22 Eylül 1933 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 11

22 Eylül 1933 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

: , AE eyi mene GÜL HANIM Haçlılar, Mücahitler, Fedailer Arasında 65 amm» Yazan: OÖmer Rua Asker:— Susuzluktan Ya- nıyoruz! Diye Bağırıyor Şövalyelerin reisi bir aralık Kurt ile Doğanı görmüş, yine onlara çatmıştı: — Siz sakalıkm edeceksiniz, yoksa harp mi? nedir osu mat- vaları? damek ki siz bunlara gü” veniyorsünuz da Allaha güvenmi- yorsunuz! bizse yalnız Allaha gü” veıen mü'min mutekit insanız! Kurt cevap vermek istedi, fa- kat Doğan mani oldu. Bu adam- la bu sırada uğraşmak doğru de- ğildi. Onun arkasmdan beş yüz güçlü kuvvetli, atlı şövalye gidi- yordu. Doğan kardeşine rica etti: — Biz geriye kalalım! İkisi de bir kenarda durarak beklediler. Şövalyelerin arkasın- dan “mukaddes salip,, gidiyor- du. Zırhlar, silâhlar içinde yüzen Akkâ metrepolidi, bu salibi ta- gımakta idi. Salibin arkasından Reginald Chatillon ilerlemekteydi. Sultan Salâhattinin en şiddetli düşmanı bu idi, Belki de bu harbı körüklüyen, bu barbın kopmasına sebebiyet veren başlıca adam, bundan başka değildi. j İki kardeş karar verdiler. Reginaldın arkasından gidecek- lerdi. Haç ordusu yürüye yürüye, vaktile Mesihin suyu şaraba çe- virdiği Kemna'ya vardı. Temmuz güneşi, ortalığı kasıp Okavuru- yordu. Bütün askerler susuzluk- tan oyandıkları için civardaki pınara atıldılar ve itişe kakışa içtikten, bir çokları susuz kak dıktan © sonra tekrar yürüdüler. Hedefleri Taberiye idi. Kenma ile Taberiye arasındakı mesafe baş- tan başa kumdu. Sağ, sol dağlık arazi idi. Haçlılar (O buraya O Vardıktan sonra gözlerin: yıldıran, yürekle- rini eriten bir manzara (ile karşılaştılar. o Karşıdan © bulut bulut toz kalkıyor ve ovanın İçinde yürüyordu. Bunlar, müca- bitlerin süvari kısmı idiler. Çok geçmeden iki tarafın süvarisi tı tuştu. Mızraklar, oklar ovayı dol- duruyordu. Bilhassa Kont Ray- Mond'un süvarileri fena zede- lenmekte ve mütemadiyen gerile- mekte idiler. Öğleden akşama kadar de- Vam eden mücadele esnasında Haçlıların kuvveti bir sürü par şalara ayrılmış, ve sarp, taşlık ova içinde ilerlemeğe çalışmıştı. Güneş, Haçlıların zirhlarını okadar yakmıştı ki bunların vücudu, bir firin içindeymiş gibi kavruluyor- du. Akşama doğru insanlar da, atler da kımıldayamıyacak hale geldiler, Askerler kumandanları- ma bağıriyorlardı: — Bizi sulu bir yere götü- rün! Dizi sulu bir yere götürün! — Yanıyoruz! Yanıyoruz! Haçlıların askerleri birbirlerin- den okadar ayrılmışlardı ki Kıral küçük bir maiyetle yalmz başına gibi id. Kıral her tarafa adamlar göndererek ileri j eketin devamını emretti. Fa- bir kimsele bir tek adım atmağa mecal calmamıştı. Onun için çölün ortasında konaklama- ğa karar verdiler, Burası Mares- galcia namı verilen bir yerdi. Kont Raymont, burada dur- mağa > muhalifti. Çünkü konak yeri çok fena idi. Çölün ortasın- da idi ve hiç su yoktu. Onun için Raymont biraz daha ilerle- mek, ve sulak bir yere konmak taraftarı idi. Fakat hiçbir kimse- nin kımıldamıya mecali yoktu. Kendi askerleri bile bir adım geriye ogitmek (istemiyorlardı. Raymont, me'yustü. Ellerini se- maya kaldırarak: — Yarabbi! bittik. Mahvoldukl Dedi. * O gece bir kimse uyuyamadı. Uyuyamazdı. Çünkü hepsi de sosuzdular. Haçlıların hepsi, asır- larca sonraki meşbur şehit gibi bir Kerbelâ meydanına düşmüş- lerdi. Hepsi de susuzluktan inim inim inlemekte idiler. Fakat bu Susuzluk onların tedbirsizliği eseri idi. © Kurt ile Doğan bu manzarayı hüzünle karışık bir ıztuapla sey- rediyorlardı. Bu adamlar, ne diye bu kadar ıstıraba (o tahammül ediyorlardı? Kazanacakları bir şey mi vardı? Hayır. Başkalarının yurtlarına ta- sallut eden bu adamlar, fena bir akibeti hak etmişlerdi. Bunu we diye bir an evvel anlıyarak geri m YAŞ pe Pa ME yaa Zee Keyif Veren ZehMer > Bunlara Dadanmak Kadar Feci Bir Şey Yoktur ( Baştarafı 1 inci sayfada ) var, fakat yalnız gitmiye bir türlü cesaret edemiyorum. Ne olur? Benimle beraber Kğ Bana en büyük bir , yardımda bulunmuş çi Gr ba a ran om möşümde rastgeldiğim genç kadın bana da söyledi. Kendisini eskiden tanırdım, Fakat tesadüf, bir sene bizi karşılaştırmamıştı. O akşam birlikte yemek yiyorduk. Bilmiyorum nasıl oldu; mevzu, bu kahrolası mükeyyiflere, bu zehirle- re intikal etti. Ve ben, bittabi, se- yahatim esnasında gördüklerimi anlattım. Gezdiğim. fabrikalardan uzun uzun bal im. O, dalgın dinliyordu. Fakat gözlerimin önün- de il eroin yemi anlatmı- ya ayınca alaştı, değişti, adeta gözleri döndü ği e onu kemiren astırabın © anda farkına varabildmi: Evet, dedi, Ben de kulla- nıyordum. zayıflık rejimi bir ma- valdan ibaretti. soluşum göze çarpmıya başladığından bu yi uydurmya mecbur kalmış- tım. Fakat çok rica ederim, bundan kimseye bahsetmezsiniz | Söz veriyorsunuz ya? — Söz veriyorum! Fakat neden vazgeçmiyorsunuz — Vazgeçmeyi düşünüyorum. Geçeceğim... oOEvet o muhakkak Hem yakında... FL Sai ellink ini malıyım... Çek ibtiyacım var... Çok ıztırap çekiyorum! emek © yiyemiyordu. ricalarına dayanamadım. Birlikte bir taksiye atladık oMonmartr çe tuttuk. Her an şoföre geri ye a kısa, kesik cümlelerle dönmüyorlardı? Ne diye bir an kendi yurtlarına avdet etmiyor- | lardı? Kurt ile Doğan vaziyeti pe- şinden tahmin ettikleri için rahat- tılar. Matraları, şişeleri su ile dolu idi. İkisi de kana kana içmiş- lerdi. Bir aralık O hiristiyanların uluları onlara müracaat ederek önlerinde adeta diz çöktüler ve yalvardılar. Bütün dilekleri bi- rer (oOyudum su idi. o İki kardeş mümkün olan her feda kâriğa oo katlandılar. Onlara ellerinden gelen her yardımı yap- tılar. Fakat asılzadeler yardımla iktifa etmediler. İki kardeşin el- lerindeki bütün suyu çalmak is- tediler, Bunların biri pek fazla susamış olacak ki elinde bir ka- ma ile iki kardeşin at sırtında taşıdıkları kırbaların birini deldi ve şarıl şarıl akan suyu yaladı. Suyun gerisi ise mahvolup gitti. İki kardeş, bu hâdiseden sonra sularını beklemek için kılıçlarım çekip atlarını gözetlemek lüzumu- nu hissettiler. Haçlıların hali dumandı. in si de: — Sul su! diye inliyorlardı. (Arkan var) —- TAKVİM —- | Gün CUMA Hım Ji 30 22 EYLÜL 933 140 Arabi Rumt 2 Cema, ahar Eyiâl Vak ŞEzenl Vasetii 808 v". .“” » Be us)3 za aşa 557 | h406j Yam aradi | 9 24 | 15 Söğ nm j a— 13) LE bu zehire nasıl alıştığını anlattı. Bir akşam ona, tec- rübe için ilk defa i i mişler, ilk nefeste kendisinden | ? M Art Kaça İri; parayı afyon çektir- Ge de şeklini değiştirdi. Bu kle gizli fabrikaların m Mazi- | ri Yağan geçmiş, ve bir zevk dünyasında yaşamıya aşlamış. o Duyduğu zevk, onda, afyona karşı kökle- şen cazibenin, iin, iptila- e ilk ebay filizlendirmiş: Canım m birakıve- ririm! diye npr; kararını hergün Fakat Peli ertesi güne diyor, gizli bir kavvet, onu baz. me ladığı yolun karanlıklarına doğru sürükleyip götürüyormuş. Bu, afyon bulamadığı güne etmiş, ondan sonra ona birgün, Obir tutam vermişler. Ve o yine için PN da reddet- u eroin “tecrübe, , memiş. Fakat, beyaz tozun, uubuk dolusu afyonda bulunmaz bir zevk ver- diğini hayretle görmüş. Bu hoşlantı e eroin satan- ların adreslerini almıya sevketmiş ve bir akşam, ufak k bir paketçiği çantasına atmış, Ve artık kurtulamamış. O, artık o mahvolmuştur. O artık bu zehir için her şeyi hattâ istikbalini feda etmiştir, borca bir tutam zevl Enmele müptelaya, ayda 2000 franga mal olur. Eskiden yegâne (o saadetini serbestisinde bulan, neş'eli güzel genç kadın, — artık en zalim, en mütehakkim, en müstebit bir mevcudiyetin esiridir. O mevcudiyetin, kendisi gibi muztarip, (biçare (o mahkümları arasına ony günden meli onun için şey i sinin bütün saf zevkleri, bütün saf neş'esi, bütün temiz nikbinliği ve istikbalinin e bütün ümitleri meydanına en indi. Takip et- Ta, Birkaç sokak geçtik. Bir eve girdi, Ben dışarıda bekliyordum. Az sonra geldi. Az evvelkinden çok daha asabi, çok daha sinirli idi: — Taliim yok, dedi, herifi bulamadım. Maamafih. (.... ) ba- rında © bulunabilmesi (o ihtimali varmış. a yalmz bırakmazsınız de- | si ve e olmadığım bu barın önüne geldiğimiz zaman genç kadın rica etti/ — Lütfen M. mısınız ? M. rae köşede yalnız ol ordu nder garson kulağına iğildi. . Hernalde beni tarif etti ki, beriki beni uzaktan epeyce süzdü. Alnı karıştı. Kalktı. amma geldi: Beni zatiâliniz mi arattınız? Lowis'yi sorar dedi. Ğ — Evet, birkaç dakikacık gö- rüşmek istiyordum, dışarı gelmez misiniz — Hay hay.. diği Dışarıda kendisine “ istediği- mizi anlattım. Genç kadın yalva- ran nazarlarla bize, ona ve bana bakıyordu. . Lowis biraz düşündü, iki- mizi de dikkatle bir defa daba süzdü, ve etrafına bakındıktan sonra sordu: — Ne kadar ği ? — Beş paket! dedim. Genç kadın zl aça? — Hep son kal 350 frank. Bunlar dır, Şimdi bir müşteri gelip alacaktı. Sizin a ag ai verin ve Medrani sokağın- da bekleyin. Ben size adamlarım- dan birile gönderirim, Bizim tereddüdümüzü görünce ilâve etti: dür. Hem size kartımı da vereyim. Bana sabahları telefon edersiniz, istedi i derhal ta evinize, eli- nize kadar gönderirim. Takside epey bekledik. Niha- yet birisi geldi, kapıdan mel'un paketleri uzattı, uç kadının tahammülü tü- kenmişti. Otomobil hareket eder etmez acele acele paketlerden birini yırlarcasına açtı iki tutam çekti ve kafası arkaya yığıldı. Sonra birdenbire kıskanç gibi parmaklarile Okolumu (kuvvetle sıktı: — Çok, amma çok teşekkür ederim, dedi; bu hem çok paha- lı, hem hileli amma ne yapar- snizl.. Artık ıstırapları dinmiş, sü- kün ve rahat buluştu. Fakat ben il ım bu “ büyük bhizmet- ten, büyük iyilikten ,, utanıyorum. Harpten sveek yk aşağı ukarı satı irşey e Myo da Fal ml Bu kanun Sere in. İn keyf verici a men Toptancılar o perakendecilerle kiye çekildiler, kendilerine muntazam alışveriş eden daimi müşteriler buldular. O zamanlar, bu zehirlerin ami yedi ile on beş frank ara- ında idi. di ise, hilelilerinin amı 35 den 100 franga kadar apışılıyor. Halbuki eczahaneler- de satılan safları bunlardan tam altı def'a ucuzdur. Bu fiatler daima, müşteriye, müşterinin mal alırkenki haline, ihtiyacının, o zaafının, ıztırabının derecesine zi değişir. Genç Kn hir daha rast- anlaşıp birer perakendeciler (8 i la alır. gelmedim. Fakat ona “büyük hizmet, say: e o ak- şam ben de kendi işimi hallettim. ğrerdiğim satış mahallerine ondan sonra birkâç akşam devam eltim. Zehir tüccarlarının izleri üzerinde dolaştım. Hem yalnız değildim. Pu se fer de, Mustafa gibi, ne ile meş- olduğunu bilmediğim “Topel ernand, isminde birisi rehber- m Mei, Ve bu işlerin Kaçakçıyı satıcıyı, manı uzaktan © tanıyordu. Bana: — 35 kaçakçı tanırım, dedi. Bunlardan sekizi hiç “delik, e girmediler. Altısı hâlâ “kodes,,te yirmi biri ise &erbesttir. Fakat Se da birkağar defa girip çık- Buvlardan küçük satıcılar hâlâ Piyasada dolaşıyor, mallarını sa- tıyorlar. Fakat toptancılar daha ihtiyatlı o davranmak mecburiye tinde olduklarından ortada çok görmeleri. Bu çetelerin bepsi iribirlerine bağlıdırlar, Her biri- nin bir fabrikatörle iş gören bi- rer reisi vardır. Bunlar, Marsilyadan, o Straz- burgtan, Brükselden veya Biya- riçten toptan mal alırlar ve baş- kaları vasıtasile dağıttırırlar. Sani bir Dir yerde toplu bir mal yi Tüccarlar derhal brikaya okoşarlar. Piyasadan eksilen miktarı yerine koyarlar. Fakat bu arada geçen zaman e ortada bağ il mi buhranı ar. İşte © zaman müptelâların halleri ha- raptır, O zaman onlar, bir gram bulabilmek için kendilerini dahi b razıdırlar, : Topal Fernant beni M. Louis'i A bara görürmüştü. Ora- devam etiti: — Gazetelerde, (kitaplarda, mn mallarını, içleri oyuk bastonlarda, hileli kalemler için- de sakladıklarını gü- Yüyorum. Bunlar artık bayatlamış dalaverelerdir. Şimdi her tüccarın kandan usulü vardır, ve hergün bir yeni şekil keşfolunur. İçlerinde mallarını, mezarlık- da gizliyenler bile varadır. i sene evvvel yakalanan Ba, nolet bunlardan birisiydi. Bir mezarlıkta (o gizlediği mallarını kimse meydane çıkaramamıştı. Fernan birden kolumu dürttü. — Bak, dedi; şu adama “Ke- ca Viktor, derler. Bu adam bir müddet evvel çakmak kaçakçılı; için İsviçreye gitmişti. Bu işe bir vr arkadaşı sermaye ko; Keo- ca Viktor hudutta Yi ele vereceği sırada malımı bira- karak kaçtı. Fakat bu ziyan yük reğine işlemişti. Acıyı çıkarmak çi 10 kilo kokain aldı, ve kırk sekiz saat hudut dvarmda dolaş» tıktan sonra nihayet görünmeden geçebildi. Şimdi piyasanın en büyük © toptancılarından biridir Elinde her zaman en az 150 kile stok bulundurur. Ve ayda 20 otuz kilo mutlaka satar. Aym zamanda, kaçakçıların en kulağı deliğidir. Tehlikeden daima ka- ii onu ördüğünüz yerde anla- ği e ge ihtimali falan yok- ee tehlikenin o kokusunu Adetâ bir baro- metre gibidir. Sabaha karşı bardan Çok kötü bir gün başlıy. Bir sokaktan beki Kı di lisli me iç hiç ya inn gelişen im — Bak, dedi, M. Lami adamı, Kuyruğu kapana kaptır Tanırmısın? miş. önü eğmiştim: ağ ya adini tanımam! Nukleden; Nael Sadullah “ bir saklama” ığım © «iğ di

Bu sayıdan diğer sayfalar: