22 Mayıs 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

22 Mayıs 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

OLUM MANGASI “ Son Posta ,, nın tefrikası: B7 Yazan A, R. Cemil, Nâsır Mebhütu bir hançer darbesile öldürmeğe karar vermişti Uzun ve karanlık delhizlerden ge - giyorlar, kalenin orta kısmına doğru ilerliyorlardı. Delhizlerde muntazam fasılalarla burç kapılarının önlerinden geçiyor - lardı, Burçlarda duvarlarda hevenk hevenk asılı silâhlarla cephane sandık- ları görülüyordu. Cemil, dikkatli Lir asker gözile et - rafına bakınıyor: — Vay domuz herif!. Amma mü - kemmel tertibat almış... Her mazga - hn önüne üç tüfekle bir açık cephane sandığı konulmuş. Şayet bir baskına tuğrarsa, cephane taşımaya bile lüzum yok... Bu kurnaz herifin vücudunun kalkması, her halde bizim arkadaşla - rın yüzünü güldürecek. Bir, ikinci Na- sır Mebhüt yetişinceye kadar, kim bi- lir ne kadar zaman geçecek?. Diye düşünüyordu. Delhizin sonundaki demir kapıdan geçmişler; geniş bir sofaya girmişler” di. Sofada bir takım genç habeş kölele- yi acele acele gidip geliyorlar; kapısı - nın üzerinde meşin perde asılı olan bir odaya tepsiler ve sahanlar içinde ye - mekler taşıyorlardı. Genç bir köle, meşin perdeyi aç - mıştı. Cemil'e rehberlik eden adam bir kenara çekilerek: — Buyurun!.. Diye mırıldanmıştı. Cemil, odadan içeri girer girmez et- rafına bakmış; sedirin üzerinde sıra i- le oturan beş altı kişinin arasında, Ab- “dülbâriyi görür görmez, onunla selâm- İıymıq(ı. Abdülbârinin iki tarafında oturan- ların hepsi dev yapılı adamlardı. Hep- sinin de bellerinde birer altın işlemeli hançer vardı. Bunlardan biri, boynu- na kayışla bir rövelver asmıştı. Cemil bu rovelvere dikkatle baktığı zaman içi — sizlamıştı. Çünkü rovelverin sapında- ki halkaya bağlı olan ve o adamın boy- “ nuna dolanan yeşil renkli şeritten, bu- nun o orduya mensup zabitlere dağıtı- lan bir karadağ rovelveri olduğunu an- lamıştı. Bunun sahibi olan zabit kim bilir nasıl öldürülmüş; ve onun vücudu he- nüz daha sıcak iken bu tabanca kim bilir nasıl çekiştirilerek onun üzerin- D den çekilip alınmıştı?.. Abdülbâri, Cemil'i yanına davet et- mişti. Ve Cemilin anlıyamadığı kaba bir çöl arapçasile yanındakilere bir şeyler söylemişti. Orada bulunanlar, Cemile şöylece bir göz gezdirmişlerdi. Bu gözler, hiç bir mana ifade etmiye - rek başka taraflara çevrilmişti. Bu mağrur dağ adamları, sanki Cemile — hiç bir kıymet, hiç bir ehemmiyet ver- — memişlerdi. L * Yemek, sükünet içinde yenilmişti. Kışır'lar içilmişti. O zaman içeti bir köle girmiş: — Efendimiz; Seyit Nâsır Mebhüt, misafiri kabul etmek istiyorlar!.. Demişti. — Abdülbâri, ayağa.kalkmış: â — Buyurun, Cemil efendi, Beni ta- kip ediniz. Diyerek ilerlemişti. Cemilin vücudu, bir anda buz kesil- — mişti. Ölüm, hiç bir zaman ona bu ka- — dar yakın görünmemişti. — * Sofaya çıktıkları zaman elini usul- Tacık arkasında gezdirmiş; hançerinin, — tam belinin ortasında olduğuna kanaat — getirmişti. Ve sonra etrafına sür'atli bir göz gezdirmiş; dar ve kısa bir del- — hize girerlerken zihninden şunları ge- — gçirmişti: — — zerime hücum ettikleri zaman, — şu sofayı kolayca geçip de delhizdeki / burçlardan birine girebilsem. O zaman — kendimi kurtulmuş sayarım. veyahut, — hayatımı bunlara çok pahalıya sata - o nm. B e ee e G b h iki köle bekliyordu. Bunların gayet düzgün ve iyi teşekkül etimiş vücut - ları, birer bronz heykele benziyordu. Bunlardan biri, sür'atli bir el hareketile perdeyi açmıştı. Abdülbâri:. — Buyurun Cemil bey. Derken, içeriye dalmıştı. Cemil, başının hafifçe döndüğünü hissetmişti. Fakat, bütün iradesini bir anda sinirlerine vererek sükünetle i- çeri girmişti. çeri girer girmez gözleri köşede ©- turan bir adama ilişmişti. Bu adam; yerden yüksekçe bir sedir üzerinde o - turmuş; sırtını iki duvarı birleştiren Zzaviyeye vermişti, Bu adamın, kır sakallı çehresinde münis bir tebessüm görünüyor; gözle- ri uzaktan görünen bir ateş kıvılcımı- na benziyordu. Hiç hareket etmeden gözlerini Ce - mile dikmişti. Yüzündeki tebessüm biraz daha genişleyerek; Cemile önün- deki yer minderini göstermiş: — Buyurun. Oturun. Demişti. Ve sonra, başını Abdülbâ- riye çevirerek: — Efendi ile bizi yalnız bırakın. Sözlerini ilâve etmişti. Cemilin vücudu, derin bir sevinçle titremişti. Ve içinden: — Ooh!.. Onunla baş başa kalıyo - rum. Artık işime hiç kimse mani ola- mıyacak. Bu mel'un Türk katili, beş on dakika sonra belâsını bulacak, Sözlerini geçirmişti. O adam, temiz ve pürüzsüz bir ses- le, ve yüzünden hiç kaybolmıyan o te- |bessümle: — Ben.. Nâsır Mebhüt!.. Bu kale - nin sahibi.. ve bütün bu civardaki ka- bilelerin reisi... Seyyidünâ ve mevlânâ, İmam Yahyâ bin Hamideddin'in, kâidi ve muhibbi... Siz de, Cemil e - fendi.. öyle değil mi?.. (Arkası var) RULMACA Soldan sağa: | — Telgraf tellerine çök konan bir kuş. 2 — Lâtife. 3 — Hatıra olmak üzere ka: lan hediye, gayz. 4 — Köpek, kıraat. 5 — Bir millet, halk. 6 — Yardım için ve- tilen yiyecek, nota. 7 — Kâğıthanede Lâ- le devri kasırlarından biri, şikâr. B — Mut- faklarda bulunur, bir ölünün bıraktığı mal- lar. 9 — Bir diş ismi. 10 — Lügavi manâsi «geçmek» tir, yıkmaktan emri hazır. 11 — Gişe. Yuakarıdan aşağıya: | — Bir meyva, isim. 2 — Bir 'kumaş, nota. 3 — Kabul etmemek, eski bir ver- gi zevce. 4 — Aynılma, eski arap harf - lerinden birinin telâffuz şekli. 5 — Kül- hanbey dili, ufuklar. 6 — Ağa. 7 — İzin: narne. 8 — Sây, bir kadın ismi. 9 — Kur- ta benzer bir hayvan, bir içki. 10 — Fifi gibi ecnebi bir kadın ismi, beyaz. | — Ekmek, dünyanın en yüksek tepesi, * Dünkü Bulmacanın Halli: Soldan sağa: | — Kızılcık. 2 — Halı, Naşit. 3 — Atıf, fa, şaka..4 — İfa, abi 5 — Men, aksır. 6 — Mar, ehl, ila. 7 — Em, ncı, ikaz. B — Re, ekl. 9 — Kala, irae. 10 — Elebaşı, tam. | — Pınar, ki, lâ. Yukarıdan aşağıya: | — Mütekkep. 2 — İhtimam, Ali. 3 — Zafer, fen. 4 — İl, an, araba. 5 — Lif, ece, ar, 6 — Aa, hi, iş 7 — İn, bal erik. & — Kaşık, 'ika. 9 — Şa, siklei, 10 — İktifa, al | — İta, razı, mâ. — - SON POSTA . Çöken - u- y Boğaziçi (Baştarafı 6 ıncı sayfamızda ) ve pratik bilgiyi öğrendikten sonra köyle- rine dönmeleri ve burada öğrendiklerini adada tatbik ederek hem başka köylüleri tenvir etmeleri, hem de kendileri bilgileri sayesinde memlekette meyvacılığı inkişaf ettirmeleri. Fakat bu arzumuz henüz ta - mamile yerine gelmiyor. Talebelerimiz a- rasında hepsinin köye dönmesine imkân ol- muyor, Çünkü bahçıvan istiyenler var ve onlar da bahçıvanlığı tercih ediyorlar. Dört senedir çalışmağa başladığımız halde şim- diden fidan ve meyva satmağa başladık. Ve en fazin da köylülere satıyoruz. Buyuru - nuz size bahçeyi ve mektebi gezdireyim. Yeniden bahçeye çıkıyoruz. meyva a- gaçlarının arasında ilerliyerek tek katlı bir binaya vanıyoruz. Bize rehberlik etmek ne- zaketinde bulunan Bay Cemal bir kapi a- gıyor... Burası depo gibi bir yer. Alt, alta çekmeli olan garip bir konsolun yanına gi- diyor, çekmecelerden birini açıyor: — İşte bu çekmecelerde bu otların a- zasında meyvaları saklıyoruz ve işte du - varı iki katlı ve hararetten masun ambar- da da meyvalarımızın ne kadar dayanıklı olduğunu tecrübe ediyoruz. Oradan çıkıp bir başka daireye giri - yoruz. Bay Cemal bize meyva kurutma makinelerini gösteriyor, sonra kenardaki cam kavanozların birinden lezzeti pek ne- fis olan kuru kayısı ikram ediyor. Biraz sonra bahçenin diğer tarafındaki mektepteyiz. Önüne iskemle konmuş ge- niş birer yazıhaneye benziyen, bir yerinde ayrı, ayrı duran mektep sıraları karşısında bir nebatın elyafını gösteren kocaman bir levha... Ve ileride siyah tablot! — Talebelerimize burada da ayrıca ders Biz buraya yalnız ilk mektep mezunlarını alıyoruz., Biraz sonra yatakhanelerin bulunduğu dairedeyiz. Kapısından içeri girer girmez; Bay Cemal sağda bir kapı açıyor. Burada sıra ile küçük küçük höcreler var: — Duşlarımız diyor. Muhiddin Üstüne dağ talebelerin işten döner dönmez ya - takhanelere çıkmadan evvel muhakkak bi- ter duş almasını istiyor. Şu karşıdaki alçak musluklarda ayak yıkamak için. Bazan iç« lerinde; nezleliler filân olursa onların da hiç olmazsa el ve ayaklarını yıkayıp yarı bir banyo almadan evvel yatakhanelere girmelerine imkân yoktur. Yukarı katta gene bir yıkanma dairesi, talebelerin hepsinin adedine göre bir mus- luk ve musluğun üzerinde bir ayna, veririz. .. — Kaç talebeniz var?.. — Kırka kadar kadromuzda müsaade yar amma, bizde şimdiki halde altısı kız olmak üzere otuz talebe var. — Kız talebeleriniz de var demek?., — Evet. Fakat onlar köylü değil, daha fazla İstanbulun civarından... Şimdi boz sengi battaniyelerle örtülü ve vapur yatakları gibi iki katlı olan kar- yolalarile geniş ve çok güneşli bir yatak- hanedeyiz: — Burası bir sanatoryom gibi, diyo - rTum. — Evet; gelen talebelerimiz, bir kaç ay- da kilo alıyorlar, Sofadayız. Bay Cemal bir ikinci kapıyı açmak için elini uzatıyor. Fakat kapı ki- Ktli: — Burası kilitli diyor. yazık göremedi- niz. Genç kızların yatakhanesi idi. Merdivenlerden inip tekrar bahçeye çı- kınca bir genç kızla karşılaşıyoruz. Sıh - hatli yüzlü, orta boylu ve pek güzel olan bu genç kız bana şuhları söylüyor: — Ben İstanbulluyum. Fatihliyim, ilk mektep mezunuyum. Bostanlarımız, bah- çelerimiz var. Erkek kardeşlerim de var amma, bahçeciliği ben merak ettim. Mek- tebi bitirir bitirmex oraların idaresini ben elime alacağım. Bakçıvanlığı çok severim. ve bahçıvanlıkta en fazla hoşuma giden şey meyvacılık. Buradaki — hayatımızdan gok memnunüz, mektebimiz. cennet gibi, temiz hava, her gün güneş ve güzel bir iş. Hakikaten çok güzel ve memleket için gok faydalı bir mücssese. Bizim istediğimiz yalnız Boğaziçinin değil, memleketin dört bucağının memleket halkına, memleket ço- cuklarına müfit olmak gayesile imar edil. mesidir. Bunu yapmağı düşünmüş, bunu başar- mış olanlar ve bunu bu kadar güzel ida - re edenler hakikaten büyük takdirlere lâ- yıktırlar. - BSuat Derviş YUSUF İ ZLEDDİN Öldü mü, ö!dürüldü mü? Eski Osmanlı Veliahtı katledilmiştir. Yazan: Ziya Şakir —MHUO— — Pek âlâ amma, bu mesele hak - kında zati fehimaneniz, ne düşünmek- tesiniz?., Vahdeddin, birdenbire Talât beye cevap vermemişti. Konuşurken daima yere veyahut etrafına bakınan bu a - dam şimdi birdenbire gözlerini Talât beyin gözlerine dikmiş ;onun bu su - ali ne maksatla sorduğunu anlamak is- temişti. Talât bey, cidden meharet göster - miş; Vahdeddin efendiye - serbestçe söz söyletecek derecede çehresine bir emniyet ve sâfiyet vermişti. Onun için Vahdeddin tekrar gözlerini yere in - dirmiş; şu sözlerle mukabele etmiş - — Ne bileyim, bey... Meselâ, akla şu gelebilir. Veliahtlıktan iskat edil - se... — Sebep?. Bunun için bir sebep lâ- Zzım, — Hastalığı. — Efendinin bugünkü hastalığı, kendilerini veliahtlik makamından is- kat için bir sebep teşkil etmez. Talât bey bu sözleri biraz sertçe söy- lemişti... Ve sonra, Vahdeddinin son düşüncesini ve bu kır ziyafeti bahane- sile hazırlanan mülâkatın neticesini bir an evvel öğrenmek için birdenbire şu suali soruvermişti: — Vallahi, efendi hazretleri.. bizi, Yusuf İzzeddin efendiden ziyade zati fabimanenizin siyasi meslek ve akide- si düşündürüyor. Talih ve mukadde - ratın ne olduğu bilinemez, Şayet bazı sebepler hâsıl olur da, siz saltanat ma- kamına gelirseniz; o zaman aramızda- ki fikir ayrılığını nawwl halledeceğiz?.. Vahdeddin, Talât beyin kendisini gafil avladığını hissetmemiş; derin bir sevinç içinde titreyerek şu cevabı ver- mişti: $ — Size, yemini billâh ederim ki; ne cismen ve ne de fikren aramızda hiç bir ayrılık, gayrilik yoktur... Eğer ba-| zı dedikodular oluyorsa; bu da emin olunuz ki sui tefehhümden ibarettir... Biraderim sultan Hamidin, tahta çıka- cağı esnada Mithat paşaya bir senet verdiğinden bahsederler. Eğer bana karşı itimat edilmiyorsa; ben, beş se - net vermeğe hazırım. Talât bey artık bu muhavereyi kâ - fi görmüş; başını önüne eyerek: — Buna hacet yok, efendim. Sözü- nüz kâfi. Demişti. Bu tarihi muhavere; günün birinde lâzım olür diye; o tarihte merkezi u - mumide- mühim bir mevki sahibi o - lan - ve, bugün de meb'uslarımız ara - sında bulunan - bir zata Talât bey ta- rafından not ettirilmişti. Artık tarihe karışan bu notlar; diğer bir takım ev- rak ile o zat tarafından bize hediye e - dilmiş; ve aynen şu sözler de söylen - mişti: — Vahdeddinin maksadı, şehzade Selâhaddin efendinin — tahta çıkarılıp çıkarılmıyacağı meselesini öğrenmek- ti. Halbuki Talât bey bu muhavereyi dirayetle idare etmiş; sadece Vahded- din'e müphem bir ümit vetmekle ikti- fa etmişti. Talât beyin yegâne maksa- dı, öyle tehlikeli bir zamanda bu müf- sit ve haris herifi ümitle yaşatmak, mubalifler arasından çekmekti. Nite - kim Vahdeddin, bu mülâkattan sonra fikren değişmiş; veyahut değişmiş gi- bi görünmüş; artık İttibatçılar aley - hinde şurada burada atıp tutmaktan wvaz geçmişti. Hattâ, saltanat makamı- nı işgal ettikten sonra İttihatçılara hoş geçinmesi de; biraz korkudan, ve bi- raz da verdiği sözü tutmak içindi... Fakat dessas herif tam zamanını bek- lemiş; en sonunda marifetini göster - mişti . İ Gelelim, sadedimize: Vahdeddin, Talât beyle bu mülâ - katını bazı sadık bendegânına naklet- miş; hissettiği memnuniyeti de gizle - memişti. Fakat, Vahdeddinden daha kurnaz, daha entrikan, daha dessas o- lan bu sadık bendegân: — Efendimiz!.. İttihatçıların söz - lerine inan olmaz. Onlar, menfaatleri için babalarını bile kıtır kıtır. kesen mahlüklardır. Diye cevap vermişlerdi... Vahded- din'in biraz sükün bulan endişeleri, bu suretle yine galeyana gelmişti ...İşte bu sırada şehzade Selâhaddin efendi de (hücumu demi dimağt) den anf bir — surette vefat etmişti, (16 Nisan 1915- 1330). j Eğer geniş bir zamanda olsaydı, Selâhaddin efendinin böyle ansızın ve- fatı, belki bir müddet üzerinde duru - lacak bir mevzu teşkil edebilirdi. Fa- kat; mahiyeti bir hayli su götüren bu ölükü Byla böydemündü ” lli Bi ç bükümet ve İstanbul halkı; Çanakka- leden düşmanın girmesi ihtimali kar - şısında hicrete hazırlanmakta idi. Böyle olmakla beraber bu ölüm hâ- disesi, İttihatçıları çok müteessir et - mişti. Bu ölüm karşısında: — Oohi.. Rakiplerimin birinden ol- sun kurtuldum. Diyen ve sevinen bir adam varsa, o da şehzade Vahdeddin efendi idi. * Selâhaddin efendinin ölümü, şehza- de Vahdeddin'e birdenbire büyük ü - mitler vermişti. O günden itibaren, husust adamı İbrahim'e pu talimatı vermişti: — Yusuf İzzeddinin sarayına daha sık git. Efendi ile temasını arttır. Be - şir ağaya da söyle. Efendinin hastali- ğt hakkında kadınlar arasında bir te- lâş uyandırsın. (Arkası var) Tuzla şimendifer kazası davası Yedi ay evvel, Tuzlada bir tren ka- zası olmuştu. Kazayı mütcakip, Devlet Demiryol- ları idaresi tahkikat yapmış, ve kazâ- mes'uliyetini, hareket memuru Nevza- dın sırtına yüklemişti. Fakat, Devlet Demiryolları idaresi tarafından böylece kapanmış sayılan bu kazanın muhakemesi hâlâ devam etmektedir. Bu davanın son celsesin - de, maznun hareket memuru Nevzat, Yuk'a Tmlmllinde kanif Yaş ie temişti. Mahkeme, bu hususta bir karar ver- meden önce, idareden istenilip de ha- lâ gönderilmeyen kontrol kâğıtları i- çin tekit müzekkeresi yazılmasına ka- rar verdi, ve muhakeme bir başka gü- ©e bırakıklı. —— — O u universitede imtihanlar başlıyor Üniversitede yarından itibaren ders- ler kesilecektir. İmtihanlar ayın 28 in- de başlayacak ve Haziran nihayetine kadar devam edecektir. Hukuk fakültesinin iki dersten ya - pılacak olan tahriri eleme imtihanların- dan sonra 20 gün imtihan tatili yapı- lacaktır. Bundan sonra birer gün fası- la ile diğer derslerin şifaht imtihanla - rına başlanacaktır. Tahrirf imtihanlar - —— da muvaffak olamıyanlar şifahilere gi- — remiyeceklerdir. $<y Otomobilli seyyahlar Otomobil — ile uzun bir seyahate çıkmış olan İngiliz Salter ile zevcesi, şehrimize gelmişlerdir. . Seyyahlar şehrimizde bir kaç gün kaldıktan sonra, Anadoluya ve oradan da İran ve Efganistana gideceklerdir. At yarışları bugün başlıyor Sipahi ocağı ilkbahar yarışlarına bugün başlıyacaktır. Yarışlar 28 - 24 - 31 mayıs ve 7 haziran günleri devam e- decektir. Dün sahada yapılması icap —— eden bütün hazırlıklar ikmal edilmiş- —— tir. 9 .

Bu sayıdan diğer sayfalar: