2 Ağustos 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

2 Ağustos 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

zumsuz Takviye Kuvvetleri İsteniyordu Kü Odar yanaşır 10 Sayfa ÇANAKKALE Boşlukları Doldurmak İçin Lüzumlu Lü- Burada bulunan Türkler bir müddet ateşi kestiler. Fakat sandallar sahile 200 metreye ka- yanaşmaz, üzerle- kuvvetli bir — ateş kayıklarda bulunan 140 kişiden 1000 öldü ve- ya — yaralandı. Sağ — kalanlar sahile çıkar çıkmaz Türkler kaç- tılar. Onlar da rahat rabat bu mevzlüi işgal ettiler. Fakat bu küçük kuvvet nihayet Arıburnuna kaçmıya mecbur kaldı ve 140 kişiden ancak 18 nefer kendi rine — öyle açtılar - ki, .kıt'alarına iltihak ettiler. Bu faciadan sonra birinci ve "ikinci alayların piyadeleri Anzak tarafına alındılar. Bu suretle bü- tün ordunun ihraç sahaşı Anzak sa- hili oldu. Fakat nakliye gemileri Kabatepeden gelen ateşten ko- runmak için uzakta demirliyorlar- dı. Bu sebepten askerlerin karaya çıkması uzu zaman alıyordu. İki alayın da saat dokuza kadar ih- raç edileceği üÜmit olunuyordu. O saate kadar sahile birçok asker çıkarılmıştı. Fakat son ta- burun son neferi sahile çıknıcıya kadar saat biri bulmuştu. x Bu teahhurun sebeplerinden biri de, yaralıların — tahliyesi için verilen emrin nazarı dikkate alınmamasıdır. Sahilde bulunan deniz sıhhiye efradına, yaralıların yalnız bu maksada tahsis edilen sıhhiye sandallarile nakli omre- dilmiş ve efrat nakleden san- dalların bu maksat için kullanık- ması kat'i surette menolunmuştu. Halbuki daha sahile çıkmadan birçok neferler sandalda iken ölmüş ve yaralanmış, bir sabah erkenden sıhhi teşkilât mevcut olmadığı için, sahilde yaralananlar da bu sandallara almmıştı. Bu sandallardaki ölüler ve yaralılar çıkarılmadıkça bunlara yeni efrat yükletilmesi mümkün olmadığı için, askerlerin ihracı da geci- kiyordu. Tesettür kolunu teşkil eden birinci ve ikinci alaya mensup bölükler sahile geldikçe, şarapnel geçidinin. cenup köşesinde top- lanıyor ve Ööyle karaya çıka- rılıyordu. Fakat burada - bile birçok — kargaşalıklar — oluyordu. Piân bozulduğu için, birçok k- taata verilecek emir belli de- ğgildi. Hattâ birçok zabitler plânın değiştiğinden bile haberdar de- gillerdi. Fazla olarak hatlarda açılan boşlukları doldurmak için lüzumlu lüzumsuz takviyo kuvveti isteniyor, fakat ne bu talepleri yapanlar, ne de onlara cevap verenler bu işte salâhiyet sahibi bulunmuyorlardı. Bu sebeple her iki takviye alayına mensup efrat, sahile çı- kar çıkmaz, şuraya buraya da- ğitilivermişlerdi. Bu suretle bir alayı ihtiyat kuvveti olarak mu- hafaza etmek fikri, daha baştan suya düştü. Kendiliklerinden dere içinde ilerlemiye çalışan bölükler de, yollarını kaybettiler ve sevkedil- dikleri mahallin tamamen zıddı yerlere çıktılar. Binaenaleyh asıl Bi ihraç kuvvetleri de, tesettür kuv- vetleri gibi intizamı muhafaza #dememiş, darma dağın olmuştu. erlerin sahilde gayet sarp SON POSTA İngiltere Hükümeti tarafından Gaz! || Ez. no hediye edilen everin terefimesi. Yazan : İCeneral — Oşlande! .- 51 ün Arıburnunda bir siperde ganimel yığını bir yere çıkmasının, kıtaatın yer- lerini ve biribirlerini kaybetmek, takviye kıtaatının — dağılmasının neticesi, 25 Nisan sabahı Türk- lerle harekâtını tetkik etmek suretile daha iyi anlamak mün- kündür. Türk menabiinden alınan ha- berlere göre, Avustralya kıtaa- tının karaya — çıktığı — haberi, Maydos karargâhında bulunan Sa- mi Bey tarafından ancak ihraçtan bir saat sonra, yani 5,30 da ha- ber alınmıştır. Sami Bey, asıl ihraç mintakası Bulayır olduğuna kani olduğu için, Arıburnuna yayılan ihraç nisbetinin ehemmiyetsiz bir ha- reketten ibaret bulunduğunu sa- nıyordu. Bununla beraber ihraç kıtaatını denize dökmek Üzere 27 inci alayın iki taburunu der- hal Kabatepeye sevketti. Fakat bu efrat — hareket edinceye kadar — saat yedi — buçuğu bulmuştu. — Avüstralya — kıtaatı bu Türk efradile ancak dokuzda karşılaştı. (Arkası var) Garip Mevzulu Bir Dava -<: Dans Ale;hi.nîe Bulunan Bir Papaz Mahkemede Mahkemeye verilen papaz Paris, 1 — Kemper vilâye- tinde, halkı şiddetle alâkadar eden şayanı dikkat ve bir nok- tadan irticat mahiyet arzeden bir dava görülüyor. Davacılar, vilâyetin dans hocaları ve bu hocaların teşkil ettikleri birliktir. Dava edilen ise, Kemper vilâye- tinin — başpapazıdır. Bu papaz, kilisede vaz'ederken, bugün oy- nanan dansların — gayriahlâki olduğunu — ve umumi yerlerde kadınların dansetmemeleri icap ettiğini söylemiş, günah çıkart- mak için müracaat edecek bu gibi kadınların geri çevrileceğini bildirmiştir. Buudan başka, ayni Bokser Tazminatı Şanghay, | — Nankinden bil- dirildiğine göre, M. Sung, Çin tarafından Japonyaya verilmekte olan “ Bokser ,, ler tazminatının verilmiyeceğini söylemiştir. Japon mehafili bu harekeli Japon aleyh- tarlığına bir delil addetmektedir. Jeneral Şang Öldü Tokyo, | — Asi Jeneral Şang ın bir müsademede bir top ateşile öldüğü bildirilmektedir. Şang bir eve iltica ederken öldürülmüştür. Yanında 20 çubuk demir, iki sandık Japon paknotu ve afyon sandıkları bulunmuştur. Niyobe Kazazedeleri İçin Âyin Kiyel 1 — Baban Niyobe ismindeki Alman mektep gemi- sinde boğulan 69 kazazede için bugün bir âyin yapılmıştır. Bo- ğulan ve kaybolan 69 kazazede- nin isimleri birer birer okunmuş ve bu esnada trampeteler çal- mıştır. Harp Maktulleri Abidesi Paris, 2 — Tiyepval de yapı- lan harp maktülleri abidesinin küşat resminde İngiltere kıralını temsil edecek olan Prens Dö Gal hususi tayyrresile Berk'e gelmiştir e —aaaaş papaz diz dize oturmak mecbu- riyetinden dolayı kadınların umu- mi otobüslere de tavsiyesinde bulunmuştur. Papazın propağandası, işlerine kesat getir- mek tehlikesini gösterdiği için, dans hocalarının dava açmalarını intaç etmiştir. Ayrıca kendisin- den 100 bin frank tazminat iste- mektedirler. binmemeleri  YE Bu Sütunda Hergun Yazan: İlhan Seltim TAŞ! Ahmet Kerim üç senedenberi Nebileyi seviyor.. İşte onun, bir ruh gibi Ahmet Kerimin şamme- sini kaplıyan bayıltıcı kokusu, işte onun bir deniz dibi yeşilliği ile parlıyan, kıpırdıyan gözlerinin rengi ve işte onun bir di- şi keçi yavrusu — çevikliğile kaldırımlarda seken — küçü- cük Aayakları.. Ahmet Kerim, sinirlerden şuura çıkmış, hareket- lerden iradeye inmiş, kavrayıcı bir sevgi ile, onu seviyor. Yalnız eksik olan, onun canını sıkan bir şey var: Kıskanmamak, kıskanamamakl, Ahmet Kerim bu derdin elemile Üzülüyor.... Herkesin, her seven adamın dimağında dönen çark- lardan birisi ve belki en büyüğü, onda yok. Nebileyi kıskanmak, kıskançlığın azabımı, işkencesini duymak istiyor. Anlamıştır ki kıskanmıyan, bu histen mahrum olan vücutlerde vardır ve bunların en kocaman nümunesi kendisidir. Ahmet Kerim, Nebileyi dün akşam yine şu köşe başındaki evin genç mekteplisile gördü. Caddede bu tüysüz çocuğun kolu- na yaslanan vücudünde yine dağ keçilerinin emsalsiz kıvrılışı vardı. Yanlarından geçerken Nebilenin kendisine durgun beyaz gözlerle baktığını gördü. Korku veya hay- ret, istihza veya hiddet ifade eden, hiçbir şey ifade etmiyen bu gözler Ahmet Kerimi yine her zamanki gibi, orada bir ya- bancı çocuk yokmuş gibi, çekti. Arkalarından — baktı. Nebilenin uzun, beyaz eldiveni geniş dai- reler çizerek, alay eder gibi, uzaklaştı. Ahmet Kerim Nebilenin onu kıskandırmak için kurduğu tuzakların hepsine böyle aptalca düşmüş, böyle aptalca onların arkasından bakmıştı. Kız haklıydı. Yalnız sevmesi- ni bilen, kupkuru bir aşk ile kendisine merbut olan bir adama üç sene bile tahammül etmesl bir şeydi. Azabın ve şüphenin ateşinde kızdırılmıyan, sönen ve eriyen bir sevginin bu çeşit bir mahlüku daha fazla bağlama- sına imkân var mıydı?.. Ahmet Kerim evine döndü. Ve kapıcı Madama bırakılmış bir mektubu açt.ı Nebiledendi. Ma- dam: — Yarım saat evvel genç bir çocukla beraber bir hanım geldi, bu mektubu - bıraktı, dedi, Ahmet Kerim okudu: * Kerim; “Bugün belki on dakika sonra beni yine bu çocukla beraber göreceksin. Bu - bilirsin ki - se- nin kalbinde işlemiyen, ses ver- miyen damarları hareketo ge- tirmek için işlenmiş ufak suçlar- dan biridir. Yarın sabah saat onda seni evimde bekleyeceğim. Nebile Mektubu avucunda buruştur- du, merdivenleri çıktı, odasına kapandı, yarın saat onda, Nebi- lenin evine giderse kafasına yeni bir aczin, yeni bir maskaralığın külâhı geçecekti, fakat onu se- viyordu. Sabahleyin saat lisinin kapısıni çaldı. Nebilenin yanında dünkü genç adam vardı. Ahmet Kerim şa- şırdı, Nebile izah etti: — Size bir teklifim var Ke- rim, dedi, onun için çağırmıştım. Evvelâ arkadaşım Jise talebesin: den Osman Vahidi sana takdim ederim, Ahmet Kerimin başında bir uğultu. başlamıştı. Nebilenin de- vam eden, bir gerilmiş tel gibi öten, inleyen sesi ona gittikçe da- ha uzaklardan gelen deve çanları gibi - anlaşılmaz, fakat — tatlı geliyordu, — İkinizi de seviyorum. Fakat hanginizi tercih etmek lâzımgel- diğinden mütereddidim. — Yarın sabah Osman Vahit saat sekiz- de, Ahmet Kerim dokuzda ka- pıimiın — önünden — geçeceksiniz. İkinizde birine bir taş atacağım. Bu taş kime atılmış ise o benim yegâne sevdiğim erkektir. Diğe- onda sevgi- rine artık söyliyecek sözüm kab- ' mamış demektir. Nebilenin yanından çıktılar. Ahmet Kerim bu çocukta bir rakip, bir düşman yözü bulmak için ona dikkatle bakıyor. Fakat hayır, o kadar sevimli, ©o kadar saf bir çehresi var ki? Mümkün değil ona fena bir şey söyliyemi- yor. Hatta ayrılırkea: — Orövuar küçük bey, diyor. Ahmet Kerim o gün akşama kadar — kararsız. ve — fikirsiz, dolaştı. Ondan szapları"ve sevinç- lerile; tatlı ve acı anlarile tam bir aşk “istiyen bu kadının bu manasız imtihanlarına artık kız- mıya başlamıştı. Onu yarin bir mektepli ile, öbür gün bir baş- kasile aldatmıyacağı malüm mu idi? Bahusus bu genç ve mazlum çocuğu mahzun etmenin hattâ onu delice işlere sürüklemenin manası var mı idi? Ahmet Kerim, genç mektep- Tinin ilk aşk oyununda aldanma- sına bir türlü razı olamadı. Gece yatğında gözünü bir saniye bile' kapamadan düşündü ve dünyanın en büyük fedakârlığım yapmıya karar verdi. Fakat yine zihninl oyalıyan, içinde oynadıkça ona kurşun yarası gibi acı veren bir şüphesi vardı? Ya taşı ona atarsa?. diye düşündü. O vakit bu fedakârlık ta nihayet budalaca bir fikirden ibaret kalacaktı. Saat dokuza doğru Ahmet Kerim yatağından kalktı, giyindi ve sokağa çıktı. Kapı önünde mektepli çocuk, boynunu bükmüş, duruyordu. Ahmet Ke- rimi görüncı koştu, elini yakaladır Ağabeyciğim ! diye inledi. Ahıııol Kerim yürüdü. Çocuk ta arkasından geliyordu. Nebile- nin kapısının önüne geldiler. Üst kattan bir cam açıldı ve bir taş, kaldırımın üstüne düçtü. Ahmet Kerim taşı eline aldı, baktı, güldü. Sonra arkasında hâlâ yaşlı gözlerle ona bakan mekteplinin avucuna sıkıştırdı. Yürüdü. çaç Doğum Gazeteci arkadaşlarımızdan An- kara Belediye Meclisi azasından Bilâl Sabri Beyin bir oğlu dünyaya gel- miştir. Yavruya mes'ut bir. ömür diler, Bilâl Beyi de tebrik ederiz.

Bu sayıdan diğer sayfalar: