B h İr: MA & —e SON POSTA © B Muharriri: A. R. No.: 63 âl -ve- Zambak' Büyük Tariht Roman 14- 10 - 934 Bağlanan Keşiş !.. Antuvan, Yeraltı Yolunun Nereye Varacağını Kestiremiyor, Endişe Ediyordu.. — Nasıl, İbrahim.. sen bu işte kendine güvenebiliyor musun? — Niçin güvenmeyeyim, Sinyor Antuvan.. sen, benim böyle kara kuru bir herif olduğuma bakma. Bende —manda yüreği — vardır, manda... — Aziz dostum!. Manda yüre- ğinin neden ibaret olduğunu pek okadar iyi bilmiyorum. Fakat mademki sen kendine güvenebi- liyorsun.. o halde, haydi baka- hm, İş başına... Şimdi, şöyle yağlıca cinsinden bir demet çıra.. Uzun ve sağlam bir ip. Her ihti- male karşı bir kazma kürek. Sağlam bir balta. Kuvvetli bir küskü tedarik etmelisin. — Silâh... — Çok şükür, benim silâhla- rım duruyor. Şimdi gidip Pesko- postan alacağım paralarla Şöval- yem için de kuvvetli bir kılıç ve hançer" tedarik edebilirim... Vakıa seni ortaya .çıkarıp ta kimse İle dövüştürmek — fikrinde Sen, daima bizden şöylece alar- gada dur. Amma.. Ne olur, ne olmaz.. Sen de elinin alışık olduğu bir silâh tedarik etsen iyi olur. — Babamdan kalma bir pa- lam var. ' — Eyi ya İşte... — Pek âlâ.. Keşiş ne olacak? — Bu iş bitinceye kadar o köşede eli ayağı böylece bağlı duracak. Mamafih, ihtiyar adama yazıktır. Sen şimdi onun karnını duyuruver. Biraz fazlaca su İiçir- meyi de unutma... Eh, bilinmez ki.. belki önümüze şeytanın bü- yük babası çıkar da güzel güzel gireceğimiz şu deliğin öteki ucun- da bir aksilik yapar.. adamcağız hiç olmazsa — birkaç gün olsun, açlığa dayanır. — Canım, sen onu — merak etme.. Hacı Mahmuda da tenbih ederiz. — Yocook, dostum. Bu mege- leden kendine bile bahsetmiye- ceksin, Gündüz bu hazırlıklar, çarça- buk ikmal edilmişti. O gece ma- nastırın avlusunda, gece yarısına kadar yıldızları sayan Antuvan, artık vaktin geldiğine hükmedince İbrahime: — Hadi.. Kalk bakalım... Ev- velâ kendi dinince bir dua oku. Sizin Allaha da şöylece bir yal- var. Bize kolaylık versin. Bunları sen yapmıyacak mı- “ sın, Sinyor Ântuvan. — Evvelâ, hiçbir dua bilmem, dostum.. Sonra da bizim Allahla aram pek açık. Çünkü şimdiye kadar hep onun söylediklerinin aksini yaptım. Bütün hayatını, dinin ve ah- lâkın çirkin kördövüşlerile geçiren Antuvan, iman denilen kudsi kuvvetten mahrum olmanın acı- lığını hissetmiş.. teessürle derin derin içini çekmişti. .. 1 Manastırın bodrumundaki de- mir halkaya merbut mermer ka- pağı kaldırdıkları zaman, uzun bir dehliz karşısında bulunmuşlardı. Ibrahimin elindeki yağlı çıranın alevleri, bu dehlizin kesme taştan yapılmış kemer ve duvarlarını kızıl bir alevle aydınlatıyor.. Şö- valyeye biran evvel lmvuşınıkî değilim. | için sabırsızlık gösteren Antuvan, adımlarını sık sık atıyordu. — Gidiyoruz.. gidiyoruz amma.. Farzet ki Yedikuleye kadar böy- lece ğittik. Hatta orada da bir yolunu bularak içeri girdik. Şö- valyeyi nerede arayıp bulacağız. Sen orayı bilir misin, O kuülelerin içi, adetâ koskoca bir memlekettir. Gördüğün kule- lerden birçoklarının içi silâh depo- sudur. Hattâ, bir tanesinin içinde de külliyetli miktarda hazine vardır, diye de rivayet ederler. Bence malüm olan bir şey varsa o da, içerde kırk elliden fazla muhafız bulunmasıdır. | Ibrahimin duvarlarda akisler yapan bu sözleri, Antuvanı hafif- çe titretti. Bu sözler, cidden mü- him bir hekikattı. Şimdilik büyük bir emniyet ve serbesti ile yürü- dükleri bu dehlizin sonu, acaba nerede bitecekti?. Vakıa kendisi, Üç saat evvel kitarasını “tlarak yine o kulelerin karşısına geçmiş: Ey benim asil şövalyemi.. Bekle.. Sana geliyorum. Ya,seni bu felüketten Halâs edeceğim.. yahut senin Ününde döğüşe döğüşe can Vereceğim. Uyanık ve tetik ol. Diye bir şarkı söylemiş.. Fa- kat muhafızları şüphelendirmemek İçin fazla tafsilât vermiyerek şar- kıyı kısa kesmişti. Şimdi Ibrahimin söylediği söz- ler, bu sadık Ispanyolun kalbine birdenbire bir şüphe ve heyecan vermiştir. — Ibrahim!.. Galiba şeytanın büyük babası sen oluyorsun. Şimdi böyle lâkırdıların sırası mı?. Gidiyoruz iİşte... Bu yol, cehenne- min en derin kuyusuna kadar dayansa, yine gideceğiz... Lâkin benim kalbime fena bir şüphe | verdin. Şövalye niçin bana bu gece görünmedi. - — Belki vakit bulamamıştır. — Ha, şöyle. Biraz ümit ve cesaret vereck şeyler, söyle... Öyle ya, vakit bulamamıştır. Mu- hafızlara bir şey hissettirmek korkusundan hendeğin kenarında frzla duramadım ki... Mükâleme devam ediyor, on- lara yürüdükleri yolun uzunluğunu hissettirmiyordu. bazan ayakları- nın altından uyuşmuş yılanlar kayıyor.. Bazan da buralara kadar sokularak yuva yapmış dağ fare- leri öne, arkaya doğru kaçışıyordu. — Galiba yaklaşıyoruz. Yol, dikleşti. — Bana da öyle geliyor. Ölmek ve yaşamak hakkında en küçük bir düşüncesi bile ol- mıyan Ântuvan adımlarını biraz daha sıklaştırıyor. Hayatı, Cami kayyumluğunda ve ecnebi tercil- — manlığında her türlü maceradan azade geçen İbrahimin kalbi çarpmaya başlıyordu. — İşte bir merdiven... — Şu halde geldik. — Çırayı yukarı doğru uzat Ibrahim. Bakalım, şu merdivenin sonu nereye dayanıyor.. Âlâ.. Gördüm.. Orada bir kapak var... Şimdi sen, burada dur dostum. Çırayı söndürmemiye çalış. Ben evvelâ gidip şu kapağı bir mu- ayene edeyim. (Arkası var) dostum?.. | Ötel Müşterileri | d Otelci — Bütün odalarımız dolu.. İsterseniz hizmetçinin oda- sında yatınız!. Erkek — Peki, fakat karım nerede yatacakl!.. Dünya İktısat Haberleri |Londrada Av Derisi Piyasası Açıldı Londradan yazılıyor: Sonbahar - av derisi mezat- ğğf;ğ: ları başlamıştır. Bu Kalyla satışlar beş hafta ümidi azdır | devam edecektir. İlk açılış günündenberi oldukça kalabalık bir alıcı kütlesi önünde yapılan satışlarda bilhassa İIngiliz, Fransız ve İtalyan firmaları görü- lüyor. Alman ve Amerika firma- ları şimdilik ikinci plânda yer almışlardır. P : Umumt kanaate göre fiatların yükseğe doğru şimdilik büyük bir meyil alması ihtimali azdır. Piyasada bilhassa gümüşi til- kiler alâka uyandırmaktadır. Harp yıllarına ve daha evvelki senelere kıyasla bu derilerin satışı çok | artmıştır. Harpten evvel senede Londra piyasasında üç bin gümüşi tilki satılırken son senelerde vasati olarak bu derilerden 250 bin adedi müşteri bulmaktadır. me- zatlar alâka ile takip ediliyor. * Mısır'ın bu seneki pamuk re- koltesi geçen 8e- g:;:::z neye niıglıeçtle bir- az noksandır. Zı- rekoltesi | çaat Nezareti ta- rafından — yapılan istatistiklere göre geçen 1933-34 — mevsimi zarfında memleketin pamuk ig- tihsalâtı 8,411,000 kantar (378,500 | ton) idi, Aynı nezaret 1934-1935 mevsimi — rekoltesini 8,217,000 kantar (369,700 ton) olarak tah- min etmektedir. — Şu halde bu seneki rekolte bir yıl evvelki istihsalâttan 8,800 ton eksiktir. Ev Yıkmak En Büyük Vicdansızlıktır ( Baştarafı 5 inci yüzde ) rum, aman Hanimteyzeciğim namu- sumu temizlemek için ne yapmam lâzim? Haksızsam söyle. Kocama mae- seleyi benim yazdığım gibl anlatıyor, fakat başka binbir ilâvelerle. Meselâ mektupları almışım, beraber gezmiye gidelim demişim. “İmzatır, Vaziyet çok açık. Kocanızın arka- daşı çok kıskançmış. Kocanızı kıg- kanmış ve sizden ayırmak için bu yalanları uydurmuş. Bu vaziyeti koca- nıza açıkça anlatınız, o kanaatte oldu- ğunuzu, — deliller bulup — söyleyiniz. Kocanızın sizi Üzmekle haksızlık yap- tığını anlatınız. Ümit ederim ki koca- nız yola gelecektir. Bu arada kendi- nize hâkim olmasını da biliniz. HANIMTEYZE Birinci teşrin 14 O HİKÂYE Bu Sütunda Hergün — Yazan: Firdevs İsmall —— KAYBOLAN İĞNE Beş altı arkadaş oturmuş, ka- dınların kocalarına harşı hıyanet- lerinden konuşuyorduk. İçimizde “ Sergüzeşt kolleksiyonu,, namile meşhur Hüseyin Hayri birax düşündükten sonra: — Size dedi, kocasına olan sadakatile tanınmış bir hanımın macerasını anlatayım. Melâhat, sarışınların göz kamaştırıcı gü- zellerindendi. Apartımana geldiği zaman saçtığı neş'e kendine ve bana muhtemel tehlikelerin hep- sini unutturdu. Kocası Bir arka- daşına yemeğe davetli olduğu bir akşam o da bana gelmeyi arzu etmiş, kocasına bir arkadaşında yemek yedikten sonra ailece ti- yatroya gideceklerini söylemiş ve beraberce evden çıkmışlar, bana geldi. Gece yarısına kadar gül- dük, eğlendik, tam saat on bir buçukta onu; bizim apartımanın pek yakınında bir sokak içinde bıraktığı otomobiline kadar gö- türdüm ve evime döndüm, çok yorgun olduğum için hemen s0- yundum, yattım. Ne kadar uyu- duğumu — bilmiyorum — telefonun şiddetle çalınmasile — birdenbire uyandım; — “Sen misin Hayri?.. Kocam bitişik odada uyuduğu için alçak sesle — konuşuyorum. Pırlanta | iğnemi orada unutmuşum. Yarın sabah erkenden muhakkak bende olması lâzım. Çünkü, daha dün senel devriyem münasebetile onu bana hediye eden hayınvaldeme gideceğiz. Takmazsam sebebini soracaklar. Kaybettiğimi söyleye- mem çünkü kocam tiyatroda ara- maya kalkacak, bir arkadaşımın ailesile tiyatroya gittiğimi — söyle- diğime hata ettim. Yalanım mey- dana çıkacakl.. ,, — Felâketl.. O halde derhal iğneni getirmeliyim. — Derhal olamaz. Fakat yarın sabah tam saat sekiz buçukta getir. Kapıcı bir şey soracak olursa Hüçüncü kattaki dişçiye geldiğini söylersin. İğneyi güzelce bir kâğıda sar asansör kanepesi- nin altına atıver. Beş dakika sonra dönersin kimse bir şey sezmez ve ben vakit geçirmeden asansörden iğnemi alırm. — Ancak “ peki ,, diyebilecek bir vakit buldum, hemen telefonu kapattı. O geceyl korkunç rüya- larla geçirdim. Sabahleyin erken- den kalktım, acele ile kahvaltı ederken her zamanki gibi gaze- teye birgöz gezdirdim. Aman yarabbil!.. Gazetedeki birkaç satır yazı- beni dehşet içinde bıraktı: “ Fran- Bız tiyatrosu baş artisti Madam .« »» Nn Âni rahatsızlığı yüzün- den dün akşamki temsil ertesi akşama tehir edilmiştir. ,, Zavallı Melâhat! Halbuki o, kocasına Fransız tiyatrosunda — olduğunu söylemişti. Bu havadis üzerine Sait Bey karısının yalanını anlıya- caktı. Ne yapmalı idim? neticeyi öğrenmek için sabırsızlığım son dereceyi buldu. Acaba Melâhatin dediği gibi iğneyi asansörün ka- napesinin altına mı atmalı İdim?. Telefon tekrar çaldı. Melâhatin sesi gayet hafif, fısıldar gibi: — Kocam dün akşam tiyat- roya gitmediğimi öğrendi. Gaze- telerdeki havadis Üzerine ben de artık inkâr edemedim. kendimi cereyana bıraktım. Bunun sonu ne olacak?... Mahvoldum! Yala- nımın sebebini imkânı yok söyli- yemem, ,, O bu cümleyi bitirir bitirmez güzel bir fikir zihnimde şimşek gibi çaktı. , — * İğneyi kaybettiğini Salt Bey öğrendi mi? ,, — “ Hayır. Onu söylemek cesaretini kendimde bulamiyorum. — * Daha iyi! Seni bu müş- kül vaziyetten kurtaracak, iğneni bizde unutman olacak, Şimdi size geleceğim, ,, — “ Bize mi? ,, — “Dur, korkma. Yalnız söy- lediklerime dikkat et. Size geldi- | ğgim zaman Sait Beyin yanında bulunmıya gayret et. Söyledik- lerimi bitirdikten Sona öksüre- ceğim. O zaman sen Sait Beye: “— İşte tiyatroya gitmediğime sebep hlı: id.i.’,r diyîcılşsinl.. yi Bir saat sonra halime müm- kün olan sakinliği vererek Melâ- hatin apartımanına gittim, hiz- metçiye kartvizitimi verdim. Ha- nımefendinin kaybettiği pırlanta iğneyi getirdiğimi söyledim. Bir dakika sonra muhteşem bir sa-< londa, kocasının yanında oturan Melâhatle karşı karşıya idim. Ga- yet soğukkanlılıkla kaybolan İğ- nenin şeklini tarif etmelerini rica ettim. İğneyi cebimden çıkarırken Sait Bey memnuniyetle ellerini uğuşturarak yanıma yaklaştı: — “Beyefendi size nasıl te- şekkür edeceğimi bilmiyorum.,, dedi. Fakat birdenbire bana ba- kan gözleri kısıldı, güler yüzü çiddileşti, sesi biraz sertleşti: “Fakat adresimizi nereden bul- dunuz? ,, — Evet. Yalnız adresinizi de- ğil iğneyl de nasıl bulduğumu anlatayım. Dün akşam saat sekiz buçuğa doğru Beyoğlunda, Fran- - Bız tiyatrosunun önünde, - İçinde iki hanım bir bey olan lüks bir otomobil görerek durdum. Hanim- lardan birisi otomobili idare edi- yordu. zannederim sizdiniz hanı- mefendi. Sizi nazarlarımla takip ediyordum. Otomobil durur dur- maz kapısını açtınız. Çıkarken eteklerinize oturduğunuz yerden yerin Üstüne pırıl pırıl bir cisim fırladı. Yaklaştım, onu aldım: Pırlanta bir iğne idi. Hemen ver- mek için tiyatroya girdiğim za- man sizi bulamadım. Sait Bey gittikçe lanıyordu. — Evet amma adresimizl ne- reden buldunuz? — Ben de şimdi size onu anlatacağım. Bir sabah erkenden seyrüsefer memuru olan bir arka- daşım vasıtasile zihnimde kalan otomobilinizin numarası yardımile adresinizi öğrendim. Ve hemen iğneyi getirdim, Müsadenizle ben gideyim efen- dim, Melâhatın solgun yüzü pem- beleşti. Geniş bir nefes aldığını farkettim. Gitmek için ayağa kalkarken telefonda sgöylediğim gibi kuvvetlice ökslürüşüm Melâ- hatı harekete getirdi, kalktı ko- casina yaklaşırken benden öğ- rendiği cümleyi tekrarladı. — İşte Sait, şimdi tiyatroya gitmediğimin sebebini anladın mı? Sana, annenin hediyesini kaybet- tiğini söylemek istemedim. Bilsen! Bizim ev ile arkadaşımın evi ve tiyatro arasında kaç defa gittim geldim. emin, Sait Bey karısından memnuniyetle gülerken: — Ah, dedi, bilsen tiyatroya gitmediğini öğrendiğim anda ne müthiş, ne iğrenç düşünceler karşısında kaldım. Artık yeter.. Bir daha bundan bahsetmeyelim. Çünkü senin gibi masum bir kadın hakkında verdiğim fena hükümleri tekrar hatırlamak bile beni muazzep ediyor. Kaybolan elmas, — meydana çıkan yalan sayesinde Melâhat muhakkak bir felâketten kurtuldu. O hâdiseden sonra bir daha ne o beni görebildi, ne de ben onu, Ucuz kurtulduğuma dalma dua ederim. sabırsız-