13 Haziran 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

13 Haziran 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Bu havuza para atmak uğurlu sayı- inanmıyoruz. —- fendi iki idi. dar, Amerika birleşik cumhuziyetlerini tek BAA *Wh'—M:"' Garbi Trakyada petrol Her gün 'm' Hçlar Bilhassa Zekiye Sultanda uğur dene »| başına ayakta durmağa muktedir hale ge B Tei e:nıü. "İ şAtinsi12 (Hususi) — Trakyada Artacak bir hızla.. . girmek, onu ittifak aramaktan — müstağti U 'l_h :e- :i.üdı'ı'“ yoktu. petrol kuyularında tetkikat Yarınları eltlı[ silâh bekliyoruz. Kendi kendime soruyorum: masrafları kwarak ve yeni mı.uu' mihra 3 Te iliz | Bekleyeceğizi. " söylevler Sofya- |tarhetmekten sakınarak bütçeyi denkleş * — Bu itikadı, saray bekçileri çıkarmış L"""* ;T;L:—hü ::"" ı""'."_ Yedi yaşından yetmiş yaşına kadar!, 'd_“"h“':,' v » tirmek, Miletler Cemiyetine ve Lâhey ” Glacaklar! eei BeĞİ'bir eeei Ce Ankara 77711/936 )9 Sirleriz oranslar hep Sofyada | dâlet divanına girmemekti! Fakat onun bu cevabına rağmen, batıl | Yümetten izin almıştır. Mahmut Esat BOZKURT — | , hühir gee dt 23 Demokratlarda 'camherr Feksliğini llt itikatlara hayli bağlı olduğu anlaşılan iri| — Yunanlı bir grup da Katerin taraf -| ,, I. a kaçırmamak için büvük gayretler sarfede' yapılı muhafız biraz geri kaldı. Ve mih - |larında taharriyatta bulunmak 3tu MLEB, İreklerdir. raceye belli etmeden havuza gizlice bir |müsaade almıştır. K Yazırm yazdıra, / N G aai B Sayfa Dünyanın en luymet!ipırhnfalanna' Orano sözünden sahip olan Mihrace ile birgün (Baş tarafı 1 inci sayfada) Yeni doğmuş bir çocuğa şilte olabilecek kadar dolgun pala bıyıkları var, Daima göğsünde kavuşturduğu ellerini yalnız palabıyıklarını burmak için oyna -|, tiyor. ldeal bir muhafız olduğu, iki adımda bir dört bucağı dikkatle gözleyişinden belli. Mihracenin ayağının yanından bir ke- di geçse, muhafızın kalın boyun damarları hiddetle şişiyor. Onun yanında nisbeten ufak yapılı bir uşak daha var, Onun yegâne vazifesi, mih- racenin Hind kumaşından — kahve renkli boyua 'atkısını, ve arada bir eline alp oy- nadığı gümüş saplı ince bastonunu tapı - mak. Mihrace çok az konuşuyor. İki elinde iki döğme var: Birisi bir çınar, öteki bir çam ağacı. Tabiati, çiçekleri çok seven mih - race, bilhasın çınar ve çam ağaçlarına â- gk olduğu için, iki eline onların yekillerini kazdırmış. Çınarın ve çamın nefasetinden, Hindis- tanın en usta dövmecileri tarafından iş - letdikleri belli. Fakat, dünyanın en kıymetli pırlanta - larına sahip olan mihracenin parmakların- da bir teneke yüzük bile yok. Hatlâ saat taşımayı bile yük sayarmış. Dün, saat üçe doğru Perapalastan çı - kan adamın bir mihrace olduğuna ihtimal vermek güçtü. Çünkü üzerindeki açık kurşunf elbise, walize konulurken çok fena katlanmış ola- caktı ki, hastanelerdeki buhar ütüsünden çıkmış çamaşırlar kadar buruşuktu. Fazla ihtiyatlı, ve biraz da vehham ol- duğu anlaşılan mihrace, hemen her adım atarken hukuk müşavirile istişareye giri - şiyor, ve ikide birde doktoruna nabzını yoklatıyordu. Hele otomobilde, artmıştı. Arabasına tramvayı takip ettiriyor, ve buna rağmen, habre etrafına bakınıyor. - du. Topkapı sarayını gezerken, harem dai- resinin kapısı önünde duraladı: Çünkü methalin loşluğu onu gene evhamlandır - mişti. Tercümanın, korkulacak bir şey olma - dığını söylemesine rağmen, muhalızını ö- ne geçirmeden içeri giremedi. Sarayın hazine dairesinde yarım saat- ten fazla kaldı. Fatih Sultan Mehmedin ve Sultan Be- yazıdın murassa hançelerine bakarken göz- leri, siyah birer inci gibi parlıyordu. evhamı — büsbütün taklı, zümrütlü tuğlar onu sarhoş etmiş gibi idi. Hançerleri bırakıyor, tuğlara dönüyor, tuğları bırakıyor, hançerlere dönüyor, ve: klldll’lclk, fakat Habe- — Bunlar, bütün Hindistana bedeli di- yordu. Bir başka camekânın önünde uzun uzun durduktan sonra, pırlanta kakmalı bir us- turayı göstererek yüzünü sıvazladı, vet — |bütün kolaylaşmıştır. — Bunlarla, dedi, ne güzel tıraş olu - nur! Tercüman, bir usturaya, bir de derin bir imrenişle yutkunan mihraceye baka - rak kızardı, ver — Fakat! diye kekeledi. Hindli mihrace sordu: — Ne var? k Tercüman sıkılarak cevap verdi. — Bu usturalar tıraş için değil! — Ya? — Sünnet için! Bu cevap onu büsbütün meraklandır - mıştı. Tercümanın, sünnet hakkındaki iza- batı hıristiyan mihraceyi hayli güldürdü. Bağdad kasrın — avlusundaki —havuzun kenarına oturdu. Ver — Bu, dedi, suyun dibindeki paralar nedir? Hakikaten, havuzun dibinde, sarı sarı yüz paralıklar, beyaz beyaz yirmi baş ku- ruşluklar, kuruşlar altın ve gümüş gibi pı- tıldıyordu. Fakat bu sorgunun cevabını tercüman da verememişti. O da ayni suali, saray bek- gilerinden birine sordu. Ve aldığı cevabı mihraceye tercilme ettir du. Ve dedi ki: , Evhamlı mihrace, bu ayarı bozuk dai -| — «Façizim bugün İtalyada ulusal bir izeden, hızli adımlarla uzaklaştı. ülkü oldu. Hele üçüncü Sultan Selimin ve birinci | Ssmlarına uğramasam hayattan hiç bir şi- Sultan Mahımudun kavuklarındaki pırlan - | kâyetim kalmıyacakt SON POSTA .. .. Döndü! yirmi beşlik fırlattı. (Baş tarafı 1 inci sayfada) Yeniden güdüğimiz harem dairesinde, | Bununla beraber ;Sinyor (Orano) müteharrik ve yuvarlak bir sütün vardı. - |kırk dereden su getirmiş, ne yapmışsa, Tercüman izahat verdi: yapmışl.. — Bu sarayın ay&r sütunudur. Eğer| — İlk söylediklerini tevil etmiş. dönmezse, binanın müvazenesi bozulmuş| — Ve dönmüş vesselâm demektir. i söyli Silmiş gibi LAİ dk blmaki! Günür Köbabı gl SAT söyüyen o değilmiş gbil. bi hayli çevirdi. Fakat diğerini de zorla - y örülünle eli A!li vüzi olsun Sofyadaki İspanya — Bu dönmüyor! 'lç"“'kk"or Bu cevap, sade onu değil, tereümanı da, | " Çünkü Orano geçen hafta aağa sola atıp tutarken. saray muhafızlarını da duraklatmıştı. Çünkü mihracenin dikkati — sayesinde, binanı desteğe muhtaç olduğu anlaşılıyor- Kaf kaf üstüne yığatkcal Bir de İımyıyı saldırdı. Ve İtalyayı kurtardı.» Şüphe yok ki buna verilecek “cevap şu olabilirdi: «Kutlu olsun!» Fakat (Orano) bu kadarla kalmadı. Façizmi methedeyim derken İspan- yayı tahkir ettil. Mihrace, saraydan — sonra, çarşıyı da gezdi. Ve bir Bursa çakısile işlemeli bir ha- mam nalını satın aldı. Ve üzerinde on para taşımamak muta - dında olduğu için, bunların bedelini kâti - bine ödetti. Kendisile ancak çarşıdan dönüşte, ve o- temobilinin kapısında, ayak üzerinde ko- nuşabildik. «Eğer biz Façizmi kabul etmesey- Ve evvelâ, bermatat İstanbul hakkın -| dik, bugün İspanya gibi rezil olurduk!» — Ben, dedi, mücevhere çok meraklı -| — Onu dinleyenler arasından ııp;yı yımdır. Pırlantaları, altınları seysederken 'elçisi hemen ayağa kalktı. Geçenlerde — memleketimde, — İstanbula memleket de misafirlik hakkımı sui- gelkmiş bir mühraceyle gözüşmüştüm. Kon: :'timl edendirln dedi. Ha cevherler gördüğünü söylemişti. Bilhassa onları görmek arzusudur ki be- Üetnd. geçildi. ledi. Vapurda, İstanbulda — seyredeceği : S Bi mücevherlerin rüyasını bile :ürd'-n.“l—lıı:: Bir kaç gün sonra (Orano) tevil yo- çıkarttığım esvapların — ütülenmesini — bile| Döndü.. beklemeden müzenize kaştum. Mızrak harara sığar mı? Çünkü şu anda hâlâ, gördüğüm emsalsiz | siniz! mücevherlerin hayranlığı içindeyim. Ben ummam ve inanmam.. Doğru mudur? de çadışıı Ki yor! Ağkmıca sovez sölni Ne ise, bu da İtalyan rektörü hesa - lnası ik ü. ::* ae wulesak bir ge ai Zaten zararın neresinden dönülür- se kâr değil midir?! tam zamanında dilimin ucuna gelen ce - vabını vermiye tercih ettim: Fakat bütün bunlardan.. Bu söyleyiş ve dönüşlerden; mo- sip mi? Mihrace, otomobiline atlarken amttı: |fikir edinmek mümkündür. O da, modern politikacılıktaki kay - daki intibamı sorduk, o: diye bağırdı!. duyduğum keyfi hiç bir şeyde bulamam. Ve wasıl rezil senin gibi, bulundu - disi, buradaki müzede, eçi bulunmaz mü-| ” “Hadise az daha siyasi bir rerik a- ni tâ Hindistandan İstanbula kadar sürük- gelir gelmez, gördüğünür gibi, bavuldan | Eyle sözlerini geri aldı. Fakat, zahmetime hiç pişman değilim. | Saçma tevil götürür mü? diyecek- — Çok zengin olduğunuz söyleniyor. | — Fakat (Orano) sığdırmağa ve tevi- — Buna hayret mi ediyorlar? Bir insa- b bir Uğudir! Ben, bir sual daha sormayı, sorgunun t — Sandetiniz de servetinizle mütena - dern politikanın mahiyeti hakkında bir — Gittiğim yerlerde gazetecilerin hü - paklıktır. a Önce küçük milletlere yaşama hak- ——ğlü kı yoktur. Diyen, sonra dönüp vardır Cenevre zecri tedbirleri | tvebiliyor!. aBundan da vaz geçtim. şistanın ilhakını tanı- İlk fikrimde israr ediyor ve tekrar - ınıyıcık 1 liyorum ki: (Baş tarafı 1 inci sayfada) Küçük milletlere yaşama hakkı yok- turl» Dün İngiltere dış bakanı daimi müste -| Diyemesin?1. şarı Vonsitrat geç vakit İtalyan sefiri Gran-| - Denecek ki: diyi kabul etmiştir. Gelecek konsey içti | — İkinci beyanatiyle ilkini tashih etmiş manda verilmesi beklenen kararların ko-| ve ondan vaz geçmiştir. nuşulduğu anlaşılmaktadır. Olabilir. İngiliz maliye nazırının nutku Fakat bir üçüncü söylevle ikincisini b ve Fransızlar de bir yana koyarak gene birincisine Paris 12 (Hususi) — Müster Çember »| gönemez mi? Tâynin zecek tedbirlerden bahseden nutku burada derin bir tesir yapmıştır. Tan gazetesi bugünkü başyazısında bu mutku ercalistik siyasete dönüş» telâkki et. miştir. Döneklik bakımından var ki).. Politika kaypaklıkları için (Makya-, vel) i anmak âdettir. Berlindeki intibalar (Makyavel), kaypaklığı sembolize Berlin 12 (Hususi) — Mister Çem -|eder. berlâynin zecri tedbirlerden bahseden nut-| — Fakat zavallı adamcağız, mümkün ku bunların ilgası manasında tolâkki olun- |(olsa da mezarından çıkıp modern po- muştur. (Berliner Tageblâr), İngiltere| litikanın; artık zecri tedbirlerden bıktı» diyor. Modern politikacıların kaypaklık - Roma 12 (Hususi) — Jurnale Ditalyı h';,ı..üw“y& ki parmağı ağ — Jurnale 'a İ e gazetesi Çemberlüynin nutku dolayısile baş da kalırdı!. "T yazıında İngilterenin — tealistik — siyasete döndüğünü söyledikten sonra zecri tedbir- lerin ilgasile İtalyanın Avrapa işlerinde teş- riki mesaiye avdet edeceğini anlatmak - tadır. D mrada ne fark NL (Makyavel) e rahmet okutan mo- dern politikaya; için ayni adam, daha biraz sonra: || Modem — politikanın moılhnıo Haziran 13 ARTIK ZABİLİRİM! Güzel Kamelya nasıl öldürüldü ? Yazan: Ermel Talu | Ercümend Ekrem) -T7- Bu bir kaç kodaman, bir erizei istirha- miye yazacakfar, altını müştereken imza edecekler ve acihan seraskeriv ünvanını daşıyan Raza Paşa vasıtasile, münasip bir tarzda padişaha takdim edeceklerdi. İstirhamları kabul edildi, ne Alâ! Edil - mezse, gene bir zarar görmüş olmıyacak - dardı. Fakat kabul edileceği hakkındaki ü - mifleri kavi idi. Zira, arizeye imza koya - taklardan her biri, parayı avuçla değil de, zürekle saçan müsrif padişahın en mühim dacaklılarından olduğu gibi, hazine sıkış akça gene bunlara baş wuruyordu. Sonra, arizeyi hünkâra verecek olan Rıza Paşa da, elendisinin üzerinde fevkalâde nüfiz ta - nınmaştı. İs, seraskere 'bu tavassutu kabul ettir - mekti. Rıza Paşa, Kadiköy eşrafının hatırla - rını kırmadı. Hattâ Grize metnini hazırla- mak hususunda kendilerine yardımda bile bulundu. Ve nihayet, bir cuma günü, selâmlık res- minden sonra, cami kapısında hünkân e- tekleyip, münasip bir iki sözle de teyit e - dderek, istirhamnameyi verdi. Abdülüziz: — Pekil dedi; Kaptan paşaya söyleyin: Vaparu Kadıköylülere bağışladım! * O günden sonra, Hümapervaz Kadı - köy ile Sirkeci arasında, sabah bir, akşam da gene bir sefer yaparak, on, on baş ki- şiden ibaret daimi yolcularını ve bunla - Yüz elli kuruş aylıkla, Ali kaptan a - dında, yelkenli odun kayığı seisliğinden gelme bir süvarisi, iki tayfası, bir Rum çarkçımı, bir de kamarotu vardı. Kömür de dahil olduğu halde, bütün masraf harilane ile ödeniyordu. Öyle ya, devir ucuzluk devri, hayat be- dava, çelebiler zengin!. Ve böylece, kargıdan karşıya işleyip te Ayşe ve Zekiye sultan ( boyazlısı ) mişti. Onun bir dediğini iki etmez, yüzünü sik sık görmek âster, Yıldıza çağırtır, mec" İsinden nişat duyardı. Plevne müdafii Gazi Osman — Paşaylı 1293 harbini müteakip mükâfatlandırmak arzusunda bulunan padiçah, onun büyül sağlu Nuredldin Paşaya bu Zekiye Sultani wermişti. Nureddin Paşa güzel adamdı: ve ka * dınlara karşı zaafı pek ziyade idi. Hün - kâra damat ölmazdan önce pek Çok ka * — dın yüreklerini ateşlere salmış, bazı âşi * kane maceraları kadın meclislerinde ağız” dan ağza dolaştıkça haset uyandırmıştı. Suktan, bu zata, onun bu mazisini bilt | bile varmıştı. Fakat bu mağrur padişah kır zı, kendi kendisini yer yüzündeki bütüt dişi mahlükların fevkinde görüyordu. Ve zannetmişti ki, Nureddin paşa onunla evlendikten sonra, artiık dünya buzura * tından büsbütün el, etok çekecek, karısınâ kul, köle olup uslu uslu oturacaktı. Lâkin paşa, o kibalde ada değildi Bir kere son derece hürriyetine düşkün * |dü. Bir çok merasim ve teşrifata, kayda: ikuyuda tâbi bir evlilik hayatından hazzet- miyordu. Sultanla ikametlerine tahsis olu" nan Fındıklıdaki sarayında, bunak harem ağaları ve kakavan halayıklarla bir aradâ: kapalı yaşamaklan içi sıkılıyordu. Kendisine yüksekten bakan karısının ya* mından Aazat oldukça, sazayın aalâmlığınt kaçıyor, oruda, bir müddet kitap okumak* la vakit geçirdikten sonra, her gün ak şama doğru arabasına binerak, tercihasi Beyoğlu taraflarında bir gezinti yapıyor * Hümapervaz, yolcularını götürüp getiri - yordu. Fransız tayfa ile kaptan, gemiyi hüç kim- geye teslim edemiyerek, öylece bırakıp git- miş olduklarından, tornistan tertibatı ma- düm değildi. Bu sebepten, gemiyi Kadıköyünden kab- dırinık ve ukşamları da Sirkeci Gönünden kımıldatmak için yelken açıp, — rüzgürdan istiane olunur, sert bavalarda, gene yelkon açılarak, kömürden tasarsuf edilirdi. rastgeleceği kadımlarla çeşim çerez kabi * dinden meşgul olmasını dahi kıskanıyor * du. Fakat paşanın arabacısından da, ara * bacının yanında oturan ağadan da emindi: Bu adamlara bol bol ihsanlarda bulunarak, orları elde etmişti. Paşa, sokakta bir ka * dına fazlaca bakıp ta iltifat edecek olsa. derhal gelip, sultan clendiye haber veri * yorlardı. Nuraddin Paşa bunun farkına varmış * t. O da onun için müteenni davranıyot | bu heriflere karşı uslu görünüyardu. Ancak, genç ve yakışıklı damadın içini kuzt yiyordu. Tünelden Taksime kadar hef gidiş gelişinde, tesadüf ettiği biribirindet güzel kadın simalarına, mevzun endamlart bakarak, kendi mukadderatını soğuk, ki- ga parça satıldı. Çelik aksamını donanmanın tamirinde kullandılar. Üst taralı ise kapanın elinde kaldı. » * Şimdi bana: — Sen bu tafsilâtı nereden biliyorsun? Diyeceksiniz, değil ani? Onu da hikâ - ye edeyim: Bizim yalıya gelir, gider, mutasarnlflik- tan mı, yoksa hâkimlikten mi mütakait, iyi- ce hatırlamıyorum, bir, gözlükkü — (Arif Bey) vandı. Çok hoşsobber, sevimli — bir. zaltı. Yeniköyde oturur, ve sık sık bize uğ- rardı. 4 Azrif Bey, ber gelişinde, elindeki pele - senk bastonu da, beraberinde yukarı çı - kazır, misafir odasının bir köşesine kemali | birli, küstah bir sultana bağlamış olan te itina ile bırakırdı. lihine küsüyordu. Bir gün, bu dümdüz sopanın, neden 'bu! (Arkan ver) kadar kıymetli olduğunu, kendisinden sor-! İ mamı söyledilar.. Sordum. Amerikada yeni Cumhur- O da bana yükarıki hiküyeyi anlattı ci ki taşıdığı bastonun Hümapervazın — dümaen, TEHSİ hm’*;*nk? direğinden bir parça olduğunu söyledi. (Baş tazafı Tinci sayfada) hur reisliğini kazanmak için yaman Sultan bir, artanca oğlu Bürhaneddin E -| tösinin intihap savaşında kabul ettiği esar

Bu sayıdan diğer sayfalar: