8 Nisan 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

8 Nisan 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TEN “a Son G Derin Bir Sü LİE küt İçinde Enver Paşanın Sesi Yükseldi: Bir Buçuk... Kilo... Şimdi Herkes Biran Evvel Hürriyete Kavuşmak İstiyordu NAKLİ ZİYA ŞAKIR Her hakkı mahfuzdur Bu kıymettar mücevherat bi- rer birer toplandı. Bir bez içine bağlandı. Mutfaktan getirilen el kantarını Enver Paşa aldi. Çen- geline bu kıymettar çıkın astı ve tarttı, l Derin ve heyecanlı bir süküt içinde Enver Paşanın sesi yük- seldi: — Tam.. bir buçuk.. kilo... * Adi bezden yapılmış bir Ku- ran kesesinin içinde zuhür eden bu gayrimemul O hazine, tekrar kutusuna konuldu. Mühürlendi. Kalfalardan ve mutfaktan tedarik edilen muhtelif O cesamette üç büyük kutunun içine yerleşti- rildi. Bu kutuların da bütün kö- şeleri (o mıhlanarak (Oaynı ayrı ber köşesi temhir edildi. İş'arı ahire kadar kemali dikkatle mu- hafaza edilmek üzere muhafızlık dairesine “ gönderildi. OK Artık Beylerbeyi sarayı, tarihi kiymet ve ehemmiyetini kaybet- mişti. Kapılar açılmış, istiyen serbestçe girip çıkıyor, rıhtımda, diğer nöbet yerlerinde, vakurane hatvelerle gezen ve sarayın üs- tünden kuş uçurmıyan nöbetçi- lerden eser görünmüyordu. Ağlamalar ve hıçkırıklar çar- çabuk susmuş, şimdi harem da- iresinde bir telâş başlamıştı. Eşyalar toplanıyor, O sandıklar bağlanıyor. Herkes biran evvel serbest hayat ve hürriyete ka- vuşmak için can atıyordı. Hiç- bir cürüm ve günahları “olma- dığı halde tam dokuz sene bu mahbus hayatına katlananlar, artık bıkıp usanmışlardı. (Veli- nimet) lerini gücendirmemek için dokuz sene bu kasvetenğiz haya- ta sabır ve tahammül gösteren, en küçük bir şikâyet yözü bile göstermeyenler, şunlardı: Ayşe Sultanın valdesi Müşfika Kadınefendi, Âbit Efendinin val- desi Naciye Kadınefendi, Şehza- de Âbit Efendi. İkinci hazinedar Zülfet kalfa, hazinedar Gülşen kalfa, hazinedar Fulya kalfa. Hünkâr eariyelerinden ( Âbit Efendinin dadısı) Mahienver kalfa, Hünkâr cariyelerinden Dilberba Dilberyar, Dilbeste, Çeşmiyegân kalfalar, Diğer Saraylılar Kâmran, Dildade, Rengime- lek, Seher, Nerkis, Nihal, Leman, Şariye kalfalar. Musahipler Nuri, Şöhrettin, Cavit Ağalar. Kahvecibaşı Ali Bey. Ahçıbaşı Ra- şt Ağa. Ahçı Mustafa, Hasan Ağalar bunlar İstanbul- da alınmıştı. Ahçı Mehmet i Dğr 2 Ağa — Birkaç gün evvel me- zundu. İnekçi Meh- met Ağa, Tavukçu o Abdi ağa, Kuşcu Ars- lan ağa. Bunlardan baş- ka bilâhare sa- raya alınan, ara- bacı Abdi ve Ali ağalarla seyis bü- yük ve küçük Mustafalar... * Sarayın nhti- mına mavnalar, kayıklar yanaş- Selim Efendinin, babasının eşyaların tesellüm ettiğine dair verdiği makbuz mış, sandıklar ve eşyalar taşınıyordu. Bu fani dün- yada, herşeyin sonu geldiği gibi nihayet bu elemli ve ıstıraplı hayatin da sonu gelmişti, Senelerdenberi — efendilerinin yaşadığı menfa ve mahpus haya- tına iştirak edenler, o hayatın mm a m. Resminizi Bize Gönderiniz, i » * Size Tabiatinizi Söyliyelim. 19 CEVAT BEY: Tuttuğu işi | yarıda bırak- maz, izzeti nef- “4 sin korur, ' müşkülâta ve mahrumiyete tahammül gös- | terir, rahatına fazla düşkün © değildir.Eğlen- 7 ceyi ihmal et- mez, iğbirarı devamlı olur. 12 MUSTAFA EFENDİ: (Fografa- fının dercini istemiyor) babacan ve uysaldır. Knsur bulmaz, raha- tna düşkünlük göstermez, ka lenderliğe mütemayildir, nadiren bozuşur. Umumiyetle iyi geçinir, Menfaatlarına haris değildir. a 13 ALİ HAYDAR EF, ( Fotoğra- fının dercini istemiyor ) Hayatını kazanmasını bilir, çetin işlerle mücadeleden çekinmez. Paraya sahip olmak © usullerine riayet eder, rahatına düşkün değildir. Ne bulursa yer ve kusur bul maksızın giyer. Kafasını işletmek- | ten sıkılır, ameli sahada işgö- zardır. Fotoğraf Tahlil Kuponuna inci Sayfamızda bulacaksınız. İMERA ELSE SU, vi Z “ yi gar” vi . Ken gal a mma sama 2. lm Bir Ağırlık Hesabı mardır diye nikâh bile kıymıyor. e > —- Teb İlan YUA Br ayl pi bed SİN PİE) PENA 3 öğe ale : e e her türlü elem ve hüsranlarına büyük bir tevekkül ve sadakatle tahammül gösterenler, nihayet, hasret çektikleri hüzriyete kavuş» muşlardı. 3 4 ( Arkası var ) ( Yarın: Bu eneri nasıl yazdım ) Arabacı — Hanım bavulu ver de yanıma koyayım. Kadın — Beygirin zaten kar- nı içine çökmüş. Fazla yüke ta- hammül edemez. Ben, bavulumu kucağıma alırım! Uzak Akraba Müşteri garsona sorar; — Yahu, Ahmet Efendiyi çoktanberi göremiyoruz. o Uğra- miyor mu hiç? — Uzakça bir akrabası öl müş te pek gelmiyor. — Yal — Evet, Amerikada bulunan amcası vefat etmiş. Evlenme Ve Kumar Bir İrlandalı ile İskoçyalı ko- Duşuyor: İrlanda — Bizim kilisenin | papazı pek Mulaassıp bir adam. Uzun etek giymiyen kadinları kiliseye bırakmıyor. İskoçyalı Bizimki o daha berbat. Evlenmek bir nevi kü- 23 Nisan O gün çocuk haftasının başlangıcıdır. Çocukları i unulmayınız — 23 NİSAN i İ dan çıktım. © çekildim. Bugünün Romanı MR 70 GN Yazan: 2 Şaki Benim aldığım vaziyet karşı- sında, Dayı Bey çok meyus ve müteessir görünüyor. Onu böylece karşımda azap ve istırap içinde kıvrandırmak bana pek büyük bir intikam zevki vermekle be- raber, onu ıslah edeceğimi de zannediyordum. Hem, olmayıp ta ne yapacak?.. Benden tamamile ümidi kesildikten sonra ya kar sına dört elle sarılacak, yahut ta o menfur hislerini başka bir ka- dına söylemiye mecbur olacak.. 1 Mayıs 929 Bugün Neclâ söyledi; dün akşam Amca Beyden mektup gelmiş. Bana da bol bol selâm varmış, Demek ki Amca Bey ba- na darılmamış, Buna okadar, memnun olmuştum ki.. 3 Mayıs Neclâ, bugün çok fena bir havadisle (o geldi. Gece sabaha kadar uyumamışlar. Buna sebep, Dayı OBeymiş, Dün akşam eve pek geç gelmiş. Fena halde sarhoşmuş. Gelir gelmez zavallı karısı ile kavgaya tutuşmuş. Haksız yere kadınn üstüne hü- cum etmiş, dövmek istemiş, He- lecanla oyataklarından (o fırlıyan Hacı Beyle karısı kadını kurtar- mışlar. Baygın bir halde Neclânın odasına getirip kapamışlar. Nec- lâ, fena halde korkmuş. Azkalsın bayılıyormuş.. Muş.. Muş.. Muş. Neclâ, bütün bunları ânlattık- tan sonra: — Dayım, taşraya gideli o kadar ahlâksız olmuş ki,. Vallahi dayı demiye nefret ediyorum. Buraya geldikleri (o gündenberi evde dırıltı eksik olmuyor. Dedi: Bu sözleri, sükünetle dinledim ve.. hiç cevap vermedim. 6 Mayıs Dayı Bey üç gündenberi ba- na karşı âdeta husumet göste- riyor. Bu hal, Neclânm bile nazarı dikkatini celbediyor. Bugün, hiç üzerine (o vazife olmadığı (o halde, ehemmiyetsiz bir hesap meselesinden dolayı âdeta beni (o tekdir etti, Neclâ bile bu vaziyeti o hazmedemedi. O, odadan çıkar çıkmaz sordu; — Kuzum abla.. Bu dayıma ne oluyor?.. Ben, önüme baktım. Sanki bü- tün onun cürüm ve günahlarını ben yapıyormuşum gibi — Bilmiyorum. Demekle iktifa ettim. 8 Mayıs Bugün odada yalnızdım. Bir- denbire Dayı Bey içeri ' girdi. Cebinden çıkardığı bir mektubu i masamın üstüne atarak; — Kevser... Eğer yarına ka- dar .bu mektubuma da cevap vermezsen, dünyanın en büyük faciasile karşılaşacaksm. Dedi ve derhul odayı terket- t. O kadar şaşırmıştım ki, ne mektubu ona iade edebildim ne de bir söz söyledim. Hemen mektubu aldım. Oda- Tenha bir köşeye Okumıya — başladım. Mektup, kısa ve kat'i idi. Onu da buraya aynen kaydediyorum: Kevser. Artık bu hal devam edemez. Bu mesele, ikimizin de sebebi belâki olacak, Karımı böoşamıya & kat'iyyen karar verdim. Sen ise bu tarafta nazlanıp duruyorsun. Bana bak Kevser. Ben, senin gibi nazlananları çok gördüm. Son pişmanlık fayda etmez. Sen den yarına kadar cevap istiyorum. MALÜM.... Okadar şaşırdım ki, adete donakaldım.. Şaşkınlığım geçtikten sonra mektubu sakladım. Odaya gek dim. Düşünmiye başladım. Bu adam bana ne yapabilirdi? Haydi, haydi karnıma bir bıçak sokar ve- yahut göğsüme bir kurşun sıkar. Bunun bence okadar büyük bir kıymeti yok, Çünki, artık gözüm- de hayatın kıymeti kalmadı. Fa- kat.. Ya, hakikaten dediği gibi o zevallı 'hatuncağızı boşayıp ta alıverirse,.. Bana bu kadar iyi likleri dokunan bir ailenin orta- sında, benim yüzümden çıkan bu faciaya nasıl tahammül etmeli... Ah, Amca Bey.. eğer şimdi burada olsaydı, koşar ona gider, meseleyi olduğu gibi hikâye eder- dim..Bir aralık Hacı Beye müracaa' etmeyi düşündüm. Fakat o, bu gibi işleri idare edecek bir kafa ve zihniyete malik değildi. Neclâ ise, hiçbir şey yapamazdı. Bereket versin, öğleden sonra Neclâ eve gitti. Ben de sakin bir kafa ile bol bol düşünmiye vakit buldum. Kalemi aldım. Şu satırları yazdım. “ Dayı Bey: Öyle bir teklifte bulun sunuz ki buna hiçbir kadın, anda cevap veremez. Kadınların izzeti nefislerine ne derece mer- but olduklarını unutuyorsanız, hiç olmazsa henüz matem günlerini yaşıyan bir zavalk olduğumu ha- tırlayınız. Şu anda, erkekliğin en kabir ve en cebbar tehditlerile karşımdı duruyorsunuz. Benim gibi âciz ve kudretsiz bir kadına karşı bu bareketiniz fazla bir zulüm teşkil etmez mi?, Size, yirmi dört sast zarfında ne cevap verebilirim?. Bırakınız beni biraz.. Anamın ölümüne karşı duyduğum acıyı biraz tahfif ede- yim de size, ondan sonr bir cevap vereyim. Bu mektubu yazdıktan sonra | gıttim Dayı Beye verdim. O, birdenbire sevindi. Ümit- lendi. Kızarıp bozararak: — Teşekkür ederim. Dedi... Ben derhal odadan çık- tığım için, mektubu okuduktan | sonra, ne hal aldığını bilmiyorum. Bugün öğle vakti, Neclâyi babasına yolladım. Hamama gi- deceğimi bahane ederek izin ak dım... Doğruca, hocam ve dert ortağım (5) hanıma gittim. Ba- şıma gelenleri, ağlıya ağlaya hi- kâye ettim. O, beni dinledikten sonra kalbinin bütün teessürile söylendi: — Zavalı Kevsercik.. Böyle şeylerde hep seni mi buluyor?... Oh Allahım.. Bu suali, kaç de- fa ben de kendime sordum. Fa- kat hiçbir cevap alamadım. Aca- ba, böyle şeyler hep beni mi bu- luyordu, yoksa iş hayatında sürünen (o daha bir çok kızlar ve kadınlar da, böyle elemler ve facialar karşısında kabroldukları halde, ihtiyaç vü- zünden süküt mu ediyorlardı? (Arkas var ) f

Bu sayıdan diğer sayfalar: