24 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Kalan görüntüleme: 0

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. Daha yüksek sayfa görüntüleme limiti ve diğer özellikler için abone olun!

Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

milerinden birine mensupsunuz. diye - Denizlerin Makyaveli Kaptan Bum Bum BON POBSTA . Çeviren: Ahmet Cıııılettiı Sırıçoğlıı Bır melez sevdiği erkek için bir Avrupalı kadın kadar fedakârdır. Ben de bir gece suvarede rastladığım iki melez genç kıza Diye bağırmaz mı? Bu vaziyet karşısında daha fazla susmak, sabretmek «Lauterbah»a ya- kışmazdı. Ben de onun gözlerinin içine bakarak cevap verdim: — Arkadaş sen ne söylediğini bil - miyorsun. Şayet maksadın dövüş ise bunu açıkça söyle. Pekâlâ! Haydi bar kalım; ben hazırım işte!.. Bu cevabım herifin aklını başına ge- tirdi ve: — Biz de sizden korkmayız. Bunu iyice biliniz! dedi. — Canım dünyada hiç bir kimse, kimseden korkmaz. Böyle çocukça lâ- kırdılara ne lüzüm var? Biz bu otelin müşterileriyiz. Şurada kendi halimizde oturup aramızda konuşuyoruz, Bizi ra- hatsız etmekteki maksadınız nedir? Lâkırdıya İngiliz zabiti de karıştı ve meydan okur bir tavırla: — BSizler, limandaki Alman ge - haykırdı. Herif burnundan soluyordu. Ben sükünetle cevap verdim: — Beni dinleyiniz! Şayet sırtmız ka- şinıyorsa bu vazifeyi memnuniyetle ifa ederim. Zira çoktanberi ben de kavga edecek bir kimse arıyordum. Ancak size şurasını hatırlatırım ki siz bura - da bitaraf bir memlekette bulunuyor- sunuz. Uslu uslu yerlerinize oturun da herkese hakkınızda fena şeyler dü - şündürmeyin. Herif bu haklı serzenişime cevap ver- meyince ben ilâve ettim: — Hem ben limandaki Alman gemi- lerinin mürettebatından ve zabitanın- dan değilim.. — Şu halde herkesin aradığı adam- sınız... «Emden»in esir zabiti. Başımla kendisinin yanılmadığını an- lattım. Bunun üzerine İngiliz: — Şu halde affınızı rica ederim, de- di, ben sizden bahsedildiğini pek çok defalar işittim. «Emden» esir ettiği ge- miler mürettebatına daima hüsnü mu- amele etmiştir. Siz bizim vatandaşları- mıza karşı insanca davranmış bir a - damsınız... Sonra tayfalarına dönerek araların- da alçak sesle konuştular ve biraz son- ra da otelden çıkıp gittiler. Bu suretle bir aralık kafa göz yarılması, Fele - menk jandarmasının işe müdahalesi ile neticelenecek görünen bir- vak'a çıkmak üzere iken şöhretim ve ismim zuhuruna ramak kalan kavganın önü- ne geçmiş ve hâdise hemen hemen dos- tane bir surette tesviye edilmişti. İn - gilterenin bu kavgacı evlâtları gecenin karanlığında kaybolur olmaz masada birlikte oturmakta olduğumuz arkadaş- lar viski kadehlerini havaya kaldırarak şerefime içtiler ve «Lauterbah valsi- nin neş'eli güfte ve bestesi (Portakal) otelinin ekseriya sessiz holünü çınlat- mıya başladı. Biz bu şarkıyı söyledik tekrar söyle- dik ve viski ile kafalarımız kızışınca galiba İngiliz denizcileri kadar bağıra- rak söyledik. O sabah gün ağardığı za- man ben hâlâ masa başında idim ve gözlerimi kırpmamıştım. İyi bira, candan ahbap ve neş'eli şar-| kılarla o gece de felekten bir gün çal- mıiş, hoşça bir vakit geçirmiş oldum, İnsan tuhaf bir mahlüktur, en meyus olduğu anlarda da olsa köpüklü bir ka- deh bira, samimi ahbaplar ve leziz ye- mekler karşısında cehennem gibi sı - cak (Somatra) ikliminde bile hayat- tan yeniden zevk alıyor ve yaşamak bahtiyarlığımın kalbini yeniden doldu- durduğunu hissediyor. SA ' çR «JAVA» DAN KAÇIŞIMIZ VE «ŞANGHAY» A GİZLİ EVRAK POSTACILIĞIMIZ «Padang» a yorgun, bitkin bir halde, kalbimi açtım ve Haa L den tamam on gün, on gece geçmişti ki talihim gene imdada yetişti. O gece «Somatra» nın «Royal Club>| ismini verdikleri en kibar klübünde bir süvareye davetli bulunüyordum. Umumi bir neş'e ve şetaret hüküm sü- rüyor, herkes can ve yürekten eğleni- yor, içten gelen kahkaha etrafı çınla- tıyordu. Müstemleke işlerinde — İngilizlerle, Holandalılar arasında şu fark vardır. İngilizler böyle bir ziyafet ve süvareye yalmız hemırklarını ve Ayrupalıları davet ederler. Holandalılar ise yerlile- içtimaf toplantılarda bulundururlar, eğlenceden onlara da bir pay çıkarır- lar. O geceki süvarede bir hayli Somat- ralı melez vardı. Bunların arasında ba- ba tarafından Alman, ana cihetinden Somatralı iki kız kardeş vardı ki kibar- lıklarile, güzelliklerile gözleri kamaş- tırıyorlardı. ÂAsil bir isim taşıyan bu i- ki bayan «Emden» in maceralarile be- nim başımdan geçenleri bir hayli din- lemiş olacaklar ki bana pek çok iltifat ettiler; benimle pek alâkadar oldular. Bir melez sevdiği erkek için bir Av- rüpalı kadın kadar, belki daha ziyade fedakâr olabiliyor. Ben de biri henüz yirmisine basmamış, diğeri de on sekiz yaşlarında olan bu iki genç kıza kalbi- mi açtım, sırrımı onlara tevdi ettim. Bugün ne kadar cehdetsem, hafıza- mı ne kadar zorlasam bu iki genç ba- yanın isimlerini hatırlayıp size soylıye- miyeceğim. Daha doğrusu bu isimleri ifşa etmek hovardalık raconuna uy-. mıyacağından bu husustaki merakınızı tatmin edemiyeceğim aziz kari!... Tabii beni mazur görür ve sükütuma hak ve- rirsin değil mi? Şarkın bu iki nazlı çiçeği, zarif en- damları, şirin ve güzel simaları, mele- kâne bakışları ve hele garbın hiçbir sa- lonunda bulamıyacağınız, göremiyece- de derin bir tesir uyandırmışlardı. Daha ilk bakışta ağır başlı, ciddi ol- duklarına hükmettim. Bu güzel mah- lüklarla sohbet ettikce muhabbet ve a- lâkam arttı, bütün belâgatimi toplıya- rak onlara ne kadar müşkül şartlar i- İçinde kıvrandığımı sayıp döktüm. İn- giliz casuslarınım beni nasıl tarassud ettiklerini, «Java» ya gitmek üzere bir gemiye binecek olursam İngiliz kruva- zörlerinin bunu nasıl dakikasında ha- ber almış olacaklarını ve nihayet bir idam müfrezesinin karşısına çıkara- tafsil anlattım. İki genç kız nefes almı- ya bile cesaret edemeden beni can kü- ğü benimle çok alâkadar oluyor, hikâ- yenin heyecanlı noktalarında renkten renge giriyor, âdeta hafakanlar geçiri- yordu. Nihayet daha fazla kendini zap- ta muktedir olamıyarak: | — Burada, dedi, ailemin sadık dost- ları var. Bu zevatın sizinle meşgul ola- caklarından eminim, Kendileri: sahil lâkin sağ ve sâlim gelmemizin üzerin-| rin ileri gelenlerini, güzidelerini böyle / ğiniz kibar ve necib tavırları ile ben-| laklarile dinliyorlardı. Bilhassa büyü-| sırlarımı verdim Onlara ne kadar müşküt şartlar tçinde kıvrandığımı sayıp döktüm boyunca sefer yapan gemiler işletirler, Yanılmıyorsam bu gece de vapurların- dan birisi hareket etmek üzeredir. Bu meseleyi iyice anlıyalım da sizin ve arkadaşlarınızın gizlice vapura girme- nizi temin edelim. Oh!. Biz de size re- fakat etmek isterdik. Ne kadar heye- canlı ve şairâne bir sergüzeşt olurdu değil mi?... Bu genç kızları bana hakikaten Al- lah göndermişti. Ne fedakârlık, ne ki- barlık!... (Arkası var) N Nöbelci Eczaneler Bu gece nöbetçi olan eczaneler şunlardır?| İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Şeref), Alemdarda: (E- sad). Beyazıtta: (Asador). Samatyada: (Erofilos). Eminönünde: — (Bensason). Eyüpte: (Hikmet Atlamaz). Fenerde: (Emilyadi). Şehremininde: (Hamdi). Şehzadebaşmda: (Üniversite). Kara - gümrükte: (Fuad). Küçükpazarda: (Hik. met Cemil). Bakırköyünde: (Hilâl). Beyoğlu cihetindekiler: İstiklâl caddesinde: (Galatasaray). Tünelbaşında: — (Matkoviç). Galatada: (Kürkçiyan). : (Zaflropulos). Firuzağada: (Ertuğrul). Şişlide: (Asım). Beşiktaşta: (Nall - Halid). Üsküdarda: (İskelebaşı). Barıyerde: (Nuri). Kadıköyünde (Moda), (Merkez). Büyükadada: (Halk). Heybe- lide: (Halk). ; ka Ilf Doktorun Günlük CUMA Notlarından — (*) Ruh ve akıl | Hıfzıssıhhasına nedeq Lüzum vardır? İnsan denilen mahlük yaşadığı müddet- ce tek kalamaz. Evvelâ aile, sonra da İ cemiyetle kaynaşır. Kendi sevincine ve kederine ortak arar. Yaşamanın saade- tinl ancak muhitin ölçüsile duyar ve an- lar. Binaenaleyh normal hir insan etrafından birçok şeyler alır. Onları kendisi muha- keme eder ve neticede bir karar vererek icraata geçer, Bütün 'bu işler arasında bir müvazene, bir âhenk hâkimdir. Bu müyazeneyi de dımağımız *dare eder. Dımağ sayesinde kendimizi ve etrafımi- zı anlarız. Bu sayede içtimal muhite uya- 'biliriz. Tabil meyillerimiz bu suretle in- kişaf eder. Şahsımız ve muhitimizin yük- sek menfaatlerile alâkadar oluruz. Ne- ticede kemale erer, rahat bir hayat ge - çirerek tabii ömrümüzü ikmal ederiz. Beyinde hastalık olur ve ruh sağlamlığı birçok sebebler tahtı tesirinde bozulur- karşı vazifelerimizi ihmal ederiz. Bu yüz- den içtimal huzur bozulur. İşte ruh hıf. zıssıhhasına bunun için lüzüm vardır. Binirlerimiz, beynimiz kuvvetli olursa hayatta muvaffakiyeti sigorta etmiş olu- Tuz. () Bu notları kesip saklayınız, yahult | Yıllarca vatanından uzak olan, gurbet- |ra nihayet kendime geldim. Benim ken- sa hem nefsimize, hem de muhitimize || |lini, avurtları içeri çökmüş karyolada bir Bıkıntı samanınında bu notlar bir dokter '_ gibi Imdadınıza yetişebilir. « Son Posta,,nın Hikâyeleri Bir akşam saatinde kollarımda sekeratsız Hayatta benim en birinci temennim, çok fena olduğu kadar çok ta elim olan o gecenin ıztırabını hiç bir dostuma değil, hattâ hiç bir düşmanıma bıle vermeme - sidir. K Vaktile çok mes'ut ve o nisbette mü - reffeh bir adamdım. Bulutsuz bir hayat içinde yaşıyordum. Bir gün harbi umumi patladı. Her gün davullarla sinıf sınıf askeri silâh altına çağırıyorlardı. Pek tabil idi ki, ben de bu davete icabet ederek ahzı asker şubesine gittim. Çanakkale, Galiçya; Makedonya. Ilık iklimli Çanakkale sırtları, karlı çam or -| manlarile örtülü Galiçya dağları... İnsanları ne harb öldürüyor, aykırı iklimlerin hava değişiklikleri... sanları en fazla hatıra öldürüyor. Ne çılgın maceralar, ne korkunç harb sahneleri... Bu arada ölüm, kac yüz ke - reler yanımdan sürünerek geçti. Hattâ bununla iktifa etmiyerek ateşten kızgın olan nefesile yüzüme, ciğerlerini doldu - ran meş'um havayı bütün vüz'at ve şü - mulile hohladı. Evet, insanları ne harb öldürüyor, ne de felâket... İnsanları en fazla hatıra öl- dürüyor. Harb dönüşünde İstanbula avdet ede - rek, evimin kapısını hudutsuz bir heye- canla çaldığım zaman yabancı bir sesle karşılaştım. Birden suratına tokat ye - miş bir insan gibi şaşırdım. Bu ses: — Semra Hanımı mı soruyorsunuz?.. dedi. O, çoktan bu evden çıktı. Ve telehhüfle ilâve etti: — Zavallı kadın çok sıkıntı çekmiş, çok fena günler geçirmiş.. Nihayet bu evi satmak mecburiyetinde kalmış. Kısmet bizimmiş. Biz aldık. Arada sırada bize gelir. ne de İn-| zede vatanına karşı ne kadar acı bir hasret duyarsa o dakikada ben de kendimi ken- di evim in eşiğinde, o kadar garip ve kimsesiz buldum. | Hattâ o kadar garip ve kimısesiz bul « dum ki, karımın nereye taşınmış olduğu- nu onlara sormak bile hatırıma gelmedi. Başım göğsüme eğik, kafam bir hercü merç içinde uzun bir yol yürüdükten son- di evimin bana mensup olmıyan hizmet- çisinin: — Arada sırada geliyor... Sözleri, beni hayata irca etmişti. Gayri ihtiyari geri döndüm. Kendi evimden kendi karımın hâlen oturduğu yeri sor- mak mecburiyetinde kaldım. — Erenköyüne taşındı.. Cevabını aldım. Karımın oturduğu yeri bulmanın ver - miş olduğu heyecanla vapura, vapur - dan trene atladım. Uzun araştırmalardan sonra nihayet evi buldum. — Semra Hanim burada mi?.. Bana kapıyı açan ihtiyar kadın: — Burada... diye, cevap verdi... — Ben onun kocasıyım... dedun. Ken- disi nerede?.. Mütelâşi, ve heyecanlı adımlarla mer- diveni çıkarak öonun odasına girmemle yerimde mıhlanmam bir oldu. Bütün he- | yecanlarım birden' mahşeri bir hercüli merç içinde karıştı: Semra, tanınmaz bir kemik külçesi ha- | mumya gibi yatıyordu. Beni görünce ye- Harpten sonra — Yazan : Salâhaddin Enis letmiş bir felâketzede için biraz kendini H, K KOĞ g y vt SN K üüi ve ihtilâçsız bir ölümle son nefesini verdi rinden doğrulmak istedi. Yarı beline ka- dar müşkülâtla kalkmasile yatağa: — Âh.. Dıyerek düşmesi bir oldu. Şimdi yüzü yastığına gömülü olduğu halde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yanına yaklaştım. Ve ellerimle onun J saçlarını okşıyarak: g — Semra... diye sordum... Hasta mı- sın yavrum?.. h Bu sualim, onda şiddetli bir aksülâ » mel yaptı; bütün hayat kudretini topla- mağa uğraşarak dirsekleri üstünde doğ- | ruldu; şiddetli bir sesle: — Hayır!.. diye cevap verdi.. Hasta değilim... Asla hasta değilim... Bunu demekle boynuma sarılması bir oldu. Harbin devamınca ömrüm baruil, ölüm ve kan kokusu içinde geçmişli. Sulhu ve — evimi ne derin bir humma ve iştiyak — içinde bekliyordum. İşte sulh... Ve işte evim!.. harb dönüşü!.. Avdetunın ustunden ancak bir haftı geç de kollarımc.a sekıratsız ve .htuaçsız biı' * ölümle son nefesini verdi. ; Tam dört senedir hasretini çektiğim e- | vim ve o kadar özlediğim sulh bu mu idi Yarabbi?.. ,1 Bu şerait dahilinde artık bu köşkte ö- — turamazdım. Zaten kimsem de yoktu. O- m nun için köşkü ve bütün eşyasını ucuz pahalı demiyerek elden çıkardım ve İs< 1 d l—İd.-——“—-*"!_ illk eei d M $ Ne acı bir : tanbul tarafına geçtim. Haftalarca ve ays larca âvâre, meyus ve ümitsiz dolaştım. Bu büyük felâketin tesirile kendimi iç - —' kiye kaptırdım. Denize düşmüş mütekâ- sız bir kütük parçasından farkım yoktu. 1* Boş beyin ve boş gözlerle geziyordum. 3 Ayaklarımı meyhaneye sevkeden ak « gh şam saatlerini tıpkı sulhu beklediğim ve — tıpkı evimi özlediğim hasretle bekliyor --,'*_.T dum. Üç beş kadeh, bir iki dost... Zaten — mütareke günlerinde içki perişan olmuş ve işgale uğramış bir vatanın harabesi karşısında tek melce idi. Hele benim gı- bi, vatanile yuvası ikisi birden inhidam — _Eh__â.ğ;_g—k unutmak, şifa ve tesellilerin en büyüğü idi. Hele edindiğim üç beş aı'kaıhıq arasında Yekta, en cana yakını idi. İyi ıdî.' hoş sohbetti. Kanımız birbirimize pek çıı- buk kaynaşmıştı. O meyhaneye hiraz geç kalınca ben üzülürdüm, ben biraz vakti- mi geçirince onun beni iştiyakla bekle » diğini görürdüm. “ Böyle karşılıklı gecelerimizden biri » sinde her ikimiz de biraz fazlaca kaçır « mıştık. Artık kepenkler inmeğe haşhmış- tı. Sokağa çıktığımız zaman hayli olmuj- tuk. Yekta ısrar etti: ) — Bu akşam mümkün değil, seni bı « rakmam.. Bize gidelim... Hem giderken biraz deniz ve tren havası alarak açılırız, hem de bizde yatarsın... | Yolda yanımıza birer şişe daha aldık. Vapurun yan tarafında hem çektik, hem — de mezelerle karnımızı doyurduk. 4 Ben Yektanın Erenköyünde oturduğu- nu biliyordum. Bu sayfiyenin bendeki son fena hatırası henüz tazeliğini kaybet- memişti. Binaenaleyh istasyonda trenden .%.ığ____:gsğ ü kulduğunu duymuştum, Her ikimiz a _w damakıllı olduğumuz için Yekta, köşke araba ile gitmekliğimizi ısrar etti. Bunu. (Lü'.tfen sayfjayı çebiriniz) *

Bu sayıdan diğer sayfalar: