20 Temmuz 1939 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 11

20 Temmuz 1939 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İikarnas ön Akıntı ile salınan rehk katlarının dal ve yap- sğaçlar arasm- pe Kaşlar giöi renk renk kapırardn. Öyle berrak ve yeğiidi ki, insan kendisi- doğrn derinliyen, ters bir göğün kenarında 88 İnşan bif uçurum kena- bir tirpetti duyu- ğ Ğ geni derinlik in- &# emiyor, bir öpüş "kin gönlünü g#oruyordu. . A acı acı boyun eğmiğşti. SERVETİFÜNUN No, 2939 —554 b 7 i 1 a Balıkçısı Öyle ki, Fatma huucundan ba- ns bağlı olarak, gayri ihibtiyari değize iğiliyordu. Bn iğiliş detin- Hklerin çeğırışına gönlünün verdi- gi cevaptı. Sonra garipsi bir iç çekişile irkiliyordu. Gönlü güçlük- le gövdesine dönüyor. Kabuğüna tırmanıp darlığın içine kıvrılışor; ve berraklıktan aldığı berraklığta gejmiş hayatınığ #akikt mahiyeti- yi seçebiliyordu. İokacı tak! tak! ihdikçe, geçmiş hayatının gafha- lar hakkındaki düşünçelerini nok- tahyordu. Günün birinde yer yüzüne doğ: maşta. Çocukluğunda onda, olacak biş şeyi bekliyen bir bal vardı. yığının günü müjdelediği gi- bi, üzmidi de ona çok güzel ve gok: ekömmiyetli bir hayat yaşayacağı ipdneını veriyordu. Fakat geçim zoğluğunun ensesine binen ağirli- giy otuyan Ohadyvanlarda olduğu gi ümitlerle ayıklara, ve doğa- yeni yeni günlere bakan ba- kışlarını kuru ekmeğe saplamıştı. Uraduğunu bulamayınca bulduğu- Felce uğrayanlar gibi ötesi berisi bur- kufmuştu. Çocukken babasından, Anasından, büyükkende kocasından dayak yemişti. Hiç şarkı işitme- mişti. Kulağı yalnız öfke kükre- yiğleri, küfür, ve kocası uyurken horultusunu dinlemişti. Gözleri yal- nız gübre klimesini görmüştü. Son- ra çoçuklar doğurmuştu. Onları enjziriyordu. Diş çıkarma sanci- latı, ağlayışları, hastalıkları onu kara saçlarından kavrayıp yedek- te çekilen bri mahlük gibi sürük- lüyoriardı. O da başka çocukların zararına olarak kendi çocuklarınıu çikârı uğruna yalan söylüyordu. Analığı gönlünü bir zından gibi dapadar örüyor, ve gönlünün baş- ka insanlara akışına sed çekiyordu. Tarlanın ortasına dikilen bir agaç gibi, doğar doğmaz tarihi kadime- saplanmıştı.” Hayatı dört bin sene evvelki bir yaşayışın mezarına gö- mülmüştü. Kara Fatmanın tokacı yine dur- du, Gevşiyen avucundan denize düştü. Darlık içine &ikıfıkı tıkılan hayatı sanki birdenbire glâkını kır- mıştı. Boşanıp açıklara akmağa koyulmuştu. Gene önüne baktı, bakışı uzadı. O âne kadar söyliye gelmiş olduğu yalanlaman, çi- karı için çevirmiş olduğu dolapler- dan işittiği oküfürlerden, yediği dayaklardan bıkmıştı. Ogün gör- meğe başlıyan bakışı denizde uza dıkça, sanki evvelki görüşlerin pis- liğinden ve pasından yıkanıyordn, gönlü sânki &cılardari soyunuyordu. Artık akşam oluyordu. Güneş batıyordu. Her tarafta kıpkırmızı bir ışık harladı. Gökte açan küçük bulutların kenarlari çepçevre tutuştu. Kayaların üzeri- ne fısıldayarak gelen deniz, sanki kırmızı bir ışıktı. Serpintisi kır- mızı ışık damlalarıydı, bütün de- relerden, tepelerde denize kırmızı ışıklar akıyordu. Çiçekler bile baş- larını salladıkça yüzlerinden sağa sola kırmızı ışık döküyorlardı. Bü- tün yaradılışta gel! gel! diye ça- ğıran bir hal vardı. Denize doğru bir kuş uçtu. Ça- gırdı. «Daha ötede daha yapayal- nız bir uzaklıktan Fatmayı gene çagırdi. Çağırışının çizgisi enğin ıssızlıkta inceliyordu. Ağaçların, dalların, ve karaların kızıllıkları akıp giden günle beraber akıyor- du.» Fatmayı hep «beraber gel!» diye çağırıyorlardı. Kara Fatma sağına soluna ba- kındı. Yapayalnız olduğu halde yalnız olmadığını duyuyordu. Yer

Bu sayıdan diğer sayfalar: