11 Mart 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 14

11 Mart 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14 Sayfa “ Son Poste ,, nın tefrikası: 38 151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) Yazan ı AR. SON POSTA « Son Posta » nn Tarihi Tefrikae : BI “SÜMERYILDI TUNCANY Yazan : Celâl eglz Tanzer kuyudan kurtuldu ve sevgili Tunçayına kavuştu konuşmazlar. Hattâ geçtiği yol- |hazırlıyordu. Bu kuvvetin başına ö -|musun? Yoksa yeniden mi dünyayf dan bile gitmezler. lümden yılmaz, çevik, atılgan bir ku-| geldin?.. Suadın yakışıklı zabit Asafa anlattığı deniz kızı hikâyesi, sofrada bütün zabitlerin konuşma mevzuu olmuştu — Çok âlâ... İnşallah, Japonyaya)tında şimdiye kadar dinledikleri (deniz gidersek, seni yanımdan hiç ayırmam. |kızı hikâyeleri) ni nakletmeğe giriş - Beraber gezeriz; olmaz mı?. mişlerdi. —— Hay, Buy eföadim. Bölük kumandanlarından yüzbaşı Eğer yemek çanı çalınmasaydı, bu|Celâl efendi, biraz daha ileri gitmişti. konuşma belki biraz daha devam ede-|Nakledilen hikâyeleri, hurafelere ina- cekti. nan safdil gemicilerin budalalıklarına İ semeda he notlar bir doktar Mülâzim Asaf, eline mükemmel bir tercüman geçirdiğinden dolayı, büyük bir sevinçle yemek salonuna giderken, Buat da arkasından uzun bir nazarla bakmış: — Ne sevimli delikanlı?.. İnsanın kopuştukça konuşacağı geliyor. Demişti. Suadın mülâzim Asafla konuşmak- tan hissettiği lezzet ve heyecan, sebeb- siz değildi. Çünkü; erkekten kaçtığı günden itibaren, bu gemiye ayak bas- tığı güne kadar, böyle gençle, bu kadar yakından temas etmemişti... Ayni za- manda mülâzim Asaf, Ertugrul gemi- sinin en yakışıklı zabiti idi. Ve, her genç kızın ve kadının kalbini sarsacak kadar müesser bir güzelliğe —malikti. Onun için Suadın genç ve haasas kal binin, mülâzim Asafla karşı kanşıya bulunmaktan tatlı bir zevk ve heye - can duymaması mümkün değildi. Suat, şimdi kalbinden doğan bu his- sin tesiri altında, gözlerile Asafı takip ederken; genç mülâzim, saltabarbanın me nden inmiş.. dudaklarında neş'eli bir tebessümle yemek salonuna girmişti. Masanın etrafında sıralanan zabit- ler; Süveyşten aldıkları hasır yelpaze- leri sallıya sallıya yemek yemekte, ve şikâyet etmektelerdi. Mülâzim Asaf, büyük bir şenlikle yerine oturmuş; — Şimdi, bir deniz kızı hikâyesi din- ledim. O kadar tuhaf ki.. herhalde, si- zinde hoşunuza gider. Diye; bir mukaddeme yaptıktan sonra, Suadın anlattığı şeyleri, arka- daşlarına nakletmişti. Asafın bu hikâyesi, uzun yemek Masasının etrafında toplanan genç ve yaşlı zabitleri, birdenbire sarıvermiş - Ü. Genç zabitlerden biri: — Ben, bu geceden itibaren kama- ramın kapısını kâpamam, Demişti... Bir başkası: atfeden gençlere dönerek: — Çocuklar!.. Alay etmeyin... (Ye- minibillah) ederim ki; bu deniz kızı denilen mahlüku, kaç defa şu gözle - rimle gördüm... Yarısı finsan, yanısı balık... Belinden yukarısı, hani Gala- tadaki Avrupa tiyatrosunda oynayan kantocu büyük Amelya yok mu?.. tıpkı, ona benziyor... Yalnız, meme- leri biraz daha küçük, Alaycı bir ses, yükselmişti: — Ölçtün mü, beybaba?.. Celâl efendi, aldırmamış, devam et- mişti: — Mübareğin sırma saçları var, E- linde, bir tarak.. habre, durmadan saç- larını tarıyor... Aarasıra da eğiliyor.. denize akseden mahicemaline bakıyor. Gene alaycı bir ses yükselmişti: — Keşki; gelirken Mahmutpaşadan bir düzüne ayna ile bir düzüne tarak alsaydık... — Ne yapacaktık, onları.? — Birer birer denize atardık.,. Her- halde, deniz kızlarına makbule geçen birer hediye olurdu. Deniz kızı hikâyesi uzamıştı. Sofra da hizmet eden neferler vasıtasile ge- minin her tarafına dağılmıştı. Her ta- rafta, guruplar teşekkül etmişti. Ar - tık deniz kızı masalları, bu guruplarda saatlerce sürüklenen bir mevzu teşkil eylemişti. Bütün yaşlı gemiciler; deniz kızının mevcudiyetine yemin etmektelerdi. Gençler ise, buna inanmamakta ısrar göstermektelerdi. Suat, guruptan gürüpa uğruyor.. ör- ya attığı bir yalanın, bu kadar ehem- yordu. * O gün, böylece geçmişti... O a - kşam, kumahndan tarafından — verilen |emir mucibince, artık gemideki hayat, |bir program altına girmişti, Talim ve tatbikat saatleri ayrılmıştı. ıTop. tüfek ve yelken talimleri başla - — Artık, her sabah traş olmalı.. gü-| mıştı. peşteden ayrılmamalı. tüsü; — Allah göstermesin.. şayet böyle bir sey olursa, deniz kızını paylaşmak için birbirimize gireriz. Diye söylenmişti. Yaşlı zabitler ise; denizçilik haya - Bir Doktorun Günlük Perşembe Notlarından — (*) Yemeklerde Tuz Sofranızda, yemeklerinizde tuzu müm- kön mertebe eksdik — bulundurunuz. Bir arının alelâde yapılmış yemeklere eâ Tuz ektiklerini görüyoruz. Tuzun Tazlası vücut için asta iyi değildir. Bil - hasxa tansyonu yüksek olanlara, şişman olanlara, böbrek hastalığına mübtelâ bu- lunanlara, kalb hastalığı olanlara aslâ tavsiye edilmez, Tuzu çok yiyen suyu da çok içer. Halbuki damar katılığı olanlar- da ve buna İstidadı olanlarda tuz da, su da mümkün olduğu kadar az yenllecek ve içilecektir. Tuz ve su inaanı şişman- lalır. Bu ise kırk yaşından sonra — olan kimselere kat'iyen uygun değildir. Balarauralar, tuzlu balıklar, sucuk, pas- tırmalar da bu sınıfa dahildirler. Bun - lam da sık sik yemek eniz değildir. Bu sov gaydığım şöyler avrıca karaciğer ü- Be'ne de müzir tesirler tora ederler. ——— 1 Bu notları kesip saklayınız, yahut Söme yavıstırıp köllekstyon yapınız. vpea yetişebilir. Diye mukabele etmişti... Bir üçün-|lar top başma koşuyorlar.. Talim borusu çalar çalmaz; topçu- (#lâhen- daz)lar, tüfeklerile güvertede toplanı- yor., yelkenciler, armalara tırmanıyor- lar.. birbirine karışan kumanda sesleri arasında, bir buçuk saat, talimle uğ- raşıyorlardı. Talimden sonra da, deniz suyu ile ıslatılan tentelerin altına yan gelerek şarkılar, masallar, deniz vakit geçiriyorlardı. Tabiatin harıkalarile dolu olan (Şap denizi), gerek zabitanı ve gerek efradı İuzun uzun tetkiklere sevkediyore bu |denizde geçen binbir maceranın nak- İline sebebiyet veriyordu. Bazan; kızıl rengi denizin sathına hikâyelerile |kadar akseden mercan tarlalarının ara-! İsından geçiyorlardı. Bu kızıl derizin sakin suları üstünde, büyük ve küçük kümeler halinde uçan kanatlı balıklara *heyrcı ediyorlardı... Bazan de, dı:niıiııj dibinden tehditkâr dişler gibi denizin ! sathına fırlıyan şap yıgınlarına rastge- |liyorlar.. bunların yanlarından geçer- ken, heyecana kapılıyorlardı. Relli başlı yerlerde bulunan bu hain ve insafsız şap yığınlarının, hemen hepsinin de acı birer hatıraları vardı. Bunlar, kaç hacı gemisinin dibini par- çalamışlar.. kaç zavallının, bu ılık de- nizde köpek balıklarına gıda teşkil et- mesine sebeb olmuşlardır. (Arkası var) miyet kesbetmesine, gülmekten katılı-| — Fakat sen yaşıyorsun? — Yaşıyorum amma., burada. Dün- yadaki dostlarım beni Firatta boğuldu sanıyorlar. Şimdi birdenbire meydana çıkarsam, bana hortlamış diyecekler.. herkes benden kaçacak. — © halde neden tekrar dünyaya çıkmak istiyorsun ) — Sevgilim de hayatta imiş.. o da ölmemiş. Halbuki hayattaki dostları - mız, sevgilimin de mâbette kanı akıtıl- dığına inanmışlardı. — İki hortlak, nihayet birbirinize kavuşacaksınız demek?.. Ne mutlü si- ze! Fakat ben.. Ur'dan nereye gidebi- lirim? — Gözlerim açılırsa, seni yanıma alırım! Akatlı mahküm ayağa kalktı: — Ben yatmağa gidiyorum.. — Daha erken değil mi? Güzel gü- zel konuşuyoruz işte,, — Saçmalamağa başladın, Tanzer! Şimdi, ilk önce söylediklerine de inan- mak istemiyorum. — Hakikatten bahsediyorum. — Senin bahsettiğin hakikatler ba: na çok gülünç geliyor, Tanzer! Eğer körlerin gözleri kendi isteklerile açıla- bilseydi, dünyada bir tek kör kalmaz- dı. Hepsinin gözleri açılırdı. — Müâbutlar bana günün birinde gözlerimin açılacağını tebşir ettiler. — Ben., bizim gibi zavallıları yıllar- ca avutarak, nihayet mozara kadar gönderen mâbutları tanımıyorum ar - tik. Bu kuyunun içinde kırk sekiz sa- jatten beri bütün mâbutlara balâsım liçin yalvarıyorum. Onların kulakları o kadar sağır ve o derece paslanmış ki.. iniltilerimi duymuyorlar bile, Akşam, güneş batınca, geceler ortalığı sarıyor. Sabah güneşi doğarken, ortalıkta ka- ranlıktan eser kalmıyor. Sayısı bilin- miyen yıllardanberi gece, gündüzü; pişik, karanlığı kovalıyor. Sen bunlar- :dan birinin geciktiğini, yolunu şaşır- dığını gördün mü? Tanzer çok yorgundu.. Akatlı arkadaşına cevap vermedi.. başını duvara dayadı.. - uyuklamağa başladı: Akadlarla başlıyan bir harp.. Güdea bütün kumandanlarını Ur'a çağırmıştı. Uzun yıllardanberi Sirtek jlâda rahatı bozulmayan Tankut da |maiyeti ile birlikte Ur şehrine gelmiş. ü Tankut, Sirtellâdan gelirken deve- lerle kargt, miğler ve erzak getirmi; Gudea Ur'da üç kumandana en güzide |muharipler ayırdı.. atlılar verdi. Onları 'Tankuttan önce Akat yoluna çıkardı. Guden ayrıca bir muharip kolu daha Nöbetçi # ezaneler Bugzece nöbetçi olan eczaneler şunlar- dır: İstanbal cihetindekiler: Aksarayda: (Pertev), Beyazitte: (Bel- kıs), Şehramininde: (Hamdl), Fenerde dD, Kyüpte: (Arif Beşir), Eminönünde; (Balih Necati), Küçükpazarda: (Necati Ahmet), Alemdarda: (Esat), Bakırkö - yünde: ( ç ehirde: (Pa- : ( İtimat ) Üxküdarda: saf), Büyükadada: (Tanaşi . » Bariyerde: (A- (Şinasi), - Heybetide: .| — Nâraşı unuttun mu? ” (VitalD, Karagümrükte: (Suat), Samat- || yada: (Teofllosı, Şehzatebaşında: (Ham- || Nizamettin) , || mandan lâzımdı. Nâraş Suriyeden dönmüş olsaydı, bu kuvvetin başına geçebilirdi. Fakat, © da henüz dönmemişti. Bir akşam Sumer kralı Tankut'la konuşurken, bu ordunun başına Tan- kutun geçmesini teklif etti: — Ben de senin gibi yaşıyordu!m Tunçay! Senin hasretinf çekerek V göz yaşı dökerek yaşıyordum. Nâff? beni (Ölüm kuyusu)na attırmıştı. — Gudea seni neden oradan kuf * tarmadı? <— Mâbautlar seni neden bu mağ& * — Bu işi #enden başka kimse başa-|radan kurtarmadılar? ramaz, dedi, çünkü Akatlar bütün kuv- vetlerini geriye saklıyacaklar.. ilk gön- derdiğimiz kuvvetler başka cephelere hücum edecekleri için, Akatları mer- kezden vuracak böyle bir kuvvete ih- tiyacımız vardır. Kuvvet de hazırlan- dı.. eksiği tamamlandı. Yalnız bir baş gerek. Tankut yola çıkan kahramanlar ara- sında Samayı aradı.: — Onu nereye gönderdiniz? Diye sordu. Gudea, Samanın adını bile anmak is- temiyordu. — Ben tihirbaz (Mâya)nın esiri * yim burada, Sarıldılar.. koklaştılar. Tapzer: Diye bağırıyordu. Tunçay da ayni dileği tekrarladi! —Ey ulu mübut! Sen bana Tanttfi bir daha gözlerimle görmek fırsatif' verl İkisi de ağlıyordu.. İkisi de sevinç ve neş'e içinde.. yapacaklarını, ne söyliyeceklerini &. — O artık öldü.. Nipurda çadırcılık İmiyordu. yapıyor, dedi. Tankut kralın yüzüne hayretle ba- kıyordu. — Acaba ayakta mı uyuyorum?! Tunçay: — (Ölüm kuyusu)ndan nasıl kW” tuldun? Diye sordu. Çadırcıların günün birinde birer kah-| —Tanzer başından geçenleri kısaff raman olabileceğini umardım amma.. |anlattı: bir kahramanın çadırcılık yapmasını aklımdan geçirmemiştim !. Diye söylendi. — Beni oradan yeğenim ( Fw) kurtardı. Nöbetçiyi kuyuya düşürdü” beni iple yukarıya: çekti. onün vi Gudea sarayda olup bitenleri Tanku- |takip ederek buraya kadar geldim. ta anlattıktan sonra: — Samaya kızımı vermek istedim.. Tanzer çok yorgundu: — Buradan kurtulmalıyız, Tuncs! kabuf etmedi. Ben de onu sarayımdan |Sen bu haşarat içinde nasıl yaşıy0f * uzaklaştırdım. Belinden sırma püskül-|sun? lü kemerini aldım. Babası vaktile ça dırcı imiş. Kendisi de çadırcılık yapı- yormuş. Tankut gözlerini oğuşturdu: — Hâlâ uyuyor gibiyim, hâlâ rüya görüyor gibiyim. Ve başını önüne eğdi: — Sama, bu ordunun başına geçe- cek bir kahramandır. Onu affediniz.. ve hemen iş başına geçiriniz, mellâ! — 'Hza Samayı çök sevölim TTun- kut! Fakat, kızım onu affetmiyor.. — O halde hâlâ seviyor onu. — Bana bir şey söylemedi. Camo- yu sikıştırdım.. her gün Samadan bah- sediyormuş. — Samayı hemen Nipurdan getir- tiniz.. ve sizin gibi bir kralın kızını ne- den almak istemediğini sorunuz! Fa- ıknl. yürd işi, kızınızın işinden çok da-| [İ'a mühimdir. memleket ondan istifa- de edecek.. Akatların burnunu Sumer buşka mellâ! İtopraklarında ondan kıracak |kimse yoktur, | — Kotkoca bir yurd için, Nâraş kâ- |fi gelmez! Bugün bir çok Nâraşlara İmuhtacız. Nâraş bugün Suriyeden dönmüş olsa bile, yorgundur.. Akat- ları tepeleyecek kadar kuüvvetli oldu- ğünu sanmıyorum. Gudea, Ur'daki büyük mâbedin ka- pısında asılı duran şu levhayı hatırla- d | Cudeanın gözleri sulanmıştı. — Atalarımın sözünü — hatırladım, Tankut! Şimdi emrediyorum.. Samayı bulup buraya getirsinler. karından çok sey'» l | Bir kurtuluş çünü.. Tanzet, Ür dağı yamaçlarındaki mağaraya girdiği zaman, ilk duyduğu ses yılan islikları oldu. | | Tunçay, Tanzerin sesini duyunca tüyleri ürperdi.. sevinçle haykırdı: — ! 1- — Tanzerl Sen — gerçek — yaşıyor | — Alıştım.. — Alıştın mi?! — İnsan ıztıraba nasıl katlanıyor$t bazan korkunç ve — iğrenç görd“l mahlüklarla da başbaşa ve koyun kof'” na yatmağa alışıyor, Tanzerl! & Bu swada göze görünmeyen rat)ın sesi işitildi: — Aylarca birbirinizi görmedet gözyaşı dökerek, inleyerek beklediniz” bir saat daha bekleyiniz burada! — Rir saat sonra ne olacak? Tanzerin bu sorusuna (Firat) © vap verdi: 4 — Behn şimdi sihirbaz Mâyayi dide gidiyorum. O bana: (Tunçay) göz ilâcı bendedirin demişti ORİ yumrukla, dayakla buraya ıetiâ ğim. __thıı he Posta Yevmi, Siyasi, Havadis ve Hulk gazatbi 5. Yerebatan, Çatalçeşme sokak; İSTANBUL Gazetemizde çıkan yı;;; resimlerin bütün hi g mahfuz ve ıımiıl“ll ABONE FİATLARİ /Abone bedeli peşindir. AĞfE değiştirmek 25 kuruştur. Gelen evrak geri verilme& Htânlardan mes'eliyet alınmöt uk Cevap için mektuplara 10 Pul ilâvesi lâzımdır. Posta kutusu: 741 İstanbul Telgraf : Son Posta Telefon : 2"?5__/

Bu sayıdan diğer sayfalar: