o Meharetle ve süratle masayı tertip etti. Tekrar dışarı çikmasına meydan Okalma- dan Necat bir hamlede birayı mi- desine boşalttı. Ve hayretle bakan garsona: — Doldur! — diye emretti — Genç adam alnında berilen terle- ri kirli mendilile Kuruturken gar- son ikinci birayı getirmişti. Ayni hal tekerrür etti. Niko ikinci emre lüzum görmeden sekiz defa duble bira tasıdı. Şimdi yemek faslı baş- Sevuler 4 seve mer | TEPEBAŞI ŞEHİR TİYATROS! NA 2 Birinci Teşrin Tersnbul Belidiştsi am, Sey uğ R yalıyo | saat 20 de bs Çİ —4 ABONE ÜCRETLERİ : Tari ei ER VE CEZA 20 Tablo Yazan F. M. Dos toyevaky. Tercüme eden Reşat Nuri. verilmez. — Müddeti ği! shalar 15 kuruştur Gazete ve müdiriyete mürm mların mes'uliye, KİRALIK DAİRE Bebek'te 4 oda' elektrik, ha- va gazı su, 30 Era. Sahilde No. lu kırmızı yalıya müra- cnat, (3011) 6562 İZARIF SAĞLAM VE UCUZ e bezeran Her sandal Telefont 22334 mezdi. Bir akşam üzeri bavulumu alıp onları terkettim. Trene binip şehrin panoraması rısyatlarında Severlerinfilmi: olan ku şaheseri mutlaka görünüzlü Kadın Asla Unutmaz gözlerimden ayni yeis, o daimi a- cım fırtması içinde kaldım. Hâlâ yaşıyordum. Çocuğum ol- madı. Artık buna da lüzum görmü- yordum; çünkü bu mahrumiyet Yü- zünden hayatı, benliği tarümâr 0- lan ben, hayat yollarında emelsiz, gayesiz, mini mini bir gora gibi müşfik günlerce devam ede. | cmekliyordum! CON müsait yeraiti havidir lamıştı. Bir cemile olarak pirzola ile beraber bir şişe siyah şarap ge- tirdi. Necat buna son derece mem- nun olmuştu: — Yaşa be Niko — diye bir kah- kaha attı — Garson dediğin senin gibi lep demeden leblebiyi böyle anlar işte... Cebimde ne varsa hep- si sana balışış! feda olsun ! Niko da coşmuştu: — Bre sen de yaşayasın pasam! Oldu olacak... Bir duziko da ister- in?... Beraber iyi kaçar... Haydi ondan da getir... O da bulunsun ! — Ha şöylel... Gül söyle... ba dünya içmekten, şarkı söyleyip | keyfetmekten başka neye yarar kuzum pasam?... — Övle Niko yavrum... Bu akşam sen bana efendilik yaptın Niko... Ver elini bakayım... — Zavallı Necat Bey!... Sen bu akşam efkârlısm... Ben ağnarım bu işten... Ama koyma içine dert ku- Necat locasmda adamakıllı sar « hoş olmuştu. Dışarıda Hicazdan ge- Zinen yanık bir kemençe, kafaları: nı tütsiyenleri coşturmuştu. Ah, of, yaşa sesleri hanendelerin başladığı karışıyordu. Bir müddet saz ve ses kesilmiş, tabak çatal ve kadeh şıkırtıları bas- sevmiş olanlar İl (8023) li Bugünkü program ISTANBUL, 1830, Pik” meariyatı. 19: Pranüzea det 'ürk musjki neşriyatı. (Fahire, Safiy$ bannn, Refik, Fikret ret Şefik kap rafından konferan. 2180: Stüdyo cas iü ve tango orkestraaı 823 Khz. BUKREŞ, 364 m. 13 » 15 Gündüz veşriyatı, men musikisi, 19; Masahaba, 19, ca orkesrami, 0: Radyo ünive Plük, 20,45: Konferans. 21: Tagas ki ZA 20; Balet munklağı 22: Muzaha Dani ikisi, 23: Haberler, 323 Kb. VARŞOVA, 1348 m 18: oSliat konseri, 16501 Musahabe. 19: Me” sahabe, 18,18: iPyano ile sonatlar, 1948: Re imi, 20,20: Masahahet f Populer Ro” üç krlem a9 mtanzzinin operası, 24,20: Musa” : Dansa devam. BERLİN, 357 m Aleve jbarsommer isimli Haberleri 21,05: Sanr maş ik neşriyat © 23! Spor vesnir havalar 23,45: Dans musikisi sörelerğaden konser. 2048 voç balk musikda 23; Yen ROMA, NAPOLİ, 21: Münahabe Zi ARİ Plâk. 2146: Temsil Müteakiben dans mus 545 Klız. BUDAPEŞTE, 550 m. 18: Hafif musiki. 19: Masahal 23,1 BRESLAU, 316 m. ik. 21: “Alba ermarladık, at. Zi: Manahabe, 23,201 İZL m. 10,30: Güzel hikâyeler. weli dans havaları, 238 HALİ Dar 502 Kk. VİYANA, 507 m. 19: Dollfusa' Radyo temsil hatırlayış. 21: Haberler; 21,105 2330: Haberler. 23,50; Dans ik. musikisi, 1: 740 Khx. MÜNİH 405 m. 10410 Gen kare sensiz, 1940, Allie hi aları, 19,50 riyat, 23 Hakerlar, 2120 Fragm aran; EiA5 Maci son bahar neşriyat Ş Kh, se sanlm BURG 1204 m. ranare mkyamı sikisi, 21 Haberler, mizahi meşriyat, 220 Or kestra konseri, 23 Solist konseri, 23,20 Dani plâkları. Galatasaraylılar toplanamadılar Galatasaraylılar cemiyeti dün senelik toplantısını yapacaktı. Fa- kat ekseriyet o olmadığından top" lantı bir ay sonraya tehir edilmiş" tir. DOKTOR - Rusçuklu Hakkı .Galatasarayda Kanzlık eczahanesi karşısında Sahue sokağında 3 muma Yalı apartmanda 1 numara, Elektrik mühendisi Refik Beyin ss Ameli elektrik, Makina, telsiz, Oto, mufassal sinai elekt- “ik ve Hararet kitapları depo- su: Postane arkasmda (Basiret Hanı Odabaşısı 7 i 3010) rm) Biraz sonra sesler kesilir gibi oldu. Ve dumanlı salonda el şakırtılarma refakat eden ve tikçe yükselen bir tempo Müşterilerin de iştirakile hep bire ğızdan: — Hey Rumba, ,. Hey Rumba Hey Rumba... Heyy Rumba... Ahengi barlaşan lokantayı gün güm öttürmekte devam ediyordü Necat şöyle bir davranıp kapi “ dan baktı: Meşhur rumbacı Zenci, Cako orta yerde. babalanmış gibi tir tir tepiniyordu... Necatm sinirle” ri yaylanmıştı. Vahşi bir zevk di yuyordu. Atılmak, o boğazlaşmakı kan akıtmak istiyordu... Rumba bitmişti... Fakat halk b” rakmıyordu. a Bravooo! Bravo Cako... Bii*” is. « Cako daha büyük bir sayet vi arzu ile ortaya çıktı. Bu sefer “M* d. niti,, rumbası başlamıştı. Herkes akrep Birden ortaya yane lak bir kadın uçar gibi eldi. Alk'* daha şiddetlendi. Cako'ya zl liğe gelen kadın Suzan'dı! Zen Cako öyle coştu öyle coştu ki Me” danda“çapkın Lupe ze dini yapmakta büyük bir mehar* göstererek kıvısm kıvrım kıvran” — Bitmedi — sia a

Bu sayıdan diğer sayfalar: