12 Ocak 1933 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 18

12 Ocak 1933 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 18
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No, 1900—215 den bir veya > herif adamların 32 zam Mİ me yor, dönmiye başlıyor. Oyun- İhmin hoşuna gidere madam derhal derdini , İka ve her birine şu yolda 8öz a - Derdim pek büyüktür! Kocam iyi adamdır. Her istediğimi alır vetir. Fakat gülmeye, istedikle- im rimle konuşmaya, hatta istediğim gibi düşünmeye ve pe hulâsa arzu eylediğim gibi yaşamaya hakkım yoktur! Kocam bana servet verir, fakat saadet değil! Ben altın kafeste kapalı kuşa benzerim! K beraber damseylediği adama macerasını kâmilen hikâyeye muvaffak olamazsa «ifokstrot» bi- tince el çırpar, <bizle bağırır, raksa tekrar başlanır ve mutlak hikâyesini bitirir. Danseden adamlar bu hikâyeyi birbirlerine anlattıkları için mesele yayılmış ve kadına «kafeste kuş!» lâkabı verilmiş idi. Bu lâkabı kısa boylu şişman sdamın karsı bul- muştu. Vapur komseri bu jandarma karıyı dansa çağırmak cesaretini gösterdiği için onunla konuşarak lâkabı öğrenmişti. Jandarma karı herkese bir kusur bulmuş ve isim takmışta. Hiç kimse ile dansa kalk- mayıp akşamları erkence kamarasına çekilen yalnız kadın için: <öylesinden korkmalı!» demiş... Yeni ev- lilere «hamhalat'» İspanyol kadına «badibadi na- mını vermiş idi. Jandarma kadın en ziyade Matmazel Nikolay'a kızıyormuş; Matmazel Nikolay şöyle yük- 2 sekten bakıp gülerken şişman herifin karısı şu müta- leayı beyan ederdi: — Tam zamane kızı! Göğsünde meme yok, tahta gibi! İçinde yürek yok taş gibi! Matmazel Nikolay'ın anasi ile üvey babası bile bir kaç defa işittiler, işitmemezliğe geldiler. NI Çinli dostlarım Vapur yolculuğunda ahbaplık tesisi zor şey değil- dir, (ayni masada yemek, yahut etrafı seyrederken dürbünü eğreti vermek iki yolcu arasında ahbaplığa kâfidir. Onun için seyabatimizin üçüncü günü herkes birbirini tanımıştı; hele gözaşinalığı tarıam idi. Sade ber yolcu diğerinin ismiui hakkile öğrenememiş idi: ii onun için dediğim gibi bir takım lâkaplar peyda olmuş id. Daima bir köşeye oturup kitap okuyan madamın ismi, «yalnız kâdın« idi; sonra <tiyatto direktörü», «kafeste kuş» «ihtiyar Amerikalı> «vali- | nin karın» «sarışın zabit» «çirkin kadın» «gümrükçü madam»... İşte size bir sıra lâkap... Dahası da olacak i amma hele bir kaç gün daba yöl al&lım.. Bu yarım oMeçhuliyet âlemi beni çok alâkadar eyliyor. Yolculardan bâzılan benim ziyade merakımı tah- mİ A Bu meyanda mahut Şânghay borsacısı » “Borsacı daima üç kişi ile geziyor. Birisi uzun boylu ve uzun bıyıkları düşük (Çinliye benzer trliiti; ikincisi fevkelâde süslü giyititiiriw meraklı Pekin bam keri, üçüncüsü de Mösyö Garonun öwiiki olduğunu öğrendiğimiz kırmızı yanaklı ve «üllak derili bir adam, Sabahleyin dördü birden duvarda asılı haritanın önünde idiler. Harita üstünde vapurumuzun mevkii iğneye takılı bir ufak bayrakla gösteriliyordu, Şnn3- haylı kendi şerikine diyordu: — Öğle taamından evvel Port-Said'e varırız. — Hayır yemekten sonra! — Bir İngiliz lirasına bahseder misin? — Kabul! Bahis tutulduktan sonra gene kolkola gezmeğe başladılar, Ben bu adamları tanımıyorum, hallerinden haberim yok; faknt baktıkça ve tetkik ettikçe birşey anlayorum; Mösyö Gato denilen adam şerikini hiç sevmiyor, şeriki ondan hoşlanmıyor. Bana bu hissi veren Garonun şerikindeki çehredir; bana öyle rw- liyor ki bu şerik çehresinde olan adam doğru ve namuskâr olamaz! Uyur gibi iri gözleri var; güre büyük ve üzeri tüylü kulakları var, vücudunun derisi seri, esmer; hem okadar sert ve esmer ki âdets kö- sele! Bunların bir dördüncü arkadaşları var; ona avukat işmi verildi. Avuksı beni hiç meşgul etmiyor, onu nmurlamıyorum bile. Yolcular arasında bir takımları varki ehemmiyetaiz ve kıymetsiz oldukları için benimle beraber seyahat etmiyorlar sanırsınız. Onlar hakkında hükmü verdim, beni alâkadar edecek mahlüklar değildir; onun için onlara bakmıyorum ve mevcudiyetlerini unutuyorum. Vakıa bu güruh dahi söyleniyor, dolaşıyor, kendini göstermek istiyor amma bana göre nalile.. Son iskeleye tarıncaya kadar benim yanımda bir güverte sandalyaşından fazla mevki tutmayacaklar. Daha ilk vapura bindiğimiz akşam bana yolcular hakkında dedikodu yapan geveze memurdan baha ne faide çıkar? Bildiklerinin hepsini söyledi bitirdi... Öğreneceğim kalmadı, haydi denize! Somatralı mü- hendiş; az söz söylediği için belki bir âlimdir demiş- tim; fskat bir defasında bana müstemlekelerde bir vasıta vardır, o da halka karşı kırbaçlır demişti... Böyle ahmaktan ne beklersin! Onu da denire attım! Piyanodan ayrılmayan hizmetçi bozuntusu madam da hiç! Onu da denize! Ben böylece mevcutlardan bir kaçını denize fırlata fırlata epey hamuleyi hafik- lettim ve onlar benim bu fikri katillerimden haber- dar değil! Küpeşteye dayanmış seyrediyorum. Kâdınlarır arkalarında kürk, erkekler paltolu, dörder İmüwr gu- rup halinde dolaşıyorlar, konuşuyorlar. Bunların içinde beğendiklerim var. Daima gözlerim o kiü saçlı çoşkun kızı çarpıyor. Nasıl çarpmasın! Kız tit baksınlar diye elinden geleni yapıyor. Kâh denize bakarak sigara içiyor. Biraz sonra &alona giriyor, kalıu kenarlı iri yuvarlak eafalı gözlüğü takıp mec- mua okuyor. Beu eminim ki bu kız tütün #wmez, gözlük tekacak kadar hasta gözlü değildir. Bir akşam durmadan danâetti, Hep kahkaha suvurdu. Ertesi gun bir gün evvel durmadan dansettiği zabitlere büytüt — Devamı var —

Bu sayıdan diğer sayfalar: