4 Mart 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

4 Mart 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON'POSTA © İttihad ve Terakkide on sene On ikinci kısım No. 24 HARBİNİN SON PERDESİ Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen , ' Talât Paşa sulh içinmüttefikan tevessül edilecek bir çare arıyordu. Paşa: “Kat'i kararlar vereceğiz. Vilson prensipleri dahilinde bir sulh yapmıya çalışacağız, Fakat sen bunu şimdilik mahrem tut,, dedi İşte, Talât Paşa, Berline bu taarruz-| sin başlamış olduğu zamanda gelmiş-| İstasyonda kendisini | karşıladığı" Miz zaman beni hemen görmek iste- ğini, aratacağını söyledi ve ertesi Bünü de yanına çağırdı. , Esplenade otelinde oturuyordu git- tim. Mektubumu aklığından bahsede benden biraz daha tafsilât istedi. Ben de sordukları şeyler üzerinde bik klerimi anlattığım gibi Erçberger ile “lân konuşmalarımı da anlattım. Ta- İĞ: paşa, artık o eski neş'eli, güler yüz- İü, dünyaya aldırmaz Talât paşa de idi. Bilhassa Erçberger hikâyesini Ünledikten sonra çebresi büsbi iddi ve düşünceli oldu. Daima güler gördüğüm gözleri büsl bulutlan- &. Sordu, söyledim; tekrar sordu, tek- Tar anlattım. Nihayet, bir müddet dü- tünceli durduktan sonra: — Demek, dedi; senin fikrince Al- Manya perişanlık içindedir ve rejim Yıkılmak tehlikesinde bulunuyor? Halbuki, ben bu fikirde değildim, ba öteye geçiyordum. Onu da artık Açık bir ifade ile söylemekte mahzur Börmedim: — Almanya perişanlık içindedir. «jim yıkılacaktır. Maalesef, harbi bi- Zim değil, Almanyanın da askeri bir Zaferile neticelendirmeğe imkân kal Mamiştir. : Bu sözler Talât paşayı uzun uzun ir kere daha düşündürdü. Bir türlü fena âkibete inanmak istemiyordu. az düşündükten sonra: — Evet, dedi, maalesef sen haklı- . İşin fena tarafı o ki herkes boz- Bi Sade Almanya değil, herkes... k İgaristan fena halde bitkin. Gelir- en Malinof ile görüştüm. Bulgaris- Sin harbe devam kabiliyeti olmsdi- 1 söyledi. Bizim için asıl tehlike, *enin dostun Erçbergerde değil, Bulga Htanda i Bu sözleri söyleyen Talât paşanın ydi çehresi, bütün o mukadder felâ- *te bir türlü inanamıyan ümitleri ve at onun gelmekte olduğunu göste alâmetler karşısındaki | yeislerile de gözümün önünde duruyor. Bir Doktorun Günlük Perşembe Notlarından © İhtiyarlıkta Prostat da tiyariada prostat büyür, her ihtiyar- büyümesi de şart değildir. Fakat her- tee Prostat büyümesi ihtiyarlık hasta. ir. Gençlerde görülen prostat büyü- elin alâmetleri sık sık idrara gir - u— Hasta yarım saatta, sanatta bir kapya Elder, ax miktarda “mesel bir ve fincanı veya çorba kaşığı nisbe - İdrar eder, Stk sık idrar etmek bü- Arazi boşalimak “demek Yen ti “eğildie. a him bir mikdar idrar kana da top- ie Ve böbrek üzerine fena tesirlerini ağa başlar. Ve bu suretle kanda üre an etmeğe başlar. Bu suretle öreyi me. İdrarın kana karışması denilen bal My gelir. Bunun çaresi derhal son. İle ldrarı günde iki üç defa boşaltmak na fırsatta ameliyat yapılıp, hastayı & oz maktan ibarettir. Prostat ameli da, korkulu idi. Şimdi artık Yapın #OFAİR ve tetkikat ieraaı ora Yali, >» Bifa fe metlcelenir bir ameli- tül Hazta mtihim bir istıra; kur- Ye tehlike zati olur. ve ) Bu notları kesip saklayınız, yahut | Albüme yapıştırıp kolleksiyon yapınız. iti zamanınızda bu motlar bir dokter EİD imdadınıza yetişebilir. bir O, Bulgâristanın bahsederken ben de sordum: — Bulgaristanla bizim sulh ist taraftarı olduğumuzdan bahsediliyor Burada gazetecilerin ağzında bu tarzda nek sözler işittim. Doğru mu? Sul — Sulhü istemeyen kim var? Hep istiyoruz, Almanya istemiyor mu? EL İbet o da istiyor. Fakat, nasıl ve ne gibi tek mektupta yazdığım şeyler hakkın-| bir sulh? Bütün mesele burada... Bir müddet daha konuştuktan sonra bana izin verdi, Çekildim. Bence o da- kikada harp bitmiş, mağlübiyet ta - hakkuk etmişti, Almanyada olduğu gibi bizde de, harbin bu fena neticesi, bütün reji - min mağlübiyeti demekti. Talât Paşa bunu pek iyi biliyor ve bunun için de dertli ve meyus görünüyordu. S Talât Paşa Berlinde bir kaç gün da- ha kaldı. Zannedersem eylül ipti- dalarında gelmiş ve eylülün sonlarına doğru dönmüştü, Berlinde bulunduğu müddetçe daimâ düşünceli, nes'esiz ve hattâ süküti idi. Mütemadiyen Alman hükümet adamlarile konuştu, temaslar yaptı. Kendisi henüz hiç bir şey söyler | miyordu. Fakat, sızan haberler, Talât Paşanın sulh için müttefikan bir çare aranması lâzımgeldiği fikrini müdafaa ettiğini gösteriyordu. Alman hariciye- si erkânının artık bizim gibi yakın dostlarından saklamış lüzum görme dikleri bu müşkül v. yet içinde ye - gâne ümit noktası, Vilson tarafından neşredilmiş olan mahut prensipler ü - zerinde bir anlaşma çaresi aramaktı. Hattâ, bu esasa dair bir takım" sö ler, etrafta da dolaşmaya başlamıştı. Alman demokratları, açıktan açığa bu fikri müdafaa ediyorlardı. Fena haberler geliyor. Eylül ortalarında Berline fena ha - berler gelmeğe başladı. Ağustos or » talarında garp cephesinde yapılmış o- GRiPiN nezle, baş ve diş ağrıları girmez. GRiPIN Soğu« algınlığın - dan mustarip bir aileyi ihyakâr tesi- rile iyileştirmiştir. GRiPiN Daima yanınızda bulunursa kendini- zi gripe, soğuk al- gınlığına, nezleye karşı sigorta etmiş olursunuz. yorgunluğundan | olmuşlar, bütün harp esnasında ilk de- fa olarak garp cephesinde bir hayli esir vermişlerdi. Askerin manevi kuv- İveti sarsılmış, perişanlık © alâmetleri gözükmüştü. Askeri | vaziyetteki bu fenalık, yavaş yavaş yayılan şayialarla eylülde anlaşılıyordu. Suriyeden gelen haberler de fena idi; Mareşal Alenbi bizim Suriyeyi mü- dafaa eden kuvvetlerimizi önüne kat mış, şimale doğru sürüp götürüyordu. Nihayet daha fena haberler gelmeğe başladı: Eylül ortasında Makedonyao- daki Fransız ordusu, Vardar nehri ile Çerna suyu arasındaki Bulgar cephe- sini yarmış, Bulgar ordusunu fena hal- de bozmuş ve şimal istikametini tut - müştu. Bütün muharebe esnasında her fe nalığın önüne geçmenin yolunu bul - müş olan Alman kumandanlığı ilk hamlede bu derdin de devasını bulaca- ğini zannederek hiç telâş göstermedi. Avusturya - Macarların bu cepheyi tutabileceklerine emin olmayan Ma - kenzenin Alman fırkaları duğu söylendi. Alınan bu tertibatın, Türkiye ile Almanya arasındaki muv sale hattını muhafazaya kâfi geleceği bize temin ediliyordu. Ahvalin üzerimizdeki tesirleri Bütün bu ahvelin, bizim üzerimiz- de yapmış olduğu tesirleri anlatmak güçtür, | Bugünkü Program 4 - Mart - 997 - Persembe İSTANBUL Öğle nesriyatı; 1230: Plâkla Türk musikisi, 12.50: Haya- dis, 13,00: Muhtelif plâk neşriyatı, Aksam neşriyi 17: İnkılâp dersleri: Hikmet Bayur tara- İfından, üniversiteden naklen, 1830: Pjikia | dans musikisi, 1930: Maryo Parudi tarafın. İdan Gitar solo, 20: Rifat ve arkadaşları ta- İrafından Türk wusikisi ve halk şarkılar, 12030: Ömer Rıza tarafından Arapça söylev, 120,45: Safiye ve arkadaşları tarafından Türk | musikisi ve halk şarkıları, saat Ayarı, 21,15: Orkesira, 22,15: Ajans ve borsa haberleri, 2230: Piâkla sololar, opera ve operet parça» lari, BUKKE$ 16: Romanya musikisi, 1820: Plâk neşri- Yatı, 18,5: Mümahabe, 10.15: Senfoni konser, 21,10: Piâk heşriyatı, 2145: Haberler, BUDAPESTE 18,33: Şarkılar, 20,50: Haberler, 22.55: İtal. yancu haberler, 23,10: Çizan orkestrası, PRA 178: Rusya halk. şarkıları, 1929: Tiyatro, 21: Konser, 22: Haberler, 2220: Brno dan nakil VİYANA 1120: Muhtelif havalar. 1740: Konser, 195 Eğlenceli şarkılar, 20: Tiyatro «Arna Kare- hin, 2220: Plâk neşriyatı, 223-: Orkestra. İ VARSOYA | 1748: Muhtelif havalar, 18.26: Eğlenceli musiki; 19: “Tiyatro, 21: Konser, 2145: Plâk İ neşriyatı, 223-: Orkestra, Yarınki program 5 Mart 1057 Cuma İSTANBUL Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi. 1250: Havadis. 05: Muhtelif plik neşriyatı. Akşam neşriyatı 17: İnkılâp dersleri: El dan, #nivendteden naklen, 18, &kla dans| mnsiklai, 193-: Spor müsahabeleri: Eşref Şetik tarafından, 20: Vedia Rıza ve arkadaş- | ları tarafından Türk musikisi ve halk şarki-| ları, 20,30: Ömer Rıza tarafından arapça söy- lev, 20,48: Cemal Kâmli ve arkadaşları tara-| an “Türk musikisi ve halk şerkıları saat) yar, 71,15: Orkestra, 22/15: Ajans ve hora Baherleri, 22,40 Plâkla sololar, Opera x. yet yargaları. js Bayur tarafın- vasıtağile | gediği tıkamak üzere tertibat almış ol- Şöhret hülyaları Thdobald Ancenis, öğleden sonra saat dört sularında ticaret kahvehanesine gir - di. Garson Fortund, onun kahveye doğru geldiğini görünce hemen son masaların bi- rine koşarak oraya kâğit koydu. Fortunö bundan sonra elini bir sandalyenin arka - lığına dayattı, dudaklarına bir tebessüm takındı ve hiç dakika şaşmaz müşterisini bu halde bekledi. — Beonjur, Fortune. — Bonjur, Mösyö Ancenir, bugün ne emir buyuruyorlar? Ancenis, o geniş fötr şapkasını askıya astıklan sonra kaşlarını çatarak düşündü. Nihayet bir karar vererek: ra! dedi. — Başüstüne, efendim, hemen. Fortun& birayı getirdiği vakit kâğıtların başina oturmuş, dolma kalemi ni hazırlıyordu. Ancenis — Buyurumuz efendim, Bugün hava öyle güzel ki buraya kimse geliez artık, siz de ilham perinizi istediğiniz gibi din- lersiniz Ancenis: — Biliyor musun, Fortun&, dedi, etra fim ne kadar kalabalık olursa heyecanım o kadar artar, Biz şsirlere kahve inuhiti çok lâzımdır, hattâ gürültüsü bile... Evim: | de bir mısra bile yazamam. — Tabii buraya boşuna gelmiyorsu - nuz, İnsan cici kansını kolay kolay bıra-| kır mı? Kim bilir ne güzel şeyler yazıyor sunuz! — Verlâine de gürültülü yerlerde ancak gür yazabilirdi. Zaten birbirimize çek benzeriz. Garsonun hürmeti gittikçe artıyordu. Ancenis devam ekti: — Göreceksin, Foztunâ, pek genç yi ta parlamadım mma, muvaffakiyet ya kında kapımı çalacaktır. Benim gibi bir adam kırk yaşımdan evvel meşbur olamaz. Fakat benim gürlerimi bir okursan, zen * ginliğimi, anların, hepa var Ne yapayım ki daha ancak otuz üç yaşında » yım. Lâkin şöhret sahibi olduğum vakit, seni ve ticaret kahvesini unutmıyacağım, O zaman herkes bu masaya bakacak sana rica edecek: «Garson, bize biraz on ve dan bahsetsene'» Baska bir masadan Fortunâyi çağırdı - lar, Garson uzaklaştı. Ancenis tavana bakarak düşünmeğe başladı. İlham gelmiş olacak ki şu keli - meleri yazmağa basladı: «Abla, sen müsin abla, şu...» Fazla bir şey yazmadı. İlham perisi uç muş değildi, fakat bir hizmetçi gelerek: — Bayan sizi çağınyor, dedi, galiba » radaki duvar için bir adam gelmiş. sizi bekliyormuş. Hizmetçi, sanki kahveye ilk geliyor - muş gibi, etrafına bakarak (o gülüyordu Ancenis ona sert sert baktıktan sonra ce: vap verdi: — Peki, geliyorum. İvsan rahat Tahat bir şey yazamaz ki... Bu şürim ne yiizel Çeviren: OF. Varal amma, başladığım sahife ne oldu. Tuhaf #ey, ortadan kaybolmuş. Ne yapalım, za- rar yok, sen hele bana bir bira daha getir de. Nasıldı o bakayım: «Abla, sen misin — Hakikaten zarar yok mu dersiniz? — Ne demek istiyorsun? — Siz gittikten on dakika sonra idi. Mükellef bir otomobille !ki kişi gelerek masanızın yanına olurdular, Soğuk bira is- tediler. Bir de ne göreyim, çok geçmeden içlerinden biri sizin kâğıdı almaz mil. Öbür arkadaşına dönerek: «— Şu yazıya bakın, dedi. hiç te adi değil. “Arkadaşı: «—— Evet, hakikaten de her yazı gibi değil, Birincisi bana dönerek sordu: 4— Garson, bu yazı kimin «Ben cevap vereceğime, sizi nizden birini alıp uzattım ve: 4 — Bu şirin sahibi dedim. «Beraberce okuduktan sonra iki arka daş birbirlerine baktılar. Birincisi bana «— Pek güzel, dedi, pek güzel «Öbürü ne yapsın beğenirsiniz? Kâ - ğıdı katlayıp cebine atmaz mı?» Ancenis garsonu dinledikçe gözleri fal taşı gibi açılıyor ve kolları kabanyordu Köğüt oynyan memurlardan bi O adamlardan biri kim idi; musunuz? Akademi Azasından Jacgves de Benvchamp! Anceni sevincinden sarardı: — Sembolint şair Besuchamp öyle mi? — Fortun&nin dediğine bakılırsa, bu sizin için biç te Fena bir tesadüf değil si ahid Ancenin sevincini zaptetmeğe muvaf - tek oldu. Fakat başladığı şüri bir tüdü bi üremedi. Haftalarca bekledi, Fakat iste diği sey bir türlü gelmiyordu. Bu şey hiç bir zaman gelmedi. Ancenis çok sonra, elbsini aştığı vakit, akadetni âzasından Beauchampın kendisi- ni niçin aramadığını ve o gün olomobilde kendisine refakat eden adamın kin: oldü- ğunu anladı. apçıda bir insanın yazısın dan karakterini anlamak ilmi hakkında Mösyö Estague'in hazırladığı bir etüdü ka- tıştırıyordu. Kendi yazısını görünce âdeta Ancenis, nefesi daraldı: «Abla sen misin, abla, şuz..» Kendi kendisine: «— Hiç olmazan meshur bir âlimin na- zarı dikketini celbetmişim. Bakalım ya » zımdan ne mana çıkıyor.» nın altında şu satırları tir adam Halk bir adam. «Kendisini beğenmiş, mağru yarının dikkate değer bir misali. tabirince burnu Kaf dağda Haddini k Yarınki nushamızda : başlamıştı, kim bilir ne güzel bitecekti, Ne yapalım, geliyorum. Ancenis bir saat sonra döndü. Ticatet | kahvehanesi biraz daha oz kalabalıktı, Bir | kaç memur mzdya oturmuş, kâğıt oynu-| yorlardı. Anceniz bunları selâmladı — Fortun& dedi, bir bira dahal İyill Bu adam nasıl mahküm edilir ? Yazan: Selâhattin Enis

Bu sayıdan diğer sayfalar: