28 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

28 Eylül 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

M Z A KOND SAA * BOÖN FPOSTA H Güzel kadının sarı saçları 'Tramvaydayım.. Ö- Bümdoki — sırada bir kadın oturuyorz. Yü- / zünü görmüyorum. / Fakat saman Bsarısı bukleli saçlarını gör- memek ve seyret - / / memek mümkün de- / ğü, görüyorum. Çün- Z kü tam gözlerimin ö- münde.. Gözl yıramıyorum. Çün - kü çok güzel! Bir an ne oldu bil- miy Kul bir ses gelir gibi du. Dikkat ı. Ses geliyordu. at se- sin hereden belli olmuyordu. «Ne © muharrir, * hep gözlerin bende... Sağa baktım, sola baktım, arkaya bak-| tıra: «Eirafına niye bakıyorsun? önüne bak'» Önüme baktım. Gene sarı saçlar gö- züme ilişti. Gene gözlerimi ayıramaz o- dum. «Dedim ya, gözlerin hep bende'» Acaba saçlar mı konuşuyordu? «Öyle ya, neye konuşmasın, ağzı yoksa, ganı da yok değil yal» Acaba bana ne söylemek istiyordu? «Sana ne mi söylemek istiyorum, iş - tesen bütün hayatımı anlatsam.» Ağzımı açtım, fakat içimden: — Anlatsan ne iyi olur. Dedim. — Peki anlatayım.. Ve sen gazetene yaz.. * Şu beni başında taşıyan kadın vat ya.. Wüzünü görmedin, görmek istiyorsum, fakat eğilip bakmıya çekiniyorsun.. Üy- leyse ben sana tarif edeyim.. Güzel bir yüz, hemen hemenr hiç pürüzü yok. Sen eğilsen de gene benim gördüğüm gibi göremezsin, çünkü onun hakiki yüzü bir kaç kat pamat, bir kaç lık, bir kaç ikat pudra altında kaybolmuştur. O po- mafları, allıkları, pudraları neye sürer, ben de anlamadım. Her halde görenek olacak. Her ne ise, şimdi onu bırakalım.. Ben sana kendimden bahsede he Doğduğum zaman ince ince tüyler ha- dinde idim.. Fakat günden güne büyü - yordum. Rengim koyu kumraldı. Anne Genilen bir kadın beni her sabah tarakla tarar. Bir kaç telimi ayırır, onlara ilti » mas oder. Bir kordelâ ile bağlardı. * Ben günden güne büyüyordum. Bü - yüdükçe rengim de koyulaşıyordu. Artık eskisi gibi kördelâyla tutturulmuyordum. Beni anne tarıyor, iki örgü yapıyordu. * Sahibimi severdim, amma -sevmekle beraber bazan da kızardım. O, mektep de- nilen, kendi yaşında bir çok çocukların bulundukları bir yere giderdi. Orada ©- na bir şey öğrettiler. Bu güya bir oyun- du., Ammma fena bir oyun. Kendi arka - daşları başlarından birer saç teli koparı- yorlardı. O da onlar gibi yapıyor ve be- Him tellerimden koparıyordu. Bu telleri birbirinin içine geçirip ikiye katlıyorlar Ve çekişiyorlardı. i e- . geldiği * Beni baştan bele doğru sarkılırlarken Hedense bundan caydılar. Başın iki tara- fına iki topuz halinde astılar. Bir kaç gün böyle gezdim. Sonra iki topuzu birleştir. diler. Tek bir topuz oldum. Tek topuz ba- zan tepeye yükseliyor, bazan da enseye iniyordu, Boyum çok uzamıştı. Sahibimin belini Beçiyordum. Hem daha uzamak niyetin- de idim. Bu sırada moda diye bir cellât ortaya çıktı. Ve bir sabah uyandığım za- man beni sahibimin ensesi hizasından makasla kestt Ayrılan parçam ne oldu bilmiyorum, ben mekâre beygirlerinin kuyrukları gibi güdük kaldım. Görenler: — Ne güzel olmuş! L ee ee ee ene n see yrsesesene nan Valide Sultanın gerdanlığı 4 gündenberi devam eden bu he - yocanlı zabıta romanımızı bugün 13 üncü sayfamızda takip ediniz. Yazan: İsmet Hulüsi HL Diyorlardı. Fakat ben için için üzülü-|tu. Evvelâ yavaş sesle konuşuyorlardı. | Sanra sesleri yükseldi. Bir ara geldi ki yor, ağlıyordum. —4 Gene uzamak istiyordum. Uzadıkça da kesiliyordum. Evvelleri beni anne kesiyordu. Sonra- dan iş değişti. Berber denilen bir erkek türedi. Artık beni © kesiyordu. Aklı sıra da bana bir biçim veriyordu. * Sahibim epey büyümüştü Mektep deni len yere gitmiyordu. Her gün ayna kar- şısına geçiyor. Evvelâ yüzünü, kirpik - lerini boyuyor. Sonra beni eğiyor, bükü- yor, bana şekiller veriyordu. Bir gün kendi gibi saçları kesik arkadaşlarile ko- nüşurken dedi ki: — Ben saçlarımı alagarson yaptıraca - ğim, Ötekiler: — Çok iyi olur, sana çok yakışır! Dediler, İçimi çektim.. Gene başıma bir belâ geliyordu. Hemen ©o gün berbere gitti. Berbere: — Alağarson kes! Dedi. Berber benden tarafa çıktı: — Bu iyi olmıyacak! — Hayır iyi olur. Berber dediğini yaptı. Beni kırptı, kırp- tı. Kısacık kaldım. Sahibime çok kızmış- tım.. Onu inadıma çirkin göstermek için ne yapmak lâzım geldiyse yaptım. Ve güzel sahibim.. Çirkinin çirkini gözük- tü, * Olan olmuştu. Sahibim beni uzatmak için çok çalıştı. İlâç dedikleri besleyici yiyecekler sürdü. Ve nihayet bir kaç ay sonra ensesine kadar uzadım. Uzıyacak, gene eskisi gibi beline kadar sarkacak - tım. Buna vakit bırakmadı. Gene berbere Bitti. Berber ötemi berimi kırptı. — Ondüle yapayım mı? Diye sordu: — Yap ya!. Eline ateşte kızdırılmış bir maşt aldı. Maşayı tellerimin arasına soktu, yanı - yor, kıvrılıyordum. Benim —yanmama, kıvrılmama ehemmiyet vermediler — ve beni maşa ıde eğri büğrü bir şekle sok - tular. * Üzerime beyaz ince bir tül örttüler. Tü. lü lümon çiçeklerile tutturdular. Sahibi- min yanına bir erkek geldi, Erkeği daha evvelden tanımıştım. İyi bir adamdı, a - rada sırada beni okşardı. Benim üzerime beyaz tül örttüğüm gün meğer o erkekle, sahibim bir daha ayrıl- mamak üzere birbirlerile evlenmişler - miş. * Kesik kalmıya artık alışmıştım. Fakat ondülâsyon dedikleri şey canımı sıkıyor- du. Yıkandığım zaman dümdüz oluyor- dum. Bu halde bırakmıyorlardı ki hemen berber yetişiyor, maşasile beni yakıyor, kıvırıyordu. * Gene yıkanmıştım. Bir iki gün berbere uğramadım. Sevincimden çıldırıyordum. Artık bana ondüle dedikleri şeyi yapmı” yacaklar sanıyordum. Fakat boşuna sevinmişim. Bir kaç gün sonra berbere götürüldüm. Berber, bana pis kokulu bir şeyler sürdü. Sonra telle- rimi sicimlerle bağladı. Demir çubuklar içine soktu. Bir düğmeye bastı. İçim bir şey oldu. Tiril tiril titremiye başladım. O kadar titremişim ki biraz sonra çem- berlerden çıkarıldığım, sicimler çözül - düğü zaman kendimi büklüm — büklüm olmuş buldum. Düzelmek için çok uğ - raştım amma bir türlü düzelemedim. | Yıkandığım zaman da gene vaziyetim değişmiyordu, — Bu çok fona! Öndülüâs- yondan daha fena şeydi. İnsanlar da ne tu- haf, Beni o halde gö- renler sahibime: — Altı aylığn ne iyi olmuş! Demesinler mi? * Sahibimin evlendi- ği erkek beni okşu- yordu, demiştim. E- vet, ilk zamanlarda daima okşardı. Fakat bir iki ay sonra bir akşam sahibimle kar- gı karşıya olurmuş- erkek ayağa kalktı. Ve beni tutunca çek- ti. Tellerimden bir çoğu elinde kaldı. Ca- nım acımıştı amma sahibim de ağlamıya başlanıştı. Kendimi unuttum, ona acı - dim. * Artık yaşamam değişmişti. Erkek beni arasıra okşuyor. Fakat bazan da çekip ca- nımı yakıyordu, Her halde o erkeklerin en hoyratı olacak. Çünkü bana bakan - ların gözlerinden dalma beni okşamak istediklerini hissediyorum. Hattâ, sen bile şimdi ona kızıyorsun, ve kalbin beni ok- şamak arzusile çarpıyar, * Bu bahsi geçelim. Bir gün sahibimle birlikte bir eczaneye gittik. Sahibim bir şişe ilâç aldı. İlâcı eve getirdi. Aynanın karşısma geçti. Bütün şişeyi benim üze- rime boşalttı. Bu ilâç tuhaf bir şeydi. Rengim birdenbire soldu, sarardı. Gören! n bazıları: — Güzel olmuş! Dedi. Bazıları beğenmedi: — Ber e yaptırsaydın daha iyi ©- lurdu. Dediler.. Ve sahibim berbete gitti. Berber bana bir şeyler gürdü. İşte şimdi gördüğün rengi aldım. * İnadım inattı. Dalma uzuyordum. U - zadıkça da siyahlaşıyordum. Sahibim de inatçı idi ha, ben siyahlaştım mı gene berbere gidiyor, beni sarartıyardu. * Dur daha bir şey anlatacağım, benim sahibim küçükken mektebe giderdi. Mek- tebin kapısında bir aşüreci dururdu. Bu aşüreci başında tablaaltı dedikleri to - parlak, simit gibi bir şey taşırdı. Sahi -ı bim onun başındaki tablaaltını hatırla - mış olacak ki bütün geçen kış ve bu yaz | başına benimle bü tablaaltı şeklinde bir toparlak yaptı. « * Nelere alışılmıyor, bir zaman kesik sa- ça alışmışlım. Sonradan altı aylığa alış - üm. Tablaaltı şekline gelmiye — alıştım. Daha kim bilir nelere alışacağım? * Son bir iki sene zarfında şekilde şek- le, venkten renge — giriyordum amma boyum biraz uzun bırakılıyordu. Sahibi- min ensesini geçiyordum. Buna çok memnundum. * Sahibim biraz evvel arkadaşlarile be- raberdi. Moda mecmualarını açmışlar, renk renk, çeşit çeşit elbiselere bakıyor- lardı. Bu arada benim de adım geçti; bir- denbire kulak kabarttım. Kendi tabil şeklime geleceğim diye sevinmiştim. Fa- kat ne gezer, boşuna sevinmişim.. — Bu sene saçlar kısa! Dediler.. Sahibim: — Evet, dedi, ben de saçlarımı kestir- meyi düşünüyorum. Eyvah.. Demek gene kesileceğim, gene üdük kalacağım.. Esasen ne kadar bü- x Önümdeki kadın ayağa kalktı. Tram- vaydan iniyordu. Ensesine dökülen sa - man rengi saçlarının büklümlerine son bir defa daha baktım, İsmet Hulüsi Tarihden sayfalar: Bayfa - 7 » dı : .. l Harun Reşidin göz yaşları * 4 x Şair kasidesini şöyle bitirmişti: uFakat son dakikan gelip te nefesin kesildiği ve ölüme karşı bitkin bir halde mücadeleye başladığın gün de bütün bu saadetin ve servetin bir hayalden ibaret olduğunu anla!'n Meeclisin üstüne ağır bir hava çökmüştü. Yazanı Derler ki, ağlamak zavallıların ve ço: cukların işidir. Bu belki yüzde yüz doğ- ru olamaz amma yüzde doksan dokuz doğrudur. Çünkü ağlıyanların fakir, & - ciz ve bahtsız kimseler arasından çıktığı- nı hemen her zaman herkes görüyor. Dünya tarihinde kudret, ihtişam, zen- ginlik ve büyüklük noktasından pek yüksek bir mevki tutmuş olan meşhur A- rab hükümdarı Harumreşidin, çocuk- luktan sonra, hattâ saltanatının en pat- lak zamanında ağladığını öğreniyoruz. Hem de bir köşede gizli gizli değil, en yakın ve sevgili cariyelerile, nedimleri- nin ve vezirinin gözleri önünde... * O sırada Harunreşidin yaşı kırkı geç- mişti. Devrin en büyük şehri ve ıki bu - çuk milyon nüfusu olan zengin Bağdad hrinde akıllara durgunluk veren — bir ihtişam içinde yaşıyordu. Sarayında her boydan ve her renkten yi e güzel cariye vardı. Bazan bunlardan bir ta - nesini satın almak için yüz bin dinar, yani bugünkü hesapla beş yüz bin Türk lirast verdiği olmuştu. Harünreşid ©o gün nedimlerine ziya- fet veriyordu. Altın şamdanlardaki yüz lerce mumun titrek ışıkları altın yaldızlı renk rtenk kubbelere aksediyor; fıskiye - lerin saçtığı su damlaları bu akislerin a- rasında bir inci yağmurunu atdırıyor - du. Hindin, Mısırın, inin, Türkistanın en güzel ipek kumaşlarından, küş tüyle - rinden yapılmış olan divanlarla minder- ler hep dolmuştu. Yarı çıplak cariyelerin bir/ kısmı raksediyor; bir kısmı çalgı ça- larak şarkı söylüyorlardı. Bu sırada genç ve yakışıklı köleler halife ile misafirle - © dünyanın en güzel yiyeceklerini, iç- İstiklâl ı—aunşmn İştirak eden eski Tekaüdler meselesi Trabron okuyucularımızdan İstiklâl sa- vaşı deniz emeklisi Abdullah Şinasi yazı- yor: — Devlet, mülli savaşta çalışanları dü- şündü ve savaşına iştirak eden tekaüdierin maaşlarını tanzim için — bir kanun lâyihası hazırlıyarak Kamutâya verdi. Gazetelere de uzunboylu akseden bu lâyiha dolayısile benim gibi birçok te- Kaüdler de sevince kapıldı. Fakat aradan uzun bir müddet geçtiği halde, bu hu- susta müsbet menfi hiçbir. haber çık- madı. Bütün ümidimiz. Kamutaya veri- len bu lâyihadadır. Memleketin kıymet- li saylavlarının, bilhassa İstiklâl savaşın- da bir arada dövüştüğümüz saylav arka- daşlarımızın nazarı dikkatini celbediyo. Tuz. Garip bir vergi kaçakçılığı Bir okuyucumuz bir Uyatroda nazarı dikkatini celbeden bir hâdiseden bahşe- diyor. Şehirdeki tiyatrolardan birine gir- mek istemiş, kendisinden kapıda beş ku- Tuş almışlar ve bir bilet vermişler, içeri Birip kanapeye oturduktan sonra Uyatro sahibi yaklaşmış, beş kuruş daha istemiş, okuyucumuz onu da vermiş. Btraftaki #eyircilerden sorunca anlamış ki, verilen Turan Can kilerin! sunuyorlardı. Salon bir çiçek bahçesini andırıyordu. Havyı ruhu gıcıklıyan kokular doldure muştu. Halife başta olduğu halde herkes ser- mestti. Mecliste şairler de vardı. Bu sırada âdet olduğu üzere şâirler : den birist meclisi tasvir etmek Üzere bi kaside okumak istedi. Ayağa kalktı ve hükümdarı selâmliyarak izin istedi. Ha- Tuünreşid gülümsiyerek ve bardağında kalan son içkiyi de içerek başını yavaşça eğdi. Başla! Demek istiyordu. Şair kasidesini okumağ başladı Bu kasidesinde hükümdarın ihtizamını, bü- yüklüğünü, cömertliğini, meclisin par « laklığını anlattıktan sonra şöyle diyor - du: — Ömrün uzun olsun ve derin bir zevk içinde geçsin! Muhteşem sarayla - rının kubbeleri altında sağlıkla ve saa « aşa! Sabah olur ve akşam güneş senin etrafındakiler senin ar » zularını yerine gelirmekten başka bir şey düşünmesinler!. Şair nefes almak için bir an dürmuş- tu. Harunreşidin yüzünde bahtiyarlık ©- kunuyordu. — Çok hoş! Bakalım arkası nasıl ge - lecek? Dedi. Bu kasidenin arkasını orada bu'unan « ların hiç biri merak etmiyordu. Çünkü ayni pohpohlarla devam ederek ayni şe- kilde biteceği şüphesizdi. Bütün kaside- ler böyle değil miydi? Şairlerin hepsi de (Devamı 10 uncu sayfada) bilette 60 para bir vergi varmış. Halbuki içeriden alınan 5 kuruştan böyle bir vergi Ayrılmıyor, bu para doğrudan doğruya ti- yâtro sahibinin cebine giriyormuş! Maliye Vekilimizin nazarı dikkatine Edirnekapıda Kariye mahallesinde Va« 1z sokağında 15 numaraa evde oturan Sa- lim Diktürk isminde bir okuyucumuz dün mütbanmıza gelerek şu derdini anlattı: Kendisi 1935 de Bolu defterdarlığının Akçakoca ikinci daire tahsildarı imiş. Bir iftiraya uğrıyarak Vekâlet emrine alm- müş ve 17 ikincikânun 1936 da beraat ct- miş. İstanbula gelerek açıkta kaldığı müddetce biriken maaşların! almiş, son- ra Bolu defterdarlığına eski işine alınma-s &1 içln müracaat etmiş Bu müracaatin! Maliye Vekâletine de yapmış. Fakat bir cevab alamadığı için müracaatlarını tek- rarlamış. İki buçuk sene İşi sürüncemede kalmış, aradaki sultefehhümü” bir türlü izale edememiş: «— Bir suçum, bir günahım olsa yan- Tam, diyor. Üç çocuğum, karım ve anam var .Gün geçtikce, sırf bir. anlaşılama- mazlık yüzünden perişan oluyoruz. Kıy- metli Maliye Vekilimizin ve Bolu Detter. darının nazarı dikkatini celbetmenizi di- yorum.. Bir suttefehhümün — kurbanı olduğunu sennettiğimiz bu vatandaşın büsbütün pe. | rişan olmamasının önüne geçilmesini hiz de istiyoruz ve sayın Puad Ağralı'nın dik- Kat nazarını çekiyoruz

Bu sayıdan diğer sayfalar: