14 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

14 Ekim 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İnsan bu teşkilâtı gördükten sonra bu gibi müesseselere bizim de ne kadar muhtaç olduğumuzu anlıyor Muazzez Tahsin Berkand Yazanı Gerek madam — Brunschwiğ, gerekse madam Lacore'la yaptığım — mülâkat- larda ikisi de bana hararetle: — BSergiyi ziyarel ediniz. Kadın ve ço- cuk pavyonunda cid- den çök enteresan şeyler — göreceksiniz, tavsiyesinde — bulun- muşlardı. Hattâ ma- dam Brunschwig - ranın müdiresine bir kart ta vermişti. Serginin Concorde meydanına açılan kapısından girince iki tarafı ağaçlarla gölgeli, çok şirin bir yol- da, bir insan seli ile omuz omuza yütü- dükten sonra sağdaki geniş merdiven'er çıktım. Büyük bir bahçenin ortasında birkaç Fransada düşkün kadınlara yardım teşkilâtı 1 frasında büyük mekteblere, hattâ üniver- Paris sergisinde çocuk paeviyonunun bir kısma gösterdikleri kabiliyete göre — bunların bazısını çiftçi yapıyoruz, kimisini san'at mokteblerine gönderiyoruz. Bunların a- sitelere kadar yükselenler bile vardır. Bu çocuklar 21 yaşına geldikleri vakit daire. Bir tanesi müracaat ve istihbarat | bazan anneleri vaya babaları gelip onları kalemi, ikincisi çocukların oyun dairesi. Parmaklıkla çevrilmiş avluda üçle beş yaşları arasında birkaç çocuk, mürebbi- yelerin nezareti altında koşuşuyor, çem- ber çeviriyor, büyük havuzda balık tutu- yor. Üçüncü pavyon çocuk bakımevi, dördüncüsü kadın ve çocuk sahalarında yapılan işleri gösteren küçük sergi. Elimdeki kartla istihbarat dairesine gi- riyorum. Gişede lüciverd elbiseli, beyâz yakalı, başlarında lâciverd örtülerile üç hasta bakıcı kadın beni büyük bir noza- ketle karşılıyorlar, Müdirenin rahatsız- lığı sebebile bu bayanların en yaşlısi!e konuşuyorum: — Kadın ve çocuğa aid içtimal yar- dımlar hakkında malümat edinmek kahil midir efendim? — Hay hay, buyurunuz konuşalım. Gişesinden dışarı çıkıyor ve bir masa başındaki tahta sıralardan birisinin üs- tüne yanyana oturarak konuşuyoruz. Daha ilk cümlelerden, muhatabım ma- dam Gouin'in bizim anladığımız manada bir hastabakıcı, yüksek tahsil görmüş bir yarım doktor olduğunu anlıyor ve 0- nu derin bır alâka ile dinliyorum: — Biz de hemen her şehirde fakir ka- din ve çocuklarla meşgul olan yardımn müesseseleri vardır. Bunlar, daha ziya- de hususi teşekküllerdir. Malüm ya, hü- kümet her tarafa kol açamıyor, her ya- rayı saramıyor, Bakınız size yardım cemiyetlerine tev- di edilen bır çocuğun, daha ilk günden, hayatını, anlatayım. Daha doğrusu bu- ralara yavrusunu bırakan anadan başlı- yayım. Eskiden fakir veya günahkâr bir ka- | Otlarına bakamıyan analara da — gene dın - dahâ ziyade bu ikincisi - doğurduğu çocuğunu kiliselerin kepısında bilhasta alıyorlar. — Çocuğunu dünyaya getirmek iste- miyen hafifmeşreb kadınları da hastane- lere kabul ediyor musunuz? — Vaktinden evvel çocuğunu aldırmak istiyenleri mi? Asla! Fakat böylelerine büyük yardımlarda bulunuyor ve hatlâ, haslaneye ismini vermeden, kim oldu- Runu söylemeden çocuğunu — doğurarak çekilip gidebileceğini de kendisine söylü- yoruz. Bu suretle memlekete, nüfus ba- kımından büyük yardımımız dokunuyor. — Genç kızlarda fuhşa mâni olmak için ne gibi tedbirler alıyorsunuz? — Bunların kazançlarını artırıyoruz, ucuz evler tedarik ediyoruz, ucuz lokan- talarda kendilerine yemek veriyoruz, hasta olanları hastanelere, sayfiyelere göndoriyoruz. — Bu tedbirlerin faydası oluyor mu? — Ekseriya evet, çünkü bu biçarelerin çoğu, ekmeğini kazanmak için kendisini bu sefalete atmaktadır. Fakat bazan da kötü kadın seçtiği kötü yoldan ayrıl- Miyor, — Çak çocuklu veya hasta analara yar- dırn ediyor musunuz? — Evet, aile kadınlarına elimizden ge- len muaveneti yapıyoruz. Bu husus için ayrıca müesseseler teşekkül etmiştir., — Bu yardımlar nelerdir? — Meselâ, üç çocuğu olan bir kadın, dördüncüsünü dünyaya getirecek, fakat evinde ne kendisine, ne de çocuklarına bakmak için adamı yok; kendisine, ica- bına göre, kâh az para ile, bazan tama- mile bedava olmak üzere bir yardımcı kadın göndeririz. Hastalık yüzünden ço- bu şekilde muzvenet ederiz. Vaktiniz ol- sa size bu gibi âile kadınlarından gelen yapılmış olan dönme dolablara bırakır | teşekkür mektublarını gösterirdim. gider ve bu yavrular papazlar veya sör- Jer tarafından büyütülürdü. Bugün bu fsul tamamile ortadan kalkmıştır. Simdi gçocuğunu dünyaya getirecek olan bu bi kadınlar, bizim hastanelerimize mü- Tacaat ederek gerek kendileri, gerekse gocukları bir hafta, bazan — daha uzun — zaman lüzim — gelen — teda - vi ve ihtimamı — görüyorlar. Bt |bir bardak su kâfiydi; bugün ihtiyaçlar geçen anaya ÇO -( arttı. Herkez karşısındaki adam gibi ra- müddet — zarfında euğunu bırakmaması için nasayihte bu- Junuluyor, ana analık hissini aşılamaz — Bu söylediklerinize bakılırsa Fran- sada zavallı kadın, bakımsız çocuk. kal- madı demektir. Muhatabım zeki bir gülüşle başını sal- kadı: — Ne münasebet! Bilâkis bütün bum- lara rağmen sefalet artıyor diyebilir'm. Yaşımak için eskiden bir dilim ekmek, hat yaşamak hakkını kendisinde bulu- yöor, bunu istiyor, bunun lcm her çareye fçin icab eden telkinler yapılarak çocu- | baş vuruyur. ğu büyütmesi, onunla meşgul olması tçin kendisine icâbinda iş bulunuyor. Ekseriya bu sözlerimiz kâr ediyor. Fe- kat bazan maalesef yavrusunu, ne ulur- sa olsun, tanımak istemiyen — duygusuz analara da rastlıyoruz. Bu takdirde bu gi- ; Burası modern bir çocuk bakım evi idi. bi çocukları himayemiz altına alarak köylerde, ufak ücretle bunları emzirmi- yi ve büyütmeyi deruhte eden sütnine- lere tevdi ediyoruz. Bu yavrular, sü'ni- nelerinin yanında, müfettişlerimizin sı! kontrolü aitında, çok rahat ve sılhıhi Bir şekilde büyüyerek Köy mekteblerinde | bunlara şefkatle baktıktan sonra bana okuyorlar. On iki on üç yaşıma geldikleri vakit, ——Muıuılçmıkhıkmm Madam Gouln'e bu kıiymetli izahatın- dan dolayı teşekkür ederek ayrılmak iş- tedim, Fakat yaptığı işi sonuna kadar ba- şormak istiyen bu enerjik kadın beni e- Nemden tutarak karşıki pavyona götürdü. Temiz taş merdivenlerden çıkarak sıra- sile süt kaynatma odasından başlıyarak çocuk yataklarına, doktor salonlarına, diş muayenehanesine kadar her taralı gez- dik. Pavyonun bahçesinde — minim'niler neş'e ile oynuyorlardı. Madam — Gouln döndü: SON POSTA - HÂDİSELER KARŞISINDA Piyango gününde Eskiden takvim yapraklarında «ll» ra- kamı görüldüğü güne ayın on biri der- lerdi. Şimdi adı değişmiş.. «Piyango gü- nü> diyorlar, * Müvezzi bağırdı: — Kazanan numaraları yazıyor. İkin- el tabı... Kadın: —Mıkm! Dedi. Hasis erXek kızdı; — Na o daha şimdiden mi israfa baş- ladın? — Ya çıklıysa,, — Onun için söylüyorum ya, böyle dü- şünmeden para sarfedersen çıktıysa da az zamanda bitiyerir. * Piyangoda kazanan bir aparlımana 5- hip olmuştu. Kazanmıyan güldü: — Ben de böyle bir apartımana sahip- tim. — Ne aidu? — Ayın on birine kadar duruyordu. Ön birinde yıkıldı. — Yeri nerede idi? — Hayalimde! Aylıkçı söyledi: — Ayın birinde para, ayın on birinde de ümit bitiyor; artık ay sonuna kadar yaşıyabilirsen yaşa! Erkek evine ıeld: — Karıcığım bugün gene yüzüm gülü- yor. — Ne oldu? Piyango bize mi çıktı? — Hayır bize çıkmadı amma Ahmet - lere de çıkmadı. Necatiye çıkmadı, Nec - lâya da çıkmadı. Senin anlıyacağın ta - nıdıklardan kimseye — Oh ne âlâ, şimdi benim de yüzüm güldü. * — Piyangodan birinci ikramiye bana çıktı. — Memhnun görünmüyorsun? — Karım, bir buçuk lira verip bilet al- dığımı duüyünca kızacaktır da.. * Kız babası sordu: — Oğlunuz neci? Oğlan babası cevap verdi: — Şimdilik bir iş gürmüyor. Fakat is tikbalinder eminim. — 11119? — BHer #«y piyango bileti alır. * — Sana piyango çıkmış. Çıktı evet! Dört tane süt kardeş, on tane amcazade, sekiz fane dayırzade, Gdört tane hals, üç tane dayı da cabası.. * Şişman kadın kocasına sokuldu: — Ben de senin için bir piyango sa - yılmam mı? — Yank ki biletli piyango değilsin.. Öyle olsaydın, tam bilet yerine onda bi - rini alırdım e İsmet Hulüst ş nin bir minyatürdür ve oradakiler de bunlar gibi neş'e ve şetaret içerisinde örnür sürmektedirler. Vaktiniz varsa bir gün sizinle büyük bir bakım evini de ge- zeriz. Hayatmı yavrulara hasretmiş olan bu nazik kadına teşekkür etmek — istedim, mâni oldu. — Size bunları anlatmak vazifemdi ve ben bu vazifeden başka bir şey yapma- dım. İsterseniz çimdi sizinle bu pavyon- lara aid sergiyi de gezelim. Orada bu söylediklerimi — resimler, — istatistikler, mecmualar ve broşörlerle tevsik edecr- ğim. nâşan kalabalığın ortasına attığım zaman derin derin bizi düşündüm ve bizdeki «Süt damlası» veya «Anneler birliği, gi- bi içtimaf yardım müesseselerinin ve hattâ «Çocuk Esirgeme Kurumu> kinden daha acı bir anlayışla gördüm. Ne olurdu? Bizim zengin kadmlarımız da, haftada bir defa, poker masası başın- dan veya sinema salaonundan uzaklaşçı- lar da o gün sarfedecekleri parayı çanta- larma koyarak bir hayır müessesesine götürüp verseler! Bu para ile kaç ana ve kaç çocuk sofa- Jet ve ölümden kurtulurdu. M. Berkand LTEDE Kadıköy tiyatrosundaki. skandaldan sonra Benim yerime yıhlı—şhkla Celâl Sahiri yakalamışlar v zavallıya sabaha kadar çile doldurtmuşlardı Yazan: Halid Fahri Ozansoy -»- ”7 | İ Yarım saat sonra, elimde bir tomar istemiyen halka söz söyliyenler kâğıd ve mecmua ile tekrar kendimi kay-|en son ben de vardım, Bilhussa sözlerim, | Karanlıkta Reşad Nuriyi aradım: — Neredesin, Reşad? Bir el koluma girdi ve Reşadın sesi kulağıma: — Haydi, diye fısıldadı, dışarıya kapa- & atalım. Yoksa tevkif ediliriz hal — Hakkın var, dedim, polislerin gözü kızgın! Durmak doğru değil... Herhalde Afife de kaçmıştırı Böyle kulak kulağa fısıldaşarak ve ka- ranlık sahnede el yordamile yürüyerek, kulislere sürtünüp iskemlelere çarpa çar- pa lacaların arkasına çıkan kapıyı bul- duk. Koridorda başkaları da - dirsekleri ve omuzlarile bizi iliyorlardı. Böyle itile kakıla irlerliyorduk. Derken bu lâbirent Becesi içinde karşıdan geler başka canlı mahlüklarla karşılaştık ve göğüs göğüse toslaştık. Bunlar sahneye doğru gidiyor- lardı ve telâşlarından bizi pek fena sar- sıp böğrümüzü eziyorlardı. Hattâ ayık- Jarımıza hasanlar da oldu. Hâslı ah 'de dik, ot dedik ve nihayet pestilimiz çik- mış bir halde keridorun dibine ve ora- dan ay ışığı ile parlıyan tiyatronun gişe' leri ndeki taşlığa, taşlıktan da soka- ğa fırladık Sokak'ta halk kaynaşıyordu ve belki o- tuza yakın Kadıköylü genç karşıkl duva- inde sıra olmuş bekleşiyorlardı. Hepsinin gözleri tiyatronun — kapısında idi. İçlerinden biri bizi görünce: — Afifeyi bekliyoruz, dedi, polisler tevkif etmişlerse kurtaracağız! Bu anda arkamızdan bir başka deli- kanlı sökün etti ve Afifenin kurtulduğu- nu şu cümle ile müjdeledi: — Kız sahnenin altından arka sokağı boylamış. Artık kurtuldu. Polisler zor bulur. — Ohhh! Bütün göğüsler bu «Ohhh» la ferahlar- Xen halk ta akın akın dağılmağa başla- maştı. Biz de Reşad Nuri ile yokuş aşağı yollandık. İkimiz de sevinç içinde idik. Afifenin tevkiften kurtuluşu bize bir mkilâbın zaferi gibi sarhoşluk veriyordu. Şimdi, parlak bir ay ışığı altında kal- dırımları parlıyan Moda - caddesinden geçerek iskeleye inen tenha sokaklara sapmıştık. Reşad: — Rıhtımdan mehtabı seyrederiz. Bu kadar heyecandan sonra bu şairane sü- kÖna ihliyacımız var! Diyordu. Ben de ona hak veriyordum. Ermeni kilisesinin karşısında bir lâh- za durduk. Oradan doğruca iskoleye ine- bilirdik. Fakat içimizde birden bir merak yandı. Acaba karakulda tevkif edilmiş kimse var mıydı? Bu düşüncemizi birbi- rimize söyledik ve dosdoğru yürü- rek ikinci sokaktan sola saptık. Kara- kal o tarihte o sokağın sonunda, köşede- k! mahallebicinin karşısında idi. Geçer- ken baktık: Karakolun içinde birkaç po- Tiz ayakta duruyor. Bir iki de sivil var, Fakat kim? Memur mu? Yoksa mevkuf mu? Her ne ise, kadın yok ya, demek ki Afife sahiden yakayı kurtarmış! Bu emriyetle tekrar neş'elenerek is- keleye gittik ve Reşadın arzzu ettiği gibi doya doya durgun sulardaki gümüş pırti- tıları temaşaya daldık! * Ertesi sabah ilk vapurla İstanbula in- dik Ne de olsa Kadıköyünde görünmem tehlikeli idi. Çünkü tiyatroda dağılmak arasında Reşadın da dediği gibi, oldukça okkalı düşmüştü. Öyle ya, Afife için: -— Çıkamaz.. Bugün de, yarın da çıka- maz. Bekliyelim © büyük inkılâbı... Demiştim. O dakitada polislerin bir kaçı içeride, Dir kaçı da locaların arkasında İdi ama, herhalde çok geçmeden sıra ile söz söy- liyenler arasında benim izimi de bulur- lardı. Hattâ şabahleyin nasıl olup ta tev- Kif edilmediğime şaşıyordum. Meğer şaşmakta hakkım da varmıs! Çünkü benim yerime, yanlışlıkla zavallı Celâl Sahiri yakalamışlar ve talisiz dos- ) Bd yazı muharririn ( Kadikeyünde Ileı y sören bir edebiyat sezenm) başlıklı serisin2i 12 İnci yazısıdır. Birinciteşrin 14 İYAT I| Reşad Nuri tuma sabaha kadar karakolda çile dü dü ar! Bizimse bundan Reşad Ni 3le haberimiz bile yok! j Bu tevkif hâdisesini nasıl öğrerdiği nlatayım. Erie ğ den bir iki sast evvel Şehzar rah tiyatrosuna Darülbedayi müdüriy odasına gitmiştim. Hüseyin Suad da or! da idi, Akşamki vak'ayı düşünüyor, DUl dan sanra Afifeyi sahneye çıkarabilmeli teki zorlukları konuşuyorduk. Derken Ö leye doğru telefon çaldı ve Celâ! Sahinli sesi duyuld İ — Karakolda mevkufum, diyordu, & akşam sahnede 'halka söz söylem halde beni yakaladılar, Bu yani dah aşkına düzeltlin ve beni kurtarın. Bunu işitince bende şafak &a r bizim narımıza yanmı benim patavatsızlığıma kurban ol Büseyin Suad, teessürümü — yatıştıra sözler sövledi v ikatern bir saat ö ber meyanda p ik - Celâl Saliifi e ve bü sonradan bize enjattığına zından nakledeyim — Baktım ki göre, onun W T diye meraka düştüf rimden kalkıp sahn€ gitmek üzere İ0 dora çıktım. Köridorda Zalen sü mönden Hüseyin Suadın ve âr c Galibin seslerini de duymuştum. Seyirt leti dağılmağa davet ediyorlardı. F3W dağılan olmuyordu. İşte tam bu dakil koridoru geçerek sahnenin — kapı içeriye girmiztim ki birdenbire ışık? karardı. Karanlıkta ne yopacağımı, İ ye mi, geriye mi adım atacağımı muştim. Derken suratıma bir el fenerinin nı tuttular. Bir komiserle bir polis * şıma dikilmişti. Komiser: — İşte demin o inkılâb diye lâf bu adam alrmak! Diyordu. Bense böyle lâkırdıyı bile değikdim. Fakat derdimi din! dim. Kotsiser polise emretti. — Al bu efendiyi karakola götür! P7 de geliyorum. ğ Fena halde canım sıkılmışlı Fakâf yapabilirdim? Çaresiz, polisle besS” yola koyu'duk. Yolda, polisin m luttu ve bana: p — Ben sizi tanırım, beyefondit Sla lâl Sahir Bey değil misiniz? Dedi. Kisaca — Bvet. Dive cevah verdim. (Devamı 7 inci seyfada) tün heyecanlandım.

Bu sayıdan diğer sayfalar: