16 Mart 1939 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 6

16 Mart 1939 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

260 SERVETİFÜNUN No. 2921 —536 Denizcinin Gurbeti Yazan: Halikarnas Balıkçısı Hem Akdenizli, bem de deniz ci idi. Beş senedenberi kadeı onu iç Anadoluda Çoruma bağlamıştı. Deniz gözünde iütüyordu. Onu ys- şındanberi tam yirmi sene denizle ri gezmişti. Hiç kendini gurbette saymamıştı. Fakat burada sanki bâli bir adaya sürgün edilmiş gibi idi. İçinden “ah şu denizi bir daha görsem! artık ölsem de gam ye- mem,, diyordu. Bir gün ona kahvede raştgel- dim. Üç köylüyü karşısına almış boyuna denizden bahsediyordu. Sanki bir âşıkdı da sevgilisinin güzelliklerini sayıp dökmekle mes- ud oluyordu. Onlara kayığın yel- kenin ne olduğunu anlatıyordu. Denizde karşıladığı ilk fırtınayı anlatdı. Kıp kızıl yanan wsez gölleri geçenler, sarp dağlara tırmananlar deniz ve fırtına gibi yaradılışın kör kuvvetlerile insafsız ve &öz anlamaz devlerile çarpışanlar mut- laka bu sergüzeştlerini anlatırlar. Kutup ve hattı üstüva ormanları nin kâşifleri, bin bir yoksulluklarla açlık, hâttâ& ölümle karşılaşmış ol- malarına rağmen tekrar tekrar 0- ralara dönerler. Çünkü onlar ken- di boylarının yüksekliğini ancak © müşkülâtla çarpışırken duymuş- dardır, Böylece, gemiciler de mut- Jaka, denizde geçirdikleri fırtına. jardan bahsederler. Anlatırken bel- ki tahtelşuür bir özleyişle dinliyen insang, «sen de benim gibi insan- sın», «ve sen de işte bu kadar yük seksin» demesini isterler. Zavallı denizcinin ilk önce söz- leri, durgun denizde tek tük rast gelinen sağnaklar gibi idi, Fakat gitgide gözleri yıldırmağa başla- dı. Heyecandan yerinde oturamadı, ayağa kalkdı. O anlatdıkça onu bile gözden kaybettim. Sanki de- niz, “İlm, rüzgür yavağ yavaş kahvenin içine giriyordu. Adam “ o halile o kadar ilsan, 0 Kadar hiz, e © kudar bepiniz idiki... «Dokuz yaşındasdım, gör lümde mesafelerin, uzak'ıklırın oÖzleyisi «arö Siz burada bimeze'niz. Rüz- gâr süzüldükçe direklerin, wrenle- rin vabşi şarkısı vardır, kulabalık insanların hep bir ağızdân söyle- dikleri derin bir şarkı sanırsınız. Kalın bir davudiden tutunuz da bir çığlık tizine sivrilen bir kadın sesine kadar, ne varsa hep orada- dır. Gemi provasının muntazam İa- sılalarla yardığını dalgaların fışıltı- sı da, türkünün aranağınesi olur, İşte ben bu musikiyi dinlemek is- tiyorum, Sekgenlik amcam Davud kaptanın elli touluk hir kayığı var- dı. İlk sefer, onun kuyığında, uzak deniz yolenluğuna çıktın. Siz bil- mezsiniz, deriz ne güzeldir. Siz bir yelkenli görmediniz. Bezden yelkenler vardır. Rüzgâr ileri fırlayınca yelkenlerin içine atılır. Yelken yükseklere kabarır, kayığın üzerinde uçan bir beyaz bulut olur. Sanki sağnağa gem vu- rTulmuştur. Rurada arabaya beygir koşulduğu gibi kayığımıza kasırga yı koşarız. İşte o gün yelkenleri açtık. De- nizi de göğü de piruze gibiydi. Dünya sanki boşlukta uçan bir mü- cevherdi. Uzaktan bakılınca yel- kenli miydik, yoksa dalganın köpü- gü miydik belli değildi. Provamız dalgalara gerdan verdikçe, tâ kü- peşte seviyesine kabaran geniş bir köpük sahası yayılıyordu. Böyle havada Fethiyeden çıktık. Palamut bükünde ambarın yarısını palamut yükledik. Bodrumda da öteki yarısını kireç yükledik. Kireci palamuttan bölmelerle ayırdık. Sonra Kalimnos adasını kıyıladık. Skarpatos'u arkada bırakarak, açık Bgeye enginledik. Biz uçtukça önümüzdeki ufukta Girit adası yükseliyordu. Gemi çok eski idi. Onu hiç unut- mıyacağım. Çocukluğumun ilk ge- misi idi, onu hâlâ hayalimde, ma- vi göklerde uçuyor ogörürüm,. Muhayyel bir geçmişten muhayyel bir istikbale salınıyordu, Bu bal- de bir uçma ve sevinme duyguğu vardı. Denizin ne güzel olduğunu bilmezsiniz. Görmediniz ki... Fakat dedik a, Zavallıcık çok eski idi. Teknenin her tahtası yorgunluktan inleyordu. Birdenbire su yapmağa başladı. Sanki tekne değil sepetti. Canındon mi bıkmıştı. Yoksa yor- gun düşmüşte bütün ek yerlerin- den mi esneyordu, Ne kadar tuz- lu su yutabilirse yutuyordu. Gireç- ler tutuştu. Biz dört tayfa avuçla- rımıza tiküre tüküre tulumbaların saplarına yapıştık. Habire pompa ladık. Sabah akşam, gece deme- dik, çektik. Denize süt gibi beyaz ve kaynar sular döküyorduk. Fa kat gene baş edamedik. Patlayan kireçler gemiyi parçalayacaktı. Bu sefer kürekleri ele aldık. Kireçleri denize attık, İki gecede bu iş için göz yummadık. Neyse deliği bul- duk. Onu tıkadık. Oh, artık rahat ederiz dedik. Fakat ne gezer? Bu sefer pa- lamutlar tutuştu, Kirecin beyaz dumanına ve kokusuna benzemi- yen başka bir duman ve koku peydalandı. Hepimiz fino köpekle- ri gibi burun kesildik. Geminin koklanmadık yerini bırakmadık. Palamutları söndürmek için onle- ri ıslatmalı idik. Bü sefer denizi gerisin geriye ambara tulumbala- meağa koyulduk. Kireci atarken hepimiz bembeyaz olmuştuk. An- bardan çıkan dumanla bu sefer kap- kara cehennem zeobanilerine dön- dük. Ben seyahate mi çıkmıştım yoksa tulumbalamağı mı? Fakat siz bilmezsiniz. Deniz tembelliği sevmez, inanınız deniz çok güzel bir şeydir. Girid daha arkamızdaki ufukta seçiliyordu. Önümüzdeki gök bir- denbire Arab suratı gibi zından kesildi. Bütün ufuk boylu boyunca

Bu sayıdan diğer sayfalar: