23 Aralık 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

23 Aralık 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

; Cemal Paşa namuslu bir adamdı “8SON POSTA İttihad ve Terakkide on sene Yedinci kısim No, 2 CEMAL PAŞA VE SURİYE Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Suriye eşrafı derhal Cemal Paşanın etrafını almışlar; Lüks, poker, suare, içki gibi şeylerle onu izaza başlamışlardı Yahudi kızları Cemal Paşanın şerefine uydurduklıı;ı şarkıları terennüm ederek oynarlardı. Bu manzarayı gören Selâh Cimcoz, Cemal Paşaya: “ Aman paşam bunlar sizi defe koymuslar! ,, demişti. Bu söz hakikatte gayet doğru idi. Fakat, gün gelip de İttihat ve Te - ]mmnı dua ederler. Hattâ, bunun bir rakki gemisi şapa oturduğu zaman o de şarkısını yapmışlardır. O taraflar - cunladı hit da, her hangi bir cemiyeti şenlendir - mek istedikleri zaman gelirilen ve ek- seriyetle yahudi olan sazende ve ha « nendelerin ağızlarnda bir de şarkı var- dır: (*) Felyahya! Felyahya! Felyahya Cemal Bâşâ! Arada bir, bu nakarata «... Enver Bâşât» da karıştırılır ve çok coşulutsa araya bir de, hatırı kalmasın diye, Ta- Tâtın ismi sokulur. Bu şarkı bir oyun havasıdır. Arabca bir ad taşıyan bu Yahudi kızı, bunu hem gayet sür'atli bir curcuna usulile terennüm eder, hem de ayaklarını bu usule uydurarak oynar. Bu tabloyu ilk defa olarak, Lübnân Prensi Ali Münif beyin sara - yında gördüğümüz zaman, Salâh Cim- coz, Cemal paşaya: — Aman, Paşam, bunlar sizi tefe Ön senelik meşrutiyet devrinde kendisini pek çok vesilelerle daima ya- kından gördüğüm ve hayatının son gününü de Tifliste tamamen onunla beraber geçirdikten sonra gece yarı - #sından sonra, sırf sefir Muhtar beyin ha nımının tavla merakı sayesinde, sefa- rethaneyi Cemal paşadan bir çeyrek #saat sonra terketmek hasebile onunla beraber öldürülmekten kurtulduğum bu insanı size daha iyi tanıtmak için şunları da ilâve etmeliyim: Cemal pa- şa para toplamak, servet yapmak bah-» #inde namuslu bir adamdı. Geniş mes- ture tahsisatına sahib olmasına, elin - den milyonlar geçip gitmiş bulunma - sına rağmen, arkasında bir servet bı - rakarak ölmedi. Suriyede bulunduğu aıralarda — geniş — ve — debdebe - K yaşamasına bakanların pek çoğu o- nun, elinden geçen milyenlardan ken- Gisine bir hisse ayırdığına zâhib olmuş- larsa da kendisi hayata gözlerini kapa- dıktan sonra görüldü ki iş hiç de öyle değildir. Onun yegüne zaafı şeref ve debdebe içinde yaşamak, her tuttuğu işi, en mükemmel şekilde başardığını herkese göstermek merakı idi. Bay Salâh Cimcoz Burası hususi bir ev değil, hattâ bir konak da değil, küçük bir saraydır; Be- rTutun büyük bir ailesinin, Sürsüklerin | koymuşlar ! sarayı, Bizler, yani Cemal paşanın mi-| — Demişti. Salâhın, zarif nükte per- safirleri de bu akşam, bu saraya davet- | vazlığı arasında lâtifeye karışıp Cemal liyiz. «Bahriye nazırı ve Suriye ve ha-| paşayı da, bizi de güldüren bu söz, ha- valisi umum kumandanı» gibi büyük | kiatte gayet doğru idi. Ondan evvel bir ünvanla Suriyeye giden ve bir elile,| bütün Osmanlı erkânına yaptıkları gi- iki defa Kanala taarruz edip de mu-| bi Berutlular Cemal paşayı da tefe koy- vaffak olamıyan ordulara, ötekiler de / muşlardı. Onların zaten bütün yaptık- Suriye, Filistin ve Hicaz vilâyetlerine|ları iş bu idi: İstanbulun Suriyeye kumanda eden Cemal paşanın misa -|gönderdiği her büyük adamı, Suriye- firlerini bu akşam bu sarayda Berut|nin hareket merkezi olan Berutta, hep eşrafı ağırlıyorlar. Cemal paşa, daha|bu Gâyün ve eşraf, kalbini hemen kuşa- dün, içlerinde bu eşrafa mensub olan-| tıverirler, hürmet, izaz, ikram, ziya - Sayfa 13 Değişen hayal.. Ahmet Lâtfi iyi yürekli, fazla tes < sas bir adamdı, elli beş yaşım çoktan geçtiği halde hâlâ bekârdı. Çok genç - liğinde, İstanbulda hukuka devam et- tiği sıralarda sesinin tatlılığı ile meş - hur güzel, ince bir kız sevmiş, bir çok mânlaları kırıp tam nişanlandıkları sı- rada kız kollarında ölüvermişti. O za - man bu derin acı ile çılgma dönen Ah- met Lâtfi nişanlısının kendisine aşı - ladığı musiki zevki ile avunmıya ça - lışmış, bir daha da ne başka kadın yü- züne bakmış, ne de evlenmeyi aklın - dan geçirmişti. Mesleği hâkimlikti. U- zun zamandır taşrada dolaşıyordu. Te- kaüde sevkedilince yıllardanberi ya - nında çalışan ihtiyar kalfasını peşine taktı, eyarı vefakârım» dediği sevgili radyosunu kucakladı ve İstanbulun yolunu tuttu. Ev bulmakta hiç güçlük çekmedi. Pek çabuk ta yeni evine ısındı. Kü - çük bir evin üst katına yerleşmişti. A- şağı, orta katta sessiz kendi halinde bir aile oturuyordu. Daha eve taşın - dığının üçüncü günü kendi katına çı - karken orta katın camlı bölmesi ara - lanmış, başı namaz bezi ile örtülü, se- vimli yüzlü ihtiyar bir kadın «hoş geldiniz efendim..» diyerek onu se - Jâmlamıştı.. Ahmet Lütfi mütekaitler sırasına Bgirip, köşesine çekilince bu yeni ha - yat tarzını hiç yadırgamadı. — Zaten reisken vendiği mahkümiyet kararla - rından sonra müthiş vicdan azapları içinde kıvrandığı çok olmuştu. Ekseri de kanundan ziyade kalbi ile hareket etmiş, mümkün olduğu kadar verdiği cezaları hafifletmiye çalışmış, belki bu yüzden de daha yükselmesi mümkün iken mesleğinde silik bir ağır ceza rei- si olarak kalmıya mahküm olmuştu. Halbuki şimdi pek rahattı. Ne verece- ği hükümlerin azabı ile kıvranıyor, ne de ağır mes'üliyetler altında eziliyor- du. Küçük radyosunun karşısına ge « çer, kâh ince bir kadın sesinin söyle- diği romansa, kâh muhteşem bir or - kestranın ruhunu huşu ile titreten a - hengine kapılarak uzun zevkli saatler geçirir, bol bol okur, bazan da akşam üzerleri hava almıya dışarı çıkardı. Bir akşam üstü koltuğunda oturmuş gazete okuyordu. Birdenbire yerinde dikkatle doğru - larak kulak ka- Yazan: Peride Celâl demiş, Ahmet Lütfi bu nazik teklifi reddedernemişti. İşte bu suretle ahbap olmuşlar, Ahmet *LıN&—. _sık sık onlara inmiye başlamıştı. Bazan âa Küçük kız yukarı çıkar radyo dinlerdi. Çocuk li- seye devam ediyordu. Musikiye iptilâ derecesine varan düşkünlüğüne alle - sinin biraz da mâni olmıya çalışması « na rağmen piyanoda daha şimdiden müthiş bir istidat gösteriyordu. Sesi de Bgayet güzeldi. e hassas bir çocuktu. Ahmet Lüt- fi ile tanıştıktan sonra ihtiyar adamı pek sevdi. Evde onunla meşgul olan kimsesi yoktu. Annesi, babası taşrada idiler. İhtiyar büyük anne de musi - kiden hiç anlamıyor, «derslerin -ça « hş» demekten başka bir şey bilmiyor- du. Halbuki o piyanosunun önüne o » turduğu zaman Ahmet Lüifi hemen yanındaki koltuğa gömülür,( yavaşça gözlerini kapar, ve hiç kıpırdamadan saatlerce onu dinlediği olurdu. Bu alâ- ka küçük kızı dünyalar verilmiş ka - dar memnun ediyordu. İhtiyar adamın bazan da yukarıda, kendi koltuğunda küçüğü dinlediği çok olurdu. O zaman gçocukça bir şey yapar, buruşuk ya « naklarına dökülen iri göz yaşlarile Bessiz sessiz ağlardı. Onu böylece ağlı» yarak yalnız başına dinlediği zamanlar bayalinde sanki bir mezar açılır, genç, taze bir kız üzerinden topraklarını sil- keliyerek kendisine gülümser, yak - laşmak istiyen hareketler yapar ve tam O sırada aşağıda piyano ve şarkı sesi kesilince onun aziz hayali de or- tadan kayboluverirdi. Siyah önlüklü, iri çocuk gözlü, küçük bir kızın kendi sevgili ölüsü ile hiç bir alâkası olma « ması lâzımdı. Fakat işte yıllardan son- Ta «unuttum> sandığı nişanlısının se « sine bu kadar benziyen bir çocuk sesi onu perişan etmiye yetiyordu. Günler geçiyor. Ahmet Lütfi son zamanında bir bhastalık gibi bu ruhi buhrandan bir tür! kurtaramıyor, dalgın sevgili düşünerek hep onun hayalinin yanı - başında bulunduğunu farzederek uzun uyuşuk saatler geçiriyordu. Bu garip buhrana düşelidenberi kalbinde de kuvvetli çarpıntılar hissetmiye, , ba - zan boğazını düğümler gibi olarak göğsünü sıkıştıran akselerle bunalmıya başlamıştı. Kü - çük bir — kızın lardan bazıları da — bulunduğu halde, bir kısım insanları «biyaneti vataniye» cürmile ipe çekmiştir. Maamafih, za- rarı yok, kırk yılda bir böyle kurban vermekle bu eşrafın hayatları değişe - Fakat, bu merakı, onun vatanını se- ver vebu mesele mevzu — olduğu zaman içindeki «ben» lik hislerini #usturmasını bilir bir adam olmasına fet, süvare, zühle rakısı, Berut kadını, poker, artık; Osmanlı İmparatorluğu- nu Suriye fethetmiştir. İmparatorluk, «tedâbiri hakimâne» ile Suniyeyi idare etmek üzere bu memlekete kimi gön- barttı. — Aşağıda | Yarınki nushamızda : piyano çalınıyor, ve ince pürüzsüz bir ses güzel bir şarkı söylüyor - tatlı — yumuşak sesine dalıp, eş » ki — nişanlısının hayalini canlan- dırarak — ne teh- Aşkın ölümü Yazan: Henry de Monfreid Çeviren: F. Varol e_hıık tanıdım. mâni teşkil etmezdi. Tifliste hayatının «en son gününde bana Enverin son ha- cek değildir. dermişse bunların hepsi vakıâ kâğıt ü- a : ddi diyetdn hi .İŞ. zerinde bu memleketi idare etmişler, '*:wa.. tınhdr .dul düşü y;._.- üz Fuy.h" Cemal fakat, bakikatte, asıl idare edilen ken- Cemal paşayı — onlar gene|dileri olmuşlardır. bayrağı bir lâhza bile yerde bırakmı - yarak hemen kaldırmış ve omuzuna Yüklenmiş olan Mustafa Kemal Paşaya elimizden gelen yardımı yapmak Türk #ıfatile de, asker sıfatile de, ittibatcı sı- fatile de borcumuzdu. Hattâ, bu yar- dımda, biz sade büyük işleri değil, kü- çük hizmetleri dahi kabul ve ifa ile mükellefiz. Hattâ, eğer zaman öyle ik- tiza ettirirse, bir kenara çekilip onun muvaffakıyetine dua etmeği de bir va- zife bilmek mecburiyetinde idik. Enver bunu yapmadı, benim vazifem de bu- nu yapmaktır. Eğer Talât hayatta bu - Künsaydı onun da yapacağı aynı şey « «severlern ve her hangi bir vesile ile coşacak olurlarsa: Felyahya Cemal Bâşâ! diyerek onun ömrünün uzun ol- (Arkası var) (*) Yaşasın! demektir. HASAN Kolonyası 90 derecedir. Hakikt limon ve turunç — çiçeklerinden — yapılmış dünyada misli bulunmıyan ve ec- di. sinirlere devadır. Çarpıntı, O gün bunları bana hakiki bir sa- heyecan vebütün âlâmı asabiyede mimiyetle söylüyordu; çehresinin ve bir hayat arkadaşıdır, gözlerinin ifadesi, sesinin dolgun he- yecanı, mâkül bir kafanın ve iyi duy - gulu bir kalbin ne düşünmesi ve ne duyması lâzımsa o dakikada Cemal HASAN paşanın bunları ifade ettiğini tamamen Yasemin, göstermeğe kâfi idi. Losyonları Karyoka, Ni Falyalar, :i Halbuki Enver hiç öyle değildi. Ba-| Hakikt çiçeklerden alınmış halis umba, , ülele e vt kadar Konuştağtama| zzi 7 yapılmıştır. Yasemin, — gu İ:'= ll(:k,kıl.lc;da tada ben Anadoludaki hareketten, An-| Loylâk, Origan, Beşçiçek, Revdor, — dımeli, Amber, Pupi, Şanol, Zam- karadaki hamleden bahsederken o, hiç| Nergis, Milflör gibi kokularile — bak, Örigan, Nerolik kokuları, bir söz söylemiyor, dargın, karanlık ve insana hayat ve ruh verir. 25 - S0 - 100 kuruşa hattâ kıskanç gözlerile yüzüme baka - rtak, hiç bir mukabelesiz, yalnız beni dinliyordu. İşte Cemal paşanın, Enver paşadan esaslı surette ayrıldığı nokta burada idi, Cemal paşayı ben böyle bir adam ©- NESRİN Kolonya ve Losyonları Hasan kolonya ve losyonlarının yavrusudur. Ucuzluğu ve nefaseti sayesinde bütün piyasayı tutmuştur. Hasan çicek suyu ile Hasan gül suları ve gül lâvanta ve gül yağlarını unutmayınız. Deposu: Istanbul, Ankara, Beyoğlu, Beşiktaş, Hehişehir, du. Ahmet Lütfi içinde acı bir ür- pertinin dolaştığını hissetti. Sanki ma- zi geri gelmişti. Hayalinde taze bir genç kız gülümsiyerek siyah, kuyruk- ftu bir piyanonun başına geçiyor, uzun beyaz parmakları ile tuşlara dokuna - rak ağır, hazin bir şarkıya başlıyordu. Bir rüyadan uyanır gibi silkinerek kendine geldiği zaman aşağıda piyano sesi susmuş, her tarafı derin bir süküt kaplamıştı. O gece ilk defa radyosunun düğme- sine dokunamadı, İhtiyar kalfanın ha- zırladığı sofraya da oturmıyarak geç vakte kadar koltuğunda garip bir u - yuşukluk içinde kaldı. Tamamile ka- buklandığını sandığı zavalh — yarasını yıllardan sonra aziz ölüsünün sesine pek benziyen bir ses işte kanatıvermiş- ti. Geç vakit yatağına girerken acı acı gülümsiyerek: «Sinirlerimi bu kadar zayıf düşüren ihtiyarlıktan başka bir şey değil.» diye mırıldandı. İki hafta sonra idi. Bir akşam üstü sokaktan gelmiş, kendi katına çıkıyor- du. Orta katın önünden geçerken cam- h bölmenin kapısı aralandı. Dışarı ke- sik kumra) saçlı, iri kahve rengi gözlü, dudakları yaramaz bir ifade ile yuka- rıya doğru kıvrık, on beş, on altı yaş- larında siyah önlüklü bir kız çocuğu çıktı; Ahmet Lütfi ile karşılaşınca ge- riliyerek ona yol verdi. İhtiyar adam çocuğun kapıda görünmesi ile parlak, muhteşem bir ziya parçası gibi içini aydınlığa, güneşe boğduğunu, ona karşı içinde birdenbire sempati uyan- dığını farketmişti. Birbirlerine eski, sevimli birer aşina gibi gülümsediler, O sırada camlı bölmenin kapısı tekrar açılmış, ilk günlerde tanıdığı ihtiyar kadın dışarı başını uzatarak ona: «Bir kahyemizi içmiye buyurmaz mısınız?» Hikeli kında değildi. Yalnız eski şanlısının zamanla hayalinde u - Şuklaşan — ince —solgun — yüzünden artık değişmiye, başkalaşmıya başla - dığını, tıpkı suya konulduktan sonra can bulan buruşuk bir çiçek gibi bu yüzün Tenklendiğini çok iyi farkedi - yordu. Artık onun da bakışlarında ha- yat parlıyor, gözleri daha irileşerek piril piril yanıyondu. Yanakları pem- beleşmiş, saçları bir ışık dalgası gibi başını sarmıştı. Mazttleki hasta, biçare ölü, muhteşem bir güzellikle ihtiyar adamın kafasında sanki yeniden can bulmuştu. . Gene bir gün koltuğunda, her za - manki konserine başlıyan küçük kızın güzel yumuşak sesine kendini kaptır - mış, sevgili ölüsünün hayaline gülüm- serken birdenbire beyninde sanki bir şimşek çaktığını sandı, dehşetle ürpe - rerek olduğu yerde doğruldu. Gün « lerdenberi gözlerini dolduran eski ni- şanlısının hayalinin ilk defa ve bir « denbire kime benzemekte olduğunu anlamıştı. O, artık eski solgun, zavallı ölü değildi. Onun da şimdi iri kahve rengi gözleri, yukarıya doğru kıvrıkça çocukça bir gülümseme ile aralık pem- be dudakları vardı. Artık bu eski ha- yal tamamen değişmişti ve şimdi o ;ı&kı aşağıdaki küçük kıza benziyor- ni « Bu neticeye vardıktan sonra Ahmet Lütfi müthiş şaşırdı. İçinde derin bir vicdan azabı ile «sevgi» demeye dili varmadığı garip bir his çarpışıyor, bu küçük kızda eski nişanlısını mı buldu- ğunu, yoksa nişanlısının hayalini sin- si bir düşünce ile vasıta yaparak mı? Bu hale düştüğünü bir türlü anlıya » (Devamı 15 inci sayfada) öi ae

Bu sayıdan diğer sayfalar: