5 Ağustos 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

5 Ağustos 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 Sayfa — F İstan Otomoîl ile ı buldan Avr upaya— Tuna kıyılarından geçerken — * — Yazan: Vasfi Rıza Zobu Tunadan bir manzara Romanyanın cenubundan ilerliyerek Belgrad yolunda gidiyoruz.. Buralarda o- tomobil kullanmak zevkli değil.. Yolla - yın asfaltından vaz geçtim, bari taşsız olsa.. Ucu bucağı görünmez, kilometre- lerce uzıyan, kıvrılıp giden yollar hep kırma taşlarla örtülmüş.. Bu küçük, iğri büğrü taşların üzerinde tekerlekleri sek- tirmek bir canbazlık işidir.. Araba, lâs- tik top gibi sıçrıyor. Sağdan, soldan, alt- tan, üstten gacırlılar, gucurtular pey - dahlandı... Bundan evvelki tozlu yollar eşasen arabayı kurşuni bir kılif içine al- mıştı.. Şimdi taşların sarsıntısile, tozdan kılıflar sökülüp ince bir duman halinde bulduğu delikten içeri giriyor.. Hepimi - zin kirpiği, kaşı, saçı grileşti. Bu hali - mizle pasaportlarımızdaki resimlerimize benzemez olduk! Allah vere de hudutta bizi sahtekâr zannetmesler!! * Yollar o kadar taşlı, arabamız o kadar gayri muntazam sallanıyor ki; tekerlek lâstiğine Çivi batmış, lâstik sönmüş, dı- Şarı fırlamış, çiçek bozuğuna uğramış bir surat gibi delik deşik bir hale gelmiş' Hâlâ farkma varamamıştık,. Çıkan gürül. tü, gayri tabif sallantı tekerlekten mi, yoldan mı? Bunü farketmek usta şoför- lük değil, keramet sahibi olmaktı.. İnsan mecbur olunca her sıkıntıya kat- lanıyor... Ben böyle sıkintılı işlere alışık bir adamım. Fakat bu lâstik patlamalarla Abidin Daverin hallini unutamıyacağım.. Ö, yazıları gibi tabiatte ağır olan bir in- sandır.. Alle hayatında rahata o kadar alışmıştır ki: Ömründe fiske ile bile ü- zerindeki tozu silkmemiş, dersem müba- lâğa olmaz.. Evinde her işini hazır bul - mağa alışık bu kiymetli dostumun, te - kerlek değiştirmek için yanıbaşımda toz- lar, çamurlar üstüne uzanmış halini gör- mek bana, çektiğim iziyetleri unutturu- yordu... «Öksüz oğlan göbeğini kendi ke- ser!» deyip her lâstik patlayışta, oflayı puflaya eğilip kalkmaktan bir hayli in- celdi... Allah kiynseyi lisanını bilmediği — bir yerde alış verişe muhtaç etmesin. Parça- lanan tekerleği tamir ettirmek, daha doğ- rüsü bir yenisini almak lâzım geliyordu.. Akşamın karartısı Krayova şehrinde ge- cenin karanlığına döndü.. Gecelemek meeburiyeti hâsıl oldu... Fakat derdimizi anlatacak tek fert yok... İnsanların &ı « kıntılı zamanlarında Hızır yetişirmiş der. ler.. ÖO esnada karşıma güler yüzlü bir adam çıktı.. Çetrefil bir türkçe ile bana: «Derdiniz nedir?» demez mi?. Adamca- ğazın boynuna sarılacaktım.. Bizim - eski vatandaşlardanmış. Otuz senedir burada ticaretle meşgulmüş. İşini gücünü bırak- tı, benim derdimle hemdert oldu.. İyi o- lacak haştanın hekim ayağına gelir, der- ler!.. Talih bunu benim karşıma çıkar « dı.. Allah muhtaç etmesin amma, belki dostlarıma da lâzım olur. Talih insana | da her vakit sırıtmaz.. İhtiyaten takdim e - deyim: Oryantal mağazası sahibi Bay Habip Haşim.. Romanyanın Severin şehrinden sonra tâ Yugoslav hududuna kadar yol hep Tuna kenarını takip ediyor.. «<Tuna» nın kendi değil, ismi bile benim üzerimde sihirli bir tesir yapar.. Kulağım; söyle. nen cümleleri anlatmıya başladığı; di - lim, kelimeleri toparlayıp söylemeğe gayret sarfettiği tarihten itibaren ben Tunayı düyar, Tunanın geçirdiği bin bir macerayı dinlerdim.. Onun şarkılarını, o- nun türkülerini söyledim.. Tuna benim için akan bir su değil, akın yapan bir başbuğdu.. Onun ismini ben Attilâ, Cen- giz, Alp Aslan, Yavuzla beraber sıraya kordum.. Bugünkü memleketimin hudu. du haricine çıktığım ilk gün onun koy - nunda bir ucundan öbür ucuna günler- ce, gecelerce yol aldım.. Bu sefer de bir talih eseri olarak yolum onun kıyıları - na düştü.. Üstü ormanlarla kapalı dağ - ların eteklerile, Tunanın coşkun akan suları arasından süzülüp geçmek için saatlerce yürüyor, Adakaleye doğru yol ahyoruz.. Vasfi R. Zobu — —— ——— ——— ONUL İŞLERİ' Okuyucularıma Cevaplarım «Erzurum» da Bay ıC_xD.ı ye: Nişan yüzüğünün basit bir altın e icabın - dandır, fakat bu, ilâveten - istediğiniz kıymette taşlı bir yüzük dakha vermek- ten sizi menetmez. * Beşiktaşta Bayan «Huri Tam müddet tayin etmek mümkün değildir. Ne kadar dikkatle hesap et- seniz tarih gene takribi olucaktır. Fa- kat bu mesele hakkında size gazete sütununda daha mem, adresinizi yollayınız, mektupla anlatayım. ye: * Altınbakkalda Bayan «D. K.s ye: Genç kız bir go ©e ne vereceği kat Allesine, tahsiline, cadır, inkişaf edin- yetle kestirilemez. görgüsü tine bakarak edineceğiniz fikir niha- yet bir tahminin hududunu geçemez. Fakat meçhul iklimlerde yapılan se - , gervoe yahatlerin de kendilerine mahsus bir zevkleri vardır. * Bay A, A. A, Şamlıya: Yazdığınız mektup bir ailenin içyü- zünü bilmeyenlere de anlatacak mahi- yettedir. Bu ise benim bu sütunlarda ilk gündenberi ısrarla tatbik ettiğim prensipe zıt bir harekettir. Mademki dikkat ediyorsunuz, görmüşsünüzdür ki bazı dertleri yazarım, fakat kime klarını anlatmam, isimleri sil- dim, ilk harfleri ile iktifa ederim, beni mMazur görünüz. : * T Hasköyde bay «Özkansa: Kızın ailesi düşüncesinde hakııdır. Bir talebe üniversitenin son sömeste- rinde de olsa hayat yoluna henüz adım atmamış sayılır, tahsilini bitirecek, peçtiği meslekte bilfül çalışacak, ka- zanmıya başlıyacak, ondan sonra ha- yatta yol almıya girişmiş telakki edı- lecektir. Bu vaziyet, şahsi servete ma- lik olan bir genç için de böyledir. Ev- lenmeyi düşünmeye sıra sonra gelir. TEYZE ŞB ZSON POSTA 'HADİSELER KARŞISINDA Avrupaya seyahat mer;lu Oğlumun coğrafya atlasını almış, at. lasta Avrupa haritasını bulmuş.. dikkat- le gözden geçiriyordum.. bir dostum geldi: — Ne o, dedi, coğrafyaya mı çalışı- yorsun? — Hem öyle, hem de değil. — Bir şey anlamadım. —Ben anlatırım, anlarsın.. Anlattım: «Çok zengin bir dostum var. Geçen- de kendisine tesadüf ettim. Biraz hoş beşten sonra, seyahate çıkmıya hazır- landığını söyledi. Bütün Avrupayı do. laşacakmış. Bir başka gün bir başka dosta tesadüf ettim.. bu, öteki kadar zengin değildi. Şöyle Londraya kadar gidip dönmeye hazırlanıyormuş. İki dostuma nisbetle daha az paralı dostum da, bir Paris seyahati yapmak fikrinde, daha az paralısı Peşteye kadar gidip ge- lecek. Daha az paralısı, muhakkak ne yapıp yapıp Atinayı boylıyacak.. bun- lardan, para -cihetinden benden bir gömlek üstününü gördüğüm zaman 0- na da sordum: — Ya sen, sen; bir Avrupa seyahati yapmıyacak mısın? n yok, dedi, param yetişmi- yor. Ama, bunun ehemmiyeti yok, Be. yoğluna çıkıyorüm. Barlarda bir çok Fransızlar, Macar kızlari, Romanyalı çalgıcılar görüyorum. Onların memle- ketlerini gezmiş kadar oluyorum. İşte bütün bunlar bana bir fikir ver- di. Ben de geldim, evde oğlumun coğ- rafya atlasını buldum. Coğrafya atla- sında Avrupa memleketlerini gözden geçiriyorum. Sebeb malüm, ben de o. ralara gitmiş kadar olmak istiyorum <.. Dostum melül melül yüzüme baktı: — Ya ben, dedi, ya ben ne yapayım? — Niye? — Oğlum da yok ki, onun coğrafya atlasına bakayım.. — Müteessir olma, dedim, kolayı var.. ben atlasta gördüklerimi sana an- latırım; sen de gitmiş kadar alursun! İMSET Hapishaneye Eroin sokmak İsteyen adam . Dün, 250 gram üzümle beraber bir kese kâğıdına konarak umumi hapis- haneye sokulmak istenen 25 gram ero. in yakalanmış, eroini yollıyan Yusuf oğlu Sabri isminde bir otdmobil tamir- cisi tevkif edilmiştir. Hâdise şöyle ol- muştur: Ağacamiinde, Mahyacı sokağında 9 numarada oturan - otomobil tamircisi Sabri, hırsızlıktan mahkü molarak bir müddet hapishanede — yatmış, evvelki sabah müddetini ikmal ederek çıkmiş- tır. Sabri, dün, bir kese kâğıdının dibi- ine 25 gram eroin koymuş, üzerine de 250 gram üzüm yerleştirdikten sonra, Sultanahmede çıkmış, parktan geçen, Mürşid isminde on dört yaşında bir ço- cuğu çağırmış, kendisine yüz para ve- Feceğini, kese kâğıdındaki üzümü, ha- pisbanede Aksaraylı Niyaziye götürüp vermesini söylemiştir. Mürşit, kese kâ- Bıdini alarak hapishaneye gitmiş, Niya- ziye verilmesini söyliyerek gardiyana teslim etmiştir. Gardiyan vaziyetten şüphelenmiş, kâğıdı çevirip üzümleri dökünce, içerisinde ercin bulunduğunu görmüş, koşarak, uzaklaşmakta olan ço- cuğu yakalamıştır. Çocuğa sorulunca, bu üzümü kendisine parkta oturan ta. nımadığı bir adamın verdiğini söyle- miş, parkta oturan birisini göstermiş- tir. Bu sırada, parkta oturan Sabri kaç- mak istemiş, fakat, kaçmasına meydan verilmeden yakalanmıştır. Sabri, dün akşam geç vakit cürmü meşhud müd- deiumumiliğine verilmiştir. Muhacirlere yapılan Yardım genişletilecek Muhacirlere ve mühtaç çiftecilere ö. dünç tohumluk ve yemlik dağıtılmak için muaveneti içtimaiye bütçesine ko- nan bir milyon liralık tahsisat, bu saha- daki yardiımım daha müessir ve daha şamil bir halde yapılabilmesi maksa- dile iki milyon iki yüz elli bin liraya çıkarılmıştır. Romalı Tercüman Yazan: Mark Twain Size burada seyahatlerin lâzımı gayri müfariki muzır nesnelerinden, yani Av- rupalr tercümanlardan Z üm. Birçok kimseler kendi kendilerine: <«Ne olurdu; şu işimizi tercümansız bir göre- bilseydik» demişler ve can ve gönülden, cemiyette yaptıkları zararların kefareti diye onları alay vesilesi olarak telâkki etmişlerdir. Biz bu hususta vazifemizi kemali ciddiyetle yaptığımıza — inanıyo- TruzZ. Bu tercümaların dil bilmeleri de bir belâdır. Öyle bir lisan (meselâ ingilizce) konuşurlar ki, anlıyana aşkolsun. İngi- lizceden maada her lisana benzer. Size gösterdikleri her şeyin, meselâ bir kili- senin, heykelin, tablonun ve yahut her hangi tarihf bir şeyin hikâyesini ve ta- rihini ezber bilirler ve bir papagan gibi durmamacasına makara gibi, gır gir söy- lerler.. Eğer yarı yolda susturup ta, fi- kirlerini dağıttınız mıydı, hafızlar gibi yeni baştan alır ve okurlar. Bütün ö- mürleri, garib ve acayib şeyleri yaban- cılara göstermek ve onlardan kucak do- lusu takdir avazeleri işitmekle geçer. Heyecanlı bir takdirden hoşlanmak — be- şerin tabiati icabındandır. Bundan ötürü de, çocuklar, başkalarının yanında gös- teriş yapmaya, caka satmaya, ukalüâ uka- lâ konuşmaya ve garib hareketlerde bu- hunmaya bayılırlar ve gene bu tabiat ica- bi neticesidir ki dedikodu yapanlar, yağ- mur demez, kar demez her yere koşar ve söyliyecekleri şeyin verecekleri ha- vadisin ilk defa olarak kendi ağızların- dan çıkmasına çalışırlar. Binaenaleyh, yabancılara harikaları gösterip te, onla- rın hayret, takdir ve sitayiş avazelerini işitmek imtiyazına malik olan tercüman- ların ihtiraslarını, arzularını artık tasav- vur ediniz ve bu zavallılar buna o kadar alışırlar ki, daha ttidalli, sakin bir mu- hitte yaşayamaz olurlar. Biz bunu keş- fettikten soanda, artık hiçbir şeye hayret eder, hiçbir şeyi beğenir, takdir, peres- tiş eder görünmedik. <Aman ne güzel, ne nefis şey bul!..» demedik. Tercümanın gösterdiği muazzam abideler, san'at eserleri karşısında kılımız bile kıpırda: madı. Bön bir kayıdsızlıkla seyrettik bunları, o kadar.. Tercümanların zayıf taraflarını bulmuştuk. O andan itibaran hilemizi muvaffakiyetle tatbik ottik. Bu herifleri bazı kereler zivanadan çıkar- aık amma kendimiz istifimizi asla boz- madık. Sualleri ekseriya arkadaşım doktor so- rar. Zira, dünyada onun gibi komedya oynıyan, kendini tutan, hiç gülmiyen, ahmak gibi durmasını bilen, sesine iste- diği gibi abdalca, saf bir eda veren yok- tur, diyebilirim, sanki ikinci bir huyu imiş gibi hareket eder. Ceneveye ulaştığımızda, tercümanlar Amerikalı seyyahlara çattıklarına sevin- diler. Zira onlara göre dünyada en çok şaşan Amerikalıdır ve Kristof Kolombun herhangi bir hatırası karşısında — aşırı derecede hassas olur, heyecan gösterir- ler, Tercümanımzı sanki yaylı bir som- ya yutmuş gibi kıvranıp, bükülüp duru- yordu. Sabırsızlanıyor, helecandan kan- ter içinde kalıyordu. Nihayet dayana- madı: — Centilmenler benimle geliniz, be- nimle., Size Kristof Kolombun bir mek. tubunu göstereyim. Kendi elile yazdığı, Tereüima eden ve kwaltan İhrahim Hoyi öz elile yazdığını göstereyim.. Gelin? gdedi. Bizi belediye sarayına götürdü. Nüf yiş dolu bir tavırla birçok anahtarilar V rıştırıldıktan ve birçok kilidler açıldi tan sonra, önümüze bir takım köhne lekeli kâğıdlar, vesikalar serildi. Teri/ manımızın gözleri parladı. Etrafımi raksedercesine dönerek — parşümen Bıdları parmaklarile fiskeliyordu. — Centilmen, ben ne demiştim size'” Ayni değil mi?.. Bakıuz, dikkatli bakilif Kristofer Kolombonun el yazısı, öz )? ZISI... Biz, hiçbir alâka göstermeden, kayi? sızca bu kâğıdlara baktık. Doktor aöf ağır vesikaları inceledi ve sonra hiç merak duymamış bir insan tavrilı — Ferguson, diye sordu. Ne de: niz. Bunu yazanın ismi ne idi acaba': — Kristef Kolomb, büyük Kristof€ Kolembo!.. Doktor yeni baştan ve ağır ağır ğıdları bir daha muayenee etti. — Ya!.. Demek bunları kendisi yazıi ha!.. Yoksa... Yoksa.. — Evet, bizzat kendisi yazımşı.. K! tof Kolombonun öz el yazısıdır bu.. KE disi yazmış.. Doktor elinde tuttuğu vesikayı m: ya bırakarak: — Ben Amerikada öyle çocuklar düm ki 14 yaşında oldukları halde büf dan daha iyi yazıyorlar.. dedi, — Fakat mister, bunu yazan — bü! — Kim olursa olsun. Bana vız gelif Hayatımda gördüğüm en çirkin yandf| bu.. Yabancıyız, diye bize yutturamaP nız, ha.. Bak bizde kül yutacak göz mı?., Yok, harikulâde güzel ve bir KIf met ifade eden yazılarınız varsa riniz onları. Yoksa, burada ne duruf” | (Devamı 11 inci sayfada) Mark Twain kimdir ö Mark Twala, asıl ismi Samuel , horüe Clemens'dir. 1835 de doğdü. y da öldü. Yalnız Amerikanın değil, PS | yeni ve eski dünyanın sayılı romanci mizahellarındandır. Hâkim olan b;;: ölünce ev güllesi başına çöken 'Twain bir matbanda mürettiplik di. Sonraları bir seyyar mürettiplile ’; merikanın meşhur şehirlerini dnıu:;' yamanlar 19 yaşında bulunuyordu. maceralar geçirdi. Tekrar gazeted döndü. Ve Mark Twain ismini takif” Elliye yakın eseri vardır. nunw’: j Huckleberiy Yinn'in — şergüzeştleri OÇ 'The İnnocents Abroad en meşhurl h n

Bu sayıdan diğer sayfalar: