6 Ekim 1932 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14

6 Ekim 1932 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

302 mm a m la SERVETİFÜNUN No, 1886—201 fe m Yazan : İS Şemseltin Cem — Teirika 13 — Yalnız bir bahar! İri ve toparlak ayın ışığından bağçeyi çeviren çitin golgesine kadar yuvarlandık. XIV Ertesi sabab ilk işim Sirete uzun bir mektup yazmak ve cevaplı bir telgraf çekmek oldu. Bütün hasretimi, damarlarımda, bir zehir gibi dolaşan ayrı- hk ve gurbet acısının bütün izlerini mektubumda göstermeye çalıştım. Kendimi icap eden âmirlere tanıtmak, yerimi ve vazifemi öğrenmek pek basit ve çabuk oldu. Yeni hayata atıldıgım için onun henüz iyi ve ya fena taraflarını düşünemeyordum. Fakat vazifemin mğhiyetini yakından anlamaya çalıştıkca daha mek- tep sralarında iken kafamıza doldurdukları «hayata atıl da görürsün P» cümlelerinin hakikate pek tevafuk etmediğini, çalışmanın tatsız ve azaple olmaktan xiyade çok hoş, insanı hayata ve hayatın iyi ve gü- zel taraflarına bağlayan bir meşgale olacağını ümit ediyordum. Hakikaten bu şirin güzel kasabacığın mahdut ve insanı ne maddeten, ne de mânen harap edemeye- cek olan her halde basit ve yapılması kolay bir işi olduğu muhakkaktı. O halde bu işten sakınmak, onu mânasız ve yorucu telekki etmek doğru olmayacaktı. Bilhassa, kendi hayatıma bu noktayınazarı tatbik ettikçe hiç müteessir olmayor, bilâkis biiyük bir in- şırah duyuyordum. Siret gelip de yuvamıza yerleş- tiğimiz zaman her sabah memuriyetime ne büyük bir haz ile gidecektim, Vazife ve işimin derin bir sadâkat ve itina ile bitirilmesine çalışacaktım. Ve akşamları hefif bir yorgunlukla eve döndü- güm zaman Siretin muhabbet dolu saf ve temiz bakışlarının içinde bütün yorgunluğumu giderecek önün güzel yumuşak ellerini alnıma götürerek: — Bak Siret bugün yine yoruldum, diyecektim. Cuma günleri onunla daha sabahtan evimizden çıkarız, kasabanın bir az ilersindeki su başyna gide- rek uzun kavak ağaçlarının altında akşama kadar uzanır, kulaklarımızın dibinde akan suyun şırıltısına nefeslerimizi uydurarak; tabiatın müstesna güzelliğini doya doya seyrederiz diyordum. Daha ne hayaller kurmak kabildi, Tabiatın hiç bir güzelliği esirgemeden bol, bol ihsan ettiği bu cennet parçasında iki sevişen kalbin ne mes'ut hatı- ralarla seneler geçirebileceğini düşünüyordum. Şehirlerin gürültülü ve pis havası yerine bu sö kin, âsude hayati, bu temiz havayı, berrak güneşi bu gölgeli serin yolları tercih etmemek imkânı var mıydı ? Arkadaşlarımda çek iyi kalpli sâf insanlardı. Ço- ğu kasabanın yerlisi ve pek az kışmı başka memle- ketlerden gelmiş insanlardan ibaretti. Bu temiz adamlarla anlaşmak, onlardan yalnız vazife dolayısile vaki olacak temaslarımda âzami gu- huleğ ve iyi muamele görmek pek kolaydı. Artık anlayordumki hayatımın en güzel en rahat senelerini burada geçireceğim. Bunu düşündükce, Siretin bir an evvel gelmesini ne kadar isteyordum. Ona bütün bunları en ince teferruatına kadar yazdım. Ona çabuk gel Siret diyordum, Seni cennet gibi bir yer ve ben bekliyorum. Akşam kasabanın bir az dışanısına kadar çıktım, yavaş, yavaş bayırlara tırmandım, en yüksek bir tepenin üzerinde bir kayanın kenarına oturdum, Güneş yavaş yavaş karşıdaki sırtın arkasına sak- lanmaya çalışıyor, küçük tepeciklerin büyük gölge- leri, bütün kasabayı kaplıyordu. Beni buraya getiren yol, kasabanın bir kenarın- dan başlayarak tâ ufka kadar gittikce inceliyor, hoş kıvrımlar yaparak gözden kayboluyordu. Parça parça muntazam murabbalarla bütün kö- yün etrafını çeviren tarlalarda uzun başaklar, yeşil kadifeden bir örtü gibi hareketsiz duruyor, yalnız kasaba bu örtünün ortasında muhtelif renkli kumaş- lardan yapılmış bir yama gibi görünüyordu. Arık baharın sonu yaklaşmıştı, Güneş batmak üzere olduğu halde oldukça müz'iç bir sıcak, gece- nin serinliğine bir türlü yerini bırakamıyor gibi idi. Koyun sürülerinin çan sesleri ile birlikte yavaş ve sessiz Adımlarla evin yolunu tuttum. Patikalar- dan, keçi yollarından, çakıl taşlı araba yollarından, önlerinde atları çekilmiş boş arabalar duran alçak damlı köy evlerinin gölgesinden ilerleyerek eve geldim. Nigâr beni aynı muhteris bakışlar, aynı Jâubali tavurla karşıladı. Halasının yanında boynuma sari- lıyor, yanaklarımdan öpüyor. — Nerde kaldın Fikretdiğim 9. gözlerimi yollarda bıraktın, kaç saattir seni bekliyorum diyordu. Cevap vermeyi bile zait görüyordum. Bu kadın, bu hareketlerine mâna veremediğim, bu düşüncele- rini öğrenemediğim, bakışlarımdaki nefret ve istikrsh skislerini bile keştedemeyen bu basit rnhlu kadın benden ne istiyordu?

Bu sayıdan diğer sayfalar: