8 Haziran 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

8 Haziran 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bir i Son Postanın Yazan: Margery Allingham İngilterenin en tanınmış altı za- I 'bılı romancisı Margergy Allingham Anthony Berkley, Freeman Vills Grofts, Father Ronald Knox, Do- rothy Sayers, Russeli Thorndike kahramanları meçhul altı zabıta romanı yazıyor ve katillerin keşfi- ni İngilterenin en maruf zabıta mü- fettişi «George Cornishs e bırakı- yorlar. Bunlardan dördünün eserleri- ni okudunuz. Polis müfettişi de fik- rini anlattı. Şimdi beşinci mae harrir Margery Allinghamın eseri başlamıştır. Bu eser bilince gene polis müfet- tişinin katili nasıl tayin ettiğini ken- di ağzından dinleyeceksiniz. Bu eser, hakikaten bir itiraftır. Mak- sadım, duğruyu söylemek ve her şeyi vuku bu'duğu gibi anlatmaktır. Evvelâ Şunu — söylemeliyim ki, benim adiım Margery Allingham değildir. Doğdu- ğum zamean adım Margeret Havkinadi. Daha sonra sahneye intisab ettim ve adımı değiştirdim. Herkes beni Polli Olivez diye tanıyordu. Bu ism! hatır- ladığınızı zannetmiyorum. Fakat ba - balarırıza sorarsanız size belkide bir şeyler söyliyebilirler. Zeki ve güzel - dim, Fakat güzelliğimi gör kamlşter cak derece parlak değildi. Yani Luiz gibi değildim. Zaten ben de bu yüzden bu itirafnameyi yazıyorum. Fakat beni gören zabıta memurlarının biri de ben- den şüphe etmeği cesaret edemiyor - lardı. Bu yüzden içine karıştığım vak'- adan ak alınla çıktım. 'Bunuülü bera — ber vaziyetimi anlatmak istiyorum. Çünkü Luiz bütün bu işin asıl sebebi idi. O olmasaydı bu hadise vuku bul - maz, ben de bu itirafımı yazmakla mec- bur kalmazdım. Luiz ile ikimiz arkadaştık. Zamanı- mızın sahne - artistleri gibi değildik. Maksadım bu günkü meslekdaşlı aleyhine bir söz söylemek değildir. Fakat bugünkülerin hali bize pek ben- Zzemiyor. Bugünkülerin artist olup ol - madıklarını ayırt etmek pek güçtür. Çünkü otuz kırk sene önce bizi gören- ler ta uzaktan birer aktris olduğumuzu anlardı. Çünkü herkes bize bakar, ço - cuklar, peşimizden koşardı. Luizin saçları o zaman da altın gibi idi ve yürüdükçe dalgalanırdı, O za - man canlı bir. kadındı ve güzeldi. Bu günkü nesil daha henüz beşikte iken Loiz bir şöhretti. Bu günkü neslin ba- baları ondan bahsederlerdi. 1900 de sahneye çıkan bu kadın 1918 de bile sahnenin mabudeleri arasında Onun için yıgın yıgın şarkılar yazıl - mıştı. Bilhassa Lorn, onun söylediği şarkıların en güzellerini yazmış ve Luiz bunları okumuştu. Onun sahneye çıkması ile ortalık birdenbire canla * nır, herkes dikkat kesilir ve onun şah- siyetinden köpüren dalga dalga canlı- lığı temaşaya dalardı. Onun beyaz teninden,.mavi göz - kerinden, altın: saçlarından, hayat fış- kırırdı. Seside güzeldi ve bütün salo: nu doldururdu. Söylediği her - şarkı, muhakkak, bir kaç kere istenirdi. Her- kesin onu sevdiği şüphe götürmezdi, fakat o da kendisini sevenleri seviyor - du. Uzun boylu ve zarif endamlı idi, Sevimliliği bir ışık gibi idi, ona bakan her insan, bir sevgi- pırıltısı ile karşıla- Şir. Ve onun kendisini bu kadar be <« şır. Ve opun gülümsiyen yüzüne baka: rak — içinin ferahladığını — hissederdi. Halkın kendisini bu kadar beğenme sinin eh belli başlı sebeplerinden biri uydu. Bütün bunları anlatmamın — sebebi Var. Çünkü itiraf edeceğim vak'ayı an- lamak için bütün bunları bilmek lâ » Zzamdır, Luizi gseven ve isteyen binler - te kişi vardı. Hele Lorn her dakika o ü Dunle etlonmeğe bazirdı. Zavallı a ” Londra zabıtasına karşı 6 muharrir: 5 tiraf tefrikası : 41 dam onun için ölüyordu. Fakat Puiz onun veremli olduğunun farkında de- gildi. Luiz, evlenmek istediği adamı seçmekte serbestti. Fakat nedense Frank'ı seçti. Bu adamın ne iş yaptığı- nı pek iyi bilmiyorum. Fakat gali - ba kasabaların birinde çalışan bir or- kestra takımı içinde idi. Günün bi - rinde Luiz, bu adamı yanıma getir - miş ve «Frank Springer» budur, de - miş, sonra: — Yakında evleneceğiz! Sözlerini ilâve etmişti. Ben onun lâtile ettiğini sanarak göz kırpmasını bekledimse de öyle bir şey yapmadı. Ben bu adamdan o zaman da hoş - lanmamıştım. Ufak tefek, yuvarlak bir adamdı. Yalnız söz söylemesini bili - yyor ve tanımadığı insanlara da sözleri- ni dinletmesini biliyordu. Bununla be- raber bu adamı beğenmemekte — israr etmiş, ve Luizin ona varmasını iste « memiştim. Oıhşımf.uiıluhaçbqıhhrhl e |maz evlenmek üzere seçtiği adamla a- lay ettim ve onun gülünç hallerini te- ker teker saydım. Lüiz kızmamış, fa- kat gözlerine beni korkutan bir hiddet sinmişti. Anlıyamadığım şeylerin biri de buydu. Nihayet Luize bakarak : —Senin, dedim, bu adamla evle - neceğini aklım almıyor! — Neden, dedi, nesi var? Ve bir şey ilâve etmedi. Ben bu söz- lerde, bu bahsi *karıştırmamak, bu bahis üzerinde fazla durmamak için yalvaran bir eda sezmiştim. Zaten Lüizin hususiyetlerinden biri pek ehemmiyetsiz şeyleri, sanki pek mühim imiş gibi bir tavtırla söylemek ve insana kabul ettirmekti. Luizi fazla sikmamak için bir şey söylemek istemedim. Fakat sordum: — Bu adam zengin mi ? — Hayır! dedi ve ilâve etti: — Beş parası yok. O geceden sonra bir müddet konuş- madık. Aramız, biraz açılmıştı. Tekrar buluştuğumuz zaman Luiz bana evlendiğini söyledi. Fırsattan isti- ederek özür diledim ve kocası bakkında söylediğim sözleri geri al - dim. Çünkü karı koca olmuşlardı. (Arakası var) —— En hoş meyva usarelerile haziır- lanmıştır. Hazmi — kolaylaştırır. İnkıbazı izale eder. Kanı temizliyerek vücuda tazelik ve canlılık bahşeder. İNGİLİZ. KANZUK ECZANESİ Beyoğlu « İstanbul Çorlu Asliye H. Hakimliğinden: Müddei Çorlunun Değirmen köyünden Abmet oğlu — Mehmet — tarafından karısı İbrahim kızı Fethiye aleyhine açılan bo- şanma davasının yapılan muhakemesi 80- nunda: Tarafeynin boşanmalarına — 24-3- 935 tarihinde karar verilmiş ve müddea- aleyhanın adresi meçhul bulunması hase- bile ilânen tebligat icrası telep — olunmuş olduğundan tarihi ilândan — itiberen 15 gün zarfında işbu karar temyiz edilmediği takdirde hükmün — kespikat'iyet — edeceği tebligat makamına kaim olmak üzere ilân olunur. U AA ve — Ü RUAA LA :[ - Hikâye Son Abbasi halifesi Mustasambillâh, yu- muşak huylu, gurursuz, zayıf kalbli bir a « gdamdı. Fakat cirariliği onun bu iyi huyları- mı çok zaman bastırır, fenalığa sürüklerdi. Saray hazinesi © zamana kadar görül » 'memiş derecede zehgin olmuştu. Dünyanın her tarafından gelen yakutlar, inciler, el - maslar, pırlantalar ve çeşit çeşit mücevher- “er sandıklara dolduruluyor, sarayın bir ku- lesine kohuluyordu. Bir kuleye de ağzına |kadar altın doldurulmuştu. Halifenin malları da sayısızdı: Yalnız Bağdat civarındaki bir çiftlikte iki yüz bi me yakın cins at biriktirmişti. Asker maaş alamıyor, devlet memurları yoksulluk çekiyor, memleket bakımsız ka - hyordu. Fakat halife bu paralardan bir tek altın bile çıkarıp vermiyordu. Hazinenin anahtarlarını da kimseye e- manet edemiyor, kendi uçkuruna bağlı o- larak her ân yaninda tutuyordu. Halife o akşam da geç vakte kadar kur'an okumuş, mezhep münakaşaları yap- mış ve olduğu yere uzanmıştı. imdi bütün Bağdat uyuyordu. Dicle nehrinin sarı ve bulanık suları yüksek ka- le duvarları arasından bir katran nehri gi- bi akıyordu. Yalnız iki kişi uyanıktı. Bunlar saray nazırı Muaz ile kardeşi Nâ- sır idiler. — Tam zamamı... İşe başlıyalım. * — Evet... Haydi git te anahtarı al — Peki... — İyi bak, mücevherat kulesinin anah- tarı olmun. Altn kulesinin anahtanı da işe Pyarar ama, oradan. ne taşıyabiliriz? — Hakkın var.. Muaz kapıyı yavaşça açtı. Koridora ve oradan salona çıktı. İpek halılarla döşenmiş olan mermer sa- londa ilerlemeğe başladı. Sarayın bazı kö- gelerinde yanan küçük kandiller ortalığa cılız bir ışık yayıyordu. Ayaklarının ocuna basmağa lüzum yok- tu, çünkü bu yumuşak- ve bol tüylü halıla- rmn üstünde koşsa bile gürültü olmıya - caktı. Halife dairesinin kapısında bekliyen ha- yem ağası yerlere kadar eğilerek saray na- zırina yöl verdi: Muaz bir dakika sonra kendisini hali- fenin yanıbaşında buldu. Halife hiç bir şeyden habermsiz uyuyor- du. Muaz onün kaftanını yavaşça açtı. Üç- kura bağlı anahtarlara göz attı. Lükin ha- life bir mırıltı ile soluna döndü. Saray — na- zırı 6 uyanırsa vereceği cevabı çoktan ha- zırlamıştı. Fakat bu cevabı kullanmıya lü- zum kalmadı, çünkü halife gene derin uy- kusuna devam ediyordu. Muaz biraz sonra elinde bir anahtarla odadan çıktı. Koridorlarda kimseye şüp- he vermemek için pek serbest yürüdü. c- Bu sizin kendi kabahatınızdır, zıra dişlerinizi Ihmal etdiniz, bunlara iyi bakmadınız, halbuki bundan daha kolay bir şey yoktur, zira bu ihliyacı lemin edecek bir PERLODENT en iyi diş macunu vardır. ; ©— Rerlbdani' düş macedknma #lam #kli- 'PERLODENT Ağer ve dışlerin : yöni ağır we alişlare olan 1 dasına girdiği zaman Nâsir onu karşıladı: — Aldın mı? — Aldım, işte... — Haydi öyle ise.. Saray nazımı ardına kardeşini takarak yeniden salonlara ve koridorlara daldı. A- yamra yaptığı teftişlerden birini yapiyor gibiydi. — Haydi, ben burada bekliyoram. Ça- buk olt.. Nösir korkuyordu: t. Daha iyi bilirsin? Seni burada götenler şüp - akat benden şüphelenemezler. — ... Muaz kardeşini kolundan tutarak yü -| ea yÜtÜ L — Dosdoğru git. Sağdaki külede altın, soldakinde mücevherler var. Nâsır gitti. Son sözleri pek iyi bellemişti. Fakat elindeki anahtar soldaki kule - nin demir kapısına uymuyordu. Uğraştı, beceremnedi. Sağdaki kapının kilidine soktu ve kapı açıldı. — Muaz sersemlik etti. Yanlış almış.. Dedi. Dönüp anahtarı değiştirmek, yahut bu işi başka güne bırakmak gerekti. Fakat içe- ride ağzına kadar altın dolu sandıklar var- dı. Tepeden sızan ince bir ışıkta sandıklar bile parlıyordu. — Girer ceplerimi doldururum. Bu ka- dar korku ve zahmet boşa gitmesin! Girdi. Muaz bu sırada halifenin dairesi tara - fından gürültüler duydu. Koşuşmalar, te- Vâşlı sesler işitti: — Hazinenin anahtan... Hazinenin a- nahtarını çalmışlar... Halifenin hazinesi.. İ | Kadircan Kaflı Başta halife olduğu halde büyük bir kas balık ve askerler hazinelerin bulunduğu — yere geliyorlardı. : Muaz suç üstünde yakalanacağını an - lamıştı. — Nâsır, kaç! Diye seslendi. Ayni zamanda yan tarata giden katâpe hk koridorlardan birinde kayboldu. — « Muaz bulunamadı. Altın dolu hazinenin kalın duvarları ar> dindan günlerce iniltiler geldi. Çok geç < — meden bunlar da kesildi. ğ Halife bü altın hırsizıni altınlar / içinde aç ve susuz birakmak süretile öldürmüştüş — » Aradan on üç yıl geçmişti. Halifenin ves — ziri Alkaminin hafiyesi Hulâgünun ordu « Bgühina gelmiş: — Halifenin yüz bin kişilik ordusu vare — dı. Bunü yarı yarıya — azalttı.. Onlar da — maaş alamadıkları için dargındırlar, Bağ. — dada saldırmanın tam zmanıdir. Demişti. v Alkami şift mezhebinde idi ve halifenin oğlu Ebülâbbas Ahmedin bazı dini düşün- — celerini kendi mezhebine karşı tecavüz say-. dığı için halifeye gizlice düşmanlık .diyıı—!’ * du. Cengizin torunu bu haber üzerine he « men yola çıktı. 4 1258 yılıydı. Halifenin Moğol ordusuna — gönderdiği elçi oradan kovulmuştu. Moğol ceneralı Batu Bağdadı kuşatmış. tı. Halifeden artık hayır kalmadığını gö « ren halk silâhlanmış, azgın bir sel gibi Ase yanın ortasından gelen bu orduya — karşi — koyuyor, şehirden çıkarak dövüşüyor, hat — tâ zafer kazanıyordu. Moğollar Dicle kanallarından birini aç- tılar ve şehrin dışarısında ordugüh kurar islâm askerlerile halkı boğdular. Hulâgü da kalenin karşısına gelince har life yeniden elçiler gönderdi, fakat onlar da zincirlere bağlı olarak geri geldiler. Abluka uzadıkça uzuyordu. Şehirde yiyecek bitmiş, sokaklar ölü : lerle dolmuştu. Moğollar son bir hücumla şehre daldı - lar. Halife hâlâ alçaklığından haberi olmu * (yan veziri Alkaminin sözüne uymuş. ka ». çacağı yerde kadınlarını ve haremağala < zanı alarak Moğol hükümdarının ordugü « hına gitmişti. Moğol hükümdadı şehri yağma ettirir yordu. Camiler ve aaraylar ateş alıyor, so- 1 kaklar ve evler kandan kızıla boyanıyor: dü. Dicle nehrine atılan kitaplar — nehrin —— suyunu bir an durduracak kadar çoktu. Bu sırada Hulâgü halifeye ne yapıla « cağını henüz kestirememişti. Moğol hüküm. darının arkasında duranlardan birisi ona — yaklaştız ? — O, yalnız altın biriktirmek için ya « — şadı. Altınlarından ayırmıyalım. Dedi. Moğol hükümdarı onun ne demek iste diğini anlamıştı: — Bu, ona yakışan Muaz... Son Abbasi halifesini yığın yığın altıtır — ların bulunduğu kuleye kapattılar: Ç — Mademki kimseye yedirmedin, hayı di hapsini kendin ye!.. Dediler. Kulenin kalın duvarları ardından Dic « lenin bulamık sularına doğru günlerce inik — tiler dağıldı. ğ Gittikçe akçaları ve kısılan iniltiler... N Ve ci sessizlik. “Ğ:ç dökülmesi ve ke| kurtulmak için en müessir ilâc İ N olacaktır ölüm a LN eee Operatör - Ürotog .Mehmed . Dr. Ali| idrar yolları ” bastalıkları mütehassısı. Köprübaşı İ — Eminönü ban Tek: 21916 Mt p 4 > İ

Bu sayıdan diğer sayfalar: